Toplumsal bilimlerin ve siyasal bilimlerin özel terimleri, günlük konuşma dilinde taşıdıklarından farklı anlamlar taşır. Her bilim dalının olduğu gibi, toplumbilimin de kendine özgü bir dili, kendine özgü terimleri vardır. Bir örnek ‘rol’ terimi için verilebilir. Günlük yaşamda, sahne etkinlikleri arasında düşünülen ‘rol’ terimi, toplumbilim için, ‘bir durumun hak ve görevlerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği hakkında ilgili başka kişiler tarafından sahip olunan rol beklentilerinin toplamı’ olarak tanımlanır. İşin ilginç yanı, hemen hemen tüm bilim dalları için, özel terimlerin ve özel bir dilin varlığı kabul edilir ama, iş toplumsal ve siyasal bilimlere gelince biraz karışır: İnsanlar bu bilim dallarının terimlerinin ‘özel anlam’ taşıdıklarını unutur görünürler. Bu yüzden de herkes her terimi aklına ve diline geldiği gibi kullanır. Oysa, her ayrı terimin, temsil ettiği kavramlar açısından ayrı anlamları vardır. (kitaptan alıntı)
ÖNSÖZ
Bu çalışmayı yaparken dört ana kaynak grubundan yararlandım.
Birinci grup kaynaklar, belgelerdir. Bunların başında, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturum tutanakları geliyor. Şimdiye kadar araştırmacıların kullanmasına pek. açık olmayan bu tutanaklar gerçekten çalışmama büyük ışık tuttu. Pek çok karanlık noktayı, gizli oturum tutanaklarından aydınlığa kavuşturmak olanağını buldum. Özellikle Atatürk’ün Nutuk adlı yapıtıyla, Türk Tarih Kurumu’nun pek çok çalışması, bu tutanakların ışığında yeni anlamlar kazandı.
İkinci grup kaynaklar, Atatürk hakkında yazılmış anılar ve yapılmış incelemelerdir. Bunların bir bölümü, birinci ağızdan, bir bölümü, yazılanlardan derleme niteliği taşıyan ikinci elden çalışmalardır. İncelemelerin içinde ise yabana bilim adamı ve yazarların gerek Atatürk gerekse Cumhuriyet Türkiyesi hakkındaki yapıtları önemli bir yer tutuyor.
Üçüncü grup kaynaklar, çağdaş toplumsal bilimlerin, toplumsal değişme, devrim, liderlik, örgüt, ideoloji gibi konulardaki kuramsal ve uygulamalı bilgilerini içeren çalışmalardır. Bunların önemli bir bölümünün Atatürk ya da Türkiye ile doğrudan hiçbir ilişkisi yoktu. Ben bunları yalnızca, Atatürk’ün eylemini çağdaş bilimlerin bulguları açısından inceleyip, irdelemek için kullandım.
Dördüncü grup kaynaklar, Türk edebiyatı, özellikle Türk Romanı’dır. Gerek Mustafa Kemal Atatürk’ün, gerekse o dönem Türkiyesinin Türk romanına nasıl yansıdığı, yalnız o yılların havasını öğrenmek açısından değil, Atatürk’ün liderlik niteliklerinin ve eyleminin karizmatik özelliğinin daha iyi belirlenmesinde de bana çok yardımcı oldu.
Bu dört kaynak grubunun ne hepsini, ne de herhangi birini tümüyle araştırabildim. Üstelik elimdeki kaynakların tümünü de bu çalışmamda kullanamadım. Bu açıdan ortaya çıkan eksikliklerin bağışlanmasını dile
Elimdeki kaynakları, dünyaya armağan ettiğimiz ve henüz ikinci bir benzeri üretilmemiş olan Türk Devrimi’ni anlamak ve anlatmak için birbiriyle iç içe geçmiş bir biçimde kullandım. Çözümlemelerim sırasında, resmi ideolojiye bağımlı kalmak gibi bir kaygım olmadığı gibi, bu ideolojiyi yadsımak için de özel bir çaba harcamadım. Tarihin gerçekleri neyse, onları kavramaya ve çağdaş toplumsal bilimlerin ışığı altında yeni çözümlemeler yapmaya çalıştım.
Atatürk İle simgelenen Türk Devrimi, hem karşıemperyalist bir eylemin, hem de Batılılık ideolojisinin bir bireşimi olduğu için, dünyada ikinci bir benzeri yoktur. Bu “biriciklik” bilimsel çözümlemelerde de zorluk yarattı. Tarihsel gerçeklere elimden geldiğince uygun bir aktarmayı, çağda; bilimin bize verdiği yeni çözümleme modellerini gücüm yettiğince kullanarak yapmaya çalıştım.
Çalışmamı üç kitapçık biçiminde düzenledim. Bu kitapçıklar birbirinden bağımsız olarak ele alınabileceği gibi, birbirlerini tamamlayıcı özelliklere de sahip.
Birinci kitapta, bir devrimin nesnel koşullarını kavramlar ve modeller açısından Türk Devrimi’ni irdelemek amacıyla ele aldım. Önce terim ve kavramlar üzerinde durduktan sonra, gelişmiş ülkeler için geçerli iki model ile, gelişmekte olan ülkeler için geçerli bir modeli Türk Devrimi ile karşılaştırmalı olarak inceledim. Son olarak da bir devrimin koşullan üzerine genel bir model önerdim”1.
İkinci kitapta, bir devrimin öznel koşullarını, Türk Devrimi açısından ele aldım. Bu kitapta Atatürk’ü liderlik, örgüt ve ideoloji açısından incelemeye çalıştım. Böylece öznel koşullar açısından bir değerlendirme yapmaya çaba harcadım.
Üçüncü kitapta ise, Türk Devrimi’ne dayalı olarak bir değerlendirme yaptım. Bu değerlendirmeye dayalı olarak, ideolojik boyutu ağır basan bir model çerçevesinde Türk Devrimi’ni açıklamaya çalıştım.
Bu çabalarımın Türk Devrimi’ni açıklamakta da, Atatürk’ün eylemini değerlendirmekte de yeterli olmadığını biliyorum. Çünkü her iki olay da tek bir kişinin çabalarıyla açıklığa kavuşturulacak denli yalın değil. Bu nedenle yaptığım çalışma, tartışmalara yeni bir boyut kazandırabilirse, kendimi görevimi yapmış sayacağım.
EMRE KONGAR
Ankara, Eylül 1980
İKİNCİ BASIM İÇİN ÖNSÖZ
Bir Batılı düşünür: “Basan ve başarısızlıklar, tarih açısından, yalnızca dünya olaylarını doğrudan etkiledikleri için önemli değildirler. Asıl önemleri siyasal bakımdan bir simge oluşturmalarında yatar, işte Kemalist deney bunun en güzel örneğidir.” diyor (Wiatr, 1981:3],
Bu anlayışla kaleme aldığım ve birinci baskısı “Atatürk ve Devrim Kuramları” adı ite yapılan bu kitap çok çabuk tükendi.
İkinci baskı için kitabı gölden geçirirken. Üniversitelerimizdeki Devlim Tarihi derslerinde kullanılabilme özelliğini de dikkate aldım. Gerekli ekleme ve düzeltmeleri bu açıdan da yaptım.
Ayrıca, birinci baskıdan sonra yayımlanan ve özellikle uluslararası seminerlerde yapılan çalışmaları ve yeni kitapları gözden geçirdim. Bunlardan yararlanabileceklerimi çalışmama aldım. Bu arada, 1920’ler ve 1930’larda yayımlanmış olan yabancı kitaplar bakımından da yeni kaynaklar buldum. Böylece bir yandan Türk Devrimi’nin yabancı gözü ile değerlendirilmesini, Öte yandan da Atatürk yaşarken yapılan gözlemleri okuyucuya daha iyi yansıtmaya çaba harcadım.
Bu kitabın ilk baskısını yapan iş Bankası Kültür ve Sanat Müşavirliği ile ikinci baskıyı yapan Remzi Kitabevi’ne teşekkür ederim.
En büyük teşekkürü ise, kitabı eleştirenlere borçluyum. Melih Cevdet Anday’dan Oktay Akbal’a, Mete Tuncay’dan İsmet Giritli’ye dek pek çok yazar ve bilim adamı kitabın üzerine eğilmek zahmetine katlandılar. İkinci baskıda hepsinden çok yararlandım. Onlara minnet borçluyum.
EMRE KONGAR
Mart 1983 Çankaya – Ankara
I. KAVRAM VE TERMİNOLOJİ SORUNU
Toplumsal bilimlerin ve siyasal bilimlerin özel terimleri, günlük konuşma dilinde taşıdıklarından farklı anlamlar taşır. Her bilim dalının olduğu gibi, toplumbilimin de kendine özgü bir dili, kendine özgü terimleri vardır. Bir örnek «rol» terimi İçin verilebilir. Günlük yaşamda, sahne etkinlikleri arasında düşünülen «rol» terimi, toplumbilim için, «bir durumun hak ve görevlerinin nasıl yerine getirilmesi gerektiği hakkında ilgili başka kişiler tarafından sahip olunan rol beklentilerinin toplamı» olarak tanımlanır (Kongar, 1978:60).
İşin ilginç yanı, hemen hemen tüm bilim dallan için, özel terimlerin ve özel bir dilin varlığı kabul edilir ama. iş toplumsal ve siyasal bilimlere gelince biraz karışır: İnsanlar bu bilim dallarının terimlerinin “özel anlam» taşıdıklarını unutur görünürler. Bu yüzden de herkes her terimi aklına ve diline geldiği gibi kullanır. Oysa, her ayrı terimin, temsil ettiği kavramlar açısından ayrı anlamları
Bu durumun en klasik örneklerinden biri, konumuz olan «Atatürk» üzerinde görülür. «Atatürk Devrimleri», »Atatürk Reformları», «Atatürk İhtilali», «Atatürk İnkılabı», “Türk Devrimi», «Türk İnkılâbı» gibi terimler sık sık birbirlerinin yerine kullanılır.
Bütün bu terim ve kavram kargaşasına, Türkiye’nin içinde bulunduğu hızlı değişme süreci de katkıda bulunur: Eski ve yeni terimlerin, hangi kavramların karşılığı olarak kullanıldığı ayrıca bir tartışma konusu olur. «Devrim» sözcüğü, «İhtilâl» karşılığı olarak mı, «İnkılap» karşılığı olarak mı kullanılmaktadır, ya da kullanılacaktır? «Reform» karşılığı olarak hangi terim en uygun anlamı verir?
1. İhtilâl
Toplumsal ve siyasal bilimlerin kullandığı terimler arasında en geniş ve farklı anlamlara sahip olan sözcüklerden biri «İhtilal» dir. Bir yandan siyasal anlamlı Fransız İhtilâli’nden söz ederken, öte yandan ekonomik ve toplumsal anlamlı ve teknolojik temelli «endüstri ihtilâli» deyimi tüm ülkelerin kullandığı bir terimdir.
Siyasal bağlam içinde «ayaklanman, «isyan», «darben gibi terimleri akla getiren «İhtilal», bırakınız «endüstri ihtilâli» gibi farklı kullanılışı, siyasal anlamdaki kullanılış açısından bile üzerinde anlaşmaya varılmış bir sözcük değildir.
Bu çalışmada, «ihtilâl» sözcüğü yerine «devrim» terimi kullanılacaktır. Bu terim, siyasal olarak, «siyasal iktidarın kaynağının değiştirilmesi» anlamında kullanılacaktır.
Böylece söz konusu olan olay, bir «ayaklanma»dan bir «isyan» dan bir «hükümet darbesinden farklı olmaktadır.
2. inkılâp
Sözcük anlamı, değişme, bir durumdan başka bir duruma dönüşme olan ve günümüzde daha çok »reform», «evrim», «değişme» sözcükleri yerine kullanılan «inkılâp» terimi, geçmişte çok daha farklı bir anlama yüklenmiştir.
özellikle Atatürk yaşarken, Türk devriminin, siyasal bir iktidar değişikliğinden daha derin, toplumsal ve ekonomik sonuçlan olacağını görenler, buna «İhtilâl» yerine, «inkılâp™ demeyi yeğlemişlerdir. Böylece, genellikle siyasal içerikli olan «ihtilâl» yerine toplumsal ve ekonomik içerikli olan «İnkılâp» deyiminin kullanılmasıyla, o zaman, olay daha geniş kapsamlı olarak ele alınmıştır.
öyle sanıyorum ki, ünlü Kadro dergisinin ilk sayısında yer alan bildirinin şu satırları, terimlerin 1930’lu yıllardaki kullanılışını çok iyi belirtecektir:
Türkiye bir inkılâp içindedir. Bu inkılâp durmadı.
Bugüne kadar geçirdiğimiz hareketler, şahit olduğumuz muazzam kıyam (ayaklanma) manzaraları, onun yalnız bir safhasıdır. Bir ihtilâl geçirdik, ihtilâl, İnkılâbın gayesi değil, vasıtasıdır.
Bu ihtilâl safhasında dursaydık inkılâbımız akim (sonuçsuz) kalırdı. Halbuki o, genişliyor, derinleşiyor. O henüz son sözünü söylemiş, son eserini vermiş değildir. Tesviye edilmiş (düzeltilmiş) bir zemin üstünde yarınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uygun binasını kurabilmek İçin, inkılâbımız derinleşme ve genişleme istikametindedir,
İnkılâp bitaraf bir nizam değildir. Onun İçinde yaşayanların taraftar olsunlar veya olmasınlar, ona İntibak etmeleri lazımdır. …..