Gerald Hanratty bu eserinde, aydınlanma düşüncesinin John Locke tarafından başlatıldığını ve bu filozofun, kendisinden sonra gelen çeşitli düşünce akımlarına etki ettiğini ifade etmektedir. John Locke felsefesiyle, Hıristiyanlığa yönelik eleştirilerinin belirginleştiğini ileri süren Hanratty, bu eleştirilerin David hume felsefesinde uç noktalara ulaştığını belirtmektedir. George Berkeley’i ise Aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan deist ve materyalist düşünce akımlarına karşı çıka bir din savunucusu olarak sunmaktadır.
ÇEVİRENLERİN ÖNSÖZÜ
BU çalışma, Gerald Hanratty’nin Aydınlanma düşüncesi ve İngiliz empirist felsefe geleneğinin üç büyük temsilcisi John Locke. Hume ve berkeley’ın düşüncelerini açıkladığı Phılosophers of Enlıghtenment adlı eserinin çevirisidir.
Gerald Hanratty bu eserinde. Aydınlanma düşüncesinin John Locke tarafından başlatıldığını ve bu filozofun, kendisinden sonra gelen çeşitli duşünüre akımlarına etki ettiğini ifade etmektedir john Locke felsefesiyle, Hristiyanlığa yönelik eleştirilerin belirginleştiğini ileri süren Hanratty, bu eleştirilerin Davıd Hume felsefesinde uç noktalara ulaştığını belirtmektedir George Berkeley’ı ise Aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan deist ve materyalist düşünce akımlarına karşı çıkan bir din savunucusu olarak sunmaktadır.
Şüphesiz Aydınlanma dönemi, Batı düşünce tarihinde önemli değişimlerin yaşandığı bir yüzyıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde, birçok düşünce akımı ortaya çıkmasına rağmen Gerald Hanratty, Aydınlanmayı sadece empirist felsefeyle sınırlandırarak, bu düşüncenin daha sonraki dönemlere olan etkisini vurgulamıştır.
Bu çalışmada, metne sadık kalınmakla birlikte gerekli görülen bazı kavramların anlaşılmasına yönelik açıklamalar yapılmış ve bunlar ‘çevirenin notu’ şeklinde sayfada gösterilmiştir.
Bu çeviriyi okuyarak gerekli düzeltmeleri yapan ve bir sunuş yazısıyla katkıda bulunan değerli hocamız Doç. Dr, Vahdettin BAŞÇI Bey’e teşekkürü borç biliriz.
Tuncay İMAMOGLU • Celal BÜYÜK
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Erzurum 2002
SUNUŞ:
AYDINLANMA FELSEFESİ VE ETKİLERİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
17. ve 18, yüzyıl, Avrupa’da bilim ve düşüncenin büyük atilim yaptığı yıllardır. Aydınlanma duşüncesinin temeli, aklın işleyişini özgür kılmaya dayanır bir yolla bireyi ön plana çıkarır. İnsanın kaderini kendi elıne ya da aklına bırakır Evrenin sırlarının akılla çözülebileceğini, bu yolla ulaşılan bilginin insanları özgürlestireceğinı ve mutluluğa götüreceğini savunur. Bu dönemin bilimsel atılımları ve fikir akımları: Tanrı, akıl, bilim, doğa ve insana ilişkin kavramları ve bunların birbirine göre olan konumlarını tamamen değiştiriyorlardı.’
Bilimsel bakımdan bu dönem, yeni gözlemsel ve deneysel yaklaşımın ilk büyük başarılarını içerir.
Değişik bilim alanlarında yaşanan yenilikler, bilime yaklaşımın sistemleştirilmesinde de yeni atılımlar gerektiriyordu. Bu işlevi birbirini tamamlayıcı biçimde Bacon, Yeni Organon ve Bilimin Gelişimi adlı eserlerinde; Descartes da, Metot Özerine Konuşmayı yazarak yerine getirdiler. Bacon gözlemlerden, deneylerden genellemelere ulasan bir tümevarıma yöntem öneriyordu Descartes ise felsefesini yalın düşünceler üzerine kuruyor. tümdengelimci bir yaklaşımı savunuyordu. Deney bunun yardımcısıydı gelecekte Avrupa bilim geleneğinin iki kutbunu oluşturacak bu düşünceler, bir noktada birleşiyordu. Her İkisi de insanlığın kaderini bilimin çizeceğini, bunun için de bilim ve ilahiyatın ayrılması gerekliğini savunuyorlardı. Bilim felsefesindeki bu gelişim, 17. Yüzyıl’da başlayıp, 18.Yüzyıl’da İngiltere’de David Hume, Almanya’da Leibniz ile devam elli ve yüzyılın sonunda da Kant’ın Salt Akim Eleştirisiyle yeni bir aşamaya ulaştı.’
Bilim ve felsefede yaşanan bu gelişme dinde, siyasal düşüncede ve bireye bakış açısında da değişmeler getiriyordu. Deneysel aklın basarıları karşısında Hristiyanlığın doğa görüşü kendisini korumakla çok güçlük çekiyordu. Var olan din ile, yerine her yerde ve bütün insanlar için mucizelerin değil, doğanın kendisinin kanıt olduğu ‘yaradancılık’ düşüncesi gelişmeye başladı, bu düşünce en etkili savunucusunu Voltaire’de buldu. Kilise bu gelişen düşünce karşısında kolay teslim olmuyordu. Engizisyon mahkemelerini, devlet ve kilise sansürünü en ağır biçimde uygulayarak, gelişmeleri engellemeye çalışıyordu; ama bu yaşanan toplumsal dönüşüm karşısında yetersiz kalıyordu. Tanrı’nın ve dinin, ahlâk ve devleti temellendirmekte yetersiz kalması üzerine, bireyi ve devleti temellendirecek yeni kuramlara ihtiyaç duyuluyordu. Devletin tanrısal bir kurum değil, yararlı bir aygıt olması savunuluyordu Bu devletin hukuku ise, insanın evrensel olan doğasıyla temellenmiş doğal hukuk’ olacaktı. Bu gelişmeler 18. Yüzyılın ikinci yansında J. J. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi ile bireyin özgürlüğünü zedelemeden ahlaksal erdemini yükseltecek bir toplum modeli öneriyordu. Böylece siyasal demokrasi talebi gündeme geliyordu. Aydınlanmanın bu birikimleri, devrimci bir nitelik kazanıyor ve 18. Yüzyıl’ın sonuna doğru Fransız Devrimi’ni hazırlıyordu.’
Dünya bu büyük fikri ve bilimsel dönüşümü geçirirken, Osmanlı İmparatorluğu eksik olan deneyimi yanında, yöneticilerin zihniyetlerinin sınırlamaları içinde de olsa, Batı biliminin Osmanlı bilim kurumlarına girişi, bir dil sorununu da ortaya çıkarıyordu. Yeni gelen bilimsel kavramlar Osmanlıca’da yeni kelimelerin üretilmesini gerektiriyordu. Bu yüzyıllarda Osmanlı toplumunun din ve hukuk alanındaki en yaygın yüksek öğretim kurumu, medreselerdi. Bu kurumlar gerek islâm dünyasındaki 10. Yüzyıl’a giden geçmişi, gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gelişim tarihi içinde felsefi düşünceden ve dünyevi bilim adamlarından uzaklaşmış, büyük ölçüde hukuk anlayışını yeniden üreten kurumlar haline gelmişti.’
Bu dönemde temel sorun, bilim ve felsefede Batı dünyasında yakınmakta olan gelişmelere nasıl yaklaşıldığı, bu gelişmelerden toplumun nasıl haberdar olduğu, bunların kimleri eliyle ve nasıl bir örgütlenmeyle Osmanlı toplumu içinde, ne yaygınlıkla üretilir hale geldiğidir
Çok genel bir yargı olarak Batıdaki bilimsel bilgi üretiminin izlenmesi ve aktarılmasında bır önceki donemin yüksek eğitim kurumlarının etkili olmadığı, halin engelleyici bir rol oynadığı söylenebilir Osmanlı toplumunda değişik inşatları kullanarak yetişmiş kimselerin, yeni kurumlar içinde bir araya getirilmesiyle zaman zaman da dıştan olan yol göstermelerle, sınırlı ölçüde de olsa, Batı biliminin aktarılmaya ve yeniden üretilmeye başladığı, bu yargıya eklenebilir. Bu dönemde kendini yetiştirme fırsatını bulan kimilerin daha çok ‘kalemiye’ (Osmanlı sivil bürokrasisi] içinden çıktığı gözlenmekledir.
17. ve 18. yüzyılı kapsayan dönem içinde, medresenin iki yönden gelen etkilerle eğitimini salt nakli ilimler alanına doğru daralttığı söylenebilir.
Geleneksel Osmanlı yüksek eğilim kurumlarının genellikle Batı bilimsel gelişmelerini Osmanlı İmparatorluğu’na taşımak konusundaki yetersizlikleri açık hale gelince, Batı’daki bilimsel ve teknolojik gelişmelerden, en azından Balı’ya gönderilen elçiler aracılığıyla haberdar olan Osmanlı sultanlarının ve yöneticilerinin bu bilgilerin sisteme girişini sağlamakla sistemli bir tercüme faaliyetini başlatacağı düşünülebilir.’
Batının askerî kuruluşlarından örnek alma çabaları ………………….