Roman (Yabancı)

Bana Bir Aşk Borçlusun

bana bir ask borclusun 5ed4319ba30acAŞKA BİR ŞANS VERMEK İSTEYEN İKİ İNSANIN ROMANTİK HİKÂYESİ…

Lexi Titan’ın en kısa zamanda para bulması gerekiyordu. Yoksa her şeyini kaybedecekti: Kendi kurduğu işini, zengin ve otoriter babasının saygısını, aile şirketi üzerine kız kardeşleriyle giriştiği yarışı… Ancak iki milyon doları kısa zaman içinde bulabilmek kolay bir iş değildi.

Cruz Rodriguez zengin, başarılı ve yakışıklıydı; tek eksiği Teksas sosyetesini etkileyecek, soylu bir aile geçmişinin olmamasıydı.

Bir partide karşılaşan Lexi ve Cruz geçmişte yaşadıkları kaçamağı hemen anımsamışlardı. Geçmişten gelen yakınlıkları ve şimdiki arzuları bu ikiliyi altı aylık bir anlaşma yapmaya itti: Göstermelik bir nişan!

Ancak tutkular söz konusu olunca anlaşma şartlarına bağlı kalmak o kadar da kolay değildi.

*

“Susan Mallery incelikle işlenmiş modern bir romantizmi, güçlü ve duygusal temeller üzerine kuruyor.”
—Harriet Klausner

“Susan Mallery bir kez daha ne kadar mükemmel bir yazar olduğunu kanıtladı. Türünün gerçekten en iyisi.”
—Booklist

***

Bölüm Bir

“Sadece iki milyon. Bu bir sorun olacak mı?”

Lexi Titan zoraki gülümsedi. “Elbette, hayır,” diye yalan söyledi, bankacısı John’un aklı yerinde mi diye, merak ediyordu. İki milyon dolar mı? Yirmi bir günde iki milyon dolar mı bulacaktı? Ah, elbette. Eve gidip koltuk aralarına bakması yeterliydi. Yastıkların altına sıkışmış bir ya da iki milyon olacaktı.

“Babandan isteyebilirsin,” dedi John, masasındaki kâğıtları yeryüzünün en ilginç şeyleriymiş gibi incelerken.

Lexi gülümsedi. Ayağa kalkarak, “Bu bilgiyi verdiğin için çok teşekkür ederim,” dedi. Babasından istemek mi? Hayatta olmaz. Jed Titan ona mali destek vermeye istekli olsa dahi, ona başvurmuş olmak bundan sonraki üç yıl için özenle hazırladığı planların tamamen suya düşmesine sebep olacaktı. “Size haber vereceğim.”

“Acele et, Lexi,” dedi John, ayağa kalkıp kadının elini sıkarken. “Bu parayı bulmak için sadece üç haftan var, aksi takdirde her şeyini kaybedeceksin.”

Başına gelen felaketi tek bir cümleye sığdırıvermek gerçekten büyük bir başarıydı. John’un bunu takdir edeceğini umuyordu.

“Hallederim,” dedi Lexi, bankacısına. “Birkaç gün sonra konuşuruz.”

John huzursuz görünüyordu. “Aslında seni bu akşam göreceğim, kız kardeşinin yardım balosunda.”

Ve orada Lexi’nin başarısızlığını herkese anlatıp duracak mıydı? “Bankacılar da avukatlar gibi midir? Bu tip konuları kendine saklamak zorunda mıdır?”

“Evet,” diyerek onu rahatlattı. “Bu, mesleki ahlak kurallarından biridir. Kimseye bir şey söylemeyeceğim.”

Adamın doğru söylediğini umuyordu. “O zaman akşam görüşürüz,” dedi hiç hissetmediği bir coşkuyla. Çantasını aldı ve şık bir şekilde döşenmiş ofisten çıktı.

Hayal kırıklığına uğramış bir halde, koridorda sıkıntı içinde hızlı adımlarla yürüdü. En yakın çıkışa doğru kaçarcasına ilerleyip otoparkta duran arabasını buldu. Arabaya girer girmez başını direksiyona vurmaya başladı. Hayatta kötü şeylerin olabileceğini kabul ediyordu. Nefret ettiği durum, bunun kendi hatasından kaynaklanıyor olmasıydı.

“Aptallık yapacaksan, sonuçlarına da katlanacaksın.”

Geçmişten gelen bu çok tamdık cümleyi söyleyen ses, beyninde uğuldayarak inlemesine sebep oldu. Başı büyük dertteydi ve kendinden başka kimseyi suçlayamazdı.

Otuz dakika sonra Dallas’ı geride bırakarak Titanville sınırlarına girmişti. Ona, elliyle gitmesini bildiren levhayı görmezden gelerek, bölünmüş yolda hızla ilerlemeye devam etti. Zaten berbat olan hayatı, arkasından gelen siren sesini duyunca daha da beter oldu.

Lexi kenara çekip kendi tarafındaki camı indirdi. Polisin, otomobilinin yanına gelmesini bekledi ve gözlüğünü çıkararak içini çekti.

“Beni tutuklayacaksan, bunun öncesinde beni biraz hırpalaman mümkün mü? Böylelikle sizin bölümü dava etme imkânım olur.”

“Kötü bir hafta mıydı?” diye sordu görevli.

“Nakit sıkıntısı çekiyorum.”

“Ne kadardan bahsediyoruz?”

“İki milyon dolar.”

Memur Daina Birch bir ıslık çaldı. “Arabada yüzde yirmi indirimli Linens ‘N Things kuponlarım var ama sanırım istediğin miktara yetmez.” Saatine baktı. “Konuşmak ister misin? Öğle tatilim on beş dakika sonra başlıyor. Seninle Bronco Billy’s’te buluşabilirim.”

Lexi onayladı. “Bu harika olur. Sızlanıp duracağımı biliyorsun, tabii.”

“Buna alışığım.” Daina çok keyifli görünüyordu. “Şimdi, hız yapmayı kes. Bunun tepemi attırdığını biliyorsun.”

“Tamam. Üzgünüm.”

On beş dakika sonra Daina, Lexi’nin karşısındaki koltuğa oturdu. Saat henüz on bir buçuktu, mekân oldukça sakindi. Lexi, arkadaşını beklerken duvarda bulunan çeşitli Clint Eastwood posterlerini incelemişti. Bronco Billy’s’te bulunan her şey Clint ile ilgiliydi. Değişik yerlere konmuş olan ekranlarda sürekli olarak onun filmleri oynardı, tişörtleri ve DVDIeri satın alınabilirdi ve “Kendini şanslı hissediyor musun serseri?” adı verilen dondurma bölgenin favorisiydi.

Daina mönüyle ilgilenmedi. “Ne oldu?” diye sordu. “Biri bikini ağdası sırasında canını mı sıktı?”

Lexi bu eleştiri yüklü soruyu duymazdan geldi. Normalde Daina ile kadın güzelliğine dair farklı görüşlerini birbirlerine kabul ettirmeye çalışarak atışırken çok eğlenirlerdi. Lexi’nin, lüks bir günlük spa merkezi vardı ve bir kadının en güzel haliyle ortaya çıkması gerektiğine inanırdı. Daina ise üç dakika süren günlük duşun ardından saç kremi kullanmanın kadınlar için yeterli bir bakım olduğunu düşünürdü. Lexi, Daina’nın rimelden bile haberdar olduğunu sanmıyordu.

Daina koyu renkli saçlarını hep kısa kesimle kullanırdı, çalışırken üniformasını, diğer zamanlarda da kot pantolonuyla tişörtünü giyerdi. On yaşından beri tanışıyorlardı ve Lexi bunca zaman içinde onu sadece üç kez elbiseyle görebilmişti.

Daina arkasına yaslandı. “Tamam, moralin gerçekten çok bozuk. Ne oldu?”

“İki milyon dolar konusunda dalga geçmiyordum. Yirmi bir günde bu miktarı toplamanın bir yolunu bulmalıyım.”

“Birileri sana şantaj falan mı yapıyor?”

Bu Lexie’nin gülümsemesine sebep oldu. “Tam bir polissin. Şantaj falan yok. Bu, sadece benim ileri derecede aptal ve hırslı birisi olmamın sonucu.” İçini çekti. “Babamın şirketinden ayrılıp kendi işimi kurduğumda büyükannemden kalan küçük bir miras vardı. Venüs Envy’yi işletmeye başladım ama zorlanıyordum. Oturduğum dairenin dışında başka hiçbir şeyim yoktu. Bilançodan hak almadığın sürece bir Titan olmak insanların düşündüğünden çok daha küçük bir ayrıcalık. Her neyse, savaşıyordum. İki yıl kadar önce bir gün bankacım beni aradı. Onun müşterilerinden biri işimi büyütmem için bana iki milyon dolar vermek istiyordu. Şartlar çok basitti, ödemeleri yapabilecektim. Adam işe ortak olmak istemiyordu. Parayı, binayı satın alarak, spa merkezini genişletip baştan aşağı yenilemek için kullandım. Rüyam gerçekleşmişti. Ama bir açık vardı.”

“Her zaman olur,” dedi Daina.

“Yatırımcının adı gizli kalacaktı ve dilediği an verdiği borcu geri alabilirdi. Ve üç hafta içinde bu geri ödemenin tamamını istiyor.” Omuz silkti. “Süre azalıyor.”

Daina bir küfür savurdu. “Baban olabilir mi? Bu tam Jed’in yapacağı bir iş gibi görünüyor.”

“Bilmiyorum,” diye itiraf etti Lexi. “Bunu ben de düşündüm.” Jed Titan, Teksas’ın efsane işadamlarından biriydi. Babası sadece onu denemek adına bu borcu verip sonra geri istemiş olabilir miydi?

“Bu soruna bir tek sebeple, hayır, diyebilirim,” diye devam etti Lexi, “Jed o kadar kurnaz değildir. Benimle uğraşıyor olsa bunu yüzüme karşı söylerdi.”

“Peki, kim bu adam?”

“Hiçbir fikrim yok. Bankacım bunu söylemedi.”

Daina homurdandı.

“Ne?” diye sordu Lexi.

“Bankacın. Bir bankacın var. Bense marketin yanındaki küçük bir banka ATM’siyle görüşüyorum ama hiçbir dostluğumuz yok.”

“İş dünyasında herkesin bir bankacısı vardır,” dedi Lexi ama Daina’nın ona inanmadığının farkındaydı, halbuki inanmalıydı. Herkes Titan olmanın bir anlamı olduğunu sanıyordu. Belki de vardı ama bu, her neyse, her zaman iyi bir durum olduğu söylenemezdi.

“Ne yapacaksın?” diye sordu Daina. “Biriktirdiğim beş bin dolarım var. Onu alabilirsin ama şu durumunda bir yardımı olacağım sanmıyorum.”

“Bu teklifin çok şeker ama hayır. İroni burada zaten. Herkes Titan kızlarının zengin olduğunu düşünür ama değiliz. Skye’ın annesinden kalan bir mirası var ama Izzy ile ben, herkesten farklı değiliz. Biz de maaşla geçiniyoruz. Ailenin bütün parası Jed’de ve o her birimizin aile işinin bir parçasına sahip olmadan önce kendimizi ona ispatlamamız gerektiğini düşünüyor. Günlük spa merkezini açma sebebim buydu. Kendi başıma iş yapabileceğimi kanıtlamak istiyordum. Her şeyi, yüzünü dahi görmediğim hıyar herifin tekine kaptırmayacağım. O iki milyonu bir şekilde bulacağım. Bunun için gereken her şeyi yapacağım. Hem de ne olduğunu hiç umursamadan.”

Daina, sol göğüs cebinde duran rozetinin üzerine vurdu. “Dikkatli ol, küçük hanım. Kanunlara karşı gelmek istemezsin.”

“Öyle bir şey yaparsam, sana söylemem.”

“Akıllıca.”

Garson kız belirdi. Hamburger, patates kızartması ve de diyet kola ısmarladılar, denge sağlamak önemliydi.

“Böylesine büyük bir aptallık yapmış olmaktan nefret ediyorum,” dedi Lexi yeniden baş başa kaldıklarında. “Şu an en nefret ettiğim şey bunu. Bunu çok iyi biliyorum.” İçini çekti. “Pekâlâ, yemeğin kalan kısmında resmî olarak sızlanmayı bırakacağım. Sana neler oluyor?”

“Kız kardeşin tam bir baş belası,” diye yakındı Daina. “Skye bu akşam, vakfı için daha fazla para toplayabilmek için evde o şaşaalı partilerinden birini veriyor ve benim de katılmamı bekliyor. Bu tür şeylerden ne kadar nefret ettiğimi de gayet iyi biliyor.” Gözlerini devirdi. “Kendine ait bir vakfı olan bir arkadaşım var. Bu tamamıyla farklı dünyalarda yaşamak gibi bir şey.”

“En azından sen ona, hayır, diyebilirsin,” diye hatırlattı ona Lexi. “Benimse ille de katılmam gerekiyor. Gerçi şikâyet etmemeliyim. Belki biri çok ama çok değerli olan elmas gerdanlığını düşürür ve ben de ona el koyarım.”

Daina kaşlarını kaldırdı. Lexie’nin bakışları yeniden rozete çevrildi.

“Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Bu söylediğimi hiç duymadın.”

“Zaten bunu yapabileceğine inanmıyorum. İşe bir de güzel yanından bak. Orada o can sıkıcı, zengin genç adamlar olacak. Belki bir tanesiyle konuşup ondan borç isteyebilirsin.”

“Onlara bu paranın karşılığında istedikleri şeyi verebileceğimden emin değilim.”

“O da var tabii.”

Lexi’nin yüzü aydınlandı. “Benimle gel. Eğlenceli olur. Herkesle dalga geçersin. Bu hoşuna gider.”

“Hayır, teşekkür ederim,” dedi Daina. “Randevum var.”

“Martin’le mi?” Lexi gözlerini devirmemeyi başardı.

“Neden öyle dedin?”

“Çünkü Martin de diğer çıktığın adamlardan farksız. Çok nazik ve sen sürekli ona hükmediyorsun.”

“Etmiyorum.”

“Ediyorsun. Sen sana tapan ve senden aynı ölçüde de korkan tatlı ve alçakgönüllü adamları buluyorsun hep. İlişki her zaman senin kontrolünde ve sonra da bundan sıkıldığını söylüyorsun. Biraz daha seni zorlayacak birisini bulmalısın.”

“Bunu söyleyen kadın altı aydır kimseyle çıkmamış birisi. Sen bu konunun uzmanı olamazsın.”

“Düşünmem gereken bir kariyerim var. Bir işim.”

Daina ona baktı.

Lexi başını masaya eğdi. “Yani bir mucizeyle karşılaşmazsam üç hafta sonra kaybedeceğim bir işim.”

“Kardeşin hayır işleriyle uğraşıp duruyor. Git ondan para iste.”

“Bana vermez. O parayı engelli çocuklar için topluyor. Skye’ı bilirsin. Tam bir azizedir. Çok sıkıcı.”

“Bir de bana sor. Neyse en azından bu gece güzel yemekler olacak. Hüzünlerini komik isimleri olan aperatiflere gömebilirsin. Ama alkollüyken otomobil kullanmaya kalkışma.”

Lexi doğruldu. “İtip kakamayacağm bir adama ihtiyacın var.”

Daina sınttı. “Öyle bir varlık yok.”

“Var ve sen bir gün ona denk gelene kadar bekleyemeyeceğim. Bu arada benimde dilediklerimi yaptırabileceğim bir adam bulmam gerekiyor. Ya da bir mucize. Ben yine de mucizeyi tercih ediyorum.”

Cruz Rodriguez, kadınlarla otomobillerin ortak noktaları olmadığına inanırdı. Otomobilleri çok severdi; onlar kendisinin hayatıydı. Ama onu geceleri sıcak tutmuyorlardı… Ya da sabahları… Ve en yenisi bile, kendini teslim etmeye hazır bir kadın kadar güzel kokmuyordu.

Gümüş rengi Bugatti Veyron’undan indi ve anahtarları park görevlisine doğru fırlattı. Görevli delikanlı otomobile bakarak durdu.

“Bunu kullanmama izin mi vereceksiniz?”

Cruz otomobile baktı. “Hasar verecek misin?” diye sordu.

“Hayır, efendim!” Delikanlı, otomobile yaklaştı ve elini uzatarak ona dokunduktan sonra hemen geri çekti. “Bu hayatımda gördüğüm en güzel şey.”

Cruz sınttı ve önünde duran görkemli eve doğru ilerlemeye başladı. Şimdi hayatta gördüğü en güzel şeye bakma sırası ondaydı.

Lexi Titan, Glory’s Gate’in verandasında durmuş Cruz’un hiç tanımadığı bir çiftle sohbet ediyordu. Bu mesafeden bile onun başının üzerinde toplanmış sarı, uzun saçlarını, mükemmel yüzünün hoş ve klasik ayrıntılarını tanımıştı. Karşısındaki kadının söylediği bir şeye kahkahasıyla cevap verdi. Ses, gecenin ılık havasıyla kulaklarına taşındı. Bu, çok uzun bir zaman önce duyduğu sesti.

Lexi hakkında her şeyi biliyordu; istatistikleri elde etmek çok kolay olmuştu, biraz durarak hepsini hatırlamaya çalıştı. Gerçi başka şeyleri de biliyordu. Karanlığın içinde teninin nasıl hissedildiğini, kendini tutamadığı zamanlarda nefesinin nasıl kesildiğini… Gerçek adından nasıl nefret ettiğini ve biri ona bu adı söyleyince gözlerinin nasıl kısıldığını ve nasıl küplere bindiğini… Gururun, onun hem en büyük silahı hem de en büyük zayıflığı olduğunu ve sırtı duvara toslayana kadar kazanmak için uğraştığını ve kendisinin asla başaramadığı bir zarafetle kaybetmeyi bildiğini…

Lexi, tanınmış, varlıklı bir ailedendi. Cruz ise tepeye tırmanmak için savaşmış bir adam. Hâlâ ona kapalı olan birtakım sosyal kapılar vardı. Bu kapıları açmaya -güç kullanması gerekse bile— kararlıydı. Lexi henüz farkında olmayabilirdi ama bu konuda ona yardımcı olacaktı.

Evin önündeki mermer basamakların bir kısmını tırmandı, Lexi ile arasında insanların bulunmasına özen gösteriyordu. Ona henüz görünmek istemiyordu. Nerede ve ne zaman karşılaşacakların belirlemişti. Avantaj kendisinde olacaktı. Daha az kendine güvenli bir adam, onun kendisini unutmuş olduğundan şüphe duyabilirdi ama o unutmadığını biliyordu. Hiçbir kadın ilk seferini unutmazdı.

Eve girince binanın mimarisini hayranlıkla izledi. 1940’ta yapılmıştı, o zamanlar araziler ucuzdu ve erkeğin değeri, sahip olduğu atlar, kadınlarının güzelliği ve evinin büyüklüğü ile ölçülürdü.

Eğimi olan ikiz merdivenler bir uçak pisti genişliğindeki ikinci kat sahanlığına uzanıyordu. Giriş, yerdeki siyah, beyaz çinilerden yansıyan ışıklarla aydınlatılmıştı. Eğimli duvarlardan birinin önünde kuyruklu bir piyano duruyordu, kuyruklu piyanosuz bir giriş, giriş sayılmazdı, öyle değil mi?

Glory’s Gate’e daha önce hiç gelmemiş olmasına rağmen el oyması tavanların altı metre yüksekliğinde olduğunu biliyordu. İki sa-

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Firmin

Editor

Açlık Oyunları

Editor

Hayat Güzeldir

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası