Roman (Yerli)

bana prenses deme!

bana prenses deme 5edbb447b2f2esadece önce kitap’ın değil türk okurlarının da pembe kraliçesi vefa enver’den yepyeni pembe sayfalara hazır mısınız?

öyleyse nil’e prenses demeyeceğinize söz verirseniz, kitaptan biraz bahsederiz!

evet, nil babasının prensesi olabilir. nazlı büyümüş olabilir. hayallerinin peşinde koşarken geçtiği yollarda her şeyin mübah olduğuna inanabilir. ama siz yine de ona prenses diye seslenemezsiniz. çünkü nil bundan hoşlanmıyor.

murat… nil’in çocukluk aşkı. hayallerinin prensi. hayatının tek amacı. ama… işte aması var! romanın en can alıcı yeri bu amanın ardında gizli, anlatamayız.

yiğit… nil’in babasının ortağı. ilk gördüğü andan itibaren gözünü nil’den ayıramayan olgun, yakışıklı, çok zengin bir adam. peki bu nil’in umurunda mı? bize sorarsanız pek de kayıtsız kalamıyor.

yine de siz bi okuyun… görün bakalım nil kimin prensesi?

***

birinci bölüm

Masum güzelliğini taçlandıran uzun sarı saçlarını omuzlarından savurup yüzünde yaramaz bir gülümsemeyle Nil’e baktı.

“Ne? Ne var?” diye sordu Nil arkadaşını çok iyi tanımanın verdiği kendinden emin bir ifadeyle.

Eda başını havalı bir biçimde geriye attı. “Yok bir şey. Nerden çıkarıyorsun bir şey olduğunu hem?”

“Çıkar baklayı ağzından. Bu bakışı tanırım. Yine masum güzelliğinle çevirmişsin bir işler belli ki.”

Eda dudaklarını büzüp tek kaşını kaldırarak bir an öylece durdu. Belli ki söyleyip söylememe konusunda kararsızdı. Sonunda dayanamayıp bir sır verirmişçesine öne doğru eğilerek alçak sesle konuştu. “Ya artık düşündüğün kadar masum değilim dersem?”

Nil bu sorunun gelebileceği anlamları kafasında evirip çevirdi ve nihayet en kötü ihtimali ilk sormaya karar verdi.

“Yapmadın değil mi? Yoksa yaptın mı?” Eda’nın yüzüne yayılan sırıtışından anlamıştı yaptığını. “Sana inanmıyorum. Neden bu kadar acele ettin ki? Daha üniversitede ilk senenden…”

Eda omuz silkti. “Neden bekleyecekmişim ki? Hep merak ediyordum ve bana kalırsa doğru kişiyle yaparsan çok hoş bir deneyim,” derken bakışları uzaklara kendi de hayallere dalıp gitmişti. “Âşık oldum”

“Ama seni tanıdığımdan beri hep âşık olursun zaten ve hatırlatırım ki, sen on yaşındayken ailenle Antalya’ya taşınıp aynı sınıfa düştüğümüzden beri tanıyorum seni.”

Eda ciddileşti. “Bu tavrından anladığım kadarıyla sen hâlâ bakiresin.”

Nil arkadaşının küçümsermiş gibi sorduğu soruya başını dikleştirerek cevap verdi. “Evet öyleyim ve öyle de kalmaya devam edeceğim. Ta ki…” Aniden sustu.

Eda kocaman açık kahverengi gözlerini arkadaşının gözlerine dikti. “Ta ki Murat’la beraber olana kadar öyle mi? Desene bir kız kurusu olarak yaşlanacaksın.”

“Hiç de bile! Murat da beni seviyor, beni istiyor. Tek ihtiyacı olan biraz cesaret. Ne de olsa patronunun kızıyım. Şimdiye kadar beni küçük göreceği için adım atmadım. Ama yakında on sekizimi dolduruyorum ve zamanı geldi,” derken küçük bir kız gibi hırçınlaşmıştı.

Eda gidip arkadaşının yanına yatağın üzerine oturdu. “Peki ya sandığın gibi karşılık vermezse?”

“Verecek,” dedi Nil ona bakmadan.

“Yine de bence her ihtimale karşı hazırlıklı olmalısın. Üzüldüğünü görmek fikrinden nefret ediyorum,” dedi arkadaşına yumuşak bir şekilde.

Nil kararlı bakışlarını ona çevirdi. “Korkma üzülmeyeceğim. Bugün bana nasıl baktığını görseydin anlardın.”

“Tamam o zaman bu kadar eminsen. Senin de bir an önce bu tecrübeyi yaşamanı diliyorum. Çünkü inan bana çok güzel. Yani başlarda şöyle böyleydi ama sonradan çooook güzel oldu. Anladın değil mi?” dedi Eda ortamı tekrar neşelendirmek için.

Nil gözlerini boşluğa dikmiş mırıldanırken kendi kendine yemin ediyordu sanki. “Ben ona âşığım. Kendimi bildim bileli. Murat dışında bir erkekle asla, asla beraber olmayacağım.”

Eda arkadaşına ‘Asla asla deme!’ dememek için dilini ısırdı. Onun yerine sadece “Umarım her şey dilediğin gibi olur canım,” demekle yetinmişti.

ikinci bölüm

Sürgülü kapıyı ittikten sonra bir adım atarak odasının küçük, yarım daire şeklindeki balkonuna çıktı. Kollarını iki yana açarak iyice gerindi. Başını eğince aşağıda annesinin her zamanki gibi havuzda yirmi tur yüzmek olan sabah egzersizini yaptığını gördü. Evini ve Antalya’yı ne kadar özlediğini düşünmeden edemedi.

Üniversite için gittiği İstanbul’da geçirdiği bir sene sonunda dahi, şehrin keşmekeşine ve özellikle de kirli havasına hâlâ alışamamıştı.

Oysa burada, deniz kenarında yan yana villaların olduğu, şehrin en prestijli semtlerinden birindeki evlerinde, kendini son bir yıldır olmadığı kadar sağlıklı ve enerjik hissediyordu. Derin bir nefes alıp iliklerine kadar temiz deniz havasını çekti. Gözlerini kapatıp kuş cıvıltılarına odaklandığında bir şey daha fark etti. İstanbul’da hiç kuş sesi duymadığını. Yüzünde tatminkâr bir ifadeyle tekrar gözlerini açtı.

Annesi turlarını bitirip havuzun kenarına yanaşmış, saçındaki boneyi çıkarıyordu. Başını kaldırıp kızına gülümsedi.

“Günaydın canım. Erkencisin bugün. Aşağı gelsene su çok güzel,” dedi.

Sabahın erken saati olmasına rağmen, bulutsuz gökyüzünde pırıl pırıl parlayan güneş, sıcak bir Haziran günü olacağının habercisiydi. Havuzun baştan çıkarıcı cazibesine bakınca, bütün gün şezlongda uzanıp tembellik yapmak için inanılmaz bir istek duydu içinde. Aceleyle saatine göz attıktan sonra, yüzünü buruşturarak annesine baktı.

“Yapamam, işe geç kalmak istemiyorum. Daha ilk günden patronun eleştiri oklarına hedef olamam.”

Annesinin tatlı kahkahası yankılandı. Havuzdan çıkarken annesine hep olduğu gibi bir kez daha gurur karışık bir hayranlıkla baktı. İki çocuk doğurmuş kırk üç yaşında bir kadın olmasına rağmen ancak otuzlarının başında gösteriyordu. Sadece formda olduğu için değil aynı zamanda hayat dolu ve umursamaz tavırları ile Nil’in daha küçücük yaştan kendine örnek aldığı kişi olmuştu hep.

“Tamam o zaman, giyin de kahvaltıya gel. Bari beraber bir kahvaltı yapalım,” dedikten sonra havlusuna sarınıp içeri giderken tatlı sert uyarıda bulundu. “O patronuna da söyle kızımı fazla zorlamasın. Sadece staj yaptığını unutmasın yoksa ben hatırlatmasını bilirim.”

Nil bu sözlere elinde olmadan güldü. “Eminim anne eminim. Senin meydan okuyamayacağın biri var mıdır acaba?”

Annesi vereceği cevabın daha büyük etki yaratması için bir an durdu ve kaşlarını çatarak hatırlamaya çalışıyor gibi yaptı. Sonra sırıttı. “Sanmıyorum.”

Şebnem Hanım, yani Nil’in annesi babası ile üniversitedeyken tanışmış, o zamanların hızlı çapkını olan yakışıklı kocasını uzunca bir süre peşinden koşturmuştu. Sonradan ilk görüşte âşık olduğunu itiraf etmişti ama başlarda onun gibi kadınları aynı anda idare eden bir adama kalbini açmayı hiç de akıllıca bulmamıştı.

Onun kararlı biçimde her reddedişi Haluk Bey üzerinde, azmini kamçılayan bir etki yaratmış ve bir süre sonra bu güzeller güzeli kızı ele geçirmek saplantı haline gelmişti. Haluk Bey, Şebnem Hanım’dan dört yaş büyük olmasına rağmen, hovardalıktan çalışmaya fırsat bulamadığından mezuniyeti iki sene uzamıştı. O mezun olurken, Şebnem Hanım henüz ikinci sınıftaydı ve okulun en gözde kızlarındandı. Haluk Bey ayrı geçirecekleri sürede onu kaybedebileceği endişesi ile oldubittiye getirip parmağına yüzüğü takmıştı. Nişanlısı mezun olana kadar da ayın neredeyse yarısını Ankara’da onunla geçirmişti. Sonunda Şebnem Hanım yirmi iki yaşında mezun olduğunda, daha fazla bekleyemeyeceklerine karar vererek evlenmişler ve kısa süre sonra mutluluk verici hamilelik haberini de almışlardı.

Şebnem Hanım ilk çocukları Eren’i kucağına aldığında yirmi üç yaşındaydı. İki sene sonra da Nil dünyaya gelmişti. Tıpkı anne ve babaları gibi her ikisi de çok güzel çocuklardı. Nil babasının yanık tenini, gür açık kahverengi saçlarını ve göz rengini almıştı. Uzun koyu kirpikleri arasından bakan Nil yeşili gözleri, kendi farkında olmasa da sahip olduğu en büyük silahıydı.

Vücudu küçük yaştan itibaren yüzdüğü için sportif bir yapıya sahipti. İnce beli, dar kalçası ve uzun bacaklarıyla zıtlık yaratan geniş omuzları ve hafif kaslı bir sırtı vardı. Üzerine giydiği her şey hiç çaba sarf etmeksizin göz alıcı dururdu. Dik göğüsleri ne fazla dolgun ne de fazla küçüktü. Ama onunla ilgili en harika özellik sahip olduğu tüm güzelliğin bilinciyle yetiştirilmemiş olmasıydı. Ailesi abisiyle Nil’i büyütürken, sevgilerini sıklıkla ve zorlama olmaksızın gösterir ama fiziksel güzelliklere abartılı vurgu yapmaktan kaçınırlardı. Çocuklarının kendileriyle barışık, özgüveni tam, iyi huylu ama kibirsiz bireylere dönüşmeleri için çok çaba sarf etmişlerdi. Bu konuda başarılı da olmuşlardı.

Abisi Eren annesi gibi açık buğday tenli ve mavi gözlüydü ama saçları, onun aksine sarı değil oldukça koyu kumraldı. Uzun boyu ve atletik yapısı babasının genleriyle ona geçen bir özellikti. Tıpkı çapkınlık ve hovardalık gibi. Her ne kadar fazlasıyla sık sevgili değiştiriyor gibi görünse de, annesinin her zaman öğütlediği gibi asla çıktığı kişiye ihanet etmezdi. İlişkilerinde açık sözlü ve dürüsttü. Biten bir ilişkiyi yürütmek için uğraşmasa da en azından karşısındakini de oyalamazdı. Bir anlık hayal kırıklığının aylarca sürecek bir yalanı yaşamaktan daha adil olduğuna inanırdı.

Nil duygularıyla, Eren ise mantığıyla hareket ediyordu. Eren anlayışlı bir babaya sahip olmanın verdiği şansı her fırsatta kullanmaktaydı. Antalya’nın en büyük inşaat firmalarından birine sahip olan babası, yaptığı en güzel binalardan birinde oğlunun ricasını kırmayarak bir daire sahibi olmasına izin vermişti. Sonuçta artık biraz mahremiyete sahip olacak yaştaydı ve günümüzde ilişkilerin özgürce yaşandığının da farkındaydı.

Yine haftanın çoğunda ailesinin evinde olsa da en azından hafta sonları kız arkadaşıyla gönlünce zaman geçirebiliyordu.

Fakat söz konusu Nil olduğu zaman babası aynı rahat tavırları sergileyemiyordu. Her ne kadar karısı daha çağdaş olması için sürekli kafasını didikleyip duruyorsa da, küçük prensesinin büyüdüğünü bir türlü kabullenemiyordu. Nil de babasının zaafının farkında, onun yüzünde endişe ya da hayal kırıklığı görmemek için elinden geleni yapıyordu. Ama mesele babasının sadece onunla gururlanması değil aynı zamanda Nil’in de büyümek için acele etmemesiydi. Babasının gösterdiği ihtimamın mümkün olduğunca tadını çıkarmak istiyordu. Nasılsa bir gün o da hayallerinin erkeği ile evlenecekti.

Aynanın önünde saçlarına şekil verirken bu düşünceler aklına Murat’ı getirmişti. Murat babasının en güvendiği mühendislerden biri, sağ kolu gibiydi. Otuz yaşındaydı ve Nil on üç yaşından yani o babasının şirketinde ilk işe girdiğinden beri ona âşıktı. Tek sorun Murat’ın onu kardeş gibi görmesi ve nişanlı olmasıydı. Ama Murat’ın gözleri önünde Nil büyüyüp serpildikçe, ona bakışlarında farklı pırıltılar yakalamaya başlamıştı.

Nil hayal görmediğinden emindi. Murat artık ona ağabeyin kardeşe baktığından farklı bir gözle bakıyordu. Sonuçta nişanlı olması bir fark yaratmıyordu. Evli olmadığı sürece Nil denemekten vazgeçmeyecekti. Murat’ın da ona âşık olduğunu anlaması ve nişanlısını terk etmesi an meselesiydi. Bütün bu düşüncelerle hazırlanmış, aşağıya kahvaltıya inmişti. Annesi gazete okuyordu. Üzerinde yanık tenini vurgulayan türkuaz rengi bir tunik vardı ve ıslak sarı saçları arkadan sıkı sıkı tutturulmuştu. Bembeyaz dişlerini göstererek gülümsedi.

“Harika görünüyorsun. Kim derdi benim zeytin gözlü sincabım büyüyüp işkadını olacak. Eğer sulu göz bir kadın olsaydım şu anda ağlıyor olurdum,” dedikten sonra başına taktığı güneş gözlüğünü gözlerine indirdi.

Annesinin duygusallığını uluorta sergilemekten hoşlanmadığını bilirdi. Ama her nasılsa görmemiş duymamış olsa da, annesinin babasının güçlü bedenine yaslanıp o saçlarını okşarken ağlamış olduğu zamanlar olduğundan emindi. O aşk dolu anı hayalinde canlandırabiliyordu. Aralarında öyle özel bir bağ vardı ki, kimi zaman Nil bu tarz bir aşkı asla sahip olamayacağı korkusu yaşıyordu. İster istemez gördüğü her çifti onlarla kıyaslıyor ve sonunda her zaman kaybeden diğer ilişkiler oluyordu.

“Ağlamıyorsun değil mi anne? Sadece staja başlıyorum. Henüz mezun olmuş ya da para falan kazanıyor değilim,” diyerek işi şakaya vurmaya çalıştı kızı.

“Saçmalama Nil tabii ki ağlamıyorum. Bilirsin öyle zırt pırt ağlamayı sevmem ve hakkımı düğün gününe saklıyorum,” diye karşılık verdi annesi ve sonra meyve suyundan bir yudum aldı.

Annesine sevgiyle baktı. “Onun için çok beklemen gerekecek. Babamın benden kolay kolay vazgeçeceğini sanmıyorum,” dedi Nil için için keyif alarak.

“Ah evet o mesele. Babana senin büyüdüğün haberini sen mi vereceksin ben mi vereyim? Utanmasa sana oyuncak ayı falan getirecek diye düşünüyorum,” derken bir yandan gülüyor bir yandan başını iki yana sallıyordu. Sona ciddileşip, bir sır verecekmiş gibi masanın üzerinden Nil’e doğru hafifçe eğildi. “Seni ne kadar büyük bir baskı altına soktuğunun farkındayım. Ama buna karşı çıkması gereken sensin.”

Nil itiraz etti. “Aman anne abartıyorsun. Baskı falan yok…”

Şebnem Hanım elini havaya kaldırıp kızını susturdu. “Nil’ciğim her ne kadar böyle itaatkâr ve terbiyeli bir kızım olduğu için gurur duysam da, kabul etmelisin ki babanı hayal kırıklığına uğratmamak için o kadar uğraşıyorsun ki, yaşının gerektirdiği gibi yaşamıyorsun.”

Nil ile bu konuda konuşmak çok zordu. Babasına toz kondurmuyor, yanında onun hakkında olumsuz konuşmalara izin verirse, babasına ihanet ediyormuş gibi hissediyordu.

İsteksizliğini yüzünden okuyan annesi konuyu daha fazla uzatmamaya karar verdi. “Tamam, sen bilirsin ama unutma ki bundan yirmi beş sene önce benim bile senden fazla flörtüm oldu.”

“Anneciğim ben sadece ince eleyip sık dokuyorum, hata yapmak istemiyorum.”

Annesi anlayışla başını salladı. “Biliyorum ama hata yapmak büyümenin ve olgunlaşmanın bir parçasıdır. Sonsuza kadar bizim küçük prensesimiz olarak kalamazsın. Her ne kadar bunu ben de, baban da istiyor olsak da.”

Ayağa kalkan Nil gelip annesinin yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. “Harikasın ve bunu biliyorsun!”

Annesi havalı bir şekilde yanıt verdi. “Yine de tekrar tekrar duymaktan zevk alıyorum.”

Nil çantasını alıp hızlı adımlarla garaja yöneldi. Babasının kendi için aldığı yeni arabanın kaportasını okşayıp gülümsedi. Babası kadar harika bir erkek daha var mıydı acaba? Ah tabii ki vardı. Murat vardı. Babası kadar zengin olmasa da, onun kadar harika bir erkekti yoksa babası ona bu kadar hayran olmaz, bu kadar güvenmezdi öyle değil mi? Arabayı garajdan geri geri çıkarırken, artık aklı sadece işteki ilk günü ile meşguldü. Şimdiden geç kalmıştı. Hiç de iyi bir başlangıç sayılmazdı ama ilk gün olurdu böyle şeyler değil mi?

üçüncü bölüm

Arabasını park edip indikten sonra eteğini çekiştirerek kırışıklıklarını düzeltti. Saçlarını elleriyle yoklayıp derin bir nefes alarak binaya doğru yöneldi. Basamakları enerjik bir şekilde çıkıp kapıdan içeri girdi ve dosdoğru asansörlerin olduğu tarafa gitti. En son katın, yani yönetim katının düğmesine bastıktan sonra heyecanla beklemeye başladı. Asansörün kapıları açıldıktan sonra kendinden emin bir ifade ve yüzünde sıcacık bir tebessümle karşısına çıkan insanlara selam verdi. Koridorun sonundaki çift kanatlı geniş ahşap kapıların önüne varmadan önce başını çevirip soran gözlerle sekretere çekimser bir şekilde baktı.

“Girebilirsiniz,” onayını aldıktan sonra kapıyı hafifçe vurup içeriden cevap gelmesini bekledi.

Gür bir ses “Gel,” dediğinde kapının kolunu çevirip açınca geniş odanın bir ucunda oturan adamın yüzü aydınlandı.

“İlk günden geç kaldınız Nil Hanım. Bir an gelmekten vazgeçtiğinizi düşündüm.”

“Asla öyle bir şey yapmazdım. Verdiğim sözlere çok sadığımdır,” derken odanın ortasına kadar gelmişti. Yakışıklı adam da yarı yola kadar gelerek, Nil’in elinden tutup ona alıcı gözüyle bakmak için hafifçe geri itti.

“Harika görünüyorsun Prenses!” dedi hayranlık dolu gözlerle bakarak.

“Of baba, ya hani iş yerinde böyle demeyecektin. Kimse beni ciddiye almaz sonra. Bak uyarıyorum sonra gidip Seheroğulları’nda staja başlarım,” dedi tatlı sert bir şekilde.

Babası kırılmış bir ifade takındı. “Herkesten beklerim

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Ahmet Hulusi Efendi

Editor

Kuzey Öyküleri

Editor

Doğunun Limanları

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası