Declan Fitzgerald, New Orleans’ın eteklerindeki, toz ve örümcek ağlarıyla kaplanmış tekin olmadığı söylenen köhne Manet Malikânesi’ne gördüğü anda tutulur adeta. Bu yıkık dökük evde onu çeken bir tuhaflık vardır. Genç adam yıllarca hayalini kurduktan sonra Manet Malikânesi’ni satın alır ve avukatlık yaptığı Boston’u terk ederek, evi kendi başına restore etmeye soyunur. Ancak binayı eski görkemli haline kavuşturabilmek için bir hayli zaman ve emek harcaması gerekecektir. Belki evin çekiciliği biraz da bundan kaynaklanmaktadır.
Declan tek başına restorasyon çalışmalarına başladığında, insanların ev hakkında söylediklerinde bir gerçek payı olduğunu, evin gerçekten de ürperten bir şeyler barındırdığını düşünmeye başlar, çünkü geçmiş yüzyıla ait bazı hayaller görmeye, yabancısı olduğu bazı duygulara kapılmaya başlamıştır. Ayrıca evde çalışırken, içinde açıklanması imkânsız bir keder hissetmektedir.
Angelina Simone adındaki çekici komşusuyla arasındaki duygusal gelişme, Declan’ın zihnini bu huzursuzluk yaratan olaylardan bir süre uzaklaştırmaktadır. Manet Malikânesi’ndeki restorasyon çalışması yoğunlaştıkça aralarındaki aşk da güçlenmeye ve bir tutkuya dönüşmeye başlar. Bu esmer ve aşk dolu genç kızın da malikâneyle tuhaf bir bağlantısı vardır. Declan ile Angelina birlikte bir gelecek düşleyebilmek için, önce, geçmişten gelen, bataklık kadar derin ve karanlık bir sırrı çözmek zorunda kalacaklardır.
Declan Fitzgerald, New Orleans’ın eteklerindeki, toz ve örümcek ağlarıyla kaplanmış tekin olmadığı söylenen köhne Manet Malikânesi’ne gördüğü anda tutulur adeta. Bu yıkık dökük evde onu çeken bir tuhaflık vardır. Genç adam yıllarca hayalini kurduktan sonra Manet Malikânesi’ni satın alır ve avukatlık yaptığı Boston’u terk ederek, evi kendi başına restore etmeye soyunur. Ancak binayı eski görkemli haline kavuşturabilmek için bir hayli zaman ve emek harcaması gerekecektir. Belki evin çekiciliği biraz da bundan kaynaklanmaktadır.
Declan tek başına restorasyon çalışmalarına başladığında, insanların ev hakkında söylediklerinde bir gerçek payı olduğunu, evin gerçekten de ürperten bir şeyler barındırdığını düşünmeye başlar, çünkü geçmiş yüzyıla ait bazı hayaller görmeye, yabancısı olduğu bazı duygulara kapılmaya başlamıştır. Ayrıca evde çalışırken, içinde açıklanması imkânsız bir keder hissetmektedir.
Angelina Simone adındaki çekici komşusuyla arasındaki duygusal gelişme, Declan’ın zihnini bu huzursuzluk yaratan olaylardan bir süre uzaklaştırmaktadır. Manet Malikânesi’ndeki restorasyon çalışması yoğunlaştıkça aralarındaki aşk da güçlenmeye ve bir tutkuya dönüşmeye başlar. Bu esmer ve aşk dolu genç kızın da malikâneyle tuhaf bir bağlantısı vardır. Declan ile Angelina birlikte bir gelecek düşleyebilmek için, önce, geçmişten gelen, bataklık kadar derin ve karanlık bir sırrı çözmek zorunda kalacaklardır.
Manel Malikanesi ,Lousianna,30 Aralık 1899
Bebek ağlıyordu. Abigail uykusunun arasında, bebeğin yumuşak, huzursuz mızmızlanmasını, battaniyelerin altında kıpırdanan minik kollarıyla bacaklarının çıkardığı sesi duydu. Çocuk hâlâ içindeymişçesine, onun açlığını hissetti. Daha lam uyanamadan sütü gelmişti bile.
Şikâyet etmeden, çabucak kalktı. Göğüslerindeki bu doluluk hissinden, bu ağrıdan, vücudunun yöneldiği bu amaçtan büyük zevk alıyordu. Bebeğinin bir ihtiyacı vardı ve o da karşılamaya hazırdı.
Başucundaki sandalyenin arkasına asılmış beyaz sabahlığı aldı. Düğünlerinde hediye edilmiş bir kristal vazoda duran zambakların kokusunu içine çekti. Beyaz zambaklar. En sevdiği çiçek.
Lucian’ın karısı olmadan önce, bir kavanoza konmuş kır çiçekleriyle de idare edebilirdi.
Evde olsaydı, simdi Lucian da uyanırdı. Abigail ona gülümseyerek, ipek gibi sarı saçlarını okşar. yatıp uyumasını söylerdi, yine de Marie Rose’u emzirmesi bitmeden kocası bebek odasına gelmiş olurdu.
Onu özlemişti; karnında bir sancı hissetti. Ama sabahlığını üzerine geçirirken kocasının ertesi gün döneceğini hatırladı. Daha sabahtan yolunu gözlemeye, atının sırtında meşeli yoldan dörtnala gelişini beklemeye başlayacaktı.
Kim ne derse desin, onu karşılamak için dışarı fırlayacaktı. Kocası atından atlayıp onu kucakladığında, kalbi her zamanki gibi, delicesine çarpacaktı.
Sonra da, yeni yıl balosunda dans edeceklerdi.
Kendi kendine mırıldanarak bir mum yaktı, alevini eliyle koruyarak yatak odasının kapısından bir zamanlar hizmetçisi olduğu büyük evin koridoruna çıktı. Şimdiyse, evin kızı olmasa da, en azından evin oğlunun karısıydı.
Bebek odası aileye ayrılmış kanatta, üçüncü kattaydı. Bu konuda Lucian’ın annesiyle savaşıp, kaybetmişti. Josephine Manet, ev hayatı, usuller ve gelenekler konusunda kesin kuralları olan bir kadındı. Abigail. diğer yatak odalarının önünden sessizce, hızlı hızlı geçerken aklından Bayan Josephine’in her konuda kesin fikirleri olduğunu geçirdi. Tabii ki, üç aylık bir bebeğin yerinin anababasının yatak odasının köşesinde bir beşik değil, bebek odası olduğu ve bir dadının gözetiminde olması gerektiği konusunda da.
Abigail daralan merdivenleri çıkarken mumun titrek ışığı duvarlara vuruyordu. Marie Rose’u hiç değilse altı haftalığına yanında tutmayı başarabilmişti. Üstelik kendi aile geleneklerinin bir parçası olan beşiği kullanmıştı. Beşiği büyükbabası oymuştu. Kendi annesi o beşikte yatmış, on yedi yıl sonra da Abigail’i yatırmıştı.
Küçük meleği de hayatının ilk gecelerini o eski beşikte, kendisine hayran annesiyle babasının yanı başında geçirmişti.
‘Kızı. babasının ailesinin geleneklerine ve usullerine saygı duyarak büyüyecekti. Ancak Abigail, çocuğunun annesinin ailesine de saygı duyması ve onların usullerini de öğrenmesi konusunda kesin kararlıydı.
Joscphinc, bebek konusunda, el yapımı beşik konusunda aralıksız yakınarak Lucian’la Abigail’i pes ettirmişti. “Suyun kayayı aşındırması gibi,” demişti Lucian, “kaya yol verinceye ya da yok oluncaya kadar hiç ara vermeden.”
Bebek artık gecelerini bebek odasında. Manet bebeklerinin bir asırdır içinde yattığı Fransız yapımı beşikte geçiriyordu.
Abby. içini rahatlatmak için, anne ve bebek açısından pek rahat bir düzen olmasa da doğru şeklin bu olduğunu düşündü. Minik Rose’u bir Manet’ydi. Bir hanımefendi olacaktı.
Ayrıca, Bayan Josephine’in defalarca belirttiği gibi, ev halkının kalanı bebeğin ağlamasıyla uykusundan olmak zorunda değildi. Bu işler bataklıkta nasıl yapılıyor olursa olsun, Manet Malikânesinde bebeklere bebek odasında bakılırdı.
Bataklık. Bu kelimeyi telaffuz ederken dudakları nasıl da bükülüyordu. Sanki sadece genelevlerde’ve barlarda söylenebilecek bir şey söyler gibi…
Bayan Josephine’in ondan nefret etmesi. Bay Henri’nin onu görmezlikten gelmesi Önemli değildi. Julian’ın genç kadına hiçbir erkeğin yengesine bakmaması gerekliği şekilde bakması da önemli değildi.
Lucian onu seviyordu.
Marie Rose’un bebek odasında uyuması da önemli değildi. Aralarında bir kal da olsa, bir kıla da, Marie Rose’un ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarını hissettiği gibi içinde hissediyordu. Bu bağ o kadar güçlü, o kadar gerçekti ki, koparılması mümkün değildi.
Madam Josephine çarpışmalarda galip gelebilirdi. ama Abigail savaşı kendisinin kazanmış olduğunu biliyordu. Lucian ve Marie Rose onundu.
Bebek odasında mumlar parlıyordu. Claudine; bebeğin bakı…