“Engeller gözlerinizi hedeften ayırdığınız zaman gördüğünüz korkutucu şeylerdir.”
-Henry Ford
Desteği ile gözlerimi hedeften ayırmama izin vermeyen kocam Ercan Enver’e ve hayallerimi en az benim kadar sahiplenip gerçekleşmesi için çaba sarf eden, bunu yaparken de kalıpların dışına çıkmaktan çekinmeyen sevgili Nursel Calap’a sonsuz teşekkürler.
birinci bölüm
5 Aralık 1989
Kapının eşiğinden başını uzatıp utangaç bakışlarını annesinin yatağının kenarına ilişmiş yabancının sırtına dikti. Hayatında gördüğü en büyük adam olduğunu düşündü. Geniş omuzları ve kocaman elleriyle masallarda canavarları yere seren kahramanları anımsatıyordu. Görür görmez onun da bir kahraman olduğuna karar vermişti. Genç adamın biçimli kesilmiş saçları hafifçe ensesine değiyordu. Yakışıklı yabancının orada bulunmaktan duyduğu rahatsızlık tavırlarından açıkça okunuyordu, tedirgin bir şekilde etrafına bakınırken annesine bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sordu. Henüz beş yaşında olmasına rağmen Zeynep bile hiçbir şeye ihtiyaç duymadıklarını biliyordu. Annesi çalışmasa da bir şekilde yaşamak için gerekene ve daha fazlasına sahip olduklarının farkındaydı. Her şeye rağmen o beş yaşında bir çocuktu ve onun sorgulayabileceklerinin de sınırları vardı. Mesela bu konforlu evi ya da sahip oldukları süslü giysileri nasıl elde ettikleri gibi konularda…
Kendileri çok geziyor olsa da evlerine gelip giden yakınları, hatta doğru dürüst arkadaşları bile yoktu. Sık sık ziyaret eden ve ona sonsuz sevgi gösteren yaşlı adam hariç. Gerçi bir süredir o da gelip gitmez olmuştu ya… Yine de Zeynep’in onu özlediği pek söylenemezdi. Hatta bunca zaman boyunca birkez olsun bu yabancıya karşı hissettiği hayranlığı ve sempatiyi beslememişti o adama karşı. O geldiğinde uslu bir kız olması gerektiğini söyleyip dururdu annesi. Her ne kadar Zeynep’in uslu olmadığı zamanlar çok nadir olsa da, belli ki genç kadın emin olmak istiyordu.
Annesinin hafifçe doğrulmaya çabaladığını fark eden Ayşe Hanım yardım için koşup onun yastıklarını düzeltti. Genç kadın bir şeyler söylemek için gücünü toplamak ister gibiydi. Yabancı adam, kalın perdelerin son zamanlarda sıkı sıkı kapalı olduğu odaya sinen hastalık kokusundan rahatsız olmuş gibi yüzünü belli belirsiz buruşturdu. Annesinin başıyla hafifçe işaret etmesi üzerine Ayşe Hanım Zeynep’i odadan çıkarıp kapıyı kapattı. Zeynep için o güne dair aklında kalan solmaya yüz tutmuş pek çok anının arasında canlılığını en fazla koruyan, annesinin hıçkırıklarla boğuklaşan yalvarışları ve adamın yapamayacağını söyleyen pişmanlık dolu mırıltılarıydı.
Zeynep büyüklere has bir olgunlukla odasına gidip küçük oyun masasına oturduktan sonra eline tarak alarak bebeğinin saçlarını taramaya başladı. Sıradan bir şeyden bahsediyormuşçasına konuşuyordu.
“Annem çok hasta değil mi Ayşe Teyze?”
Yaşlı kadın bu beklenmedik soru karşısında şaşırıp yüzüne rahatlatıcı olmaktan uzak bir tebessüm yerleştirerek cevap vermeye çalıştı. “Zeynep’cim annen hasta ama ilaçlarını alıp dinlenirse…”
“Bana doğruyu mu söylüyorsun? Çok hasta görünüyor,” dedi küçük kız onun sözünü keserek. “Ayşe teyze sence ölecek mi?”
O gün Ayşe hanımın dili varıp da söyleyemediği cevabı Zeynep kısa süre sonra öğrenmişti. Annesini kaybetmiş beş yaşında küçük bir kız çocuğuna her şeyin düzeleceğini söylemek kadar anlamsız bir şey olmayacağını bilmelerine rağmen çevresindeki herkes aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu. Zeynep ise bir kez daha görenleri şaşırtacak bir olgunlukla karşılamıştı hayatını ansızın altüst eden gelişmeleri. Bağırıp çağırmasının ya da yaygara koparmasının sessizliğe gömülmesinden daha iyi olacağını düşünen yoktu. Zaten bu noktadan sonra hayatında onu ilk sıraya koyacak kimse de kalmamıştı. Belki o da bunun farkındaydı. Yine de köklü değişimin daha yeni başladığını gösteren ilk olay annesinin ölümünden bir hafta sonra gerçekleşmişti. Bir akşam ölüm sessizliğinin hâkim olduğu fazla büyük olmayan ama oldukça konforlu dairelerine yine o yakışıklı yabancı gelmişti. Gözlerinden okunan sıkıntının sadece orada bulunmaktan kaynaklanmadığı açıktı. Belli ki paylaşması gereken önemli bir haber, yapması gereken ciddi bir açıklama vardı. Konuya nereden gireceğini bilemez bir halde gidip Zeynep’in yanına oturdu. Küçük kızın hiç de küçük olmayan gözlüklerini fark ederek şaşırdı. Yine de toparlanmakta gecikmemişti. Dudaklarında beliren tereddüt dolu bir tebessüm eşliğinde kendini tanıttı.
“Merhaba Zeynep. Daha önce tanıştırılmadık. Benim adım Koray.”
Zeynep ona uzatılan eli birkaç saniye süzdükten sonra ağırbaşlı bir şekilde tokalaştı. Genç adamın bir an için gerçekten reddedileceğini düşündüğü yüzüne yayılan rahatlama ile belli oluyordu.
“Belki hatırlıyorsundur, daha önce de bir kez gelip annen ile konuşmuştum.”
Zeynep’in başını olumlu anlamda sallaması üzerine devam etti “Burası güzel bir ev,” dedi gözlerini etrafta gezdirerek. Açık mavi, beyaz ve kahverenginin uyumu hâkimdi ortama. Az ama kaliteli olduğu belli olan eşyalarla döşenmiş ferah bir salondu. Salonunda şöminesi bulunan pek çok dairede olduğu gibi burada da şöminenin kullanılmadığı açıktı. Yine de ortama sıcak bir hava katıyordu. Özellikle de önüne atılmış büyük yer yastıkları ile. Koray bakışlarını odadan tekrar Zeynep’e çevirip gülümsedi.
“Biliyorum bu güzel yerden ayrılmak kolay olmayacak ama benim evimde yaşamayı kabul edersen orada da rahat etmen için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin.”
Annesine nasıl değineceğini bilemediği için anlık tereddütle sustu. Sonra daha alçak bir sesle ekledi. “Annen de böyle olmasını istiyordu.”
Zeynep gözlerini birkaç sefer kırpıştırdıktan sonra burnunun üstüne düşen büyük gözlükleri sağ elinin işaretparmağı ile geriye itti. Bakışları ister istemez Ayşe Hanım’a kaydı. Yabancılara güvenmemesi gerektiği öğretilmişti ama çocuk içgüdüleri bu adama güvenebileceğini söylüyordu. Yine de kafasını kurcalayan sorular yok değildi. Adamın da belirttiği gibi burası oldukça konforlu bir evdi. Ya gittiği yerde rahat edemezse ne olacaktı? Ayşe Teyzesinin gözlerinde cevabı aradı ama kadın da tıpkı karşısındaki adam gibi beklentiyle ona bakıyordu. Nihayet Zeynep derin bir nefes alıp verdikten sonra olabildiğince sakin bir şekilde kararını açıkladı.
“Evinize bir bakabilir miyim? Üzülmeyin ama beğenmezsem kalmak istemem.” Onun çocuk kafasında ürettiği bu akılcı çözüm karşısında Koray şaşırıp kalmıştı. Ama duydukları hoşuna gitmiş, küçük kıza karşı içinde sıcak hisler belirmeye başlamıştı bile. Tek sorun kendi kızının kıskanması ihtimaliydi ama alıştıktan sonra bir kız kardeşinin olması hoşuna bile gidebilirdi. Buse’nin sarı saçları ve beyaz duru teni ile melekleri andıran güzelliği yanında, Zeynep oldukça sıradan ve gösterişsiz kalıyordu. Buse kısa zaman içerisinde onu kıskanmak için bir nedeni olmadığını anlayacaktı. Her şeye rağmen aralarında geçen konuşma sonunda anlamış bulunuyordu ki Zeynep’in kızından üstün olan bir yönü vardı. Görünen oydu ki biri güzelliği diğeri zekâsı ile etrafındakileri etkileyecekti.
“Elbette,” diye karşılık verdi Zeynep’e tüm ciddiyetini takınarak. Anlaşmayı önemsemediğini düşünmesini istemiyordu. Kararı ona bırakıyormuş gibi görünmesinin en önemli nedeni, küçük kızın baskı altındaymış gibi hissetmesini önlemekti. Aslında Koray istese de istemese de on sekiz yaşına kadar Zeynep’in velisi olmak durumundaydı. Sadece annesi vasiyetinde öyle belirttiği için değil, aynı zamanda babası şirket hisselerinden hatırı sayılır bir kısmını bu küçük kıza bıraktığı için bunu yapmakla yükümlüydü. Annesinin vakitsiz ölümü bu sorumluluğu Koray’ın omuzlarına yıkmıştı ama daha kötüsü de olabilirdi. Karşısındaki küçük bir kız yerine on sekiz yaşını doldurmuş, kendi kararlarını kendi vermekte ısrar eden, aklı bir karış havada bir yeni yetme de olabilirdi. Şimdi en azından gelecek on üç yıl boyunca hisseleri en doğru şekilde yönetecek olan kendisiydi. Elbette kendisinin çocuğun velisi olmayı reddetmesi halinde bu hak kızın başka bir akrabasına geçecekti. Ama böyle bir durum söz konusu olamazdı. Neyse ki ne kızın annesi ne de kendi babası bu seçeneğe sıcak bakmışlardı. En son isteyeceği şey ne yaptığını bilmeyen alt sınıftan birinin şirket üzerinde hak elde etmesiydi. Kesinlikle en iyi ve belki de tek çözüm Zeynep’in onun kontrolünde olmasıydı. Kararlı bir tavırla yerinden kalktığında Zeynep bir kez daha onun hayatında gördüğü en büyük ve en uzun boylu insan olduğunu düşündü. Başını geriye atıp ona bakarken gözleri şaşkınlıkla irileşmiş, ağzı hayretle açık kalmıştı.
“O halde eşyalarını toplayabilmen için sana zaman tanıyayım. Daha sonra uğrar seni alırım,” dedi dev adam.
Tam bu sırada Zeynep daha önceden hesaba katmadığı önemli bir detay olduğunu fark etti. “Umarım Ayşe Teyze için de yeriniz vardır,” dedi ne istediğini bilen birinin kararlılığıyla. Bu konuda pazarlık etmeyeceği açıktı. Koray’ın duraksamasını yanlış yorumlayan küçük kız aceleyle ekleme ihtiyacı duydu. “Eviniz yeterince büyük değilse benimle yatabilir. Hiç sorun değil.”
Zeynep’in ikinci kez öne sürdüğü pratik çözüm karşısında Koray elinde olmadan güldü. Bu kız gerçekten az ama öz konuşuyor, konuştuğunda da ne istediğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ifade ediyordu. Kendisine birini hatırlattığını düşündü. Bu düşünceyle yüzü biraz asıldıysa da Zeynep’in gözlerindeki endişeyi görerek hemen toparlandı.
“Sorun değil. Ona göre bir yer ayarlayabileceğimizi sanıyorum.”
Ve böylece anlaşma sonuçlandırılmıştı. Koray’ın gidişinin ardından Ayşe Hanım eşyalarını toplarken Zeynep ayaklarını sarkıtarak yatağının ucuna oturmuş kucağındaki bebeğin elbisesini düzeltiyordu.
“Sen de beni bırakmayacaksın değil mi?” dedi Ayşe Hanımın yüzüne bakmadan. Küçük kızın bu beklenmedik sorusu altında yatan derin endişe kadının içini sızlatmıştı. Zeynep’in takındığı cesur tavırların gerisinde kırılgan ve savunmasız bir çocuk olduğunu insan çok kolay unutabiliyordu.
“O nasıl söz yavrum? Kimse seni bırakmadı ki… Annen seni çok severdi biliyorsun. Ben de seni seviyorum.”
“Ya babam? O beni sever miydi?” diye sordu Zeynep. Babası hakkında çok soru sormazdı. Zaten annesi de fazla anlatmak istemezdi. Babasından bahsederken tahammülü imkânsız bir acı çekiyormuş, yüreği sıkışıyormuş gibi bir ifade alırdı annesinin yüzü. Zeynep annesini acı çekerken görmekten öylesine nefret ederdi ki, bu yüzden babasını sormamayı tercih eder olmuştu.
O gece Koray geri geldiğinde bir elinde en sevdiği bebeği diğerinde küçücük bir çanta ile onu bekler buldu Zeynep’i. Küçük kızın yüzünden açıkça okunan endişe karşısında içi burkuldu. Onu rahatlatmayı, iyi hissetmesini sağlamayı her şeyden çok istemesine kendi bile şaşırmıştı. Başıyla küçük valizi işaret edip ona takıldı.
“Ben de taşınacak çok eşyan var diye korkmuştum.”
Zeynep tüm ciddiyetiyle karşılık verdi. “Zaten çok eşyam var. Ama hiçbiri bunlar kadar önemli değil.”
“Merak ettim neymiş bu en önemli eşyalar,” dedi Koray gülümseyerek çantanın içinde olabilecek oyuncakları hayal etmeye çalışırken.
Gözlüklerinin ardındaki iri gözlerine yaşlar biriktiyse de, o hiç istifini bozmadı. “Resimler ve annemin eşyaları.”
Koray ona elini uzatırken yumuşak bir tonla karşılık verdi. “Hiç kimse annenin yerini tutamaz ama belki zamanla beni sevmeyi başarabilirsin. Çünkü benim seni çok seveceğimden emin olabilirsin. Neredeyse kendi kızım kadar…”
Böylece o gece Zeynep ve anılarla dolu küçük valizi beklenmedik bir biçimde Koray’ın hayatının merkezine yerleşmişti. Takip eden günler, haftalar ve hatta yıllar boyunca genç adam verdiği sözü layıkıyla yerine getirmiş, Zeynep de onu en az öz babası gibi –hatta öz babasını tanımadığı düşünülürse daha da fazla- sevmişti.
ikinci bölüm
21 Haziran 1999
Oturduğu pufta öne doğru eğilip aynada kendini incelemeye koyuldu. Bakışları dağınık olarak tepesinde toplanmış saçlarından gözlerine, oradan da ağzına kaydı. Dişlerine tel takılı olan ağzına. O an saçlarını açık bırakmadığına pişman oldu. Sadece çok güzel yüzü olan kızların topuz yapması gerektiğini düşündü. Zeynep ise kalın gözlükleri ve tüm ağzını kaplayan diş telleri ile güzel olmaktan çok uzaktı. Biraz daha becerikli ya da bu işlerden anlıyor olsaydı firketeleri çıkarıp saçlarını serbest bırakırdı. Ama saç yapma becerisini test etmek için hiç de uygun bir zaman değildi. Özellikle de partinin başlamasına yarım saatten az zaman kalmışken böyle bir riski göze alamazdı. Askılı elbisesinin ölçülü dekoltesine, neredeyse dümdüz olan göğsüne bakarak yüzünü buruşturdu. Nasıl oluyordu da boyu alabildiğine uzayıp yaşıtlarının çoğunu geçerken, kıvrımlar söz konusu olduğunda vücudu işi bu denli ağırdan alıyordu. ‘Belki de ağırdan almıyor,’ diye geçirdi içinden. ‘Belki de olup olacağı bu kadardır. Hiç kimse bir korkulukla çıkmak istemezdi. Şu hali bir an önce gelişim göstermezse bütün erkekleri korkutup kaçıracağı kesindi. Tıpkı bir korkuluk gibi. Aynada gördüklerinden hoşnut olmayarak arkasını dönüp odayı incelemeye koyuldu.
Daha önce de kendi kendine defalarca itiraf ettiği gibi bir kez daha odanın iç bayıcı derecede ağırbaşlı olduğunu düşündü. Bir genç kız için fazlasıyla klasik ve şatafatlıydı. Antika yatak başı ve ona uyumlu komodinler yüzyıllardır oradaymış gibi duruyordu. Yerdeki pahalı İran halısı da en az onlar kadar can sıkıcıydı. Yatak odası mobilyaları varaklı olacaksa yatak odasında yatanın en az seksen yaşında olması gerekirdi. Ama bu odanın sahibi az sonra kutlanacak partinin oldukça göz alıcı davetiyelerinde de belirtildiği gibi sadece on altı yaşındaydı. Sıkıntıyla yanaklarını şişirip içindeki havayı üfledi. Tam o sırada yatak odası banyosunun kapısı açıldı ve içeriden Buse’nin sesi duyuldu “Hazır mısın? Geliyorum.”
Zeynep başını geriye atıp gözlerini devirdikten sonra “Yaklaşık on saattir hazırım. Yani sabah beni uyandırdığından beri,” dedi.
“O halde dönebilirsin.”
Beklenti ve heyecan Buse’nin sesinden açıkça okunuyordu. Zeynep onun dediğini yaparak üvey ablasının nefes kesici güzelliği ile karşı karşıya gelmek için pufta yavaşça döndü. Onu tanıdığı ilk andan itibaren hep olduğu gibi bir kez daha kalbi yoğun hayranlık ve kıskançlık duyguları altında ezildi. Güzel, Buse’nin görünüşünü tanımlamak için son derece yetersiz bir sıfattı. Hayır… Buse en az o odadaki antikalar kadar eşsiz ve az bulunur türdendi. Üstelik o antikalar gibi sıkıcı olmak yerine son derece canlı, hayat dolu ve cazibeliydi.
Zeynep’ten bir yaş büyük olsa da aralarındaki fark çok daha fazlaydı. Zeynep onaltı yaşına gelince onun gibi bir kuğuya dönüşeceğini hayal etmek isterdi ama bu bir seneye sığdırılabilecek bir şey değildi. Özellikle de sedef gibi pırıltılı duru beyaz bir cildi, kalp şeklinde bir yüzü ve gül pembesi dudakları olmadığı düşünülürse… Buse’nin sarı yumuşak saçları ile mükemmel uyum içerisindeki bal rengi gözlerine değinmek bile istemiyordu. Buse son yıllarda sosyetenin başına gelen en harikulade varlıktı ve yakın zamanda bunun tadını çıkarmaya başlamıştı bile. Ailesi tarafından mükemmel yetiştirilmiş olması, taşkın hareketlerden kaçınması onu şimdiden her ailenin…