Roman (Yerli)

Seni Sevmek İstemedim

seni sevmek istemedim 5edbb545c68f5Yeşil gözlü gizemli adam, o yaşına kadar pek çok güzel kadın görmüştü.
Ama Pınar kadar güzelini, mücadelecisini, vahşisini görmemişti.
Ve onu istediğine karar vermesi birkaç saniyesini almamıştı.

Pınar ise bu uzun boylu ve tehlikeli kokan adam kadar cüretlisini hiç görmemişti.
Ondan ilk andan beri hiç hoşlanmamıştı. Hoşlanması da gerekmiyordu.
Ne yazık ki modern zorba onu istiyordu ve elde etmeye kararlıydı.

Güpegündüz kaçırılacağına ise asla inanamazdı.
Ailesini zor durumdan kurtarması karşılığında adam ona el koymuştu.
Bu çekici adama karşı seçenekleri sınırlıydı…
Ya evlenecek… ya da bir süreliğine onun sevgilisi olacaktı.
***
“Çok basit!” diye mırıldandı Doğan
“Kurtulmanıza karşılık… istediğim tek şey güzel KARDEŞİN”
***
Deniz güldü. Acı ama samimi bir gülüştü. “ Benden nefret edecek…
Ve senden de! O asla affetmez! En ufak bir fırsatta hayatımızı cehenneme
çevirmeye çalışacak… İntikam alma hırsı asla sönmeyecek!”
***
“Senden hep nefret edeceğim diye fısıldadı Pınar.
Çaresizlikten gözleri iyice sulanmıştı ama ağlamayacaktı. Ona bu lüksü vermeyecekti. “ Her gün
bunu yüzüne karşı söylemekten mutlu olacağım… Anlıyor musun?
Senden tüm kalbimle nefret edeceğim!”

—–

Uzun boylu genç adam, parke taşlı ve çevresi güzel çiçeklerle döşeli dar yolda ilerlerken karşısındaki evin gerçekten de güzel olduğunu düşünüyordu. Bir an durup etrafını seyretti. Yan tarafta havuzun bir kısmı görünüyordu. Duyduğu seslerden de birkaç kişinin havuzda yüzdüğünü anladı. Sıkıntıyla dudağını büzdü… Gün bitmek üzereydi. Saat akşamın beşi olmuştu. Yüzmek için gerçekten iyi bir saatti. Kendisi de aslında şu anda üstündeki takım elbisesini çıkarıp biraz yüzmek isterdi. Mersin’in nemli havası, insanın sabrını zorluyordu. Krem ceketinin inceliğine rağmen, gömleğinin altındaki atletinin ıslanmaya başladığını hissedebiliyordu. Klimalı arabadan çıktıktan sonra, vücut serinliği dışarıdaki ağır sıcağa fazla karşı koyamayacak gibiydi. Burada hava kararsa da geceler bir türlü yeterince serinlemiyordu. Ama çok daha sıcak ve çok daha berbat yerlerde bulunmuştu. Başını çevirip yeniden güzel eve baktı.
Üst kattaki sardunyalar ve güller, balkonlardan sarkarak güzel bir manzara oluşturmuştu. Onların güzelliği biraz içini rahatlattı. Bu bölgenin en çok da bu özelliğini seviyordu. Hemen hemen her tarafta şahane çiçekler yetişiyordu. Sakince yürümesine devam etti. Gözleriyle hâlâ lüks evin değişik kısımlarını süzüyordu. Evin kapısına iyice yaklaştığında, aniden kendisine çarpan bir şeyle irkildi. Genç adamın tehlikeye alışık olduğu o kadar belliydi ki, bir anda gövdesine çarpan şeyi tuttu ve sertçe kendisinden uzaklaştırdı. Canı hiç yanmadığı halde farkında olmadan verdiği bir tepkiydi bu.
“Ah! Affedersiniz…” diyen genç bir ses duyuncaya kadar, pençe gibi iri elleri, kızın çelimsiz omuzlarını sıkmaya devam etmişti.
“Canımı acıtıyorsunuz…” diyerek mızıldandı ellerinde hapis kalan genç kız. Sesi güzel ve kendinden emin çıkıyordu. Narin omuzları yumuşacık ve zayıftı. Henüz nemli vücudu havuzdan yeni çıktığını gösteriyordu. Kadife gibi pürüzsüz teni hâlâ serindi.
Ellerini hemen geriye çekti. Havuz tarafından koşarak gelen bu kızın kendisine farkında olmadan çarptığını anlamıştı. Gözlerini kendi kıyafetine çevirdi. Genç kızın ıslak bedeni yüzünden açık renk takım elbisesi ıslanmıştı.
“Dikkat etsen ya ufaklık!” dedi sertçe.
Başını kaldırıp kendisine çarpan kıza baktı. Karşısında ıslak saçlarıyla duran genç kız ona garip bir şekilde bakıyordu. Sonra iri güzel gözleri bir anda öfkeyle doldu. Menekşe rengi gözler aniden parlamıştı. Yeşile mi dönmüştü ne?
“Ben mi dikkat edeceğim?” dedi öfkeyle. Kalın ve biçimli kaşları da şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. “Ben mi? Ağzınızı açmış, havaya baka baka geliyordunuz?” Bir yandan da elleriyle narin omuzlarını ovuyordu. Canının acıdığı belliydi. “Omzumu da çok acıttınız!”
Genç adam uzun boyuyla ona tepeden bakıyordu. Uzun uzun kızın sinirli yüzünü süzdü. Bir özür bile dilemedi. Genç kız hâlâ öfkeyle ona bakıyordu. Adamın özür dilemeyeceğini anlamıştı. Bu sert yüzlü adamın kendisine neden böyle baktığını da anlamıyordu. Derin bakışlı yeşil gözler öylesine deliciydi ki…
Genç adam kızın iri gözlerinden bakışlarını kaçırıp kızarmış omuzlarına ve incecik bir ipin tuttuğu bikinisinin gizleyemediği göğüslerine baktı. Beyaz bikinisi hâlâ ıslaktı. Küçük göğüslerini ve sivri uçlarını cömertçe meydana çıkarmıştı. Bal rengi olmuş yanık teni, uzun zamandır havuzun ve denizin tadını çıkardığını belli ediyordu.
Neden sonra konuştu esmer adam. “Sanırım koşarak bana çarpan sendin?” dedi yavaşça ve suçlarcasına.  Genç adamın gizemli, kalın bir sesi vardı.
“Koşmak suç mu? Sizden kaçınmaya çalıştım ama siz de önünüze baksaydınız beni görürdünüz!” dedi öfkeyle kız. Zaten adam o kadar iriydi ki ona çarpmaktan başka şansı olamazdı.
“Üzgünüm…” derken birden gülümsedi adam. “Bu ev çok güzel… Ona bakıyordum. Fakat senin kadar güzel bir şeyin karşıma çıkacağını bilseydim, eve hiç bakmazdım bile…”
Genç kız afallamıştı. Yakıcı gözlerin göğüslerinde gezinmesi zaten hiç hoşuna gitmemişti. Öfkeli gözleri daha da parladı. Genç adamın biçimli dudakları hafif bir alayla bükülmüştü. Arkasından akşam güneşi vurmasına rağmen, biçimli ve sert yüzü açıkça hissediliyordu. Çok uzun boylu ve iri yapılı olduğunun fark eden genç kız, onun çenesine bile yetişemiyordu. Adama meydan okuyabilmek için başını alabildiğine geriye atmıştı. Bu sıcakta takım elbise giymiş olmasını aptalca buldu. Onun hafif bir alayla gülümsemesini ise öfkeyle karşıladı.
“Çok terbiyesizce!” dedi sıkılı dişleri arasından.
“Sanırım… Ama senin güzelliğin çok gerçek!” dedi genç adam utanmadan.
“Benimle… böyle konuşamazsınız!” diye tısladı kız kabaca.
“Şaşkınlığımdan olsa gerek!” Sesi keyifli, gözleri yumuşaktı. “Burada görmeyi umduğum en son şey böyle bir güzellikti.”
Genç kızın bakışları titredi bir an. Dudakları kurumuş gibi gerilmişti. Bu ne biçim bir adamdı? İnsan iki saniye öncesine kadar görmediği bir kadınla böyle konuşur muydu? “Önümden çekilir misiniz? Nişanlımı karşılayacaktım…” dedi elinden geldiğince soğuk bir sesle. Adamdan hiç hoşlanmamıştı. Tüm yakışıklılığına rağmen bir anda onu sevimsiz bulmuştu. Ve biraz da tehlikeli… Daha önce kimse kendisiyle böyle konuşmaya cesaret edememişti. Bu adamın hem cesur hem de utanmaz olduğu bir gerçekti. Kendisini ne sanıyordu ki? Herhalde her gördüğü kadına böyle davranıyordu. İri gövdesi ise yolu neredeyse tamamen kapatıyordu. Ona sürünerek geçmek istemediği için de inatla karşısına dikilmiş, yana kaymasını bekliyordu.
Adam aniden hiç beklemediği bir şey yaptı. Genç kızın şaşkın bakışları arasında, iri elini uzattı ve yüzünün kıyısına yapışmış bir tutam saça dokundu. İnce uzun parmakları tüy gibiydi. Hassas ve yumuşak…
Onları hafifçe kenara çekerken “Demek nişanlısın?” diye sıkıntıyla mırıldandı. Sesinde gerçek bir hayıflanma vardı.
“Sen… sen ne yapıyorsun?” Genç kız ilk şaşkınlığını atlattıktan sonra sertçe adamın elini itti. Kalbi birden gümbür gümbür atmaya başlamıştı. Daha önce hiç böyle bir şey hissetmemişti. Kendisine dokunan ilk erkek değildi elbette! Erkek arkadaşları olmuştu ama hiçbirisi böyle izinsiz ve açıkça cinsellik kokan bir tavır takınmamıştı. Islak saçlarının hiç tanımadığı birisi tarafından ellenmesinin hoşuna gitmediğine karar verdi. Gözlerini kızgınlıkla açtı. “Bana nasıl dokunursun?” dedi yarı hayret yarı öfkeyle!
Adam hiç istifini bozmadı. Yeşil gözleri açıkça genç kızı süzüyordu. “Bir dakika!” derken kalın erkeksi kaşları çatılmıştı. “Yoksa sen Pınar mısın?” diye sordu aniden.
Kız garip bir tavırla adamı süzdü. Yüzünü görmek için biraz yana kaydı ve güneşin ışınlarından korundu. Hayır! Bu adamı tanımıyordu. Daha önce hiç görmemişti. En azından yakın zamanda! İşin doğrusu, görse kolay unutulacak bir adam değildi. Bunu kabul etmek lazımdı. Mutlaka hatırlardı. Sık siyah saçları geriye taranmıştı. Tam olarak ortadan değil, yandan ayrılmış gibi duruyordu. Alnının yanlarında iki seksi dalga, kıvrılarak kaşlarına doğru dökülmüştü. Hiç beyaz saçı olmamasına bakarak otuz yaşlarında olduğunu düşündü. Kalın kaşları kavisliydi. Şimdi sevimli bir şekilde gülen gözlerine rağmen tekin bir adam gibi gözükmüyordu. Suratını assa tehlikeli bir görünümü olacağı belliydi.
Dümdüz bir burun ve deniz yeşili gözler… Daha evvel bu kadar etkileyici koyu yeşil bir göz görmemişti. Belki korku filmlerinde… Şeytan görünümlü aktörlerde. Sinekkaydı tıraşı, köşeli ve eğleniyormuş gibi duran çenesini daha da meydana çıkarmıştı. Alaycı, kıvrık dudaklar… Hayır, bu adamı tanımıyordu. Bir kadın olarak onu kesinlikle hatırlardı. Acaba uzak bir akraba falan mı?
“Sizi tanımıyorum!” dedi sertçe.
“Sadece hatırlamıyorsun!” dedi genç adam. Bakışlarındaki bir şey genç kızı korkutmuştu. Daha evvel bir erkekten böyle ürktüğünü hatırlamıyordu. Kalbi yeniden hızlandı. Adam gülümsüyordu ve beyaz dişleri neredeyse gözükecekti. Ama ürkütücüydü işte!
“Siz beni nereden…” diye başladı ama adam onun sözünü kesti.
“Senin küçüklüğünü biliyorum! Çelimsiz bir çocuktun. Bu kadar güzel olacağın tahmin edilemezdi tabii!” diye gülümseyerek mırıldandı. Sonra hatırlarmış gibi başını salladı. “Ama bu aralar adını birkaç yerde duymuştum… Ne diyorlardı? Eee… Tamam! Çapkın Pınar! Vicdansız Pınar! Erkekleri avucunda oynatıp sonra da kapının önüne koyan güzel kız! Hakkında çok söylenti var! Seni hiçbir erkeğin dizginleyemediğini söylüyorlar. Gerçekten de bir adam onu terk ettiğin için intihar etti mi?”
Genç kızın gözleri kızgınlıkla koyulaştı. Güzel dolgun dudakları kasıldı. Meraklı sesinde alay tınısı da hissediliyordu. Genç kız bir anda ondan ölesiye nefret ettiğini hissetti. Ne kadar yakışıklı olursa olsun iğrenç bir erkekti o! Kendisiyle böyle konuşmaya nasıl cüret ederdi?
“Her söylentiye inanmayın!” dedi ters ters. “Ayrıca sizi tanımıyorum ve artık tanımak da istemiyorum. Sizden hoşlanmadım! Açık sözlülüğünüz kabalık sınırlarını aşıyor.”
“Güzel! Ben de aynı şeyi senin için söyleyecektim. Duyduklarım arasında çok açık sözlü olduğun da vardı! Hırçın ve açık sözlü! Kavgacı…”
Genç kız alayla gözlerini kıstı. “Buna inanabilirsiniz işte! Ama sizin kadar terbiyesiz olmadığım için ben frene basacağım. Hakkınızda düşündüklerimi söylemeyeceğim. Şimdi izin verir misiniz? Nişanlımı karşılamam gerekiyor!”
Ama adam yine hiç kıpırdamamıştı. Alayla başını eğdi. Genç kızın yanan bakışlarından hiç de etkilenmiş görünmüyordu. “Nasılsa gelecek! O gelinceye kadar güzelliğini seyretmeme izin ver lütfen!”
“Sen… Sen…” Söyleyecek bir şey bulamadı. Neredeyse ellerini kaldırıp göğüslerini örtecekti. Bir erkeğin bu kadar terbiyesizce kendisini süzdüğünü hiç hatırlamıyordu. Evet, gizlice bakanlar, çaktırmadan izleyenler olmuştu ama böyle değil… Bu adam gibi değil… Bu dev yapılı adam çok farklıydı. “Bana böyle bakmayı keser misin?” diye sertçe isyan etti. Nefretinden yüzü bembeyaz olmuştu.
Sonra gözü, cüretkâr adamın arkasından gelen nişanlısına kaydı. Nişanlısının yüzü asıktı. Belli ki ikisinin konuştuğunu görmüş ve bundan hoşlanmamıştı. Büyük ihtimalle ona haykırırcasına söylediği son sözleri de duymuştu! İlk kez onun kıskanç bir erkek olmasından memnun oldu. İnşallah bu sinir adama dersini verirdi!
İyi bir sporcu olan nişanlısı Erdem de, en az bu adam kadar uzun ve yapılıydı. Şimdi gelir ve bu iri adama gününü gösterirdi…
Erdem sinirli bir tavırla onlara yanaşırken, yabancı erkek de hafif geri çekilip gelene baktı. Ne korkmuş, ne de rahatsız olmuş bir hali vardı. Çok uzun gibi gelen bir süre içinde iki erkek birbirlerini süzdü. Genç kız, nişanlısı Erdem’in şaşırmış olduğunu ve buna rağmen öfkesinin daha da artmış olduğunu fark etti. Onun bu haline kendisi de şaşırdı. Nişanlısı bu kötü görünüşlü adamı tanıyor gibi görünüyordu.
“Doğan?” dedi Erdem hayretle. Sonra kendisini topladı. Aynı çatık kaşlarla “Sen burada ne arıyorsun?” diye sordu sertçe.
Genç adam ona aldırmadan yine kıza çevirdi bakışlarını. Gözleri bir an garip bir ateşle yanmıştı. Genç kız bunun öfke olduğuna yemin edebilirdi. Ne öfkesi? Neden?
Fakat yeşil gözlerin bakışı hemen normal hale döndü. Pınar yanlış gördüğünü düşündü. O bakış belki de korkuydu? Olabilir miydi? Bu adam Erdem’den en az beş santim daha uzun ve çok daha iriydi. Bir doksandan uzun gözükmesine ve iri bedenine rağmen hantal durmuyordu! Üstelik gözlerindeki ışık genç kızı rahatsız etti. Adamın Erdem’den hiç korkmadığı o kadar belliydi ki, Pınar birden ürperdi. İçinden bahane üretme isteğiyle, ıslak olmasının ve hafif bir rüzgâr çıkmasının buna sebep olduğunu düşündü. Esmer yabancı yine umursamazca kendisini süzüyordu. Derin yeşil gözleri şimdi yeniden hayranlık pırıltılarıyla doluydu.
Sonra yeniden Erdem’e döndü.
“Nişanlısının sen olduğunu tahmin etmeliydim. Deniz ile iyi arkadaş olduğunuzu unutmuşum. Aslında Pınar’ın ağabeyi Deniz ile çok önemli bir işim vardı ama…” Gülümsedi. Bu bir meydan okuma gibiydi. “…Güzel nişanlınla çarpışınca daha iyi bir iş yapıp, onun güzelliğini seyretmeye karar verdim,” dedi açıkça. “Gerçekten çok şanslısın dostum! O gördüğüm en güzel… kadın.”
Ve dönüp yine Pınar’ı seyredecek kadar cesurca davranmıştı.
Her ikisinin de şaşkınlıktan dili tutulmuştu. Kendisini çabucak toparlayan Erdem oldu. Öfkeyle bir adım öne çıktı. “Bana baksana sen!” diye hırsla homurdandı. Ellerini yumruk yapmıştı ama genç kızın anlayamadığı bir nedenle durakladı. Pınar hayal kırıklığı ile nişanlısına baktı. En azından ona bir yumruk indirmesini bekliyordu. Nişanlısının bu adamı tanıdığı açıktı. Neden duralamıştı? Kahretsin! Yoksa? Yoksa… Tarzan’ı bile kıskandıracak kaslara sahip nişanlısı bu adamdan korkuyor muydu?
Gözleri ikisi arasında gitti geldi. Korkmasa bile çekindiği belliydi. Bu yabancıda insanları ürküten bir hava vardı.
“Kızma hemen…” dedi Doğan sakince. Elini hafifçe havaya kaldırmış ve Erdem’i engellemişti. Gerçekten de gözlerini bu güzel kızdan alamıyordu. Zorlukla gözlerini çevirip Erdem’e baktı. Onun kendisini yumruklama ihtimaline karşı da hazırdı aslında. Yumruklamayınca sözlerine devam etti. “Onu hak etmek için çok uğraşmış olmalısın! Tebrik ederim,” dedi yavaşça.
Kısa bir bakıştan sonra döndü ve genç kıza gülümseyerek yanından geçti. Doğruca birkaç metre ilerideki evin giriş kapısına yöneldi. Cam bölme açıktı. Genç adamın gülümsemesi hâlâ dudaklarında kalmıştı. Dikkatini az sonra yapacağı konuşmaya vermek için kızı aklından çıkarmaya çalıştı. Fakat o güzel menekşe rengi gözlerini unutmak zordu.
İçeriye izin istemeksizin girdi. Daha girer girmez aradığı kişiyi karşısında bulmuştu. Ayakta durmuş, belli ki kendisinin gelmesini bekliyordu. Bir an karşılıklı bakıştılar.
“Kardeşimle ve nişanlısıyla ne konuşuyordunuz?” dedi karşısındaki uzunca boylu kumral adam. Gergin yüz hatları sakin olmaya çalıştığını gösteriyordu. Doğan bundan etkilenmedi. O gerginliğe alışıktı.
“Önemli bir şey değil… Sadece kardeşinin bu kadar güzel olduğunu bilmediğimi ve şaşırdığımı söyleyebilirim. Küçükken sıska ve hırçındı. Şimdi ise inanılmaz güzel bir genç kız olmuş. Sana da hiç benzemiyor Deniz.”
“Annelerimizin ayrı olduğunu biliyorsun!” dedi Deniz sakince. “Ben çok küçükken babam onun annesiyle evlenmiş!”
“Kaç yaşında şimdi? On sekiz mi?”
“Seni ilgilendirmez Doğan! Biz işimize bakalım mı?”
“Bakalım tabii… Bu arada Erdem’i görmek beni biraz şaşırttı. Demek hâlâ seninle beraber?”
“Ortak olduğumuzu bilmiyor musun?”
“Hayır! Ortaklığınız yeni mi?”
“Evet… Erdem ile altı ay önce yine karşılaştık. Hemen hemen altı yıldır birbirimizi görmüyorduk. Sonra kardeşim ile birbirlerine âşık oldular. Onlar nişanlandıktan sonra da ortak bir iş kurmaya karar verdik. Biliyorsun, bu ara bizim aile işimiz hiç iyi değil. Şimdi ikimizin bir turizm şirketi var.” Sinirli bir tavırla gözlerini kıstı. “Senin otellerin de bizim çalışma listemizde… İşlerimiz fena değil. Tabii sen onu da batırmazsan!”
Doğan gülümsedi. Gözleri Deniz’in üzerindeydi. Çok yakışıklı denemezdi ama çekici bir adam sayılırdı. İyi giyinmeyi ve iyi yaşamayı severdi. İnce bıyıkları ona yakışıyordu. Fakat müsrifliği hep başına dert açmıştı.
“Batıran ben değilim, sensin!” dedi alayla. “Ben sandığın kadar kötü değilim! Bunu biliyorsun. Harcamalarına dikkat etmelisin. Kumarı bırakmalısın. Borsada yaptığın yatırımlara da dikkat etmelisin. Şimdi söyle bakalım, ödemen hazır mı?”
“Ödemeleri yapamayacağımı biliyorsun!” dedi Deniz öfkeyle. “Hiç param yok.”
“Ama yapmak zorundasın? Sana verdiğim süre bitti… Sana altı ay tanıdım ama sen bu sürede hiçbir şey yapmadın!”
“Parayı toparlayamadım…” Sesi sıkıntılıydı.
“Ne kadar toparladın peki?”
“Fazla değil…”
Genç adam rahatça bir koltuğa otururken, dikkatle Deniz’in yüzünü süzüyordu. Adamın sıkıntısını iyi anlıyordu. Temin etmesi gereken para oldukça fazlaydı. Fakat yine de onun için üzülmüyordu. İş hayatında çok daha küçük paralara daha fazla zaman tanıdığı olmuş ya da çok daha büyük paralara çizgi çekmişti. Bu meblağ kendisi için o kadar önemli değildi. Ama içinden yıllardır tanıdığı bu adama iyilik yapmak gelmiyordu.
“İçecek bir şey alır mısın?” diye sordu Deniz.
“İstemem!” diye kestirip attı Doğan. Sonra “Bak dostum!” diye başladı sakince. “Zaten burada birkaç günlük bir işim vardı. Senin için özellikle gelmedim. Şanslısın çünkü kendim geldim. Geldiğim gün sürenin azaldığını sana söylemiştim. Süre bitti… Ve yarın gidiyorum.”
“Biraz daha zaman ver…”
“Veremem… Ben de bir iş adamıyım. Bunun ne demek olduğunu en iyi sen bilirsin? Sana adamlarımı yollayabilirdim ama şahsen gelmeyi tercih ettim. Dostluğumuzun hatırına…” Sesinde hafif bir vurgu vardı. İkisi asla dost olmamışlardı. “Bir yerinin kırılmasını elbette istemem. Onlar benim kadar anlayışlı olamıyorlar…”
“Beni tehdit mi ediyorsun?”
Genç adam omuz silkti. “Beni tanımıyorsun!”
“Seni tanıyorum… Kumarhanende senden çok bahsediliyor. Kıbrıs’ta herkes senin nasıl karanlık bir adam olduğunu biliyor.”
Genç adam gülümsedi. Bakışlarında gerçekten de karanlık bir ifade belirmişti. “Bu sözlerinin sana bir faydası olacağın sanıyor musun?”
“Sana söyledim… Ödeyemem!” Pişmanlıkla ellerini cebine soktu.
“Bana hiç yardımcı olmuyorsun? Şu anda elimde günü gelmiş ve geçmiş altı senedin var. Büromdaki kasada yedi tane daha var… Bunları işleme koymamın seni bitireceğini biliyorsun, değil mi?”
Adamın omuzları iyice çökmüştü. “Ben bittim zaten!”
Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Doğan merakla sordu. “Bankalara ne kadar borcun var?”
“Çok!”
“Şirket?”
“Ödemeleri yapamıyoruz. Piyasayı biliyorsun…”
“Babanın şirketi zorda mı yani?”
“Bu iki senedir zordayız. Babam bana devrettiğinde her şey güzeldi. Güllük gülistanlık… Ama tüm dünya gibi biz de sallandık. Birçok anlaşmamız iptal edildi. Bankalar aldığımız kredileri zorluyorlar. Beklemeye yanaşmıyorlar.”
“Sen de aptal gibi kumar mı oynadın?”
Deniz sıkıntıyla iç çekti. “Eskiden de oynardım… Sadece son zamanlarda bir umutla oynadım. Belki kazanırım diye!”
Doğan alayla güldü. Gözleri ise gülmüyordu. “Sanırım yakında hapiste çürüyeceksin?” dedi yavaşça. Bu basit bir tespitti.
“Evet…” diye mırıldandı adam. “Sen yapmazsan banka yapacak!” Sonra omuz silkti. “Belki böylesi daha iyi… Hapis yani! Babama durumu nasıl açıklayacağımdan korkmasam, onun duyacağı hayal kırıklığı beni üzmese… intihar bile edebilirim!”
“Akıllıca bir yol olurdu! Tabii bu beni engellemez. Senet üzerinde şirket ve diğer gayrimenkullerinizin isimleri de var. Hisselerin çoğu benim… Ama sanırım sen öldükten sonra nakit paramı alamayacağım gibi bir de bu batık şirketi kurtarmak için üzerine daha da para vereceğim… Çok ironik!” Gözleri etrafta gezindi. “Sanırım bu ev de benim?..”
“Henüz değil… Zaten o da bankaya ipotekli!”
Doğan bir kahkaha attı. Kahkahası dışarıdan bile duyulmuştu. “Bak sen! Çok zekice! Bir malı birden fazla kişiye pazarlamak iyi kâr getiriyor olmalı?”
Deniz cevap vermedi.
“Zaten kıyıda köşede bunun gibi on tane evin daha yoksa bu borcun bir kısmını bile ödeyebileceğini sanmam! Öyle değil mi?” diye sordu Doğan.
“Madem biliyorsun, neden soruyorsun?”
“Hiç… Laf olsun diye. Peki, benim param ne olacak?”
“Bana biraz daha zaman ver!”
“Ben yardım kuruluşu değilim!” Alaycı pırıltılı gözleri kızmak üzere olduğunu gösteriyordu.
“Ama bu paraya senin hiç ihtiyacın yok! O kirli geçmişinle kazandığın paraların yanında bu miktar önemsiz kalır! Bana biraz daha zaman versen hiçbir şey kaybetmezsin!”
Genç adam aniden yerinden kalktı ve hızla karşısında dikilen Deniz’in üzerine yürüdü. Sonra sertçe kaliteli gömleğinin yakasını iki eliyle tuttu ve adamı öfkeyle kendisine çekti. Gözleri yanıyordu. İlginç olan Deniz’in kurtulmak için hiç çaba sarf etmemesiydi.
“Zamanın yok!” diye homurdandı. “Bunu kumar oynamadan önce düşünecektin! Paramı derhal istiyorum. Hemen bir çare bulsan iyi olur!”
“Ne… ne yapabilirim ki?” Deniz karşı koymaya ve yakasını tutan elleri itmeye bile çalışmamıştı. Doğan’ın nasıl bir adam olduğunu çok iyi biliyordu çünkü! O engellenemezdi… Durdurulamazdı. Gücü ona yetmezdi. Bu adamın karanlık geçmişini kendi çevresinde bilmeyen yoktu. O bir amatör değildi. Tehlikeli ve dediğini yapan bir düşmandı. Ona karşı koymak, o anda kendisine kırık bir buruna mal olabilirdi. Belki de daha fazlasına… Ve bir zamanlar onun kırdığı kolu hâlâ ara sıra sızlıyordu. Üniversitede beraber okurken bile onun ne kadar çılgın olduğunu bilmeyen yoktu. O asla korkmaz ve asla altta kalmazdı.
Genç adam onu ittirip biraz uzaklaştı. Ellerini cebine sokup dalgınca geniş cama gitti. Buradan arka taraftaki büyük havuz görünüyordu. Birkaç genç kadın ve erkek havuzda yüzüyorlardı. Hemen kıyıda ise Deniz’in kardeşi Pınar, yanındaki nişanlısıyla konuşuyordu. Bir şezlonga yan yana oturmuşlardı. Erdem’in eli kızın elini tutuyordu. Genç kız dikkatle adamın anlattıklarını dinliyordu. Kendisi hakkında konuştuklarını tahmin etti. Alayla gülümsedi. Bu kız hakikaten çok güzeldi. Üstelik kendisinden hoşlanmamıştı. Oysa genel olarak kadınların ilgisini hemen çekerdi. Genç kızı alıcı gözüyle süzdü. Narin omuzlarını, sıcak rüzgârda salınan simsiyah saçlarını izledi. Kuruyan saçları beline kadar inen gür bir şelale gibiydi. Pınar hakikaten çok güzeldi. Burnu havada ve şımarıktı ama aynı zamanda gereğinden fazla güzeldi… Gördüğü en güzel ve seksi kadındı. Fazla seksi… Onu gördüğü ilk andan beri içinde ona karşı dayanılmaz bir arzu duymuştu. Ona karşı hissettiği bu his arzu olmalıydı…
“Pınar kaç yaşında?” diye sordu bakışlarını Deniz’e çevirerek. “Ama bu sefer soruma cevap ver!” Sesini sertleştirmişti.
“Yirmi…” diye isteksizce mırıldandı Deniz. “Bir ay kadar sonra yirmi bir olacak!”
“Reşit yani! Sen her şeyini kaybedince o ne yapacak? Bir eğitimi var mı?”
“Daha üniversitede okuyor. Bana biraz daha süre vermeyecek misin?”
“Hayır! Sen böyle şeylere alışıksın! Hatırlarsan süre konusunda sen de çok acımasızdın?”
“Köprünün altından çok sular aktı!”
“Benim için değil… Ama kardeşine yazık olacak. Her şeyinizi kaybedince sanırım nişan da bozulur! Erdem’in aptal olduğunu sanmam. Bu durumda yeni kurduğun şirketin hisselerini de bana devretmek zorundasın!” Alayla yine gülümsedi. “Ve Erdem bundan hiç memnun kalmayacak!..”
“Her şey geçmişte kalmadı mı? Hepimiz çok gençtik! Hata yapmaya hazırdık!”
Doğan umarsızca camdan dışarıya baktı. Onu dinlemiyor gibiydi. Gözleri bir an dışarıdaki genç kızın mükemmel yüzünde, çocuksu ama şu anda kendisine çok seksi gelen vücudunda gezindi. İncecik ve biçimliydi. Avuçlarıyla omuzlarından yakaladığında teninin ne kadar da yumuşak ve çekici olduğunu hatırladı. O güzel ve diri vücudu her erkek kollarının arasına almak ve doyasıya sevmek isterdi. Onun başka erkeklerle ilişkisi olduğunu duymuştu. Çapkın kızın bakire olmadığını tahmin etmek zor değildi. Bu zamanda kızlar sevişmek için evlenmeyi beklemiyorlardı. O anda midesinin krampla kasıldığını hissetti. Uzun zamandır bir kadına karşı böyle cinsel bir ihtiyaç duymamıştı. Her nasılsa kendisi de onunla sevişmek için çılgın bir arzu duymuştu. O güzel gözlerin kendi bedeni altında kıvranırken daha da koyulaşacağını tahmin etti. Sevişirken büyük ihtimalle çığlıklarını bastıran kadınlardandı o…
Sonra aniden döndü ve diğer adama yaklaştı. Heybetli bedeninde korkunç bir enerji vardı. Bu iri yarı tekinsiz adamın üzerine gelmesi ile Deniz bir adım geriye gitmişti. Doğan bir an onun karşısında bir şey söylemeden durdu. Çatık kaşları bir şeyler düşündüğünü gösteriyordu. Sonra kararsız bir tavırla elini kaldırıp alnına dökülmüş saçlarını geriye itti. Bu esnada belindeki silah kısmen gözükmüştü. Böylece bu sıcakta niye ceket giydiği belli olmuştu. Sonra kararını vermiş gibi, sakin bir tonla konuşmaya başladı.
“Dinle! Doğru söylüyorsun! Benim senin parana ihtiyacım yok…” dedi sakince. Kararlı bir adamın yüz ifadesi vardı onda. “O para sende kalabilir. Ayrıca seni diğer dertlerinde de kurtarabilirim…”
Deniz’in yüzü meraklı ama kuşkulu bir ifadeye bürünmüştü. Kimseden korkmayan, acıması olmadığı söylenen Doğan isimli bu karanlık geçmişli adam, kendisine yardım edeceğini mi söylüyordu?
“An..Anlamadım?”
“Bir anlaşma istiyorum…”
“An… anlaşma mı?” diye kekeledi Deniz… Gözleri inanılmaz derinlikteki koyu yeşil gözlerdeydi. Neredeyse siyahtı.
“Evet… anlaşma! Senetlerini yırtıp atarım… Bankalara olan borcunu da öderim… Ayrıca çevrene ne kadar daha borcun varsa… hepsini öderim! Kuruşu kuruşuna! Yeni şirketinin kolay işler bulmasını da sağlarım. Benim otellerimle çalışmanızı kolaylaştırırım…”
Deniz aptal değildi. Belki aptal bir kumarbazdı ama aptal bir işadamı hiç değildi. İş konusundaki başarısızlığı gerçekten de zor piyasa koşullarındandı. Kuşkusu iyice artmıştı. Meraklı bakışlarla karşısındaki dev adamı süzüyordu.
“Nasıl bir anlaşma bu?”
“Oldukça basit… Her şeyini geri kazanmak istiyorsan,  benim dediklerimi koşulsuz olarak yapacaksın?..”
“Tamam da… ne istiyorsun benden?” dedi hayretle. Aklından yüzlerce saçma sapan düşünce geçiyordu. Her düşüncesi saçma ve gerçek dışıydı. Bu adamın ne yapmak istediğini anlamıyordu. Ne var ki en çılgın düşüncesi bile onun az sonra söylediklerinin yanında solda sıfır kalırdı.
“Çok basit!” diye mırıldandı Doğan. “Kurtulmanıza karşılık… istediğim tek şey güzel KARDEŞİN!”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Gençlik Güzel Şey – Hermann Hesse

Editor

Ayrık

Editor

Okul Harçlığımı Kazanırken

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası