Bir Delinin Sınav Günlüğü
Lütfen, kitabı okumadan arka kapak yazısını okuma!
Tüm uyarılarıma rağmen yine de okumaya başladın.
Bilmen gereken her şeyi iki kapağın arasına yazınca doğrusu arka kapağa yazacak pek bir şey kalmadı.
Yine de bir şeyler duymak istiyorsan dinle!
“Sınav her şeydir!” diyenlere onların duyacağı kadar yüksek sesle “Sınav, benim için sadece sınavdır!” diyebilmelisin.
Unutmadan…
Bu kitabı okuduktan sonra yapacağın tüm deliliklerin mesuliyeti sana aittir. Yapacağın deliliklerden yayınevi ya da kitabın yazarı sorumlu değildir.
***
Siyah Lale’ye ithaf olunur…
….
BİR DELİLİK YAPMALIYIM
Düşündü…
“Bugün bir delilik yapmalıyım.” dedi ve kendi kendine güldü.
“Benim yaptığıma hep başkaları gülecek değil ya!”
Hani, bu sözü akıllı biri söylese bir delilik yapmayı istemiş olurdu; ama “Bugün bir delilik yapmalıyım.” diyenin deliliğine yıllar tanıktı.
Olsun! O yine de bugün bambaşka bir delilik yapmalıydı. Önceki yaptıklarına, başkaları delilik diyordu. Oysa bu yapacağına kendisi “Bu bir delilik!” demeliydi.
Durdu…
Düşünerek bir delilik yapmak aslında kolay değildi. Eskiden deli olmak nasıldı? Kimsenin yapmayı göze alamadığını yapınca deli olunuyordu. Kendi kendine,
“Bu zamanda delilik yapmak da zorlaştı.” dedi.
Akıllı olmanın beş para etmediğine inananlar ya da akıllı olmayı beceremeyenler de delilik yapmaya başlamışlardı. Deliliğin de bir raconu vardı. Bir karşılık beklenerek delilik yapılmazdı ki…
Kendi kendine “Öyle bir delilik yapmalıyım ki bugüne kadar hiçbir delinin yapmadığı bir şey olsun.” dedi.
Sonra düşündü… Yapılmayan delilik kalmamıştı. Hatta yerde yapılabilecek tüm delilikler bitmiş, daha fazla delilik için hedef gökyüzüne çevrilmişti.
Yüzyılın en çılgın eğlencesiydi delilik için uzaya düzenlenen turlar. Kafasını kaşıdı. “Zor, benim işim zor.” dedi.
Yatmadan önce Guinness Rekorlar Kitabı’nı karıştırdı. Yol kenarına bırakılan eski gazeteler ve dergiler arasında bulmuştu bu kitabı. Kitabın renkli kapağı ilgisini çektiği için onu yanına almış ve açık havada gazete kâğıtlarıyla yaptığı yatağının kenarına koymuştu.
Sayfaları baştan sona, sondan başa doğru çevirdi; ama yapılmadık delilik kalmamıştı. Üstelik bu delilikleri akıllılar yapmıştı. Akıllılar böyle şeyler yaparsa kim bilir deliler neler yapardı?
O da her deli gibi gün doğmadan uyanırdı. Gün doğmadan uyanmayan bir deli, deli sayılmazdı.
Akıllılar onca nimetle karınlarını doyuramazlarken delilere bir lokma yeterdi.
Güneşle birlikte sokakları dolaşmaya başladı. İkide bir başını kaldırıp güneşe “Seni seviyorum. Senin sahibini de…” diyordu.
Ona tebessüm edenler çok olsa da o, güneşin kendisine tebessüm ettiğini düşünür, bir tek onu samimi bulurdu.
Akşam olmadan akıl danışacak bir deli bulmalıydı. Akıllılar birbirlerine danışır, tersini yaparlar; deliler ise akıllarına ilk geleni yaparlar! İşte bu yüzden diğerleri onlara deli diyordu.
Yürürken aklına çeşitli delilikler geliyordu. Fakat o her seferinde kendi kendine “Yok, yok! Bu da olmaz.” diyordu. Gün içinde “Yok, yok! Olmaz.” demediği tek şey, kendisine yapılan çikolata ikramıydı. Mahalleli bilirdi onun çikolata sevdiğini. Hele de bitter çikolataya bayıldığını… Mahalleliye hiç zararı olmamıştı onun. Onu tanıyanlar, çoğu akıllıya güvenmedikleri kadar ona inanır ve güvenirlerdi.
Kahvede her zaman tapulu sandalyesine oturur, eli çenesinde düşünüp dururdu. Birçok delinin çenebazlığına rağmen o suskundu. Kolay kolay kimseye kızmazdı; fakat kızdığı anlar da olurdu tabii.
O gün de karşı masadaki gençlere bakıyor, onlara için için kızıyordu. Gençler okul saatinde anne babalarından habersiz, kahvede pinekliyorlardı.
Kahveci iyi bir adamdı ama onlar söz dinlemiyordu işte. Ara sıra “Hani ben genç olacaktım da…” dedikten sonra bildiği birkaç dua ile sinirlerini yatıştırmaya çalışıyordu. Kahvede pinekleyen gençler bilmiyorlardı ki kahveci sadece ismini değil namını da Koca Yusuf’tan almıştır!
Gençler hem zıkkımlanıyor hem oyun oynuyor hem de arada bir birbirlerine okkalı küfürler ediyorlardı.
Kendisi tescilli bir deli olmasına rağmen bunları yapmazdı. Bu gençlerin yaptığı, yapılacak iş değildi!
Düşündü…
Bir delilik yapmalıydı. Bir delilik bulmalıydı. Karşı masadaki gençlerden film karesinden çıkmış gibi bir tipi olanı,
“Oğlum, ne dersiniz bir delilik yapalım ve bu sene sınava girelim?” dedi.
Hep birlikte güldüler. İçlerinden biri,
“Delilerin bile sınava girdiğini söyleseler inanırım; ama ortağım sana inanmam.” diye ekledi.
“Şaka, oğlum şaka… Ben deli miyim de sınava gireyim?” dedi öteki genç, gülerek.
Sonra da hep birlikte oyunlarını oynamaya devam ettiler.
Düşündü…
“Garip…” dedi.
Bu veletlerin “sınav” dediği şey neydi ki? Yılların delisiydi; ama sınava giren bir deli duymamıştı. Acaba vardı da kendisi mi bilmiyordu? Gençler “Sınava deliler girer.” diyorlardı ama o, sınava giren bir deli görmemişti hiç.
Düşündü…
“Bu deli neden ben olmayayım? Araştırmalıyım. Bu sınava daha önce giren bir deli var mı acaba? Hımmm…”
Bir deliye yakışır şekilde bir anda ayağa kalktı. Hızlı hızlı giderken,
“Evet, Deliler Odası’na gitmeliyim.” dedi ve gözden kayboldu.
Masadaki gençlerden esmer ve zayıf olanı “Bu deli nereye gidiyor böyle?” dedi. İçlerinden biri,
“Nereye olacak ağabey, sınava girecek de ders çalışmaya tabii ki…” diye cevapladı onun sorusunu.
Bu sözlerin ardından kahvede kahkaha sesleri yükseldi.
AKILLILAR GİREMEZ
Deliler Odası, şehrin en güzel semtindeydi. Bu güzel semtteki diğer odalara hiç benzemiyordu. Dışarıdan görünümü kadar içinin tasarımı da bambaşkaydı. Oda’nın inşasına başlanmadan önce tüm deliler, kendi odalarının kesinlikle akıllıların odalarına benzememesi konusunda hemfikirdiler. Avizeler, maroken koltuklar, gümüş sehpalar ve daha birçok şey delileri tiksindiriyordu.
Delilerin başkan seçerken dikkat ettikleri tek kıstas vardı: Deliler Odası Başkanı, istekleri olan biri olmamalıydı.
Birçok delinin akıllı insanlar gibi istekleri vardı. Oda Başkanı’nın ise isteği olamazdı; çünkü o, sıradan bir deli olmamalıydı.
Deliler Odası’na başkan olarak seçilen deli, ne doğuştan deliydi ne bir saksının kafasına düşmesi sonucu deli olmuştu ne de birincilikle kazandığı felsefe bölümünü yarıda bırakmıştı. O tam anlamıyla kafayı yemişti. Kolay değildi kafayı yemek. Çok kitap okumak gerekiyordu deli olmak için çok…
Oda Başkanı çok çalışkandı. Değnekten atına biner şehirdeki tüm delileri dolaşırdı. Günün yorgunluğunu ise kendini akıllı sananların yaptıklarına bakarak atardı. Sokakta bulduğu ahşap bir sandalyeden kendisine bir makam koltuğu yapmıştı. Deliler Odası’ndaki makamında vakit geçirmeyi severdi.
Adı Deliler Odası da olsa orada herkes dilediğini yapamazdı. Oda’nın kuralları vardı. En önemli kural “Hiçbir deli, oda içerisinde oyun oynayamaz.” kuralıydı.
Dışarıda delileri susturmak, burada ise konuşturmak zordu. Akıllılar birbirlerini görünce o kadar gereksiz konuşuyorlardı ki deliler bir araya gelince susmanın gerekli olduğunu anlamışlardı.
Deliler Odası’nın giriş kapısında “Buraya Akıllılar Giremez.” yazılıydı. Birçok akıllı içeriyi ve içeride olup biteni merak etse de hiçbiri Deliler Odası’na girme teşebbüsünde bulunmamıştı. Dışarıdaki akıllılar zannediyordu ki deliler içeride birbirlerine yapmadıklarını bırakmıyorlar. Oysa zannedilenin aksine Oda’da deliler birbirlerine öyle kibar davranırlardı ki onları görenler aklını yitirir, deliliğe özenirdi.
Deliler; Oda’ya yemek yemek, hoşça vakit geçirmek ya da oyun oynamak için gelmezlerdi. Önemli bir karar alacakları zaman uğrarlardı oraya. Deli de olsalar birilerine danışarak iş yapmanın iyi olduğunu biliyorlardı.
Sıradan deliler, odaya her gün uğrarlarken delilikte sınırları zorlayanlar da nadiren uğrarlardı. Kendi kendilerine “Vay be! Ne zamandır buraya gelmemişim.” derlerdi. Odaya uzun yıllar uğramayanlar, Deliler Odası’ndan içeri adım attıklarında değişen pek bir şey olmadığını görürlerdi.
Deliler, akıllılar gibi değişimden hoşlanmazlardı. Hatta en çok korktukları şey değişimdi. Bir yerde gördükleri değişiklik, onlara o yeri terk etme zamanının geldiğini işaret ederdi.
Akıllıların yaptıkları gibi mahzun ve kısık bir sesle,
“Efendim, bir maruzatım vardı.” demezlerdi.
Deliler Odası Başkanı, kendisinin ne istediğini bilmese de şehirdeki tüm delilerin isteklerini ve ihtiyaçlarını onlar söylemeden bilirdi.
Oda Başkanı, halim selim ve iyiliksever biriydi. Nadir de olsa güldüğü zamanlar olurdu. Bir keresinde, niçin gülmediğini soran bir akıllıya,
“Zaman, gülme değil düşünme zamanı!” demişti.
O akıllı, o gün bugün Deliler Odası Başkanı’nın ne demek istediğini düşünür durur.
Deliler Odası’nda kimseye ayrıcalık tanınmazdı. Deliler “Hamilikart, yakınımdır.” yazan kartlardan taşımazlardı.
Oda’nın daimi ziyaretçileri pek fazla tanınmazken Oda’ya uğramayanlar hemen tanınırdı.
Deliler her türlü ikramı kabul etmezlerdi. Kimi sadece bitter çikolata yerdi kimi de su muhallebisi… Oda’da her delinin ikramı farklıydı. Oda Başkanı ise asla ikram kabul etmez, kendisine ikramda bulunan delilere rüşvetçi muamelesi yapardı.
***
Oda Başkanı, bitter çikolataları uzattı ve “Söyle!” dedi.
Başkan’ın “Söyle!” demesi olayı bildiğine işaretti.
O, bir yandan bitter çikolataları yiyor, bir yandan da “Şey… Şey…” diyordu.
Oda Başkanı “Biliyorum.” der demez,
“Demek biliyorsunuz?” diye karşılık verdi.
Yıllardır kullanmadığı kelimeyi kullandı başkan.
“Neyi?” dedi.
Delilerin en belirgin özelliğiydi en az kelimeyle konuşmak.
Bitter çikolataları önce inceliyor, sonra da onları ağzına atıyordu. Biraz sesini yükselterek,
“Akıllıların yaptığına pek güven olmuyor da…” dedi.
Kısa bir sessizlikten sonra sordu:
“Daha önce sınava giren herhangi bir deli oldu mu, onu öğrenmek istemiştim.”
“Sınav… Şu akıllıların girdiği sınav… Sanırım, hiçbir deli girmedi o sınava… Acaba?”
Oda Başkanı, bir an durup düşündükten sonra devam etti.
“Yıllar önce, zannedersem 1981 yılıydı. Bir deli girmişti sınava. Soruları görünce ‘Beni deli mi sandınız?’ deyip çıkmıştı. Kayıtlarımıza göre de başka hiçbir deli o sınava girmedi.”
Başkan’ın söylediklerinden sonra gülümsedi. Sevinci, yüzünden okunuyordu. Evet, işte bu bir delilik! Bu sınava girmeliyim.” diye düşündü.
AKILLANMALIYIM…
Gün batmak üzereydi. Ertesi gün yeniden doğacak olan güneş, karşısında tam bir deli bulacaktı. Tüm tescilli delilerin bile “Bu bir delilik!” dediği bir delilik yapacaktı. Tüm akıllılar, onun yaptığı deliliğin haberini gazetelerinde sürmanşetten vereceklerdi. Televizyonlar ise bu haberi “Son dakika” şeklinde yayınlayacaklardı. Delilik tarihinde görülmemiş bir olay olacaktı bu.
Deliliğe Övgü kitabının yazarı Erasmus yaşıyor olsaydı onun için “İşte övgüye layık bir deli!” derdi herhâlde.
Uzun zaman önce, bir apartmanın önüne yığılmış eski eşyaların arasında bulduğu küçük aynasını eline aldı ve ona baktı. “İyi bak! Bu adam tam bir deli.” diyerek güldü.
Deliler hiçbir şeyi ciddiye almazlar ya da çok az şeyi ciddiye alırlar. Yine de bir delinin sınava, hem de akıllıların girdiği bir sınava girmesi hafife alınacak şey değildir. Deliler günlük, saatlik ya da anlık kararlar verirler. Hatta deliler arasında makbul olan, bir şeyin karar verilmeden yapılmasıdır.
Onun da sınava girme konusunda aldığı karar, ciddi bir karardı. Kendi kendine kızarak,
“Kararım karar!”dedi.
Bu sınava gireceğine ve sıkı sıkı hazırlanacağına tüm delileri şahit tutarak yemin etti. Bu ettiği yemin her şeyiyle ciddi bir yemindi. Yemininin tek eksiği, üzerine el basacak bir kitabın olmamasıydı; çünkü deliliğin kitabı henüz yazılmamıştı. Kendi kendine “Bakarsın bir gün, bir deli, bir delilik yapıp Deliliğin El Kitabı’nı yazar.” dedi.
Birilerine ihtiyaç duymayı sevmezdi. Birileri ona yardım etmeye çalışsa, mesela o düşünce kaldırmaya yeltense “Bırak, bırak! Kendim düştüm, kendim kalkarım.” der onun yanından uzaklaşırdı. Ona göre, bir delinin bir akıllıya hele de kendini akıllı sananlara ihtiyacı olmamalıydı. Hep böyle düşünmüştü; fakat bu sınava başvurmak için bir akıllıya ihtiyacı vardı.
Hem hızlı hızlı yürüyor hem de kendi kendine konuşuyordu.
“Akıllıları kandırmak kolay, akıllıları kandırmak…” diyordu. Öyle ya hiçbir deli kendisine para verilse de istemediği bir şey yapmazdı. Oysa akıllılar… Onlara parayla iş yaptırmak kolaydı. Evet, derhâl bir akıllı bulmalıydı!
Kendisinin deli olduğuna dair en ufak bir şüphesi yoktu; ancak bunu hiçbir akıllı bilmemeli ve anlamamalıydı. Bir delilik yapıp sınava girebilmesi için akıllı gibi görünmeliydi. Bu, onun için çok zor olsa da yapmalıydı.
İlk olarak delilerin içinden ayrılıp akıllıların içine karışmalıydı. Bir deli gibi düşünse de bir akıllı gibi hareket etmeliydi. Bunu yapabilirdi. Daha doğrusu bunu yapmalıydı. Yoksa onun diğer delilerden bir farkı olmazdı.
Eski alışkanlıklarını, dostlarını ve yaşadığı çevreyi tümüyle terk etmeliydi.
Düşündü…
“Bitter çikolata!” dedi. Bitter çikolatayı bırakamazdı. Hüzünlendi, ağlamaya başladı. Önceleri düşünmeden başkaları için ağlardı, oysa şimdi düşünüyor ve kendisi için ağlıyordu.