Ümit Yaşar biraz küldür, biraz duman. Kül, Ümit Yaşar’dır; duman, “Baba intihar öyle edilmez, böyle edilir!” notunu yazarak Galata Kulesi’nden kendini atan Vedat Oğuzcan…
Attila İlhan “Pia”da “ne olur kim olduğunu bilsem Pia’nın” der. Hiç olmayan bir kadın mı Pia?
Sylvia Plath hep ölümü, intiharı yazdı. Bizde her on yıl bir darbe yapma geleneği, Sylvia’da her on yılda bir intihara dönüşür. Ted Hughes, ardından yazdığı şiirde; “bir tutam saçını, yüzüğünü, saatini, geceliği kurtarabildim/ kurtara kurtara” diyecektir. Sylvia’dan kalanlar bunlar.
Eleştiri Fethi Naci’siz öksüzdür. Naci, unutamadığı bir acıyla yaşadı. Belki de Deniz öldüğünde ölmüştü… Ölüm yaşanmaz!
Yalnızlar kendilerini dışa vururlarken, uzun konuşmayı sevmezler. Ferit Edgü gibi yalnızlıktan beslenen ve birikimini yalnızlarla, yalnızlıklarla büyüten biri için de çok sözcüğe yer yoktur kısacık ömür içinde.
Bu denemeler uzun metinlere gereksinim duymuyorlar. Yaşam uzun değil, niye büyük yaşamların küçük denemeleri olmasın? Bu denemeler bunu yapıyor. Kendinizle yüzleşecek, kendinize kurşun sıkacak, kılıç şakırdatacaksınız. Canınız yanabilir: İnsansınız. Çünkü insan en çok canı yandığında ve ağladığında insandır.
***
İÇİNDEKİLER
1- Ferit Edgü: Minimal Zamanı Tümcelerle Kuran
Ressam …………………………………………………………………… 11
2- Fethi Naci’siz Eleştiri Öksüz …………………………………….. 14
3- Haydi, Yangın Yerinden Konuşalım Metin ………………….. 17
4- Hulki Aktunç İçin Argo Balad…………………………………… 20
5- Akademi’nin Sahte Şafağının Kuyruklu Yıldız Ödülü
Oscar’ın Gerçek Yüzü ……………………………………………… 23
6- Bir Tutam Saç, Bir Altın Yüzük ve Hâlâ Çalışan Bir Saat ………… 26
7- Bu Dünyadan Buyrukçu da Geçti…………………………… 29
8- Dil Sürçmesiyle Gelen Gezgin Bir Ömrün Kitabı: Seyahatname ……………. 32
9- Elde Var Tam Bağımsızlık Bilinci ……………………………… 35
10- Fikri Hür, İrfanı Hür, Vicdanı Hür Bir Şair: Tevfik Fikret.. 39
11- Emperyalizme Öfkenin Romanları: Kalpaklılar ve Doludizgin ………. 43
12- Esin Afşar Artık “Yoh” …………………………………………….. 47
13- Güle Güle Whitney, Lütfen Ağlama …………………………… 50
14- Arslan Başer Kafaoğlu: Uzak Denizlerin Buzkıran
Gemisi……………………………………………………………………. 53
15- Kayıp Sembol’un Masonik Ritüeli Olarak Kurban………. 57
16- Kolları Bağlı Doğan: Osman Şahin……………………………. 63
17- Ölümsüz Ağacı: Oktay Akbal……………………………………. 68
18- Öner Yağcı’dan Yenilmeyenlerin Romanı:
“Yaşasın Yenilenler” ………………………………………………… 72
19- Paul Auster’i Anımsamak …………………………………………. 75
20- Ruhu Ütüsüz ve Buruşuk Bir Şair: Didem Madak……….. 78
21- Sahte Şafak’ın Sahte Peygamberi………………………………. 81
22- Tahsin Yücel’in Yaratıcılığı ve Akademik Disiplinine Verilen Ödül………….. 85
23- Turan Dursun, Turan Dursun’a Karşı …………………………. 88
24- Uygarlık Tarihi Ustasını Yitirdi …………………………………. 92
25- Zülfü Livaneli’den Son “Seranad” …………………………….. 95
26- Ben de Halimce Berdeddinem…………………………………… 99
27- Bir Gül Düştü Açık Pencereden: Yaşam Mı Ölüm Mü? .. 102
28- Çöplükteki General ya da Oya Baydar’ın Önlenemeyen
Dönüşümü………………………………………………………………. 105
29- Darağacındaki Avın Avcısı ……………………………………….. 109
30- Distopya’ya Öykünmenin Romanı: Selânik’te Sonbahar .. 112
31- Doğumunun Sekseninci Yılında Sevim Burak …………….. 116
32- Dünkü Çocuk Havva ile Sümer Tabletlerinin İlk Kadını
Ninti’nin Acılı Öyküsü …………………………………………….. 119
33- Enver Gökçe: Kavganın ve Dostluğun Şairi ……………….. 122
34- Germencik İçinde Toplar Kuruldu / Cafer Efe
Öğle Sonu Vuruldu ………………………………………………….. 125
35- Gülle Anılacak Adı ………………………………………………….. 128
36- Rıfat Ilgaz’ın Hep Markopaşa’ya Çıkan Yolları…………… 131
37- İlhan’a Ağıt: “Ölüm Yalan Dön Gel Çocuk”……………….. 134
38- “İnsan Olmak ve Hayatı Hayvanlardan Daha Az
Anlamak Ne Hazin Şey” ………………………………………….. 137
39- Keriman Halis: Gülünün Solduğu Akşam……………………. 140
40- Maria Maksakova: Bir Yıldız Masalı …………………………. 143
41- ABD’nin Ortadoğu Politikası ve Chomsky…………………… 146
42- Ölümsüzlük Ardındaki Odysseus: Melih Cevdet Anday .. 149
43- Sazı Boyundan Büyük Bir Usta: Nida Tüfekçi ……………. 152
44- “Seni Kendinden Çok Seven Friedrich Engels” …………… 155
45- Sevgi Soysalın Vasiyeti ya da Tante Rosa’ya Sahip Çıkmak………………… 159
46- Şiddete Övgü: “Az” …………………………………………………. 162
47- Ümit Yaşar: Biraz Kül Biraz Duman………………………….. 165
48- Yaş Otuz Beş Yolun Yarısı Mı? …………………………………. 168
49- İktidar Sanata Karşı …………………………………………………. 171
50- Önce ‘Tohum Saçan Köylü’yü Yıktılar ………………………. 175
51- Köy Enstitüleri Gerçeği ve Tonguç ……………………………. 179
52- Güzel İstanbul Anıtı Neden Kaldırıldı?………………………. 182
53- Can Yücel’in “Vasiyet”i, Bir Şişe Şarap ve Cennette
Şarap Pınarları ve Vaziyet-i Umumiye ……………………….. 185
54- Devrimin Gülen Gözlü Çocuğu: Kağan Güner ……………. 188
55- İnsanlığın Tahıl Ambarında Tohum: Pablo Neruda ………. 192
56- Kötü Şiir Yazılarak da Nobel Kazanılabilinir………………. 197
57- Nezihe Meriç İçin Kroyçer Sonat: Gülün İçinde
Bülbül Sesi Yok ………………………………………………………. 203
58- Saramago İçin Dünyayı Yörüngede Tutan İki Şey:
Kadınlar ve Rüyalar…………………………………………………. 207
59- Adonis’e Acemaşiran Ağıt: Ağır Ağır Kuşlar
Ölüyor Mu Kaldırımlarda…………………………………………. 212
60- Attila İlhan’ın Hiç Olmayan Kadını: Pia ……………………. 216
61- Suzanne Collins’in ‘Açlık Oyunları’ Kitabındaki
Gizli Simgeler…………………………………………………………. 219
62- Soğuktu, Yağmur Çiseliyordu ve Ekrem Bora Ölmüştü .. 222
63- Dünya Bankası’na Sızan Komünist: Meral Okay ………… 228
64- Çimenler Türkü Söylerse………………………………………….. 231
65- Çok Şey Hiçbir Şey …………………………………………………. 234
66- Delilik ve Gerçeklik ………………………………………………… 237
67- Dört Mevsim Bahar …………………………………………………. 240
68- Zamanı Harflere Bölmek / Harflerle Zamanı
Yeniden Kurmak ……………………………………………………… 243
69- Nâzım Hikmet’in Sevdiği ve Sevmediği Şairler ………….. 247
70- “Yazın” Karşısında “Resmin” Pirus Zaferi …………………. 250
71- Carlos Fuentes’in Ölümü………………………………………….. 253
72- Kırık Kanatlı Topal Martı: Sait Faik ………………………….. 256
73- Suat Derviş: Nâzım’ın Karşılıksız Aşkları ve
Fosforlu Cevriye’nin Yaratıcısı………………………………….. 259
FERİT EDGÜ: MİNİMAL ZAMANI TÜMCELERLE KURAN RESSAM
Kısa öyküyü, “kısa öykü” yapan nedir?
Öyküyü yazınsal bir tür olarak alırsak, onu diğerlerinden daha farklı nitelikler katan ve türdeşlerinden ayıran nedir? Giderek “kısa öykü” söz konusu ise, “kısa olmayan öykü” ya da “uzun öykü” tanımlamalarına gitmek de kaçınılmaz mı olmaktadır?
Walter Allen, kısa öyküyü kısa öykü yapanın “tek bir zaman anının, tek bir olayın, tek bir algının ürünü olan bir şeyi okuduğu- muzu…” duyumsamak olduğunu ima eder. Edgar Allan Poe kısa öykünün tanımını yaparken, sayfa sayısından öte, okunma sürecini dikkate alır ve “okunması yarım saat ile bir ya da iki saat gerektirecek kısa düzyazı anlatı”yı kısa öykü olarak tanımlar. Kısa öykü tanımını merkez alan bakış açısına göre, kısa öykünün üstünde olanı; Novella, roman, altında olanı da yetkin örneklerini okuduğumuz “Kısa Kısa Öykü – Short Short Story-” tanımı içinde yapmamızı gerektirmektedir. Tek kelimelik bir tümce ile tek bir uzun tümce bu tanım içine konulabilir. Kısa kısa öyküyü şiire yaklaştıran da budur. Şimdi buna yeni bir tanımı daha eklemleyebiliriz: Minimal öykü. Giderek tek bir tümce ile başlayan ve biten farklı bir öykü algılaması.
Türünün en iyi yazarlarından biri Ferit Edgü’dür. Bir Ferit Edgü öyküsü iki kalp vuruşu arasında da okunabilir. Ferit Edgü bu yıl otuz yaşına basan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın da Onur yazarı…
24 Şubat 1936 İstanbul doğumlu. Yazarak değil çizerek dünya- ya bakmak için eğitim aldı. İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde eğitim aldı. Akademi ona dünyaya giden yolu gösterdi; kazandığı sınavla Almanya’ya gitti, oradan Fransa’ya. 1959-
1964 yılları arasında aldığı eğitime yönelik sanal algısını geliştirdi, resim çalıştı. Kalemi değil fırçayı, paleti ve boya kokularını yeğledi. Sanat tarihi, seramik ve felsefe kurslarına katılırken de bir yazar olarak değil öncelikle bir ressam, plastik sanatların tutkunu olarak görüyordu kendini. Askerliğini bitirip yeniden Fransa/Paris’e döndüğünde de düşündüğü ağırlıklı olarak ressamdı. Metin yazarlığını yazınla ilk ilişki kurması olarak açıklayabilir miyiz? Türkiye’ye döndüğünde yaptığı buydu. Buna yayıncılığını da ekleyebiliriz. Gerçi fırçaları, boyaları ve tuvaline harfler, sözcükler, tümceler de eklemlenmeye 1952’de başlamıştı. Bu tarih aynı anda ilk şiirinin Kaynak dergisinde yayımlandığı tarihtir. İlk öykü için iki yıl daha beklememiz gerekir. 1954’te Yeni Ufuklar dergisinde ilk öyküsü yayımlanacaktır.
İyi bir öykücü olmanın yanı sıra iyi bir okurdur. Kendini de o tanımla sınırlar. Çok okuyan ve az yazan biri olarak düşünecektir, bunu söyleyecektir. Çocukluğundan beri içinde biriktirdiği yalnız- lığını yazmak için kullanacaktır ve yazmak için hep yalnızlığı seçecek, yalnızlığa koşacaktır. Franz Kafka’yı beğenir. Onun yalnızlığı yalnızlığıdır. Kaotik yazınsal karmaşası Kafka gibi Ferit Edgü’yü de besleyecektir. Yalnızlar kendilerini dışa vururlarken, uzun konuşmayı sevmezler. Ferit Edgü gibi yalnızlıktan beslenen ve birikimini yalnızlarla, yalnızlıklarla büyüten biri için de çok sözcüğe yer yoktur kısacık ömür içinde. Bir ömrü anlatmak için, bir durumu, bir duyguyu, bir öyküyü, uzun zamanlara, uzun metinlere gerek yok- tur. Kısa sözcüklerle, az sözlerle çok şeyi anlatmayı isteyecektir.
Edgü’yü belki de ayrıksı yapan gerekçelerdir bunlar. Aykırı olmayı istediği için aykırı olduğunu düşünmemiştir. Aykırıdır çünkü aykırılık yaşam biçimidir ve onu çocukluğundan getirmiştir. Ona sırtını dönmek, ihanet etmek, ondan vazgeçmek istemez. Giderek kendini sanatçı, yazı insanı olarak duyumsamasının temel gerekçesidir bu. Öyle olmak yazmanın kaçınılmaz ve asla vazgeçilemez bir parçasıdır. O, bunu ‘erdem’ olarak da açıklar. Giderek aykırılık hem kendini hem de büyüyerek başka aykırılıkları büyütecek, benzerleri içinden sıyrılarak ayrılacaktır. Yazması ve yaşaması için bir ne- deni vardır. Romanlarında çevresi ile uyum sağlayamayan karakterleri de bunun simgesidir.
Ferit Edgü iyi yazın ustasıdır kuşkusuz. Ancak yazarken de re- sim yapar gibi yazmayı yeğler. Fırçalarla, boyalarla, tuval üzerinde resim yapar gibi, harflerle, sözcüklerle, tümcelerle yazar. Yazmak belki de boyamaktır onun için. Yazınsal metinlerinin yalnızca kurgusal öyküler, romanlar olmasının ötesinde, deneme, eleştiri ve sanatsal tartışmalarının; resimle, plastik sanatlarla ilgisi olması belki de bundandır.
FETHİ NACİ’SİZ ELEŞTİRİ ÖKSÜZ
İsmail Naci Kalpakçıoğlu’ydu, babasının ilk ismini kendi ilk isminin yerine koyana kadar. Bir isimden olmuş, bir yeni isim edinmişti. İlkini kimseler bilmez, ikincisini herkes bilir. 3 Nisan
1927 doğumlu, Giresunlu. 1949’da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Yüksek Tahsil Gençlik Derneği’nin kurucu yöneticilerinden… 1951 tevkifatının yapıldığı ve komünizm korkusunun yükseltilmeye başlanıldığı, öncekilere eklemlenmiş bir dönem. Bir buçuk ay Sultanahmet Cezaevinde zorunlu konuk. Tutuklu.
Bir iktisatçı ne yaparsa onu yaptı; muhasebecilik.
Gerçek Yayınevi’nin kuruluşu 1965’tir. Hâlâ bir iktisatçıdır ama muhasebeci değil. Yayımcı ve yazar. Ona yazarlık yolunu açan babaannesini yitirmesidir. Babaannesine adadığı yazısı 1943’de Erzurum Gazetesi’nde yayımlanır. Bu bir eleştiri yazısı değil, daha çok iç dökümü. Yitirilenin ardından yakılmış ağıt… İlk eleştiri yazısı Behçet Necatigil’in ilk kitabı olan “Kapalı Çarşı” üzerine yazdığı yazıdır. Yazı Aksu dergisinde yayımlanır. Henüz kendi ismiyle yazmaktadır, babasının adı adına eklenmemiştir. Fethi Naci adıyla yazılarına 1953’te başlayacaktır. Dönemin önemli dergilerinden Dost, 1960’da bir soruşturma açar ve yılın en beğenilen eleştirmeni olarak Fethi Naci’yi seçer. 1960’ın göreceli özgürlük ortamında kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne 1962’de girer. Vatan gazetesi, Sos- yal Adalet dergisinde siyasal nitelikli yazılar yayımlar. Partiyle ilişkisi kesildikten sonra da Yön’de, Ant’ta aynı nitelikteki yazılarını yazmayı sürdürür. Yayımladığı kitaplar da siyasal niteliklidir: “İnsan Tükenmez (1956)”, “Gerçek Saygısı (1959)”, “Azgelişmiş Ülkeler ve Sosyalizm (1965)”, “Emperyalizm Nedir? (1965)”, “Azgelişmiş Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi (1966)”, “Kompradorsuz Türkiye (1967).”
Yazına kesin ve değişmez dönüşü 1968’dir. “100 Soruda” dizi- sini yayımlamaya başlar. Dizinin ilk kitabı da siyasal nitelikli olacaktır: “100 Soruda Atatürk’ün Temel Görüşleri (1968).”
Yazınsal nitelikli yapıtları bundan sonradır: “On Türk Romanı (1971)”, “Edebiyat Yazıları (1976)”, “100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981)”, “Eleştiri Günlüğü (1986)”, “Bir Hikâyeci: Sait Faik-Bir Romancı: Yaşar Kemal (1990)”, “Gücünü Yitiren Edebiyat (1990)”, “Roman ve Yaşam (1992)”, “Eleştiride 40 Yıl (1994)”, “40 Yılda 40 Roman (1994)”, “Reşat Nuri’nin Romancılığı (1995)”, “50 Türk Romanı (1997)”, “Şiir Yazıları (1997)”, “60 Türk Romanı (1998)”, “Kıskanmak (1998)”, “Sait Faik’in Hikâyeciliği (1998)”, “Yaşar Kemal’in Romancılığı (1998)”, “Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999)” ve “Dönüp Baktığımda (1999)”. 1990 yılında yazdığı “Bir Hikâyeci: Sait Faik – Bir Romancı: Yaşar Kemal”le bir yıl sonra Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü alacaktır. Bu ona ölümünden sonra bir unvanı da getirecektir: “Yaşayan son büyük eleştirmen.”
PEN Türkiye Merkezi Başkanı Tarık Günersen, onun roman sanatının gelişmesine adanmışlığını vurgular. Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Enver Ercan, roman ve öykü alanında sözü ağırlıklı bir eleştirmen olarak gösterir. Onu Nurullah Ataç ekolüne bağlar, ancak Naci’nin nesnel ölçütlerden sıyrılarak öznel bakış açısıyla ondan ayrılan bir eleştirmen olduğunu söyler. M.Sadık Aslankara için yalnızlaşmış bir aydın simgesi, Mustafa Şerif Onaran için de “yazar kadar eleştirmeni de etkileyen” bir eleştirmendir.
Ataç, eleştirinin unutma üzerine kurulu olduğunu düşünür. Yazılanların geleceğe kalmayacağına, unutulacağına inanır. Fethi Naci, unutulmadan önce, unuttu. İsteyerek değil… Alzheimer’di; unutmaya yazgılıydı. Unutmak, unutulmaktı.
…