Cem Yayınevi, çağımızın büyük yazarlarından Kafka’nın bütün eserlerini, Kâmuran Şipal’in Türkçesiyle yayımlamaktadır. Bütün eserlerde Kafka’nın «Bir Savaşın Tasviri», «Hikâyeler» ve «Taşrada Düğün Hazırlıkları» adlarını taşıyan üç hikâye kitabı, «Dava», «Şato» ve «Amerika» adlarındaki üç romanı ile «Günlükler»i yer almaktadır.
Dava romanının çevirisinin bu basımı Cem Yayınevi’nde şimdiye kadar çıkan basımlarından farklı bir özellik taşıyor. Daha önceki çevirilerde Dava’nın Kafka’nın yakın dostu Max Brod tarafından baskıya hazırlanmış metni temel alınmışken, bu kez Kafka yapıtlarının «Edisyon Kritik» dizisinde Oxford Üniversitesinden Kafka araştırmacısı Malcolm Pasley’in Dava’nın özgün el yazısı metnine dayanarak hazırladığı ve 1990 yılında S. Fischer yayınevince yayınlanan metin göz önünde tutularak çevirisi yeniden gözden geçirilmiştir. Ayrıca, Dava’nın bu çevirisine çevirmen tarafından Kafka Günlüğü’nde Dava nın oluşumuna ilişkin notlar ve Kafka araştırmacılarından Heinz Politzer’in Dava romanıyla ilgili bir yorumu eklenmiştir.
***
TUTUKLANMA
Biri iftira atmış olacaktı Josef K.’ya; çünkü bir sabah durup dururken tutuklandı. Her sabah saat sekize doğru kahvaltısını getiren pansiyon sahibi Bayan Grubach’ın hizmetçisi o sabah ortalıkta görünmemişti. Böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyordu, K. Biraz daha bekledi; başı yastıkta, yattığı yerden karşı evdeki yaşlı kadını izledi; olağanüstü bir merakla kendisini gözetliyordu kadın. Ama derken bir açlık ve tedirginlik duygusuyla zile bastı. Hemen kapı vurulup, şimdiye kadar pansiyonda hiç görmediği bir adam girdi içeri; ince uzun boylu, ama sağlam yapılıydı. Vücuduna sımsıkı oturmuş siyah bir giysi vardı üzerinde; gezilerde giyilen giysiler gibi çeşitli pliler, cepler, tokalar, düğmeler ve bir kemerle donatılmıştı; bu yüzden, ne diye giyildiği pek anlaşılmamasına karşın hayli pratik bir görünüşü vardı. «Siz kimsiniz?» diye sodu K. ve hemen yatağın içinde yarı doğrulup oturdu. Ama adam odadaki varlığının itirazsız kabulü gerekiyormuş gibi duymazdan geldi soruyu ve sadece: «Zile siz mi bastınız?» dedi. «Anna kahvaltıyı getirsin!» diye cevapladı K. Sonra susup dikkat ve düşüncelerini toparlamaya, adamın kim olduğunu çıkarmaya çalıştı. Ama adam, K.’nın uzun boylu kendisini süzmesine fırsat vermeyerek arkasına döndü; kapıyı az bir şey aralayıp, hemen geride beklediği anlaşılan birine seslendi; «Anna kahvaltıyı getirsin istiyor.» Bunu bitişik odada kısa bir kahkaha izledi; sese bakılırsa, birden çok kişi de gülmüş olabilirdi. Kahkaha kendisine önceden bilmediği yeni bir şey öğretmemesine karşın, yine de bir haber tonuyla: «İmkânsız!» dedi yabancı adam, K.’ya dönerek. «Böylesini de yeni görüyorum», diye cevapladı K.; yataktan sıçrayıp kalktı, pantolonunu acele giyindi. «Görelim bakalım, kimmiş şu bitişik odadakiler! Bayan Grubach’a da gidip sorayım, neden böyle rahatsız ediliyorum!» Ama hemen ardından, bu sözleri yüksek sesle söylemekle iyi etmediğini düşündü: böyle yapmakla, yabancı adamın kendisini gözaltında tutmak hakkını adeta kabulleniyordu. Ancak, o anda önemsemedi bunu. Ne var ki, adam söylenilenden korktuğu sonucu çıkarmıştı. «Burada kalsanız daha iyi olmaz mı?» dedi K.’ya. «Kendinizi bana tanıtmadıkça ne burada kalmak, ne de muhatabınız olmak isterim», diye cevapladı K. «Hani sizin iyiliğiniz için», dedi adam ve sonra kendisi gidip K.’ya kapıyı açtı. K., önce niyetlendiğinden daha yavaş bitişik odaya girdi, ilk bakışta içerisi bir akşam öncekinden nerdeyse farksızdı. Bayan Grubach’ın oturma odasıydı burası; mobilyalar, çeşitli örtüler, porselen eşyalar ve fotoğraflarla tıka basa doldurulmuştu ve bugün her zamankinden biraz daha büyük görünüyordu; ama hemen seçilemiyor bu, başlıca değişikliği açık pencerenin önünde kitap okuyan bir adam oluşturduğundan, bunun farkına varmak daha da güçleşiyordu. K. içeri girince, kitaptan başını kaldırdı adam: «Odanızda kalacaktınız, Franz söylemedi mi size?» dedi. «Söyledi, ne olacak?» diye cevapladı K. ve başını çevirip Franz denen adama baktı; adam kapıda kalmış, içeri girmemişti. Sonra yine kitap okuyana döndü K. Açık pencereden gözü deminki kadına ilişti, şimdi dc Bayan Grubach’ın odasının karşısındaki pencereye gelip dikilmişti kadın. Gerçekten yaşlı kimselere özgü bir meraka kapılmış, besbelli bundan sonra da olup bitecekleri izlemek istiyordu. «Ama ben, Bayan Grubach’la konuşacağım!» diyerek, her iki adamın elinden kurtulmaya çalışır gibi bir hareket yaptı K. Oysa adamlar kendisinden epey uzaktaydı. K.’nın yürüyüp gitmek istemesi üzerine: «Hayır!» dedi pencere önündeki; elindeki kitabı sehpanın üzerine atıp doğruldu: «Gidemezsiniz, çünkü tutuklusunuz.» «Anlaşılan öyle», dedi K. «Peki ama neden?» «Orasını biz bilmeyiz», dedi adam, «siz odanıza gidip bekleyin. Kovuşturma nasılsa başlamış bulunuyor, zamanı gelince her şeyi öğrenirsiniz. Hani böyle dostça konuşup size öğütler vermekle görevimin sınırını aştığımı biliyorum. Umarım Franz’dan başkası işitmez söylediklerimi. Franz’a gelince, onun zaten kendisi tüm buyrukları ayakaltı eden bir yakınlık gösteriyor size. Gelecekte de şansınız görevlilerinizin seçimindeki gibi yaver giderse, davanın sonuna güvenle bakabilirsiniz.» K. oturmak istedi, ama bütün odada pencere önündeki sandalyeden başka oturacak yer göremedi. «Bütün bunların ne derece gerçek olduğunu ilerde anlayacaksınız», dedi Franz ve öbür görevliyle birlikte K. nın üzerine yürüdü. Boyu K.’nın boyunu hayli aşan öbür görevli, eliyle sık sık K.’nın omzuna vuruyordu. İkisi iki yandan K.’nın üzerindeki geceliği gözden geçirip bundan böyle çok daha külüstür bir şey giymesi gerekeceğini, dolayısıyla onun bu geceliğini de öteki giysileriyle saklayıp, dava olumlu bir sunuca ulaştı mı kendisine geri vereceklerini söylediler. «Bunları depoya teslim etmektense, bize bırakın daha iyi!» dediler. «Çünkü ikide bir iç edilir giysiler depodan; ayrıca, yargılanmanın sona erip ermediğine bakılmayarak, bütün eşyalar aradan belli bir süre geçtikten sonra satılığa çıkarılır. Oysa bu çeşit davalar birde uzun sürer ki! Hele şu zamanda! Gerçi sonradan gidip satış bedelini alabilirsiniz depodan; ama bir kez, satışta satışa çıkarılan malın azltğı çokluğu değil, ortada dönen rüşvetin miktarı kesin rolü oynadığından zaten ufak bir şeydir bu. Ayrıca, deneyimlerden bilindiğine göre, böylesi satış bedelleri elden ele, yıldan yıla aktarılageldiğinden azalmaya uğrar.» K., bu sözlere aldırmadı pek; eşyaları üzerindeki kullanım hakkını belki henüz yitirdiği söylenemezdi; ne var ki, bunu o kadar önemsediği yoktu, durumunun açıklığa kavuşmasını sağlamak çok daha önemliydi kendisi için. Ancak, adamlar yanındayken düşünüp taşınabilmesi bile olacak gibi değildi; ikinci görevlinin göbeği —gerçekten de görevliden başkası olamazdı bunlar— düpedüz bir dostluk ifadesiyle sık sık vücuduna tosluyor, ama başını kaldırınca adamın şişko gövdesine asla uygun düşmeyen kuru, kemikli yüzü ve yana kıvrılmış burnuyla karşılaşıyor, onun kendi üzerinden öbür görevliyle anlaşmaya çalıştığını görüyordu. Ne biçim insanlardı bunlar? Neden söz ediyorlardı? Nerenin adamıydılar? Nihayet bir hukuk devletinin sınırları içinde yaşıyordu K.; dört bir yanda dirlik düzenlik egemenliğini sürdürüyor, tüm yasalar dimdik ayakta duruyordu. Hal böyleyken, ona kendi evinde kimdi bu baskını yapmaya kalkan? K., her şeyi elden geldiğince olumlu tarafından almaya ve bir şeyin kötülüğüne ancak o kötülükle karşılaştıktan sonra inanmaya, durumun en sarpa sardığı anlarda bile gelecek için tasa etmemeye alışmıştı her vakit. Ama şimdi böyle davranmayı uygun bulmuyordu. Gerçi bütün bu olup bitenlere, bilmediği nedenlerden ötürü, belki otuzuncu yaş günü olması dolayısıyla bankadaki meslektaşlarının kendisine yaptıkları bir şaka, ama soğuk bir şaka gözüyle bakılabilirdi. Hiç de olmayacak bir şey değildi hani. Belki yüzlerine şöyle bir gülmesi yetecek, görevliler de hemen kendisiyle gülmeye başlayacaklardı. Belki de köşebaşından devşirilmiş ücretli kimselerdi her ikisi. Ve böylelerine benzemiyor değillerdi. Yine de K., bu adamlara karşı belki o anda elinde bulundurduğu üstünlüğün en ufak bir parçasını elden çıkarmamakta kararlıydı, daha görevlilerden Franz’ı görür görmez kafasına koymuştu bunu. Sonradan şaka kaldırmadığını söyleyebileceklerini düşünerek hemen hiç korkmuyordu. Ne var ki, deneyimlerden ders almak genellikle âdeti değilse de, eskide kalmış gerçekte önemsiz birkaç olay geldi aklına; meslektaşlarının tersine, bu olaylarda, onların yol açabileceği sonuçları zerre kadar dikkate almaksızın bilerek tedbirsiz davranmış, dolayısıyla ilerde ortaya çıkan sonuçlar tarafından cezalandırılmıştı. Böyle bir durumla hiç değilse bu kez karşılaşmak istemiyordu; bir oyunsa ortada dönen, bu oyuna kendisi de katılacaktı.
Henüz özgürdü. «İzninizle!» deyip görevlilerin arasından hızla geçti ve odasına girdi. «Söz dinler birine benziyor», dediklerini işitti arkasından. Odasında hemen yazı masasının gözlerini bir bir çekerek baktı; her şey yerli yerindeydi, ama özellikle aradığı nesneler olan kimliğini kanıtlayacak belgeleri telaşından bulamadı ilkin. Derken eline bisiklet ehliyeti geçti. Ehliyeti alıp görevlilerin yanına varmayı düşündü, ama birden ehliyet pek önemsiz göründü gözüne ve aramasını sürdürüp sonunda doğum belgesini buldu, belgeyle bitişik odaya döndü. Tam bu anda karşı kapı açıldı. Bayan Grubach girecek oldu içeri» ama ancak bir an görünüp kayboldu; K.’yı odada seçer seçmez şaşırıp özür dilemiş, yine dışarı çıkıp kapıyı da alabildiğine büyük bir dikkatle arkasından kapamıştı. Sadece: «Buyrun, buyrun!» diyecek vakit bulabilmişti K.; Bayan Grubach’ın çıkıp gitmesi üzerine, elinde belgelerle odanın orta yerinde kalakalmış, gözlerini ikinci bir kez açılmayan kapıya dikmişti. Ancak görevlilerden biri seslenince irkilerek dalgınlığından uyandı; görevliler açık pencerenin önündeki masanın başına olurmuş, o anda fark ettiğine göre kendi kahvaltısını midelerine indiriyorlardı. «Neden girmedi içeri?» diye sordu K. «Giremez de ondan», dedi görevlilerden uzun boylusu, «tutuklusunuz çünkü.» «Nasıl tutuklu? Hele böylesine?» «Gene mi başladınız?» diye cevapladı görevli, elindeki yağlı ekmek dilimini önündeki bal kâsesine batırarak; «Biz, bu tür sorulara cevap vermeyiz.» «Ama ister istemez vereceksiniz», dedi K. «Buyrun! Kimliğimi kanıtlayacak belgeler! Şimdi de siz kendinizinkileri, en başta şu tutuklama emrini gösterin bakalım!» «Hay Allah!» diye söylendi görevli. «Durumunuzu olduğu gibi kabullenemiyorsunuz bir türlü. Belki şu anda size herkesten çok yakınlık gösteren bizleri boş yere kızdırmayı aklınıza koymuş gibisiniz.» «İnanın ki, doğru söylüyor», diye atıldı Franz; elindeki kahve fincanını ağzına götürecekken durdu; neye yorumlanacağı bilinmeyen belki anlamlı bir bakışla uzun uzun K.’yı süzdü. K. da istemeyerek Franz’a baktı, bakışarak ikili bir söyleşiyi sürdürdüler bir zaman. Ama derken K. eliyle kimlik belgelerine vurarak: «Buyrun kimlik belgelerimi!» diye tekrarladı. «Bize ne senin kimlik belgelerinden!» diye cevapladı uzun boylu görevli: sesi şimdi bağırır gibi çıkıyordu: «Hani çocuk yapmaz yaptığınızı. Nedir istediğiniz kuzum? Biz görevlilerinizle yok kimlik belgeleri, yok tutuklama emri üzerinde çene çalacak, o lanet olası büyük davanızı bir an önce sona mı erdireceksiniz yani? Biz küçük memurlarız, kimlik belgesinden falan anlamayız pek, bu davayla da sizi günde on saat gözaltında tutup ücretimizi almaktan başka bir ilgimiz yoktur. İşte buyuz biz, o kadar. Ama yine de, hizmetinde çalıştığımız yüce makamların böyle bir tutuklamaya başvurmadan, tutuklamanın nedenleri ve tutuklanacak kişi üzerinde inceden inceye bilgi edineceklerini görecek gözümüz var. Bu bakımdan bir yanlışlık söz konusu olamaz. Bizim makam, benim bildiğim kadarıyla, ki benim bildiğim yalnızca en alt kademelerdir, suçluyu örneğin gidip halkın içinde aramaz: tersine, kanunda denildiği gibi, suçlu bizim makamı kendisine çeker ve bizim makam da biz görevlilerini yollar. Kanun işte böyle. Bu durumda bir yanlışlığın nasıl sözü edilebilir?» «Ben bu kanunu tanımıyorum», dedi K. «Daha kötü ya sizin için», diye cevapladı görevli. «Yalnız sizin kafalarınızda olacak bu kanun», dedi K. Hani bir yolunu bulup görevlilerin düşüncelerinden içeri sızmak, bu düşünceleri kendi lehine çevirmek ya da onların arasına yerleşip kök salmak ister gibiydi. Ama görevli Willem, söyleneni geri çeviren bir tonla: «Görürsünüz bakalım!» diye cevapladı yalnız. Oradan Franz atılarak: «Farkında mısın, Willem?» dedi. «Hem kanunu tanımadığını söylüyor, hem de suçsuzluğunu ilen sürüyor.» «Haklısın», dedi Willem. «Ama işte bu adama bir şey anlatabilene aşk olsun!» K., bundan böyle sesini çıkarmadı. «Kendi ağızlarıyla itiraf ettiklerine göre, en alt kademelerde çalışan bu adamların boşboğazlıklarıyla aklımı daha çok karıştırmalarına izin vermemin gereği var mı», diye düşündü. «Bir kez, sözünü ettikleri şeyleri şuncacık anlamadıkları kuşkusuz. Hallerindeki güven ifadesi de yalnızca salaklıklarından kaynaklanıyor. Dengim olan biriyle konuşacağım bir çift söz, bunlarla yapacağım en uzun tartışmalardan bin kat daha çok aydınlatacaktır durumu.» K., odanın serbest bölümünde bir iki gidip geldi. Yine karşı evdeki yaşlı kadına ilişti gözü: kadın, kendisinden çok daha yaşlı bir adamı çekip pencereye getirmiş, kolunu da adamın vücuduna dolamıştı. K., bu gösteriye birson vermek gereğini duydu. «Beni şefinizin yanına çıkarın!» dedi görevlilere. Willem adındaki görevli: «Şef istesin de ondan sonra», diye cevapladı. «Şimdi size tavsiyem, odanıza gidin, sakin olun ve hakkınızda alınacak kararları bekleyin. Bizi dinlerseniz, bırakın boş düşüncelerle oyalanmayı, derlenip toparlanmaya çalışın, ilerde güç işler bekleyecek sizi. Bakın, biz size yakınlık gösterdik, siz bize nasıl davrandınız? Şurasını unuttunuz ki, biz neyin nesi olursak olalım, en azından şimdi karşınızda özgür kişileriz. Bu da, az bir üstünlük değil sanırım. Ama paranız varsa, şu karşı kahveden kahvaltı için biraz bir şeyler alıp gelmeye gene de hazırız sizin için.»
K., bu öneriye cevap vermeyerek bir an sessiz bekledi. Belki bitişik odanın, hatta holün kapısını açmak istese, iki görevli onu bundan alıkoymayacak, işi böyle aşırılığa vardırmakla sorun en basit yoldan bir çözüme kavuşacaktı. Ama belki de koşup yakalayacaklardı kendisini. Bir kez de alta düşmeye görsün, bu adamlara karşı şimdi bir bakıma elinde bulundurduğu tüm üstünlük uçup gidecekti. Dolayısıyla, işin doğal akışının sağlayacağı güvenilir çözümü yeğleyip, ne kendisi bir kelime daha konuşarak, ne görevlilerden bir kelime daha işiterek odasına yollandı.
Yatağın üzerine attı kendini. Akşamdan kahvaltı için hazırladığı nefis bir elmayı uzanıp sehpanın üzerinden aldı. Artık bütün kahvaltısı bu tek elmaydı ve şöyle iri bir parça ısırınca, görevlilerin lütfen o pis sabahçı kahvesinden alıp getirecekleri kahvaltıya göre çok daha iyi buldu elmayı. Kendisini güven ve rahatlık içinde hissetti. Evet, öğleden önce bankadaki işine yetişemeyecekti; ama oradaki hayli yüksek mevkii sayesinde bu gecikmeyi kolay bağışlatabilirdi. Gerçek özürü söylese miydi acaba? Öyle de yapmayı düşündü. Kendisine inanmazlarsa, ki böyle bir olayda hiç akla gelmeyecek bir şey değildi, Bayan Grubach’ı ya da karşıda oturan ve şimdi K’nın odasına bakan pencereye doğru hiç kuşkusuz yolda bulunan iki ihtiyarı tanık gösterebilirdi. Kendisini odasına tıkıp yalnız bırakmalarına, hiç değilse görevliler açısından şaşıyordu; çünkü odasında canına kıymak için bir sürü olanak vardı. Ama beri yandan, soruna kendi açısından bakarak ne diye canına kıyacağını düşündü. Yoksa şu iki adam bitişik odada bulunduğu ve kahvaltısına sahip çıktığı için mi yapacaktı bunu? Canına kıyması o kadar saçma kaçacaktı ki, böyle bir şeye kalkışsa bile saçmalığından ötürü üstesinden gelemeyecekti. Hani aptallıkları bu denli dikkati çeken kimseler olmasalar, görevlilerin de aynı kanıyı paylaştıkları için kendisini yalnız bırakmakta sakınca görmedikleri düşünülebilirdi. Adamlar fark ederler falan diye aldırmaksızın, içerisinde iyi cins bir şınaps sakladığı gömme dolaba yürüdü. İlkin bir kadehçik doldurup kahvaltı yerine, ardından bir ikinci kadehçiği kendine cesaret vermek için kafasına dikti. Hani moralini güçlendirmesini gerektirecek bir durumun ilerde baş gösterme olasılığı pek yoktu, ama yine de tedbiri elden bırakmak istememişti.
Ansızın bitişik odadan seslendiklerini işiterek bir korktu ki, dişleri elindeki küçük kadehçiğe vurdu: «Şef sizi çağırıyor!» K.’yı korkutan ses olmuştu yalnız; görevli Franz’dan dünyada beklemediği kısa, kopuk kopuk ve askerce bir sesti. Yoksa buyruğun kendisi canına minnetti K.’nın. «Hele şükür!» diye karşılıkta bulundu, dolabı kilitleyip bitişik odaya seğirtti. Odada dikilen iki görevli, sanki yaptıkları pek doğal bir şeymişçesine onu gerisin geri kovalayıp odasından içeri tıktılar. «Daha neler!» diye bağırdılar. «Şefin karşısına gecelikle mi çıkacaksınız? Dayaktan gebertir sizi, elbet bizi de.» İtile kakıla gardıroba kadar sürülen K.: «Hay Allah! Bırakın beni!» diye bağırdı. «Yatakta baskına uğruyorum, üzerimde yabanlık giysiler olacak değil ya.» «Boşuna nefes tüketiyorsunuz», diye cevapladı görevliler. K. sesini yükselttikçe düpedüz sakinleşiyor, hatta neredeyse üzülmüş gibi yapıyorlar, bu davranışlarıyla K.’nın aklını karıştırıyor ya da bir bakıma aklını başına devşirmesini sağlıyorlardı. «Gülünç merasimler!» diye homurdandı K. Beri yandan, sandalyenin arkalığındaki bir ceketi alarak, görevlilerin yargılarına sunar gibi kısa süre iki elinde tuttu. Görevliler başlarını salladılar. «Hayır, siyah olacak!» dediler. K., bunun üzerine ceketi yere attı vc kendisi de ne amaçla söylediğini bilmeksizin: «Ama henüz duruşmaya çıkmıyoruz ki!» dedi. Görevliler gülümsediler, ancak siyah olması gerektiği konusunda direttiler ceketin. «Siyah ceket, işin bir an önce sonuçlanmasını sağlayacaksa hay hay!» dedi K. ve gidip gardırobu açtı: uzun boylu araştırıp, bel kısmının güzelliğiyle eş dost arasında adeta sükse yapmış en iyi siyah ccketini seçti. Bir de gömlek çıkarıp, özenle giyinmeye koyuldu. Hani görevliler unutmuş, onu bir de banyo yapmaya zorlamamıştı; işin bir an öncc sonuçlanmasına bunun katkısı olacağını düşündü. Acaba daha anımsarlar mı diye baktı, tabii görevlilerin hiç aklına gelmedi böyle bir şey. Ama Willem, K.’nın giyinmekte olduğunu haber vermesi için, Franz’ı Şefe göndermeyi unutmadı.
K., giyinmesi bitince, Willem’in hemen önü sıra bitişik boş