Roman (Yerli)

Divan Edebiyatı

Divan Edebiyatı, bizim sadece edebiyat verimlerimizin ihtişamlı bir dönemi değil, kültür ve medeniyetimizin, toplum yapımızın, atalarımızın dinî, iktisadî ve gündelik hayatının da en dikkate değer, tarihî belgeleridir. O yüzden en az edebiyatçılarımız kadar ve belki de onlardan da daha fazla tarihçilerimiz, iktisatçılarımız ve sosyologlarımız tarafından özenle incelenmesi gerekir. Bu eserde muhteşem bir mazi bırakan atalarımızın destanı yankılanmaktadır.

***

İÇİNDEKİLER

Takdim Yerine …7
Giriş…9
XIIL ve XIV. Yüzyıl …13
Hoca Dehhanî…17
Nesimi…20
Ahmedî…25
Kadı Burhaneddin…30
XIV. Yüzyılın Öbür Divan Şairlerinden Parçalar…35
Şeyhoğlu Mustafa …38
XIV.Yüzyılın Hükümdar Şairleri…43
XV.Yüzyıl …47
XV. Yüzyılın Başlıca Divan Şairleri…51
Şeyhî…53
Ahmed Paşa …64
Necati Bey …68
Ahmed Dâî …73
Yazıcıoğlu Mehmed…78
Şeyh Bedreddin Menakıbı…81
XV. Yüzyılın Öbür Şairlerinden Parçalar…88
XV. Yüzyılın Hükümdar Şairleri…97
XV. Yüzyılda Nesir…105
Âşıkpaşazâde …107
Sinan Paşa…115
Yazıcıoğlu Ali …118
XVI. Yüzyıl Divan Şiiri …123
Fuzûli …127
Bâkî…155
Hayâlî Bey…169
Kemâl Paşazâde…174
Taşlıcalı Yahyâ Bey…179
Nev’î …185
Bağdatlı Rûhî …189
XVI. Yüzyılın öbür Şairlerinden Parçalar…194
XVI.Yüzyılda Şair Pâdişahlar …200
XVII. Yüzyıl …211
Nefî …215
Nâbî …229
Şeyhülislâm Yahyâ Efendi …244
Nâilî ve Neşâtî …249
XVn. Yüzyılın Öbür Şairlerinden Parçalar …253
Koçi Bey…257
Kâtip Çelebi …260
Evliya Çelebi…273
Naîmâ…296
XVIII ve XIX Yüzyıllar Divan Şiiri …303
Nedîm…309
Şeyh Galib…327
Nahifi …347
Koca Ragıp Paşa …350
Enderunlu Fâzıl…353
XIX. Yüzyıldan İki Şair…361
XEX. Yüzyılın Öbür Divan Şairlerinden Parçalar…370
Divan Şiirinde Biçim Özellikleri …374

Sönmez seher-i haşre kader şi ’r-i İradîm ‘’Bir meş ’aledir devredilir elden ele – Yahya Kemal

Evet, bu eski şiir, kıyamet sabahı­na kadar sönmeyecektir.

Kimliğini aramaya başlayan mil­letimiz, beynine Batı balyozu ile vurulup sersemletilmiş uyurgezer bir asırdan sonra, aşkını, felsefesi­ni, inancını ve kimsede olmayan nurlu, şefkatli duygularını biraz da bu dîvanlarda bulacaktır.

Biraz da türkülerimizde, saray ve mabet mimarimizde, musikimiz­de, nakışlarımızda, masallarımız­da, koşmalarımızda, efsaneleri­mizde ve elbette yüce dinimizin derununda bulacaktır.

Ahmet Kabaklı

GİRİŞ

Türk divan şiirinin ilk verimleri, 13. yüzyıl sonunda görülür. Sonraki asırlarda parlak çağını yaşayan bu edebiyat, 19. yüzyıldan sonra büyük şairler çıkarmaz olur. Bünye ve medeniyet değişmeleri ile tabiî ömrünü tüketerek yerini Batı’dan etkilenmiş başka tarzda şiir­lere bırakır. Divan edebiyatı, kabataslak üç zaman bö­lümüne ayrılabilir: Bunlara kuruluş, yükseliş ve taklit dönemleri diyebiliriz.

KURULUŞ DÖNEMİ

13. 14. ve 15. yüzyıllardır. Bu dönem şairleri, İran edebiyatında gördükleri biçim ve muhteva özellikleri­ne yönelirler. Bunları büyük kısmiyle Türk edebiyatı­na aktarmayı düşünürler. Çünkü o çağlarda İran ede­biyatı, göz kamaştırıcı bir seviyededir. İran Anado­lu’nun Avrupası gibidir. Acem şairleri üstün görül­mekte ve onlara benzer biçimler, hayaller, mazmunlar düşürmek, büyük bir hüner sayılmaktadır. Türk şairle­ri, İran ustalarına ulaşmak istediklerini ve onları ör­nek tuttuklarını her zaman ifade ederler. Bazılarının, büyük İran şairlerine denk bir seviye tutturmakla öğündükleri görülür.

Nitekim o kadar incelmiş ve işlenmiş olan Fars dili­nin anlatım kolaylığı, Türkçede yoktur. Şairlerimiz ise, Türk halkınca konuşulan dilin güzelliğine ulaş­mak için zahmete katlanacak ve eserlerini onunla yazacak bir anlayışa sahip değillerdir. Yunus Emre’nin halk ve tekke şiirine açtığı sade Türkçe yolunun farkı­na bile varmamışlardır. Bu yüzden, ana dilin katı ve ifadesiz olmasından boyuna şikâyet ederler. O dille, İran şiirindeki ince hayallere ve güzel buluşlara erişil­mesini imkânsız sayarlar.

İran’dan alman aruz vezni ayrı bir meseledir. Şair­ler, Tükçeyi bu vezne ve örnek tuttukları İran şiirine uydurabilmek ve benzetebilmek için çok sayıda yaban­cı kelime ve terkipler kullanmaya mecbur olmuşlar­dır. Çünkü Türkçe, aruz veznine kolayca uygulanma­maktadır. (Bk. Türk Ed. Cilt I, Aruz vezni s. 659) Takli­de yönelmiş bu çabalar yüzünden divan şiiri (ve bil­hassa nesri) geleceğinde halk Türkçesinin saflığı kay­bolup anlaşılması güç bir şiir dili ortaya çıkmıştır. Ge­lecek asırlarda daha da koyulaşan bu dile, (sonradan) Osmanlıca adı verilmiştir. Şunu da söyleyeyim ki, ku­ruluş devri divan şairleri, teknikçe kusurlu olsalar bi­le sonra gelen büyük şairlerden daha açık ve sade dil­le yazmışlardır.

YÜKSELİŞ DÖNEMİ

İstanbul fethi ile başlayıp 18. yüzyıl sonralarına ka­dar süren bu çağ şairleri, sırf İran üstadlannı değil, kendilerinden önceki Türk şairlerini de örnek tutar­lar. Yani divan edebiyatı artık klâsik bir edebiyattır. İs­tanbul şairleri, kendilerini İran şairlerine eşit, hatta onlardan üstün görmeğe başlamıştır. Bu üstünlük duy­gusunun sebepleri vardır: Bir kere Osmanlı imparatorluğu çok büyümüş, İran, siyasî bakımdan hiçe sayıl­mıştır. İstanbul bütün dünya şehirlerini geride birakan bir refah ve kültür doruğuna ulaşmıştır. Üstelik İran edebiyatının altın çağı geçmiş, 15. yüzyıldan son­ra büyük üstatlar çıkaramaz olmuştur. Türk divan edebiyatı ise 16. asırlardan itibaren eşsiz şairler yetiştir­meye başlamıştır:

TAKLİT DÖNEMİ

19. yüzyıl başlarından itibaren divan şiiri ömrünü bitirmiş, yaratıcılığını yitirmiş olarak bir taklit devre­sine girer. Büyük İmparatorluk artık bir hasta adam­dır. Edebiyat da kansızlaşmış ve büyük üstadlar çıkar­maz olmuştur. Uzun ömürlü divan edebiyatı, zaten ye­niliklere açık ve elverişli de değildir. Ülkede birçok kurumlar Batıya yönelmiştir. Büyük bir medeniyet de­ğişimi hamlesi ile, batı etkisinde yeni bir Tanzimat edebiyatı başlar. 19. yüzyıl ortalarında divan şiiri son nefesini verir.

Bu eserde, divan edebiyatının yüzyıllar içindeki sey­rini ve başlıca şairlerini göreceğiz.

XIII. ve XIV. YÜZYIL

TARİHÇE

13. yüzyılda Anadolu, Selçuk sultanlarının hükmündendir. Anadolu Selçuklulan’nın hem parlak çağlan hem de yıkılışları bu asırda olup bitmiştir. Nitekim, 1220 yılında Sultan Alâeddin, bu devleti manevî hava ve maddî kudret bakımlarından en üst sınırlara ulaştırmıştır. Ama, 1232 yıllarında Anadolu’ya Moğol saldı­rıları başlar başlamaz, Selçukluların yıldızı sönmeye yüz tutar. Bir uçtan Moğolların zulüm, çapul ve yağma­lan halkı sindirirken, öte uçtan türeyen eşkıya çetele­ri ve irticaî mezheptarîkat isyanları ile bozguncular hem devleti, hem halkı dermansız bırakmıştır. Güven­lik ve refah azaldıkça Selçuklu hükümeti de beceriksizliğe, yoksulluğa, zulme meyletmiş, bu yüzden halk­la devletin aralan açılmıştır. Yüzyıl sonunda, ülkemi­zin her yanı, başına buyruk derebeyleri ile dolmuş ve Selçuklu devleti, 1308’de resmen sona ermiştir.

EDEBÎ DURUM

Öte yandan, 13. yüzyıl, Oğuz Türkçesi ile Anadolu Türk edebiyatının temelleri atılan çağdır. Çünkü, Selçukluların en büyük hizmetleri Anadolu’yu Türkleştir­mek olmuştur. Yapılan akınlar, küçük fetihler, iç mü­cadeleler ile Malazgirt’ten Üsküdar’a kadar bütün Anar dolu’da Müslüman Türk nüfusu, ötekilerle at başı be­raber olmuştur.

Selçuklu Türkleri, (bugün de eserleri görüldüğü üz­re) Anadolu’nun en büyük onarıcılarıdır. Bütün yıkım ve yağmalara rağmen Konya, Sivas, Erzurum, Kara­man, Harput, Malatya vb. gibi büyük Türk şehirlerinin gelişmesi onlar zamanına rastlamaktadır. Toprakları­mız üstünde, cami, medrese, saray, türbe, kervansaray olarak en güzel ve sağlam mimarlık eserlerini onlar bı­rakmışlardır. Bu durum büyük şehirlerde çok kuvvetli fikir, sanat ve ilim muhitlerinin doğmasını sağlamış­tır. O çağda: İslâm dünyasının her yanında ünlü şair ve bilginler gelip Anadolu şehirlerine yerleştiler. Türkis­tan’dan Ahi göçleri ve Horasan erenlerinin gelişi de Selçuklu devrinin yadigârıdır. Bu gelen San Saltuk, Hacı Bektaş, Mevlâna benzeri dâhiler, millî, dinî ve ta­savvuf! üç ruh hamlesi ile yeni bir Anadolu Türklüğü yoğurdular. Tarikatler, teşkilâtlar kurdular. Saray ve konaklarda rağbet görüp ağırlandılar.

Gerçi, Konya sarayının Gaznelilerden ve Büyük Sel­çuklulardan kalma yanlış bir geleneği vardı. Halkının büyük kısmı ve hanedanları Türk olan bu devletler, resmî dil olarak daha çok Farsça’yı kullanıyorlardı. Yüksek tabaka aydınları (bu arada Mevlâna ve oğlu bi­le) Farsça şiir yazıyorlardı.

Ama, şehir aydınlarının ve devletin halka pek uzak oluşları, tepkilerini göstermekte gecikmedi. Ahiler, ta­rikatler ve kasaba çevrelerinde yetişen ülkücü aydın­lar, halka seslenen tekke şiirlerini çıkardılar. Aynı za­manda, aydın zümre şairlerinin b azılan da, ileriki çağ­larda çok gelişecek olan divan şiirinin ilk manzumele­rini yazdılar.

Türk divan şiirinin 13. yüzyılda başka temsilcilen de olsa gerektir. Bu yüzyüda tekke ve din şairleri için­de yer alan Mevlâna Celaleddin, Sultan Veled ve Ahmet Fakih gibi şairler divan şiirinin de ilk temsilcilen sayılabilirler.

yüzyılın ortalarına kadar Anadolu, küçük beylik­ler arasında bölüşülmüş durumdadır. Ülkeye hükme­den tek devlet gücü mevcut değildir. 1308’de resmen yıkılan Selçuklunun vatanı kargaşa içindedir. Derebeyler arasında sülâle ve toprak kavgaları almış yürü­müş, halkın vaziyeti bir önceki yüzyıldan daha beter olmuştur. Zorlu isyanlar çıkmış; güvensizlik ve kanun­suzluk dağı taşı tutmuş, tarikatlerin çoğu bozguncu şeyhlerin öncülüğünde yıkıcı hareketler yapmıştır.

Ne var ki, Anadolu Hıristiyan kalelerinin birer birer fethi işi de tamamlanmak üzeredir. Cesur beyler, Alperenler, gayretli ahi reisleri, maddî manevî bitimsiz bir cihad içindedirler. Zaten bir takım beylikler de yavaş yavaş büyümeğe ve bir devlet gücüne ulaşmağa başla­mışlardır. 14. yüzyılın ilk yarımında Karamanoğulları, ikinci yarımında Osm an oğulları önem kazanmaktadır.

Geçen yüzyılın sonunda Selçuklulara hedef olarak Konya’yı başkent edinen Karaman Oğullarından Meh­met Bey’in 1277’de:

Şimden giril dîvanda, dergâhta, bârigâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.

Diye bir ferman çıkardığı söylentisi, dilimize büyük bir hizmet olduğu kadar… Kendilerini İran sarayları­nın büyüsüne kaptırmış olan bazı Anadolu Türk sultan ve beylerinin, millî kültüre dayanış ve saygılarını gös­termek bakımından da dikkat çekmektedir. Selçuklu sultanlığının enkazı üzerinde ortaya çıkan bu beyler, Arapça bilmedikleri için şair ve bilginler, onlara Fars­ça, Arapça eserler sunamayıp Türkçe eserler yazmak zorunda kalmışlardır. Nitekim resmî devlet dilinin Farsça olması gibi büyük bir kusur, Selçuklulardan sonra artık hiçbir Türk devletinde görülmemiştir.

Yüzyılın başında Söğüt yöresinde küçük bir beylik olan Osman Oğullan ise, yavaş yavaş, Anadolu’nun bü­tününe el koyan ve Trakya’da zaferler kazanan sayılı bir devlet hâline gelmektedir.

Yüzyılın başında (bilhassa I. Murad Han ve Yıldırım Bâyazîd zamanlan,) ülkenin büyük kısmında millî ve siyasî birlik sağlanabilmiştir. Bursa, büyük bir Türk başkenti olunca, birçok bilgin ve sanatçılar oraya toplanmış… Kurulan saray ve konaklar çevresinde divan edebiyatı da gelişmeğe başlamıştır. Aynı dönemde, Anadolu’nun uzak bölgelerinden hatta Anadolu dışın­dan da, divan zevki ile manzumeler yazan Türk şairleri çıkmaktadır. 14. yüzyıl divan şiirinin başlangıç asrı­dır. Ancak bu devrin Türk Tekke edebiyatında zirve şa­irler yetiştirdiği de hatırlanmalıdır.

Bu yüzyılda yetişen Divan şairleri arasında:

Nesimî, Hoca Mesut, Ahmedî ve Kadı Burhaneddin önemlileridir. Ayrıca Elvân Çelebi, Mes’ud bin Ahmed Fahri, Yûsuf Meddah, Kemâloğlu, Şeyhoğlu Mehmed ve Pir Mahmûd gibi birer mesnevisini bildiğimiz şair­ler vardı.

yüzyıl Osmanlı Padişahlarından Sultan Os­man’ın olduğu sanılan bir şiir ile Murad Hudavendigâr’ın Kosova muharebesinden önce yaptığı duanın manzum şekli ve yine Yıldırım Bâyezîd’in bir gazeli de metinler arasında görülecektir.

HOCA DEHHANI

On üçüncü yüzyılda yaşamış olup da eserleri ele geçen biricik divan şairi Hoca Dehhanî’dir. Ancak bu şairin oldukça işlenmiş bir şiir üslûbu olduğuna göre ona çağdaş, başka şairlerin varlığı da kuvvetli ihtimaldir. Araştırmalar belki yeni isimler getirecektir.

Dehhanî’nin hayatı üstüne çok az şey biliyoruz. Esasta Horasanlı olduğu Konya Türk sultanı Alâeddin Keykubâd’a (I. veya III.) kasideler sunduğu sonra yine Horasan’a dönmek için ondan izin istediği Yarcani’nin “şahnâme”sinden anlaşılmaktadır. Ele geçen şiirlerden başka bir de Selçuk Şehnâmesi yazdığı bilinmek­tedir. Fakat bu eser, ele geçmemiştir.

Dehhanî üzerinde daha yeni araştırmalara ihtiyaç vardır. Onun diye gösterilen şiirlerden bazılarının Ke­mal Paşazâde’ye ve Resmî’ye ait olduğunu, Hikmet İlaydın (.Dehhanî’nin şiirleri” Türk Dili s. 277) ortaya çıkarmıştır.

Son araştırmalara göre Hoca Dehhani ‘nin XV. yüz­yılda yaşadığını ve bu asrın önemli bir şairi olduğunu da belirtmek gerekir (Faruk Akün, Divan Edebiyatı Di­yanet İslâm Ansiklopedisi)…

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Yedi Gezegenin Sırrı

Editor

Emrah Serbes – Son Hafriyat – Behzat Ç.

Editor

İki Yeşil Su Samuru

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası