Roman (Yabancı)

Dokuz Günlük Kraliçe -Alison Weir

Epsilon Yayıncılık, Alison Weir’in hayal gücüyle birleşen tarihi gerçekleri Dokuz Günlük Kraliçe ile okuyucusuna sunuyor.
Damarlarında kraliyet kanı taşıyan Leydi Jane Grey’in ilgi uyandıran ve şok etkisi yaratan hayatını okurken özgürlük bilinciniz değişecek, kaderin varlığına inanacaksınız.
Hilekâr bir babanın ve merhametsiz bir annenin kızı olan Leydi Jane Grey, adından çokça söz edilen büyük dayısı Kral VIII. Henry’nin ölümü ile yaşanacak çalkantılı dönemin tanığı olur. Erkek varisleri olmadığı için hayal kırıklığı yaşayan ailesi, zeki ve itaatkâr olan Jane’i tehlikeli bir oyunda piyon olarak öne sürer. Fakat Jane’in kuzeni, Kral VIII. Henry’nin varisi, Kral VI. Edward’ın zamansız ölümü planlarını bozar. Jane, birdenbire kendisini bir egemenlik mücadelesinin ortasında bulur. Gizli dünyasında kitaplarıyla başbaşa kalmayı tercih eden Jane, tahta geçmek gibi bir hırsı olmamasına karşın ihanet, entrika ve trajedi saçan bir ateş kasırgasının önde gelen ismi haline gelir.

ÖNSÖZ
14 KASİM 1553
Bini. Yargılanma sürecim sona erdi, bu yüzden yeniden Londra Kulesi’ndeyim, burası bir zamanlar benim sarayımdı, şimdi ise hapishanem.
Yatağımda oturuyorum, parmaklarım gevşek yünden yatak örtüsünün üzerinde geziniyor. Şömine çoktan yakılmış, ateş keyifle çıtırdayarak dans ediyor. Ama ben titriyorum. Ben anık hüküm giymiş masum bir vatan hainiyim. Başhakimin sarf ettiği sözler halâ kulaklarımda yankılanıyor, Kralıçe’nin enimle beni asılarak ya da boynum vurularak idama mahkûm etti.
Her insanın düşününce bile ürperebileceği bu sözler bir hayli korkutucu, özellikle de bu dünyada sadece on altı yaz mevsimi geçiren benim için Daha henüz yaşamaya başlamışken, öleceğim Beni endişelendiren sadece ölmek değil, nasıl öldürüleceğim. Acımasız bir şekilde öldürüleceğimi düşündükçe korkudan ürperiyorum, boynum karıncalanıyor ve genellikle beni sakinleştiren yanmış odun kokusu midemi bulandırıyor. Çığlık atmak istiyorum. Istıraba doğru sürükleniyorum, sık sık o sözleri duyuyorum ve onların bunları bana gerçekten söylediklerine inanamıyorum.
Bu benim değil, Tanrı’nın isteği. Ve tabii ki Kraliçenin. Ağır cezalar alabilecek bir suç işlediğimi ve ne yaptıysam ölümü hak ettiğimi açıkça kabul ediyorum, yine de vicdanım ve iradem buna boyun eğmiyor, buna son nefesimi verene dek karşı çıkacağım. son nefesim. Ah Tanrım.
Oysa bana inandığını söylemişti. Kraliçe benim açıklamamı kabul etmiş ve bu kararın sadece bir formalite olduğunu söylemişti. Boğulmakta olan bir denizcinin bir ağaç parçasını yakalamaya çalışması gibi, bu sözlere nasıl da tutunmaya çalışmıştım. Kraliçe’nin bana sinirlendiği açıkça belli olsa da, gençliğime merhamet göstereceğini söylerken bir hayli memnun görünüyordu. Bu gibi bir planı benim geliştirmediğimi, diğerlerinin hırslarıyla beni oyunlarına dahil ettiklerini biliyor olmalı.
Ona güvenebilir miyim? Bana söz verdi, hem de kraliyet sözü, kraliçe sözü! Burada, basit eşyalarla döşenmiş bu küçük ve huzur verici odada paniğe kapılırken kendimi toparlamam gerektiğini biliyorum. Ona güvenmem gerekiyor! Vermiş olduğu sözün arkasında duracağına inanmam gerekiyor!
Yatağıma uzanıyorum ve gözlerimi dikip tavana bakıyorum. Dua etmeyi deniyorum ama o bilindik sözler bir türlü dilimin ucuna gelmiyor. Yorulmuş, tükenmiş olduğumu hissediyorum, hissiyatım tuzla buz olmuş gibi. Tek istediğim uyumak ve bu yolla, yaşadıklarımı, korkularımı bilincimden silmek. Fakat gözlerim kapanır kapanmaz korku dolu rüyalara dalıyorum. Istırap verici bir rüyaya sürüklenirken sesler duyuyorum, herkes hep bir ağızdan konuşuyor. Hepsini tanıyorum. Hepsi kaderimin şekillenmesinde rol aldılar.

BRADGATE MALİKÂNESİ. LEICESTER SHIRE, EKİM 1537

Doğum sancım, bahçede keyifle yürüyüş yaparken başlıyor. Rahmimden beklenmedik bir şekilde çok miktarda sıvı boşalıyor. Daha sonra, hizmetçim önü getirmek ve yardım çağırmak için koşuşurken, belimden karın boşluğuma doğru hafif bir sancı yayılıyor. Çok geçmeden herkes etrafıma toplanıyor Ebeler ve kadınlar malikanenin uzun girişi ve meşeden yapılmış merdivenleri boyunca bana yardım ediyorlar Zarif giysimi üzerimden çıkarıp. üzerime boyun ve yelek özenle işlenmiş, beyazlatılmış ketenden bol bir hamile gömleği giydiriyordu. Beni hemen yatağıma yatırıyorlar ve dudaklarıma gösterişti bir kadehten tatlı şarap dayıyorlar. İçmek istemiyorum ama onları memnun etmek için bir kaç yudum alıyorum Leydilerimden ikisi yanı başımda oturuyor, onların işi doğumun bezdirici saatlerinde gevezelik yapıp dikkatimi başka tarafa çekmek. Moralimi yerinde tutmaya ve sancılar şiddetlendikçe beni cesaretlendirmeye çalışıyorlar
Ve sancılar şiddetleniyor. Bir saatten daha az bir zaman içinde, şiddetli sancılanma eşlik eden belli belirsiz acı, birdenbire bıçak gibi keskin bir hale dönüşüyor. Ama buna katlanabilirim. Damarlarımda kraliyet kanı taşıyorum ve bu da beni yüreklendirip sessizce yatmamı, haykırışlara direnmemi sağlıyor. Çok yakında, Tanrı izin verirse, oğlumu kollarımın arasına alacağım. Oğlum, diğerleri gibi erkenden ölmemeli. Ah. o bölge kilisesinin kayrak taşları altında yatan küçücük bebekler… Hiçbiri yeteri kadar uzun yaşamadı, emeklemeye bile fırsatları olmadı. Aşırı duygusal biri değilimdir; çevremdeki birçok insanın, beni bir kadına göre Fazlasıyla dayanıklı ve irade sahibi bulduklarını da biliyorum. Hana, tanışmalarımızın birinde kocanı hırçın bir kadın olduğumu bile söylemişti. Fakat yüreğimde, o kaybedilen iki bebek için, kimsenin bilmediği ve henüz olgunlaşmamış gizli bir yer var
Bu üçüncü hamileliğin, beni sık sık bu gizli yere ziyarete götürmesi, bu gizli yeri hafifçe yoklaması, tedirgin etmesi ve geçmiş üzüntüler hâlâ acı verebiliyor mu, diye yeniden sınaması çok normal. Böylesi bir zaafı kendime yasaklamam gerektiğinin farkındayım. Ben, Kral Henry’nin yeğeniyim. Annem, İngiltere’nin prenseslerinden biri ve Fransa Kraliçesiydi. Korumalarıma boyun eğmekten vazgeçerek kraliyet ailesine yaraşır bir saygınlıkla, doğum sancısına katlandığım gibi kaybımın acısına da katlanmalıyım Bu kuruntuların taşıdığım çocuğa zararı dokunabilir. Ebeler de rahatlatıcı sözlerle beni bu konuda ikna etmeye çalışıyorlar. Benim de, bu konuda daha iyimser ve umutlu olmam gerekiyor  Bu kez onu iliklerimde hissediyorum.Tanrı ölesiye arzuladığımız bir oğlu bize verecek.
Bir saat daha geçiyor her bir kasılma arasında kısa kısa nefes alıyorum. Neyse ki sancım hâlâ tahammül edilebilir ölçüde.
Mumları ve su dolu leğenleri taşıyan kadınlar etrafımda haddinden fazla telaşlanırken, ebe. rahatlatıcı bir ses tonuyla, “İhtiyaç duyuyorsanız haykırın Leydim,” diyor. Keşke hepsi uzaklaşsalar ve beni rahat bıraksalar. Keşke bu sıcak ve kokuşmuş odayı biraz havalandırsalar. Gündüz vakti olmasına rağmen pencereler renkli ve desenli kumaştan kalın perdelerle kapalı olduğundan yüzünden oda kapkaranlık Pencerelerin kapatılması için ebe emir vermiş ve, “Cereyan bebeğe dokunabilir onu tehlikeye sokmamalıyız. Leydim.” diyerek beni uyarmıştı. Hatta, bebeği ürkütebilecek bir durum olup olmadığından emin olmak için perdelen bizzat kontrol etmişti.
Ben uzanmış sancılarla boğuşurken. O da, ‘Ateşi hazırlayın!” diyerek yardımcılarına talimat veriyor. İnliyorum; burası epeydir fazlasıyla sıcak ve ben bir domuz gibi terliyorum. Ebe de bunun farkında. Ebe işaret verince yardımcılar alnıma nemli bir bez koyuyorlar. Çarşaflar terden sırılsıklam olduğu halde nemli bez az da olsa sıkıntımı hafifletiyor
Yeni gelen sancıyla soluğum kesiliyor.   .
“Bağırabilirsiniz Leydim,” diyor ebe yeniden  Ama bunu yapmıyorum.

Kendimi bu kadar da teşhir edemem. Bu, benim çok fada canımı sıkan ve tam anlamıyla küçük düşürücü olduğunu düşündüğüm bir durum. Doğum halinde olmama rağmen mevkiimin farkındayım. Yavrusunu doğurmak için zorlanan bir hayvan gibi doğurmaya çabalıyorum; doğurmakla olan sıradan bir beygirden hiçbir farkım yok ve onun da methedilecek bir tarafı olabileceğini düşünmüyorum. Böyle konuşmak, en az küfür kadar günah biliyorum ama Tanrı kadını yaratırken pek de adilce davranmamış. Biz. zavallı kadınlar bu acıya katlanırken, erkekler sadece sefasını sürüyorlar. Olur da Henry bunları duyarsa, beni…
Bir şeyler oluyor. Yüce Tanrım, neler oluyor? Merhametli İsa, bu acı ne zaman sona erecek?
Ebe örtüleri bir kenara çekiyor, şişkin ve bir o kadar gergin vücudumu ortaya çıkarmak için gömleğimi kaldırıyor; yataktayım, dizlerim bükülmüş, kalçam ayrık ve usta parmaklar beni yokluyor. Ebe, tatminkâr bir tavırla başını sallıyor.
“Yanılmıyorsam, bu küçük delikanlı fazla aceleci,” diyor yanında telaşla bekleyen leydilerime.
. “Hazır mısınız? Şimdi!” diye bağırıyor övünç ve neşe içinde “Haydi, itin Leydim, itin!”
Tüm gücümü topluyorum, derin bir nefes alıp, büyük bir çabayla geri veriyorum. Bebeğin geldiğini hissedebiliyorum! Çenemi göğsüme dayıyorum ve söylendiği üzere kuvvetlice ıkınıyorum. Ve mucize gerçekleşiyor. Mukus ve kan akımının içinden küçük, ıslak bir şey kayıyor. Bir ıkınma daha ve o, ebenin sevinçle bekleyen ellerine uzanıyor. Hemen, kalın kumaştan bir örtüye sarılıyor. Bir an, buruşmuş şeftaliye benzeyen yüzünü görüyorum. Bana hayatta olduğunu isaret eden, kedi miyavlamasına benzeyen bir ağlama sesi duyuyorum.
Ebe tereddütle, “Güzel bir kız, Leydim,” diyerek haber veriyor “Hayatta ve sağlıklı.”
Hiçbir aksilik yaşanmadan, sağlıklı bir bebek doğurduğum için Tanrı’ya şükretmeliyim ve mutlu olmalıyım. Oysaki ruhum daralıyor. Tüm bunlar… boşuna.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Peter Pan Ölmeli

Editor

Allah Senden Razı Olsun Bay Rosewater

Editor

Zazie Metroda (Zazie dans le métro) ve Raymond Queneau

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası