Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Dokuz Yüz Katlı İnsan

Her yükseliş ve bir üst kata çıkış, terk edilen kattaki alt kişiliğimizin ölümünü temsil eder.O zaman usulca o kata inip o rolü oynayan oyuncunun kulağına sevgi, anlayış ve muhabbetle “Evet sen bensin ama ben sadece sen değilim!” diyerek hayatımızda o rolün hükmüne son verebiliriz. Hem onu aslında nefret ettiği bir varoluş tarzından kurtarmış hem de kendimize bir yükseliş imkânı sunmuş oluruz! Rolün yani alt kişiliğin terk edilmesindeki en büyük engel, bir üst katın varlığını bilememek, yani rol giderse boşluğa düşerim kaygısıdır. Hâlihazırda öğretilen psikoloji, içimizde var olan potansiyele işaret etmediği için, ne yazık ki bizler rollere ve hâllere kilitlenip kalırız. Bir üst katın varlığından habersiz olan modern psikoloji bilimi, bir bakıma bu kaygıyı tasdik etmiş olur.

Hiç şüphe yok ki, içimizde bir yerlerde bilge bir sanatkâr gizli ve bu sanatkâr her gece bizlere birbirinden değişik oyunlar sunuyor. Amacı, içinde bulunduğumuz hayat sahnesinin sadece bir oyundan ibaret olduğunu ve bu sahnede bizi temsil
eden kişilerin sadece birer oyuncu olduğunu bizlere göstermek.

İsviçre’de eğitim görmüş, pratik yapmış, psikoloji biliminin yanı sıra meditasyon ve yoga gibi Yeni Çağ akımlarını deneyimlemiş ve tasavvufu bir yaşam biçimi olarak benimsemiş Psikiyatr Dr. Mustafa Merter, bu kitapta çiziyor. Haritayı elimize alıp Freud, Jung, Maslow gibi psikoloji biliminin önde gelen kuramcılarıyla Charles Tart, Ken Wilber gibi farklı bilinç hâlleri ve hâl psikolojisinde yepyeni ufuklar açan son dönem düşünürlerin kirleri arasında özgürce dolaşıyoruz.
Kaybolma ihtimali yok. Zira rehberimiz başta Hz.Mevlânâ ile İbn Arabi olmak üzere tasavvuf büyükleri.Bu çok özel gezintinin adı ise Benötesi Psikolojisi. Rüyalar ve aktif hayal kurma teknikleriyle tedavinin nasıl uygulandığını görecek,psikospritüel kriz
ve Kaliforniya Sendromu gibi problemlerle nasıl başa çıkabileceğimiz üzerinde kafa yoracaksınız. İnsan ruhunun kat kat derinliklerine indiğiniz gibi kat kat yükseklerine de çıkacaksınız bu gezintide. Yolun sonlarına geldiğinizde psikolojiye ve insana,bu yeni çehresiyle daha çok inanacak atta muhabbetle yaklaşacaksınız..

Aziz dost! Sen, tek bir kişi değilsin;sen bir âlemsin! Sen derin ve çok büyük bir denizsin. Ey insan-ı kâmil! O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce âlem, o denize gark olup gitmiştir! Bu konuyu anlatmak; uyanıklığın da uykunun da elinde değildir. Zaten bu dünya ne uyanıklık ne de uyku yeridir!
(Hz.Mevlânâ,Mesnevi,cilt 3-4,s.94)

1. Giriş: Bilinçdışının Keşfinin Kısa Tarihçesi

Azîz dost’ Sen, tek bir kişi değilsin; sen, bir âlemsin! Sen derin ve çok büyük bir denizsin. Ey insant kâmil! 0 senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce âlem, o denizde gark olup geçmiştir. (Hz.Mevlânâ, Mesnevi, cilt 34, s.94, çev. Ş.C.)
Yeni Çağda, Batı dünyasında, insan konusunda yapılmış en çarpıcı keşif nedir diye sorarsanız benim buna cevabım “bilinç dışı” olur. Oturduğu katın altında başka katların olmadığını varsayan insan, günlerden bir gün odalardan birinde gizli bir kapı keşfediyor. Cesaretle merdivenleri inerek Yerebatan Sarayı’nın mahzenlerine giriyor! Aslında insanlık bu mahzenlerin varlığını bir şekilde biliyor ama her nedense, tarih boyunca bu alacakaranlık âlemin modern dünyada olduğu kadar sistematik bir analizini yapamıyor. Nasıl oluyor da Yeni Çağ Batı medeniyeti, bu mahzenleri keşfediyor sorusuna cevap verebilmek için, öncelikle Rönesans sonrası Batı medeniyetinin gidişatını irdelememiz gerektiğine inanıyorum. Ancak bu çerçevede modern psikolojinin tarihsel doğum sürecine anlam verebiliriz. H.F.Ellenber ger’in Bilinçdışının Keşfi kitabından esinlenerek sizlere bu analizi sunuyorum:1
17. yüzyılın başlarında Avrupa kıtasında, dünyanın geleceğini belirleyecek, sessiz ama güçlü bir devrim gerçekleşti. Batı medeniyetinin ritmini belirleyen ve hâkim dinî otorite olan Orta Çağ Katolik kilisesinin, insanlığın müşterek mirası olan tevhit inancından kopmasıyla birlikte dogmatik, dar görüşlü ağırlıklı bir insan ve dünya kavrayışı oluşmuştu.2
Luthter ve Calven’in başını çektiği Protestanlık hareketin temelleri çatırdamaya başlayan Hristiyan dinine yönelik bir ,:kurtarma operasyonu” olarak düşünebiliriz. Sonraki yüzyıllarda gerçekleşecek olan Hristiyanlığın çöküşü, bu sayede bir süre dal: geciktirilmiş oldu.
Kilise içerisinde bu iç çatışmalar sürerken, bir yandan da Avrupa medeniyetinde başka dinamikler beliriyordu. Bunlar sırasıyla Rönesans, Barok, Aydınlanma ve romantizm hareketleriydi Bu toplumsal hareketler bir yandan özgün edebiyat, sanat ve bilimsel yaklaşım alanları oluştururken bir yandan da yeni “hay; tarzları”na yol açıyor, bu görüşler doğrultusunda ideal bir inşa tipi “yaratılmak” isteniyordu. Söz gelimi italya’da ortaya çıka Rönesans, Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinden feyz alara sanatta kusursuz estetiği, insani erdem olarak da Antik Çağ asaletini amaçlıyordu.
ispanya, Fransa ve Avusturya’da ortaya çıkan Barok hareketinin insan ideali, başta hükümdar olmak üzere aristokrasinin en seçkin kişilerinden oluşuyordu. Estetik, yerini devasa yapıtlara bırakmış, bu şahane dekor içerisinde XIV. Lui örneğinde olduğu gibi hükümdar, burjuvazi ve aristokrasiyi mutlak otoritesi etrafında toplamaya çalışmıştır.
Avrupa kıtasında göze çarpan üçüncü önemli medeniyet hareketi ise 1730’larda başlayan Aydınlanma hareketiydi. Kant’ın deyimiyle insanın artık kendi “vesayetini” kazanma zamanının geldiğine inanılıyordu.3
Bu hareketleri psikanalitik açıdan değerlendirirsek, Orta Çağ karanlığından uyanan Avrupa insanı, başlangıçta köklerini antik medeniyet beşiğinde, eski Yunan ve Roma’da arayarak bir anlamda “ana rahmine” geri dönmek istemişti diyebiliriz. Daha sonra ise İdeal babaya yönelmiş, yani hükümdarları aşın yücelterek yetişkinliğe ulaştığını varsaymıştı.
Bütün bu süreçler sırasında din giderek önemini yitiriyordu. 1760’larda İngiltere’de yaşanan Endüstri Devrimi’nin yol açtığı keşiflerle, Batı insanı tabiat güçleri ve madde üzerinde sonsuza dek hükmedeceğini sanarak bir tür “güçlülük sarhoşluğu” yaşıyordu. Orta Çağda yaşadığı varoluş kaygısı azalmış, kendine olan güveni artmış ve mecazi anlamda ana babasından koptuktan sonra artık “göklerdeki babaya”, yani Yaratıcı’ya da ihtiyaç duymayacağını sanmıştı. Hayat felsefesi “sapere aude/kendi bilgeliğine kulak ver”e dönüşmüş ve insan kendi aklına tapar hale gelmişti.
Sekülarizm, rasyonalizm, pozitivizm, filozofik fizikalizm kavramları zihinlere yerleşince matematiksel analiz sayesinde her şeyin, hatta insan ruhunun bile ölçülüp biçilerek anlaşılabileceği varsayıldı. Rönesans hareketine ontoloji varlıkbilim açısından, dar bilinç alanının terk edilişi ve yeni imkânlar sunan
kapsamlı bir bilinç alanına geçiş olarak da bakabiliriz, İlk başlarda bu hareket Orta Çağın hurafelerle dolu, dar görüşlü, skolastik bakışını sorguladığı ve alternatif değerler araştırdığı için yeniden doğuşu temsil etmişti.
Tevhid inancından uzaklaşan kilise tarafından, asırlar boyu aldatılıp istismar edilen Avrupa insanı, bunun ayırdına vararak uluhiyyet ile ilgili bilgilere karşı direnç geliştirmiş, dolayısıyla Tanrısından yüz çevirmişti. Bu hâletiruhiye içerisinde, tanrısal rehberliği yadsıyarak kendi derinliklerine doğru, yalnız başına, dramatik bir Odise başlatmak istiyordu.
Tarih boyunca daha çok dinsel öğretilerin tekelinde olan psikoloji bilimi, böylece dine alternatif bir kurum hâline dönüştü. Bu yolun önderleri ise ileride göreceğimiz üzere, açık veya üstü kapalı bir tarzda, âdeta peygamberlik misyonu üstlenmişlerdi.
Modem psikoloji biliminin çıkış noktası olan Aydınlanma hareketi, aklı öne çıkaran Batılı düşünce sisteminin bel kemiğini oluşturur. Bu bağlamda, 1789 Fransız ve Amerikan ihtilalleri sonrasında din ve düşünce hürriyeti, insanlar arası eşitlik, sosyal devlet, eğitim reformu gibi Batı medeniyetinin temel erdemlerinin ortaya çıkışma tanık olmaktayız.
Bununla birlikte Aydınlanma hareketinin olumsuz olan yönü, psikoloji alanında da tanık olunan, spekülatif nitelikler taşımasıydı. Ellenberger’in işaret ettiği gibi, çok garip bir şekilde, akılcılığı öne çıkaran bu hareket, inanılmaz derecede akıldışı spekülasyonlar da içerebiliyordu.
Mesela Newton’un yerçekimi gücünü keşfetmesinin ardından tüm tabiat güçlerini ihtiva eden bir evrensel güç arayışına gidildi. Medeniyetin beşiği ve asli vatanı Atlantis kavramı ortaya atıldı, insanlığın “ilk dili” araştırıldı. Mesmer, psikolojik yönden insanda “hayvani, mıknatıs bir güç” olabileceğini varsaydı ve tedavilerini bu yönde odaklaştırdı!

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Bir Dünyanın Eşiğinde

Editor

Erkekler Marstan Kadınlar Venüsten – John Gray

Editor

Anna Freud – Ben ve Savunma Mekanizmaları

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası