Taksi Piccadilly meydanına gelince, L o r d Peter e l i n i alnına vurdu ve: — «Hay Allah!» diye söylendi, a Şoför! D u r u r musun b i r dalajka!» B i r otobüsle b i r bisikletliyi sollayıp Lower Re-gent Caddesine sapmak üzere olan şoför, yüzünü buruşt u r d u .
Başım hafifçe çevirdi. L o r d Peter, «özür düerim ahbap!» dedi. «Evde b i r şey unuttum… Geri dönebilir misiniz acaba?» — «Nereye dönecektik, Savile Kulübüne mi?» «— Hayır. Biraz daha öteye. Piccadilly Caddesi, 110 numaraya…»
Adam, «Bilmem ki nasıl etsek…» diye homurdandı. «Halbuki işiniz aceleye benzerdi…» — «Haklısınız muhakkak… Buradan dönüş biraz güç olacaktır ama, ne yapalım arjık, bakıverin bir çaresine!» Taksi, bir t r a f i k memurunun sert bakışları arasında y a r ı m t u r edip döndü. L o r d Peter’in ikinci katında oturduğu dokuz katlı lüks bina, Green Park’m karşısındaydı.
K a p ı y ı açarken, L o r d Peter uşağının sesini duydu. Emektar uşak telefonla konuşmaktaydı: — «Oh, bir dakika, düşes hazretleri, bir dakika! Beyefendi geri döndü… Ayrılmayın lütfen!» — «Bunter! Hayrola, ne oluyor?» — «Anneniz Denver’den telefon ediyor…
Kendilerine sizin bir müzayedeye gittiğinizi söylemekle meşguldüm. Ama o sırada anahtarınızın kilitte döndüğünü duydum…» — «Pekala Bunter, pekâlâ! Sen şu katalogu arayıver! Ya yatak odamda, ya çalışma masamın üzerinde unutmuş olacağım…» Sonra L o r d Peter, gevşek bir tavırla telefon ahizesinin önündeki sandalyeye oturdu. — «Alo! A l o ! Hayrola, anne?
Ne var?» Düşesin sesi, «Oh, hele şükür!» diye cevap verdi. «Seni bulamayacağım diye öyle k o r k u y o r d u m ki.. > — «Az daha bulamayacaktın zaten. Söyle bakal ı m , ne var?» — «Oh, sorma evlâdım, sorma! Çok garip bir şey… Sana haber vermeyi uygun buldum.
Bay Thipps’i tanırsın, değil mi?» L o r d Peter, «Kim? Thipps mi?» diye bağırdı. «Ha, evet evet… Kilisenin damım tamir eden ufak tefek mimar değil mi bu? T a n ı r ı m elbette… E, ne olmuş Thipps’e?»