Roman (Yabancı)

Ejder Ateşi (Draki Serisi – 1)

ejder atesi draki serisi 1 5ed3fd8d54989GİZLİ BİR GERÇEK
EZELÎ DÜŞMANLAR
LANETLİ BİR AŞK

Jacinda bir drakidir… Ejderha soyundan gelen ve en büyük savunma gücü insana dönüşmek olan bir ırka mensuptur. Küçük yaştan itibaren özel yeteneğiyle göze çarptığını ve her hareketinin izlendiğini bilse de, özgürlük onun için her şeyden önemlidir. Halkının en kutsal kuralını çiğneyince hayatı tehlikeye girer ama Will isimli yakışıklı bir yabancı sayesinde kurtulur…

Fakat bu yabancı onun türünden olanları avlamaktadır.
Ailesiyle insanların arasına kaçan Jacinda çevresine uyum sağlamaya çalışır. Tek tutunabileceği dal, içindeki drakiyi canlandıran WilI’dir. Karşı konulamaz bir şekilde ona kapılsa da Jacinda, onun avcı olduğunu bilmektedir. Ondan uzak durması gerekmektedir ama içindeki draki yavaş yavaş öldüğü için en tehlikeli düşmanıyla yakınlaşmayı bile göze almıştır.

Efsanevi güçler ve nefes kesici bir romantizm, tüm beklentileri aşan ve sevgisi kadim bir uçuruma köprü ören bir kızın öyküsünde can buluyor.

*

“Muhteşem ve ustaca yazılmış!
O kadar büyüleyici bir dünva ki hiç terk etmek istemeyeceksiniz!”
—Kerrelyn Sparks

“Jordan heyecan dolu, doğaüstü bir yasak aşk ve tutkuyu anlatıyor. Jacinda tıpkı hikâyesi gibi güçlü ve yürekli. Okurlar bu neies kesici romanı bir solukta okuyacak. Muhteşem bir serinin başlangıcı olan Ejder Ateşi’ni kaçırmayın.”
Romantic Times

***

1

Gölün sakin sularına bakarken bu riski almaya değeceğini biliyordum. Su tamamen hareketsizdi. Parlak bir cam gibi. Karanlık yüzeyini dalgalandıran en ufak bir rüzgâr dahi yoktu. Dağlardan gelen sis, mor bir renge bürünen gökyüzünü kaplamıştı. Hevesli bir soluk dudaklarımdan dışarı döküldü. Yakında güneş doğacaktı.

Azure telaşla yanıma geldi. Bisikletinin ayaklığını indirmekle uğraşmak yerine benimkinin yanına, yere koyup yanıma geldi. “Sana seslendiğimi duymadın mı? Senin kadar hızlı pedal çeviremediğimi biliyorsun.”

“Bu anı kaçırmak istemedim.” Sonunda beklediğim an geldi ve güneş karanlık gölün çevresini saran kırmızı ve altın rengiyle dağların tepesinde yüzünü göstermeye başladı.

Azure iç çekince benimle aynı şeyi yaptığını anladım: Sabah güneşinin tenine dokunuşunu hayal ediyordu.

“Jacinda,” dedi, “bunu yapmamalıyız.” Ama sesi ikna edici olmaktan uzaktı.

Ellerimi ceplerime sokup topuklarımın üzerinde sallandım. “Burada olmayı sen de benim kadar istiyorsun. Şu güneşe bak.”

Azure itiraz edemeden giysilerimi çıkarmaya başladım. Onları bir çalının altına saklayıp suyun kenarında durdum. Titriyordum fakat titremelerimin nedeni sabah ayazı değil, içimi kaplayan heyecandı.

Azure’un giysileri yere düştü. “Cassian bu işten hiç hoşlanmayacak,” dedi.

Kaşlarımı çattım. Sanki ne düşündüğü umurumdaymış gibi. Dün Kaçınma Uçuşu Manevraları sırasında sürpriz saldırıya geçip elimi tutmayı denemiş olsa bile o, benim erkek arkadaşım değil. “Bu anı mahvetme. Şimdi onu düşünmek istemiyorum.”

Bu küçük isyanın nedenlerinden biri de ondan, Cassian’dan uzaklaşmaktı. Sürekli peşimdeydi. Her zaman etrafımda dolanıyordu. Koyu renk gözlerim üzerime dikip beni izliyordu. Bekliyordu. Tamra onu alabilir. Cassian’ın benim yerime Tamra’yı arzulamasını dileyerek çok zaman geçirdim, sürünün benim yerime onu, benim dışında herhangi birini seçmesini istedim. Dudaklarımdan bir iç çekiş döküldü. Bana seçme şansı tanınmamasından nefret ediyordum.

Ama her şeyin kesinleşmesine daha çok vardı. Şimdi bunları düşünmeyecektim.

“Gidelim.” Düşüncelerimi geri plana itip etrafımdaki seslere kendimi açtım. Gri yeşil yapraklarıyla dallar, şafağa karşı şakıyan kuşlar, üzerimi okşayan tatlı sis… Ayak parmaklarımı toprağa sokup içimden ayaklarımın altındaki taşları saydım. Tanıdık çekim hissi göğsümü doldurdu. İnsan görünüşüm eridi, kaybolup gitti ve yerini daha kalın draki derisi aldı.

Yüzüm gerildi, elmacık kemiklerim çıkıklaştı, yavaş yavaş şekil değiştirdim. Burnum değiştiğinde nefes alıp verişim de değişti. Kaslarım gevşeyip uzadı. Kemiklerimin genişlemesinin verdiği his çok hoştu. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Bulutlar gri lekelere dönüşmüştü. Şimdiden aralarında dolaşıyormuşum gibi onları görebiliyordum. Soğuk rüzgârın vücudumu okşadığını hissediyordum.

Uzun sürmedi. Belki de en hızlı değişimlerimden biri oldu. Düşüncelerim bu kadar sakinken, etrafta Azure dışında kimse yokken değişmek daha kolaydı. Pusu kuran bakışlarıyla Cassian yoktu. Korku dolu gözleriyle annem yoktu. İzleyen, yargılayan ve beni tartan kimse yoktu.

Sürekli olarak beni tartıyorlardı.

Kanatlarım büyüdü, sırtımdan biraz daha uzundular. İlk önce uç kısımları özgür kaldı. Zarımsı doku yumuşak bir iç çekişle gerildi. Sanki onlar da rahatlamanın ve özgürlüğün peşindeydi.

Tanıdık titreşim göğsümü doldurdu. Kedilerinkini andıran bir mırıltı gibi… Dönüp Azure’a bakıp hazır olduğunu gördüm. Çok güzel görünüyordu. Parlak mavi. Gittikçe artan gün ışığı sayesinde draki derisinin mavisinin içine dağılmış pembe ve mor tonlarını görebiliyordum. Bu tonlar o kadar belirsizdi ki daha önce fark etmemiştim.

Ancak şimdi, şafak sökmek üzereyken ve uçmaya hazırlanırken tüm bunlara dikkat ediyordum. Sürünün yasakladığı şeyi yapıyorduk. Ama gece uçtuğunuzda o kadar çok şey kaçırıyordunuz ki…

Bakışlarımı aşağı çevirip zayıf kollarımı kaplayan kızılımsı altın rengi parıltıya hayranlıkla baktım. Düşünceler kaybolup gitti. Ailemin değerli taşlardan ve mücevherlerden oluşan hâzinesinde gördüğüm kehribarları hatırlıyordum. Derimin rengi onların rengini andırıyordu.

Gün ışığına tutulan Baltık kehribarı rengi. İnsanı yanıltan bir renk. Tenimin narin bir görünüşü vardı fakat aslında zırh kadar sağlamdı. Kendimi bu şekilde görmeyeli uzun zaman olmuştu. Tenimde güneşin tadına varmayalı çok uzun zaman olmuştu.

Yanı başımdaki Azure bir kedi gibi mırlıyordu. Göz göze geldik —irisleri büyümüş ve göz bebeklerinin yerini dikey siyah çizgiler almış— ve bütün yakınmalarının bittiğini anladım. Parıldayan mavi gözleriyle bana baktığı sırada, burada olduğuna benim kadar memnundu. Güvenli topraklardan çıkmak için sürünün bütün kurallarını çiğnemiş olsak bile pişman değildik. Buradaydık. Özgürdük.

Topuklarımla kendimi havaya doğru ittim. Kanatlarım sallandı ve havalandım.

Hafif bir dönüşün ardından göğe yükseldim.

Azure hemen yanımda, kahkahalar atıyordu, sesi boğuk ve içtendi.

Rüzgâr üzerimizden esip geçerken gün ışığı tenimize tatlı öpücükler konduruyordu. Yeterince yükseldiğimizde Azure aniden durup dalışa geçti ve bir renk karmaşası halinde göle doğru pike yaptı.

Dudaklarımı büzdüm. “Gösteriş budalası!” diye seslendim. Draki kelimeleri gırtlağımın derinliklerinden dökülürken arkadaşım göle daldı ve dakikalar boyunca suyun altında kaldı.

Su drakisi olduğundan ne zaman suya girse vücudunun iki yanında yüzgeçler beliriyordu ve bunlar suyun içinde hayatta kalmasını sağlıyorlardı… İstese hayatı boyunca orada kalabilirdi. Ejderha atalarımızın hayatta kalmak için ihtiyaç duyabileceğimizi düşündüğü pek çok yararlı yetenekten biriydi bu. Ama hepimiz bu özelliğe sahip değildik. Benim bu yeteneğim yoktu.

Ben başka şeyler yapabiliyordum.

Gölün üstünde uçup Azure’un çıkmasını bekledim. Sonunda etrafa sular saçarak dışan fırladı, mavi vücudu ışıl ışıldı ve kanatlarından sular damlıyordu.

“Hoş bir numara,” dedim.

“Şimdi senin ne yapabileceğini görelim!”

Başımı sağa sola sallayıp yeniden göğe yükseldim, dağlara yönelip Azure’un, “Çok havalı bence!” bağırışlarını duymazlıktan geldim.

Benim yeteneğim hiç de havalı değildi. Değiştirmek için her şeyimi verirdim. Bir su drakisi olmak istiyordum. Ya da toprak drakisi. Ya da göz boyama drakisi. Ya da bir oniks. Ya da… liste uzayıp gidiyordu.

Oysa ben buydum işte.

Ağzımdan ateş püskürtebiliyordum. Dört yüz yıldır sürüdeki ilk ateş püskürten ejderha bendim. Bu durum beni istemediğim kadar popüler yapmıştı. On bir yaşındayken bu özelliğim ortaya çıktığından beri diğerleri bana Jacinda olarak bakmayı bıraktılar. Ateş püskürten oldum ve bu özelliğim yüzünden sürü hayatım üzerinde söz hakkına sahip olduğuna inandı. Annemden bile kötüydüler.

Aniden rüzgârın ıslığının ve karla kaplı dağlardan gelen sisin uğultusunun dışında bir ses duydum. Zayıf, uzaktan gelen bir sesti.

Kulaklarımı açtım. Hava yoğun olsa da orada olmaması gereken bir ses duyuyordum.

Azure başını havaya kaldırıp ejderha gözlerini üzerime dikti. “Ne oldu? Uçak mı gördün?”

Gürültü iyice artıp bize doğru hızla yaklaşmaya başladı. Artık neredeyse sabit bir ses gibiydi. “Alçalmalıyız.”

Başını sallayan Azure dalışa geçti. Onun peşinden giderken zaman kaybetme riskini göze alıp arkaya baktım fakat tek görebildiğim dağların tepeleriydi. Ses artık daha güçlüydü. Onu duyabiliyordum. Onu hissediyordum.

Bize doğru gelmeyi sürdürüyordu.

Ses peşimizden geliyordu.

“Bisikletlere mi dönelim?” Mavi tutamlar serpiştirilmiş siyah saçları rüzgârda bayrak gibi sallanırken Azure bana baktı.

Tereddüt ettim. Uçuşun bitmesini istemiyordum. Bir daha kimbilir ne zaman kaçabilecektik. Sürü beni çok yakından izliyordu, Cassian her zaman

“Jacinda!” Azure parlak mavi parmağıyla havayı işaret etti.

Dönüp baktığımda kalbim duracak gibi oldu. Dağın yakınlarında bir helikopter vardı, uzakta olduğu için şimdilik küçücük görünüyordu fakat yaklaştıkça büyüyordu. Sisi aşıp bize doğru geldi.

“Git!” diye bağırdım, “İnişe geç!”

Rüzgâra karşı dalışa geçtim, kanatlarım vücudumun iki yanına yapıştı, bacaklarım ok gibi gergindi; hızlı hareket etmek için mükemmel bir pozisyondu bu.

Ama yeterince hızlı değildim.

Helikopterin pervaneleri büyük bir hızla havayı bölüyordu. Avcılar. O güne kadar uçtuğumdan çok daha hızlı uçuyordum. Öyle ki rüzgâr gözlerimi yaşartıyordu.

Azure geride kaldı. Ona bağırıp arkaya baktım ve bakışlarındaki umutsuzluğu gördüm. “Az, hızlan!”

Su drakileri hız için yaratılmamıştır. Bunu ikimiz de biliyorduk. Bana seslendiği sırada sesi hıçkırıklara boğulmuş durumdaydı. “Hızlanmaya çalışıyorum! Beni bırakma! Jacinda! Beni bırakma!”

Helikopter bütün hızıyla bize doğru geliyordu. İki helikopterin daha ona eşlik etmeye başladığım görünce acı bir korku içimi doldurdu. Karşımızdakinin sıradan bir helikopter olabileceği yönündeki bütün umutlarım sönüp gitti. Karşımızdaki bir avcı birliğiydi ve kesinlikle bizim peşimizdeydiler.

Babamın başına gelen de bu muydu? Son anlan böyle miydi? Başımı sallayıp düşünceleri uzaklaştırdım. Bugün ölmeyecektim. Vücudum parçalara ayrılıp satılığa çıkarılmayacaktı.

Ağaçların tepelerini işaret ettim. “Oraya!”

Drakiler asla yere yakın uçmazdı ama seçme şansımız da yoktu.

Azure beni takip etti, hemen arkamdaydı. Yan tarafıma geçmeye çalışırken ağaçlara çarpmaktan son anda kurtuldu. Durup soluklandım. Helikopterler tepemizdeydi, ağaçların üstünü taradıkları sırada sağır edici bir gürültü her yanı kapladı.

“Şekil değiştirmeliyiz,” dedi Azure nefes nefese.

Sanki yapabilirmişiz gibi. Çok korkuyorduk. Korktuğu zaman drakiler, insan biçimini koruyamazdı. Bu bir hayatta kalma mekanizmasıydı. Özümüzde drakiydik; gücümüz oradan geliyordu.

Başımı kaldırıp şimdilik bizi saklayan dalların oluşturduğu örtüye baktım, çam ve orman kokusu burun deliklerimi doldurdu.

“Kendimi kontrol altına alabilirim,” diye ısrar etti Azure, draki dilinde.

Başımı iki yana salladım. “Söylediğin doğru olsa bile çok riskli. Gitmelerini beklemeliyiz. Eğer iki dişi drakiyi gördükten hemen sonra ortalıkta dolanan iki kızla karşılaşırlarsa şüphelenebilirler.” Soğuk bir el kalbimi yakalayıp sıkmaya başlamış gibi hissediyordum. Bunun olmasına izin veremezdim. Söz konusu olan sadece benim hayatım değil, hepimizin hayatıydı. Her yerdeki drakilerin hayatı. İnsan kılığına girebilme yeteneğimizin sır olarak kalması avcılara karşı en büyük savunmamızdı.

“Eğer bir saat içinde eve dönmezsek sürüdekiler kaçtığımızı anlar!”

Arkadaşıma, sürünün gizlice dışarı çıktığımızı öğrenmesinden çok daha ciddi sorunlarımız olduğunu söylememek için dudağımı ısırdım. Onu daha fazla korkutmak istemiyordum.

“Bir süre saklanmamız…”

Başka bir ses helikopterin pervanesinin sesini bastırdı. Havada bir vızıltı vardı. Ensemdeki tüyler diken diken oldu. Helikopterlerden başka araçlar da olmalıydı. Aşağıda. Yerde. Bize yaklaşıyorlardı.

Gökyüzüne bakıp pençemsi ellerimi açıp kapadım, güçlükle de olsa titreyen kanatlarımı kontrol altına aldım. İçgüdülerim beni uçmaya zorluyordu fakat gökyüzünde beni beklediklerini biliyordum. Daireler çizerek etrafı turluyor, ormandan çıkmamızı umuyorlardı. Ağaçların arasından karanlık silüetlerini görebiliyordum. Göğsüm Sıkıştı. Gitmeyeceklerdi.

Azure’a beni takip etmesini işaret ettim ve haşmetli bir çam ağacının kalın dalları arasına saklandık. Kanatlarımızı kapayıp vücudumuza yapıştırarak çam ağacının sivri yapraklarına aldırmamaya çalıştık. Nefesimizi tutup bekledik.

Derken her taraf canlandı, altımız araçlarla doldu: Kamyonlar, cipler, motorlar.

“Hayır,” diye inledim. Araçlara ve baştan aşağı silahlı adamlara baktım. Kamyonun arkasında hazır bekleyen iki adam vardı, ellerinde taşıdıkları ağı görmemek mümkün değildi. Deneyimli avcılardı. Ne yaptıklarını biliyorlardı. Ne avladıklarını biliyorlardı.

Azure, o kadar kötü titriyordu ki üzerine yerleştiğimiz kaim dal sallanmaya başladı. Elini tuttum. Motorlar önden gidip yolu gösteriyordu, hızları baş döndürücüydü. Ciplerden birinin şoförü pencereden diğerlerine seslendi. “Ağaçları arayın.” Sesi derinden ve korkutucuydu.

Azure korku içindeydi. Elini daha sıkı tuttum. Motorlardan biri tam altımızdaydı. Sürücünün üzerinde genç, kaslı vücudunu saran siyah bir tişört vardı. Derim canımı yakacak kadar gerilmişti.

“Burada kalamam,” diye fısıldadı. “Gitmeliyim!”

“Az,” diye seslendim çaresiz bir sesle. “Onların istediği de bu. Bizi korkutup dışarı çıkmamızı sağlamaya çalışıyorlar. Paniğe kapılma.”

Dişlerini sıktığı için kelimeler dudaklarının arasından güçlükle döküldü. “Ben… yapamıyorum.”

Uzun süre dayanamayacağını hissediyordum.

Aşağıdaki araçları ve gökyüzündeki helikopterleri inceledikten sonra hemen o anda kararımı verdim.

“Tamam.” Yutkundum. “İşte planımız. Ayrılacağız…”

“Hayır…”

“İlk önce ben saklandığım yerden çıkacağım. Onlar peşime düştüğünde suya git. Suyun dibine dal ve orada kal. Ne kadar uzun sürerse sürsün gitmelerini bekle.”

Koyu renk gözlerinde ıslak bir parıltı belirdi, göz bebeklerindeki dikey çizgiler kalınlaştı.

“Anladın mı?” diye sordum.

Belli belirsiz başını salladı, derin bir nefes aldığında burun delikleri genişledi. “S… sen ne yapacaksın?”

Kendimi gülümsemeye zorladım ancak dudaklarımın kenarında oluşan kavis canımı yakmıştı. “Ben mi? Elbette uçacağım.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Biz

Editor

Ah Şu Kalbim

Editor

Kaiken

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası