AVRUPA’DA XIX. yüzyılın ikinci yarısının belirleyici niteliği, işçi partilerinin doğuşudur.
1863 : Lassalle’m Alman Emekçileri Genel Derneği 1867: Liebknecht ve Bebel’le birlikte Eisenach Sosyal-Demokrat Partisi
1880 : Fransız İşçi Partisi
Yani XIX. yüzyılın bu ikinci yarısı, aynı zamanda hem ekonominin hızlı gelişmesi, büyük sanayi ve tekel kapitalizmine geçiş, hem de proletarya örgütlerinin doğuşuyla belirlenmiştir.
Parti kavramı, XIX. yüzyıl için yeni bir kavramdır. Örgütlenmiş kuruluş olarak parti, pratik olarak 1848’den sonra ortaya çıkar. İşçi partileri, burjuvazinin partilerinden, her şeyden önce temel olarak bir teoriye, bir Weltanschauung’a, yani bir felsefeye sahip bulunmaları olgusuyla ayrılırlar. Burjuvazinin partileri, çıkar koalisyonlarını, bu sınıf içinde ayrım-laşmış siyasal katmanların isteğini dile getiren toplulukları or unladıkları (temsil ettikleri) halde, işçi smı-
9
fı partileri, tüm işçi sınıfını oranlama ayrıcalığı savını güderler. Bir yandan işçi sınıfının özerk olduğu, toplumun öbür sınıfları karşısında türdeş bir bütün oluşturduğu düşününe, öte yandan da proletaryanın tarihsel bir görevle görevlendirilmiş bulunduğu düşününe dayanırlar. Hepsi de bayraklarının üzerine sosyalizmin kuruluşunu yazarlar, ve bugün kendini marksizme göre belirlemeyen bir işçi çalkantısı pek de yoktur. Bunun nedenleri açıktır: Marksizm bir Weltanschauung, bir felsefe oluşturur, ve proletaryanın siyasal eylem kurallarını açıkça bildirir. Bilimsel sosyalizm olmak ister, yani toplumsal tarih etkenlerinin bilgisi ve sürekli irdelemesi üzerine yaslanır.
Elbette başlarda işçi partilerinin hepsinin mark-sizmden yana olduklarını ileri sürdükleri söylenemez. Çeşitli sosyalizm okullarının giriştikleri savaşımlar üzerine bir fikir vermek için, 1864 yılında kurulmuş bulunan Birinci Enternasyonal’in henüz prudoncula-rm, blankicilerin, marksistlerin ve anarşistlerin birbirleriyle çalıştıkları kapalı bir alan öldüğünü anımsatmak yeter. Ama, gerçekte, tarih ilerlediği ölçüde, bu çeşitli okullar yerine marksist partilerin geçtikleri görülür. Ve 1917’den, yani Sovyetler Birliğinde sosyalizmin kurulmaya başlanmasından buyana, işçi sınıfının eylem kılavuzu olarak marksizmin değeri, tarihsel bir olgudur.
Kuşkusuz, çağımız, marksizmin devrimci değerini tartışma konusu yapara benzer sorunlar doğurmuştur. Örneğin batı ülkeleri gibi yüksek derecede sanayileşmiş ülkelerde, iktidarın, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, silâhlı ayaklanmayla, ihtilâlle alınması, artık pek olanaklı değil gibi görünür. Ama sosyalizm, bütün bu ülkelerde gündemde olan bir şeydir, ve bütün bu ülkelerde işçi partilerinin, sosyalizme geçiş yolları sorunu üzerinde durdukları görülür. Dolaysız ya da dolaylı bir biçimde, bütün bu partiler, ayrı durumlar arasm-10
I da benzerlik kurmak için de olsa, 1917 Devrimi deneyine başvururlar. Ve çeşitli ülkelerde, marksist partilerin kendileri, ülkeyi sosyalizme geçirmek için barışçı yollar düşünürler.
Yani marksizm, günümüzde, oynadığı ve oynamakta olduğu tarihsel rol sonucu, yönteminin çeşitli [ bilimlere getirmiş bulunduğu şeyler sonucu, siyasal ve î bilimsel yaşamımızın sürekli bir öğesi durumuna gelmiştir. Ve her ne kadar güncel belirtileri içinde iyi f. biliniyor, her ne kadar her düzeyde ilgi uyandırıcı f tartışmalar konusu oluyorsa da, kökenleri o kadar iyi I bilinmemektedir. Bizim bu sayfalarda anlatmak istediğimiz şey de, işte bu oluştur (genese).
Bilimsel sosyalizm, 1848 yılında, Komünist Manifesto ile, hemen hemen kesin ifadesini “bulmuştur. Öy-; leyse marksizmin oluşunu irdelemek, onun 1848’de ; hangi koşullar içinde doğduğunu incelemeye dayanır. Eğer Kari Marx’m 1818’de ve Friedrich Engels’in de -1820’de doğdukları, ve sonuç olarak entellektüel bilince 1838 – 1840 yıllarına doğru vardıkları düşünülürse, incelememizin, çerçeve olarak, Marx ve Engels düşüncesinin, 1838 -1840 arasında, içinde oluştuğu koşul-I ları alması gerekecektir.
{Gerçeklikte, tarihin, 1789 Devrimi tarafından belirlenen büyük dönemecinden yola çıkmamız gerekiyor. Toplumsal sorun üzerindeki düşünceler, bu dö-t nemeçten kaynaklanır. Sosyalizmin ilk teorilerini or-l taya çıkaracak tartışmaların konusunu, bu dönemecin s gündeme koyduğu düşünler oluşturacaktır. Öyleyse, ; önce XIX. yüzyıl başlarının, bugün ütopyacı sosyalizm
adı altında bilinen çeşitli sistemlerin nasıl doğduklarını gördüğünü anımsatacağız.
Daha sonra, Marx ve Engels’in içinde yaşadıkları ve düşüncelerinin oluşmasını etkilemiş bulunan Alman koşulları olan iktisadî, toplumsal ve ideolojik koşullan belirlemeye çalışacağız. Bilimsel sosyalizmin Almanya’da nasıl doğabildiğini ancak o zaman eksiksiz bir biçimde değerlendirebileceğiz.
BÖLÜM I
&NSA’DA VE İNGİLTERE’DE ÜTOPYACI SOSYALİZM
SOSYALİZM düşünü, büyük işçi savaşımları başlamadan önce doğdu. Proletarya, siyasal sahnede kendi öz istemleriyle, sınıf olarak, ilk kez 1831 yılında, Lyon ipek işçilerinin ayaklanmasıyla görünür. Bununla birlikte, daha 1789 Devriminde, daha sonra da Trois Glo-rieuses1 boyunca, burjuvazinin başkaldırıcı girişimlerinin başarısını sağlayan şey, büyük halk yığınının varlığıdır. Burjuvazi her kez halkı kendi öz savaşımı içine sürüklemeyi başarır, ve her kez bu işten tekba-şına yararlanır. Terreur2 döneminde burjuva devrimini kurtaran şey, halk yığınlarının işe karışmasıdır. Ama Thermidor3 ile birlikte, burjuvazi bağlaşmasına son verir, iktidarı tekbaşma kullanmak ister, ve Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik belgileriyle düşler içinde
1. Trois Glorieııses, 1830 Devriminin, sokak çatışmalanyla geçen 27, 28, 29 Temmuz günleri, iiç şanlı güıı. -ç.
2 Terreur, Fransa’da Girondin’lerin düşüşünden (31 Mayıs 1793), Robespierre’in 9-Thermidor’daki (27 Temmuz 1734) düşüşüne dek süren dev-ricmi dönem. -ç.
3 Thermidor, ya da 9-Thermidor günü (27 Temmuz 1794), Robespierre’in, Paris Komünü‘nün desteğine karşın, Convention tarafından devrildiği gün; Terreur döneminin sonu oldu. Ooyalanmış yığınları, kesin bir düş kırıklığına uğratır’.
Komünist bir ideolojinin — Gracçhus Babeuf (1760 – 1797) ideolojisi— ilk Fransız ifadesini Thermıdor’dan sonra, gericiliğin tam ortasında bulması, son derece ilginçtir. Halk için, devrimin oluşturduğu bu aldatmacanın eleştirisi, doğrudan doğruya bireysel mülkiyetin kaldırılması ve toprakların ortaklaşa işlenmesi düşünü aracıyla dile getirilir. Babeuf, kendi eşitlik anlayışını, şu formül içinde açıklar: Her insan, gereksinimlerini karşılama ve doğanın bütün iyiliklerinden yararlanmada eşit bir hakka sahiptir. Toplum bu hakkı pekiştirmelidir.
Karşıçıkılan şey, devrimin büyük belgisidir. Daha 1795’te bu eşitliğin teorik kaldığı, yoksullarla zenginler, güçlülerle güçsüzler arasındaki ayrımı engellemediği görülür. Ama gene de bu belginin engin bir harekete getirici gücü vardı, devrimin o dünyayı us kurallarına göre örgütleme yolundaki tarihsel çabasmı simgeliyordu. Bu konuda Aydınlıklar çağı felsefesinin kalıtımcısı olan Babeuf, bu eşitlik istemini en aşırı sonuçlarına dek götürür. Böylece yığınların hoşnutsuzluğunu dile getiriyor ve sorunu ilk kez toplumsal alan üzerine çekiyordu. Ama güvendiği şey, yığınların desteği değildi. Kendi komünizmini gerçekleştirme olanağını yalnızca birkaç kişinin eyleminde göçüyordu. Bu eylem, Eşitler Komplosu (Conjuration des Egaux) oldu ve onu, kendisini 1797’de mahkûm ve idam ettiren Vendome mahkemesi karşısına götürdü.
Eşitliğin, Babeuf’te, özel mülkiyetin kaldırılması düşününe dek götürülen bu eleştirisi, ütopyacı sosyalistlerin kanıtlama temelini oluşturacaktır. Bunların hepsi, bu belginin somutlaştırılmasını ya da gerçekliğin bu ülküyle karşılaştırılmasını isteyeceklerdir. Usa
14
uygunluk taslayan bu toplumun kötülüklerini hep birlikte eleştirecek ve bütün insanların kurtuluşunu dileyeceklerdir.
îlk büyük ütopyacı, büyük Saint-Simon’lar ailesinden, ünlü anılar yazarının4 ailesinden gelen Kont de Saint-Simon’dur (1760-1825)5 .’
Saint-Simon, toplumu iki kategoriye böler: Sanayiciler ve aylaklar, malların ^üretimine doğrudan doğruya katılan kimselerle üreticilerin sırtından geçinen kimseler. Daha 1830 yılında, Cenevre’de Oturan Birinin Mektubu’nda, Saint-Simon, aylaklık deyince her şeyden Önce üretken saymadığı toprak rantından geçinenleri anlayarak, aylaklar karşısındaki düşmanlığını gösteriyordu.
Büyük artamlarmdan biri de, Devrimi “soyluluk, burjuvazi ve varlıksızlar arasında bir savaşım olarak”6 çözümlemiş, yani onda yalnızca bir us ülküsünün gerçekleşmesini değil, daha o zamandan belirli toplumsal topluluklar arasında gerçek bir savaşım görmüş olmaktır. İnsan bir köle olmaktan çıkmalı, der, sömürü bundan böyle yalnızca doğanın sömürüsü olmalı. Bu erekle, bütün insanların birleşip çalışmaları gerekir.
Bunun sonucu, Saint-Simon, sanayici, yani üreticiler tarafından yönetilen bir toplum planını kurar. Sanayiciden ne anlar? Yalnızca işçi sınıfıyla sanayicileri değil, bankacıları, girişimcileri, bilgin ve sanatçıları da. Toplumsal bir sınıfın aiylaklığma karşı ilk düşmanlığı, devlet yönetiminin yaratıcı kişiler elinde
4 Louis de Rouvroy, duc de Saint-Simon (1675 – 1755), Paris’te doğdu, 1691 -1723 dönemini anlatan ünlü Anılar yazarı. Filozof ve iktisatçı Claude-Henri, comte de Saint-Simon, işte bu ünlü yazarın ailesinden, -ç.
5 Saint-Simon’un başlıca yapıtları: 1803, Cenevre’de oturan birinin çağdaşlarına mektupları; 1817, Sanayi, ya da kendini yararlı ve bağımsız idlere vermiş bulunan tüm insanların yararına siyasal, töresel ve felsefî tartılmalar; 1823, Sanayi Sistemi; 1824, Sanayicilerin din-kitabı; 1825, Yeni Hıristiyanlık.
6 Friedrich Engels: Anti-Dühring, Editions Sociales, Paris, 1956, s. 298. MEW. 20, s. 241.
.15
bulunması gerektiği düşününde açıkça dile gelir. Siyasa, gerçekte iktisadın bir yönünden başka bir şey değildir, ve toplum yönetimi, insanların bir hükümetinden çok, nesnelerin bir yönetimi olacaktır. Bu görüşlerle, Saint-Simon zamanının çok ilerisindedir.
Ereği —o bu ereği birçok kez açıklamıştır ve formülü de ünlüdür— en kalabalık ve en yoksul sınıfın yazgısının iyileşmesidir. O, işçi sınıf mm yazgısına bir çare bulmak isteyenlerin ilkidir. Bu iyileşme işçilerin kendilerinin işi olmayacak, bununla toplum yönetimi uğraşacaktır. Burada hâlâ insanın yetkinleşme anıklığına ve eğitimin gücüne inanç, insanların hükümetinin sınıf karşıtlıklarına değil, ahlaksal bir göreve dayandığı düşünü gibi, Aydınlıklar çağının usçu öğeleri görülür. Saint-Simon, çalışma ürünlerinin daha haklı bir bölüşümünü ister. Ama bu, girişimi parayla des-tekliyecek bankacıların çalışmalarının haklı karşılığını, yani sermayeleri oranında bir gelir alacakları anlamına da gelir. Yani Saint-Simon’un düşüncesi, bazıları çok ileri, bazıları da bugün işçi sınıfının kendi yazgısının efendisi olacağı bir düzende kesinlikle kabul olunmaz saydığımız her türlü düşünleri içerir.
Son olarak, aslolan insanın iyileşmesi olduğundan, Saint-Simon bir din kurmak ister—son yapıtı Yeni Hıristiyanlık adını taşır. Klasik anlamda bir din değil, proletaryanın fizik ve moral yükselişine hizmet edecek, ten ve ruh’un, hıristiyanlık tarafından yokedilmiş bulunan birliğini yeniden kuracak —Henri Heine’de bunun yankıları görülür— bir din. Saint-Simon’da oldukça tuhaf bir bilim inancıyla dinsel anlayış karma-şımı var, ama bu dinsel, anlayış özellikle eğitici erekler izler.
Ölümünden sonra, çömezleri arasında ortaya iki eğilim çıkar: Bir yanda Sen-Simonizmin siyasal yönünü geliştirmek isteyen ve en belirgin temsilcisinin Ba-zard olduğu kimseler. Bazard kendine erek olarak hü-
16
kümetin, Sen-Simoncu ilkeleri tanımasını elde etmeyi saptar. Ona göre, Saint-Simon’un düşünlerini olgular içine aktarmaya ve insanların mutluluğunu sağlayacak sanayi toplumunu kurmaya çalışması gereken kimseler, devlet adamlarıdır. ■ – ■
Öbürleri, her şeyden önce Sen-Simonizmin dinsel ideolojisini geliştirirler, ve bu eğilim, özellikle, Sen-Simoncu kiliseleri kuran ve tenin saygınlığını kazanmasını her şeyin merkezine koyan Enfantin tarafından