İngiliz yazar Jane Austen; on dokuzuncu yüzyıl modern roman dilinin kurucusudur.
Eserleri, Viktorya döneminin gündelik hayatı ve ironisi arasında geçer; Aşk ve Gurur, Emma gibi unutulmaz klasikleri imzalamış; romanlarının çoğu sinemaya uyarlanmıştır.
Romanlarında evliliğin sosyalleştirici yanını ön planda tutan yazar, hiç evlenmemiştir. 18 Haziran 1817’de göğüs kanserinden öldüğünde 42 yaşındaydı.
Winchester Katedraline gömülmüştür.
***
BİRİNCİ BÖLÜM
Zeki, güzel ve zengin bir genç hanım olan Emma Woodhouse, yaşadığı konforlu ev ve mutlu yaradılışıyla, talihin bahşedilebileceği en büyük bağışların odağında gibiydi. Yaklaşık yirmi bir yıllık ömrü boyunca, kendisini üzecek ya da sıkıntıya düşürecek hiçbir şeyle hemen hemen karşılaşmamıştı.
Alabildiğine sevecen, hoşgörülü bir babanın kızlarından ikisinin küçüğüydü ve ablasının genç yaşta evlenmesi nedeniyle, evin hanımı olmuştu erkenden. Annesi, okşayışları kendisinde ancak çok belirsiz bir anı bırakabilecek kadar uzun zaman önce ölmüştü, ama dört dörtlük bir kadın olan murebbiyesi ona bir anne şefkati göstermekte hiç de başarısız olmuş sayılmazdı.
Miss Taylor’ on altı yıldır Woodhouselar’la birlikteydi, artık bir mürebbiyeden çok, bir arkadaşları gibi olmuştu onların; kızların ikisini de çok severdi, özellikle de Emma’yı. Birbirlerine iki kız kardeşten daha yakındılar. Miss Taylor’un yufka yaradılışlı olması, Emma çocukken bile, herhangi bir baskı yapmasını engellemişti ona ve aralarındaki resmiyet kaybolalı beri de uzun zaman olmuştu, şimdi birbirlerine karşı arkadaşça bir bağlılık duyarak yaşıyorlardı ve Emma, Miss Taylor’un görüşlerine çok değer vermekle birlikte, canının istediğini yapmakta özgürdü artık.
Emma’nın kişilığindeki asıl kusur, bir hayli başına buyruk oluşu ve kendini çok beğenmesiydi; bu kusur, onun, herhangi bir şeyden tam anlamıyla zevk alabilmesini zorlaştırıyordu. Genç kız, buna rağmen ufuktaki bu zorluklardan o kadar habersizdi ki, korkmayı ya da bunu bir kusur olarak görmeyi, aklının ucundan bile geçirmiyordu.
Ama sonra, üzücü bir olay oldu -tatlı bir üzüntü-, aslında. Emma’nın iç huzurunu kaçıracak türden bir şey de sayılmazdı: Miss Taylor evlendi. Onu kaybetmek, Emma’nın ilk üzüntüsüydü. Sevgili arkadaşının düğün gününde, Emma’nın yüzünde yaslı bir ifadeye rastlandı. Düğün bitip de gelin ve davetliler, evlerine gidince, Emma ve babası, artık hiç kimsenin gelip de uzun bir akşamı neşelendirmeyeceğini bilerek, yalnız başlarına akşam yemeğine oturdular. Yemekten sonra, babası, her zaman olduğu gibi uyuklamaya başlayınca, Emma da oturduğu yerde arkasına yaslandı ve kaybını düşünmeye başladı acıyla.
Bu evlilik, arkadaşına hayal edilebilecek her türlü mutluluğu getirmiş gibi görünüyordu. Miss Taylor’un evlendiği adam, yani Mr. Weston, eşi bulunmayacak kadar iyi, varlıklı, seçkin özellikleri olan, uygun yaşta biriydi. Emma, Miss Taylor’un bu adamla evlenmesini çok istemiş ve aralarındaki bağı güçlendirmek için elinden geleni yapmıştı. Şimdi bu şekilde davranarak ne kadar özverili ve cömert bir arkadaş olduğu düşüncesiyle kendi kendini rahatlatmaya çalışıyordu, fakat bu hiç de kolay bir iş değildi. Miss Taylor’un yokluğu, her geçen günle beraber kendini daha çok hissettiriyordu. Sürekli eski günleri hatırlıyordu; on altı yıllık sevgi ve iyilik dolu anıları… Miss Taylor, beş yaşından beri ona ders vermiş, onunla oynamış; kendi hayatını, Emma’yı, sağlıklı zamanlarında hoş tutup eğlendirmeye, çocukken geçirdiği çeşitli hastalıklarda, ona bakıcılık edip iyileştirmeye adamıştı. Doğrusu ona büyük bir gönül borcu vardı, fakat son yedi yılın hatıraları, onun için daha tatlı, daha candandı. İsabella’nın evliliğinin hemen ardından, yalnız başlarına kalınca, aralarındaki resmiyet hemen ortadan kalkmış, birbirlerinin eşiti haline gelivermişlerdi. Miss Taylor, Emma için, çok az kişinin bulabileceği türden bir arkadaş, bir can yoldaşı olmuştu. Zekiydi, bilgili, becerikli, sevecendi, ailedeki herkesin halini, tavrını bilir, her türlü sorunuyla ilgilenirdi. Ailedeki herkesi, özellikle de Emma’yı çok severdi. Öyle ki, Emma, ona, düşündüğü her şeyi, aklına ilk geldiği anda söyleyebilir ve Miss Taylor da ona hiçbir zaman yanlış bir şey yaptığını hissettirmezdi.
Şimdi onun yokluğuna nasıl dayanacaktı? Sevgili arkadaşının onun evinden yalnızca beş yüz metre uzakta yaşadığı doğruydu, fakat Emma, kendisinden beş yüz metre uzakta yaşayan bir Mrs. Weston ile aynı evde yaşadığı bir Miss Taylor arasında, çok büyük bir fark olduğundan fazlasıyla haberdardı ve şimdi, Emma, ona doğanın bağışladığı ve ailesinin sağladığı bütün ayrıcalıklara rağmen, entelektüel yönden büyük bir yalnızlığa düşme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Babasını çok severdi, ama aralarında herhangi bir iletişim kurulamamıştı. Emma, Mr. Woodhouse ile ne ciddi ne de sudan bir şekilde arkadaşlık edip çene çalabilirdi.
Aralarındaki ciddi kuşak farkı vardı, ayrıca Mr. Woodhouse. hiç de erken evlenmemişti ve babasının yaşam tarzı ve alışkanlıkları yüzünden bu fark daha da derinleşiyordu. Bütün hayatı boyunca zihnini ve bedenini meşgul edebilecek hiçbir faaliyette bulunmayan, son derece sağlıksız bir hayat süren babası, aslında yaşından çok daha ihtiyar bir adamdı. Her ne kadar arkadaş canlısı oluşu, iyi yüreklilik ve kibarlığı yüzünden herkes tarafından sevilse de, insanı oyalayacak başka hiçbir özelliği yoktu.
Emma’nın ablasının da, evlenince pek fazla uzağa gittiği söylenemezdi. Onlara sadece yirmi, yirmi beş kilometre uzaklıkta bulunan Londra’da yaşıyordu. Ama yine de, Emma’nın canı istediğinde ulaşabileceği bir uzaklık değildi bu. Bu yüzden de, İsabella ve kocası ile küçük çocuklarının gelip eve biraz neşe ve canlılık getirmesini beklerken, uzun ekim ve kasım gecelerini yalnızlıkla mücadele ederek geçirmesi gerekiyordu Hartfield’de.
Burası kendi fidanlıkları, çayırları ve adı ile başlı başına bir malikâne olmasına karşın yine de neredeyse bir kent büyüklüğündeki Highbury kasabasının bir parçası sayılırdı. Burada oturanlar arasında, Emma’ya denk olabilecek kimse yoktu. Woodhouse ailesi kasabanın en ileri gelen aileleri arasında bulunuyordu. Herkes onlara saygı gösterirdi. Babasının herkese kibar davranması nedeniyle, Emma’nın burada pek çok tanışı olmasına karşın, aralarından biri bile, bir tek gün boyunca olsun, Miss Taylor’un yerini tutamazdı. Ne hazin bir değişiklikti bu ve bu durum karşısında, Emma’nın da elinden, içini çekip olmadık şeyler düşünmekten başka bir şey gelmiyordu. Bu durum, babası uyanana kadar devam ediyordu ve o zaman da Emma’nın neşelenmesi gerekiyordu. Babasının manevi yönden desteğe ihtiyacı vardı. Sinirli bir adamdı, kolayca hüzünleniyordu; insanları sever ve onlardan ayrılmaya dayanamazdı; her türden değişiklikten nefret ederdi. Bunların yanı sıra, evlilik, en önemli değişiklik kaynağı olduğu için kesinlikle kabul edilemezdi ve Mr. Woodhouse, üzerinden tam yedi yıl geçtiği halde, henüz büyük kızının evlenmiş olduğu gerçeğini kabullenebilmiş değildi, ondan daima şefkatle bahsederdi ve tam anlamıyla bir aşk evliliği olmasına rağmen, Mr. Woodhouse yine de ondan ayrılmak zorunda kalmıştı. Şimdi de Miss Taylor evlenmişti ve adam her zamanki kibar bencilliğinden dolayı ve bir insanın herhangi bir konuda kendisinden farklı şeyler düşünebileceğini aklı almadığı için, bu evliliğin Miss Taylor’u da, en az kendilerini üzdüğü kadar üzdüğüne inanıyordu. Öyleki ona göre, Miss Taylor, hiç evlenmeyip yaşamının geri kalanını kendileriyle beraber Hartfield’de geçirse çok daha mutlu olacaktı. Emma gülümsedi ve elinden geldiğince neşeli konulardan bahsederek babasını böyle düşüncelerden uzak tutmaya çalıştı, ama çay saati geldiğinde, adam öğle üzeri sofra başında söylemiş olduğu şeyleri yinelemekten kendini alamadı:
«Zavallı Miss Taylor! Keşke tekrar burada olabilseydi. Mr. Weston’un onunla evlenmeyi kafasına koyması ne büyük talihsizlik!»
«Ben seninle aynı fikirde değilim, baba; sen de böyle olmadığının pekâlâ farkındasın. Mr. Weston, son derece iyi karakterli, hoş, mükemmel bir erkek ve iyi bir eşi olmasını kesinlikle hak ediyor; hem Miss Taylor’un bütün ömrünü burada, bizimle yaşayıp benim kaprislerime katlanarak geçireceğini düşünüyor olamazsın, kendi evinin sahibi olmak onun da hakkıydı.»
«Kendi evi mi? Kendi evine sahip olmanın neresi iyi? Bu ev, onunkinin üç katı büyüklüğünde, hem sen hiç de kaprisli değilsin, kızım.»
«Nasıl olsa, sürekli onları ziyarete gideceğiz, onlar da bizi görmeye gelecekler! Her zaman birlikte olacağız! Hem ilk ziyareti yapmamızın zamanı da geldi. Gidip yeni evlileri tebrik etmeliyiz.»
«Ben o kadar yolu nasıl yürüyebilirim, evladım? Randalls köşkü buraya çok uzak. O mesafenin yarısını bile yürüyemem ben.»
«Hayır, baba, kimse yürümekten bahsetmiyor. Oraya faytonla gideceğiz elbette.»
«Faytonla mı? Ama James, o kadar kısa bir mesafe için atları arabaya koşmaktan hiç hoşlanmaz; ayrıca biz içerideyken zavallı atlar ne olacak?»
«Mr. Weston’un ahırında bekleyecekler, babacığım. Bunların hepsini konuşup kararlaştırdık. Mr. Weston ile dün gece uzun uzun konuştuk. Hem James’e gelince, onun Randalls köşküne gitmekten hep çok hoşlanacağından emin olabilirsin, çünkü kızı orada hizmetçilik ediyor. Hatta ben, bizi Randall köşkünden başka bir yere götürmek isteyeceğinden şüpheliyim. Aına bu da senin suçun. Çünkü James’in kızı Hannah’a o iyi işi bulan sensin. Sen önerinceye kadar onu düşünmek kimsenin aklına gelmemişti. James bu konuda sana minnettar!»
«Hannah’ı düşündükçe ben de mutlu oluyorum. Bir kere, zavallı James’e iyilik etmek beni çok sevindirir; üstelik Hannah’ın da çok iyi bir hizmetçi olacağından eminim, çünkü terbiyeli, tatlı dilli bir kız; onun hakkında çok iyi şeyler düşünüyorum. Onu her gördüğümde reverans yapar, nasıl olduğumu sorar kibarca, bir de senin dikiş-nakışlarına yardım etmek için buraya geldiği zaman dikkatimi çekmişti, kapıları çarpmadan, yavaşça kapatıyor. Mükemmel bir hizmetçi olacağından eminim, üstelik yeni yaşamında da karşısında eskiden beri aşina olduğu bir yüz bulmak zavallı Miss Taylor’un da hoşuna gidecektir. Biliyorsun, James, kızını görmeye gittiği zaman Miss Taylor ondan bizim halimizi hatırımızı sorup öğrenir. James de ona bizden haberler götürür.»
Emma bu iyimser düşüncelerin akışını hızlandırmak için elinden gelen gayreti gösterdi ve akşam yemeğinden önce, tavla oynamanın da yardımıyla babasını biraz olsun oyalayabileceğini, böylece bu kasvetli düşüncelerin onu etkisini altına almasını önleyebileceğini ümit etti. Tavla sehpası kuruldu fakat daha sonra, aniden gelen bir ziyaretçi oyun oynamayı gereksizleşiirdi.
Mr. Knightley, otuz yedi-otuz sekiz yaşında, son derece mantıklı bir adamdı. Sadece ailenin eski ve samimi bir dostu olmakla kalmıyor, İsabella’nın kocasının ağabeyi olması nedeniyle, akraba da sayılıyordu. Highbury’ye yaklaşık bir buçuk kilometre uzaklıkta olan kendi malikânesinde yaşardı. Hartfield’ı sık sık ziyaret eder ve her seferinde de hoş karşılanırdı, ama bu seferki gelişi Emma ile babasını daha da çok sevindirdi, çünkü Mr Knightley, Londra’daki akrabalarının yanından geliyordu. Londra’da birkaç gün kalmış, akşam yemeği saatini geçirdikten sonra da, Brunswick Meydanı’ndakı akrabalarının iyi olduğunu haber vermek amacıyla, Hartfield’e kadar yürümüştü. Mutlu bir rastlantıydı bu ve Mr. Woodhouse’yi bir süre için canlandırmaya yetti. Mr. Knightley, neşeli ve açıksözlü bir adam olduğu için onu daima neşelendirir, «zavallı İsabella» ve çocuklarının nasıl olduğuna ilişkin bütün sorulara olumlu yanıtlar verirdi. Bu konular konuşulduktan sonra, Mr. Woodhouse. Mr. Knightley’e minnettarlığını bildirdi. «Bu geç saatte, bizi yoklamaya geldiğiniz için çok naziksiniz, Mr. Knightley. Korkarım ki bu, sizin için çok yorucu bir yürüyüş olmuştur.»
«Pek de öyle değil, beyefendi. Çok güzel bir gece, üstelik ay ışığı da var. Hava da çok ılık. Öyleki, sizin şu kocaman ateşinizden biraz uzaklaşma ihtiyacı duyuyorum.»
«Fakat ne de olsa hava rutubetli, yollar da çamurlu. Soğuk falan almazsınız umarım.»
«Çamur mu dediniz? Ayakkabılarıma bir bakın. Üzerlerinde çamurun zerresi yok.»
«Bu çok şaşırtıcı. Çünkü buralara bir hayli yağmur yağdı. Biz kahvaltı ederken yarım saat boyunca o kadar çok yağdı ki, nikâhı ertelemeleri için ısrar bile ettim. Bu arada, henüz sizi kutlayamadım daha. İkinizin de bu işe biraz üzüldüğünü bildiğim için tebriklerimi sunmakta acele etmek istemedim. Ama her şey yolunda gitmiştir umarım. Nasıl oldu nikâh? En çok kim ağladı?»
«Ah! Zavallı Miss Taylor! Çok üzücü bir durum bu.»
«Eğer beni mazur görürseniz, zavallı Mr. ve Miss Woodhouse diyeceğim, ama zavallı Miss Taylor demeye pek de dilim varmıyor doğrusu. Bilirsin, seni çok sever ve beğenirim Emmacığım, fakat iş bağımlı ya da bağımsız olmaya gelince.. Hem ne olursa olsun, tek bir kişiyi memnun etmek, iki kişiyi memnun etmekten daha kolaydır.»
Emma, eğlenerek, «Özellikle de, bu söz konusu iki kişiden biri böylesine kaprisli ve hınzır olursa…» dedi. «Eminim aklınızdan geçirdiğiniz buydu ve babam yanımızda olmasaydı, bunu kesinlikle söyleyecektiniz de.»
Mr. Woodhouse. içini çekerek. «Ne yazık ki, bu doğru kızım» diye konuştu. «Korkarım bazen gerçekten de kaprisli ve hınzır biri oluyorum.»
«Ama babacığım, seni ya da Mr. Knightley’in kastettiğini düşünüyor olamazsın. Ne korkunç bir fikir bu! Oh hayır! Ben sadece kendimden bahsediyordum. Mr. Knightley bana kusur bulmaya bayılır, sen de biliyorsun, bu, bir şakaydı elbette. Mr. Knightley ile ben öteden beri, birbirimiz hakkında açık konuşmaktan hoşlanırız.»
Gerçekten de, Mr. Knightley, Emma Woodhouse’nin hatalarını görebilen az sayıdaki kişiden biri ve bunları ona açıkça söyleyebilen tek kişiydi ve Emma, her ne kadar bu durumdan hiç mi hiç hoşlanmasa da, babasının bundan çok daha az memnuniyet duyacağını bilirdi. Çünkü Mr. Woodhouse, birinin kızında kusur bulabileceğini aklının ucundan bile geçiremezdi. Bu yüzden, Emma da şaka kelimesini kullanmıştı.
Mr. Knightley, «Emma, hiçbir zaman kendisini pohpohlamayacağımı iyi bilir,» diye konuştu. «Fakat ben, söylediklerimle kimseyi kastetmiyordum. Miss Taylor, iki kişiyi memnun etmeye alışıktı, şimdi karşısında yalnızca bir kişi var. Muhtemelen, her durumda o kazançlı.»
Emma, konuyu değiştirmeye çalışarak, «Mademki,» dedi. «Düğünü sordunuz, size seve seve anlatacağım. Hepimiz olması gerektiği gibi davrandık. Herkes zamanında geldi, herkes son derece şık ve alımlıydı. Tek bir damla gözyaşı ve asık bir surat göremezdiniz. Sonuçta, hepimiz de birbirimize pek yakın olduğumuzun ve her gün görüşebileceğimizin bilincindeyiz.»
Babası, «Sevgili Emma, işte bu kadar güçlüdür,» dedi. «Ama Mr. Knightley, emin olun ki, zavallı Miss Taylor’u kaybettiği için gerçekten de çok üzgündü ve onu tahmin ettiğinden daha fazla özleyecek.»
Emma, ağlamakla gülmek arasında bocalayarak, başını yana çevirdi
Mr. Knightley. «Emma’nın böyle bir can yoldaşını özlememesi imkânsız.» diye yanıt verdi. «Eğer böyle yapabileceğini varsaysak. onu bu kadar çok sevmezdik. Fakat yine de evliliğin, Miss Taylor için ne kadar iyi bir şey olduğunu, bir an önce kendi evini kurup, geleceğini güven altına almanın ne kadar önemli olduğunu ve bu yüzden de bu kadar üzülmek yerine, arkadaşı için mutlu olması gerektiğini çok iyi biliyor kızımız. Miss Taylor’un bütün dostlarının, o bu kadar iyi bir evlilik yaptığı için mutluluk duyması gerekir.»
Emma. «Ama bu evlilikte, bana en çok sevinç veren noktalardan birini unutuyorsunuz.» dedi. «Hem de çok önemli olanlardan birini. Bu evliliğin çöpçatanlığını ben yaptım. Biliyorsunuz, onları dört yıl önce ben tanıştırdım ve olayların bu şekilde gelişmesi de benim haklı olduğumu kanıtlar. Oysaki pek çok kişi Mr. Weston’un bir daha asla evlenmeyeceğine inanıyordu. İşte bütün bunlar beni biraz olsun teselli ediyor.»
Mr. Knightley, genç kıza bakıp başını salladı. Babası ise sevgiyle, «Ah, yavrucuğum, keşke bundan sonra böyle çöpçatanlıklar yapmaktan vazgeçsen. Çünkü söylediğin her şey doğru çıkıyor. Ne olur, bundan sonra çöpçatanlık yapma artık.» dedi sevgiyle.
«Sana söz veriyorum, kendim için yapmayacağım, baba; ama başka insanlar için bunu yapmalıyım. Bu, dünyadaki en eğlenceli şeylerden biri ve görüyorsun ki, böyle bir başarıdan sonra, herkes Mr. Weston’un bir daha asla evlenmeyeceğini söylüyordu. Nedenmiş o? Bunca zamandır dul olarak yaşayan, tek başına bir yaşam sürmekten son derece memnun görünen, ya kasabadaki işleriyle ya da buradaki arkadaşlarıyla sürekli çok meşgul olan, gittiği her yerde kabul gören, biri ve çok neşeli. Eğer Mr. Weston, bundan hoşlanıyor olmasaydı, tek bir gecesini bile yalnız geçirmek zorunda değildi, diyorlardı. Ama hayır işte! O, bir daha asla evlenmez artık diyorlardı. Hatta bazıları Mr. Weston’un ölüm döşeğinde ilk karısına söz verdiğinden bahsediyor, kimileri de kendi oğlunun ve ilk karısının ailesinin onun tekrar evlenmesine karşı çıktığını ileri sürüyorlardı. Kısacası, konu hakkında her türlü saçmalığı ciddi ciddi konuşup durdular, ama ben hiçbirine inanmamıştım. Derken, dört yıl kadar önce, bir gün, Miss Taylor ile ben, kırlarda dolaşırken onunla karşılaştık, sonra aniden yağmur çiselemeye başlayınca, o, olanca nezaketiyle, çiftçi Mitchell’in evine koştu ve bizim için birer şemsiye bulup getirdi, işte o anda kararımı verdim, o saatten itibaren bu birleşmeyi tasarlamaya koyuldum. Böylesıne büyük bir başarı elde ettikten sonra, babacığım, benim çöpçatanlıktan ömrümün sonuna kadar vazgeçmemi nasıl isteyebilirsin?»
Mr. Knıghtley. «”Başarı” sözcüğüyle, neyi kastettiğini anlayamadım.» dedi. «Bu sözcüğü kullanabilmek için bu işe çaba harcamış olman gerekir. Eğer şu son dört yılını bu evliliğin gerçekleşmesi için çaba harcayarak geçirmişsen, buna bir diyeceğim yok. Tam da, genç bir hanımın zamanını geçirmesi için uygun bir uğraş doğrusu. Fakat benim anladığım kadarıyla senin çöpçatanlık sözcüğüyle kastettiğin şey, sadece bu evliliği planlamak olmuş ve günün birinde, kendi kendine, ‘Eğer Miss Taylor. Mr. Weston ile evlenecek olursa, bu ne kadar güzel bir şey olur’ diye düşünmüş ve sonra da sürekli bunu kendi kendine tekrarlayıp durmuşsun. Bu işin gerçekleşmesinde, sen hiçbir çaba harcamamış, emek sarf etmemişsin ki? Başarı sözcüğünü ne