Roman (Yabancı)

Fettan

fettan 5ed40b9955bdbCaz… İçki… Erkekler

Bu tehlikeli bir karışımdır.

Her kız sahip olamadığını arzular. On yedi yaşındaki GLORIA CARMODY bir flapper gibi yaşamak istiyor bununla birlikte gelen, kısa saçları, sigarayı ve müzik dolu geceleri de. Artık, Chicagonun en nüfuzlu ailelerinden birinin oğlu olan Sebastian Greyle nişanlandığına göre, Glorianın parti günleri daha başlamadan bitmek zorunda…

Yoksa değil mi?

Glorianın temiz ve uslu kuzini Clara Knowles, bu yüksek sosyete düğününde bir pürüz çıkmasın diye yardıma geldi ama Clara da göründüğü kadar masum değil. Onun da, gizli tutmak için her şeyi feda edebileceği ufak, kirli sırları var…
Glorianın cemiyetteki en iyi arkadaşı LORRAINE DYER, Glorianın gölgesinde yaşamaktan bıkkın. Lorrainein kıskançlığı umutsuz bir öfkeye dönüştüğünde, artık kimse güvende olmayacak.

Ve sonunda birileri çok üzülecek…

Yazar Jillian Larkinin ilk kitabı Fettan, her şeyin değiştiği, 1920lerin en hareketli döneminde geçen seksi, tehlikeli ve son derece romantik bir serinin de ilk kitabı.

***

GİRİŞ

Bu gece canı jartiyer giymek istememişti. Kristalli saçaklarına doğru dalga dalga aşağı süzülen altın renkli boncuklarla işli elbisesi, ince çorabıyla çıplak uyluklarının kesiştiği noktayı kapatıyordu.

Sağ ayağını çift renkli Mary Janes ayakkabılarından birine, sol ayağını da diğerine geçirdi. İnce siyah bağcıkları ayak bileğinin üzerinden geçirdi ve gümüş tokaları biraz sıktı.

Tuvalet masasının üzerine yayılmış cephaneliğinden, kullanacağı silahları dikkatle seçti ve o gece takacağı altın renkli, kafes örgülü gece çantasının içine yerleştirdi: iz bırakmayan, vamp kırmızı tonda bir ruj, simli pudrası, kaplumbağa kabuğundan yapılmış tarağı, fildişi sigara tabakası.

Aynada kendine baktı. Her şey mükemmeldi: Işıl ışıl parlayan yeşil gözler, ruj sürülüp dağıtılarak öne çıkarılmış elmacık kemikleri, kalemle dolgunlaştırılmış dudaklar. Bu gece, cildi bile adeta büyülü bir yansımayla parlıyordu.

Parlak lülelerinin boynuyla kesiştiği noktaya son bir kez daha parfüm sürerken jartiyerin gerekli olduğuna karar verdi. Elbette gerekecekti.

Çantasını kapamadan önce küçük siyah silahı da içine attı.

Artık hazırdı.

BİRİNCİ BÖLÜM

Tüm yaşam tek bir ifadeye doğru önce ilerleyen,
sonra da ondan uzaklaşmayla geçen bir yoldur sadece—
“Seni Seviyorum.”
—F. Scott Fitzgerald (“Kıyıdan Uzakta,”
The Saturday Evening Post, 29 Mayıs 1920)

1

GLORIA

Girişi tam da tarif edilen yerde buldular: Malawer Cenaze Evinin çatlak tabelasından hemen önce, terzi ve berber dükkânının arasındaki paslı kapıdan geçilince, sokak seviyesinden on bir gıcırtılı basamak aşağıda. Kapıyı tam olarak üç kez çaldıktan sonra, tahta kapıda ufak bir gözetleme deliği açıldı.

“Parola ne, bebek?” Koyu renkli bir göz onlara bakıyordu.

Gloria ağzını açtı ve öylece kalakaldı. Yatak odasındaki aynanın önünde defalarca prova ettiği bir andı bu: Chicago’da içki yasağını delen en fiyakalı mekâna kabul edilmek için gereken gizli parolayı defalarca tekrar etmişti. Evden ilk kez gizlice çıkıyor, anne babasına yalan söylüyor ve ilk kez yalnız başına şehre iniyorsa ne olmuş? Daha bir gün önce aldığı elbisesinin kısalığı da cabası—gerçekten öyle kısaydı ki hafif bir rüzgârla Gloria’yı bir anda bir flapper’dan¹ bir teşhirciye çevirebilirdi.

Göz, “Hadi ama! Bütün gece bekleyemem!” diye homurdandı.

Gloria’nın üst dudağında boncuk boncuk terler birikmeye başlamıştı. Ter damlalarının, özenle yaptığı makyajın üzerini kaplamaya ve pudrasının yüzeyini dağıtmaya başladığını hissediyordu.

“Şey!”

En iyi arkadaşı—ve bu akşam suç ortağı ve refakatçisi rolüne soyunan—Marcus onu dürttü. “Hadi söylesene!”

Gloria derin bir nefes aldı: Şimdi ya da asla. “Ish Kabibble?”²

“Yanlış. Şimdi toz olun!”

Göz, daha cümlesi bitmeden kaybolmuştu.

Gloria dönerek Marcus’a baktı. “Tanrım, sana inanamıyorum!”

Genç adam, “Ama son geldiğimde ‘Ish Kabibble’di!” dedi. Sokak seviyesinden birkaç adım aşağıda, mavimsi gece ışığı Marcus’un altın çocuk hatlarının—belirgin elmacık kemiklerinin, sivri çenesinin ve yüzünden eksik etmediği sırıtışın—keskin ifadesini yumuşatıyor ve onu son derece olgun gösteriyordu. Güvenilir. Hatta erkeksi.

Gloria kızların neden kendilerini onun kollarına attığını anlayabiliyordu elbette, ama onun Marcus’la olan ilişkisinin dörtte üçünü kardeşlik ilişkisi, dörtte birini de cinsel gerginlik oluşturuyordu—her kadın-erkek arkadaşlığının içerdiği, sağlıklı ve dengeli bir denklem.

“Buraya toplam kaç kere geldin… bir dakika sayayım—bir… bir… Bir kez. Evet, Marcus sadece bir kez. O da seni buraya getirsin diye kendi öz ağabeyine rüşvet verdiğin için.”

Marcus kollarını göğsünde kavuşturup iç geçirerek, “Evet, ama en azından ben gerçekten içeri girebildim,” dedi. “Hadi seni eve götüreyim, olur mu?”

Ev mi? Arabayla sadece birkaç kilometre olan mesafe, şu anda ona birkaç bin kilometre gibi geliyordu. Babasının pırıl pırıl Mercedes’i—şoförü yattıktan sonra gizlice garajdan çıkarmıştı—sokak lambasının altından onu çağırıyor gibiydi. Belki de çok iyi bildiği o sessiz, güvenli, sıkıcı ve ağaçlarla çevrili Astor Caddesi’ne geri dönmeliydi. Belki de ceza falan almadan, saat birden önce yatağına girer, hatta yarınki Avrupa Tarihi sınavının notlarına biraz bakardı. Ama zaten insanların hep ondan beklediği şey bu değil miydi? İyi kızlar gibi güvenli olanı seçmek? Hayır, şimdi gidemezdi, tüm yaşamının ilk ve tek asi şeyini yapmaktan bir kapı ötedeyken olmazdı. Zaten gelmişti. Şimdi tek yapması gereken içeri girmekti.

Gloria kapıyı tekrar çaldı. Gözetleme deliği biraz aralandı. “Yine mi sen? Hâlâ bir seçim hakkın var ufaklık ama hemen eve babacığının yanına dönmezsen güvenliği çağıracağım ve—”

Bekle. Tek istediğim bir ipucu.” Parlak çilek renkli dudaklarını büktü çünkü… ne de olsa dudak bükmek, filmlerde hep işe yarıyordu.

“Tek hakkım var. Bilirsem içeri gireriz. Bilemezsem toz oluruz.”

Göz, tehditkâr şekilde kısılarak, ters ters baktı. “Bu sana, partilerde oynanan tahmin oyunlarından biri gibi mi geldi?”

Gloria sakin bir tonla, “Bilemem,” dedi. İçerideki grubun müziğe başladığını duyabiliyordu. Sokağa sessiz caz ritimleri dökülmeye başlamıştı. “Partilere gitmem. Ve oyunlarımı da erkeklere saklarım.”

Göz Marcus’a döndü. “Bu ufaklık çok vahşi bir kedi ha?”

Marcus yüksek sesle bir kahkaha atarak, “Glo mu? Vahşi kedi mi? Hah!” dedi.

“Pekâlâ.” Göz yuvarlandı. “İşte ipucun: Senin yapamayacak kadar küçük göründüğün ayıp aktivite.”

Marcus atıldı. “Çok kolay—”

“Kızın bilmesi gerek dostum yoksa bu kapı sonsuza dek yüzünüze kapanır!”

O sözcük Gloria’nın dilinin ucundaydı. Ah evet, en iyi arkadaşı Lorraine dün biyoloji dersinde bir not yazmıştı: “Aman tanrım—laboratuar eşim Welda okuldan uzaklaştırılmış… Geçen hafta sonu dansında lavaboda futbol takımının KAPTANIYLA yakalanmış. Tam da çocuğa—”

Gloria boğuk bir sesle, “Muamele çekmek,” diye fısıldadı. Sonra, seks konusunda bildiği en ayıp terimi yüksek sesle söylediği için utanarak kızardı.

Gözetleme deliği kapandı ve kapı açıldı. “Yeşil Değirmen’e hoş geldiniz.”

* * *

Gloria kendini cennetin asi tarafına düşmüş gibi hissediyordu.

Yoğun bir duman tabakası, penceresiz odanın tavanına yakın bir seviyede asılı kalmıştı—gördüğü kadarıyla herkesin elinde yanan bir sigara vardı. Elbiselerin pullarından, kristal şampanya kadehlerinden ve sahneden yansıyan göz kamaştırıcı ışıklar, dumanla doluydu. Mekânın ön tarafındaki cilalı maun ağacından bar masası, takım elbiseler ve smokinler içinde, ellerinde amber renkli sıvılarla dolu bardaklar olan ve gülümseyerek kalın purolar tüttüren adamlarla doluydu. Duvarlar boyunca uzanan lüks yeşil kabinlerde ise, hamburgerlerini çiğnerken bile somurtarak ellerindeki kartları masaya yapıştıran, kurnaz bakışlı başka bir grup adam vardı.

Ve tüm bu erkeklerin arasında dolaşan, ışıltılar saçarak etrafta süzülen bir grup kadın: flapper’lar. Vogue dergisinin moda çekiminden ya da ışıltılı bir Hollywood film setinden fırlamış gibi kaygısız, rahat ve gösterişliydiler. Her yerdeydiler. Mücevherlerle bezeli parmaklarının arasından sarkan uzun sigaralarla ortada salınıyor, dans pistinde Çarliston hareketlerini sergiliyor ve büzülmüş dudakları ve ellerindeki içkilerle, edepsizce flört ediyorlardı. Çıplak omuzlarına atılmış alev kırmızısı fularları, gümüş renkli başlıklarından yükselen gösterişli tüyler, hiçbir kıvrım atlanmadan mükemmel bir şekilde sürülmüş koyu kırmızı rujları, üzerlerinden sarkan sıra sıra inciler, altınlar ve imitasyon elmaslarla egzotik kuşları andırıyorlardı. Ve gözler önünde serilen çıplak ten miktarı öyle çoktu ki. Gloria deniz kenarında bile bu kadar çok çıplak ten görmemişti.

Şimdiye kadar bulunduğu hiçbir ortamda kendini bu kadar eğreti hissetmemişti. Özel Laurelton Kız Lisesi’nde Onur Kurulu başkanı ve diğer tüm kızların örnek aldığı bir öğrenciydi. Ama Gloria burada kimsenin öğle yemeğinde bile yanına oturmadığı, berbat giyimli, bilmem nereden—mesela Arkansas’tan—gelmiş, münasebetsiz bir değişim öğrencisi gibiydi. Üzerindeki, omuzları ve kabarık eteği ince dantellerle süslenmiş, şeftali renkli kolsuz şifon elbise dün mağazada inanılmaz derecede güzel gelmişti gözüne. Şimdi tüm bu loş ışıkta çok uzun ve çok sıradan olmakla kalmıyordu, bir de pembeye dönüşmüştü. O kadar renk içinden pembe! Kız kendini Viktorya döneminden fırlamış gibi hissediyordu!

Gloria, Marcus’un nerede olduğunu görmeye çalıştı—en azından, gerçekten içinden gelmese de kıyafetiyle ilgili moralini düzeltecek bir kompliman yapabilirdi genç adam—ama görünürde yoktu.

Smokinli bir garson elinde birbirinin takımı olmayan çay, kahve fincanları ve bardaklarla dolu bir tepsiyle yanından geçiyordu. Gloria müziğin sesini bastırmaya çalışarak, “Acaba suyunuz var mı?” diye bağırdı.

Adam bir çay fincanı uzattı. Gloria şeffaf sıvıyı tek hamlede kafasına dikti. Ancak yuttuktan sonra keskin ve yakıcı bir his tüm boğazını kaplamaya başladı. Nefes almaya çalışırken gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Sonra Yeşil Değirmen gibi yerlerin açılma sebebini hatırladı: insanlar içki içebilsin diye. Yasadışı olarak. İçki yasağı başladığında Gloria on dört yaşındaydı, o yüzden şimdiye kadar hiç içki içmemişti ve ne kaçırdığına dair hiçbir fikri yoktu. Şimdiyse ilk içkisini yudumlamıştı ve tadının antik büyükanne parfümlerine benzediğini düşünüyordu. İnsanın böyle bir tadı nasıl sevebileceğine anlam veremedi.

İki dakika sonra alkol çarpana—epey sertçe çarpana—kadar.

Her şey dönmeye başlamışt: ortada salınan dansçılar, tokuşturulan kadehler ve parıltılı elbiseler. Gloria hareketsiz, dans pistinin kenarında kalakalmıştı. Ne yapacağı konusunda kafasını toplayamıyordu. Her ne kadar çok istiyor olsa da, böyle hisseder ve görünürken, Çarlistonla coşmuş flapper’ların arasına kesinlikle katılamazdı. İmrenerek onları izledi. Zarif, esnek vücutları neredeyse umarsız bir kontrol yitimiyle, serbestçe salınıyordu.

Gloria adımları ezberlemeye çalışarak melodiye uygun sallanmaya başladı. Aniden birinin onu izlediğine dair garip bir duyguya kapıldı. Müzisyenlerin bulunduğu küçük sahne tarafından biri onu seyrediyordu. Sahnede bir grup siyahi müzisyen vardı ve pullarla bezeli kırmızı daracık elbisesi içindeki, nefes kesici vokaliste eşlik ediyorlardı. Gloria gözlerini orkestrada gezdirdi: baterist, basgitar, trompet, saksafon…

Piyanist, parmakları tuşlardan hiç ayrılmasa da, ona doğru bakıyordu. Parlak sahne ışıklarının altında, yüzü sanki kendi ışığıyla parlayan adam, piyanoyu şehvetle çalıyordu. Tüm bedeni sürekli hareket halinde olan parmaklarına eşlik ediyor, ileri geri sallanıyordu. Parmakları tuşlar üzerinde, takip edilmez bir hızla geziniyordu.

Gloria bakışlarını kaçırmak istese de başaramadı. Piyanist parçayı bitirdiğinde, bir grup kız Gloria’nın etrafına doluşarak, görüşünü kapadılar. Gloria elleriyle yolunu açarak kalabalığın arasından çıkmaya çalıştı.

O sırada, “İçkimi döktün!” diye bağırdı bir kız. İçki fincanını adeta saatli bir bombaymış gibi öne doğru uzatmıştı. Kızın kuğu gibi boynunun etrafını saran parlak, sıra sıra inciler vardı. Gloria kendini birden beceriksiz ve çirkin bir ördek yavrusu gibi hissetmişti. “Çok özür dilerim, ben sadece arkadaşımı bulmaya çalışı—”

Kimden özür dileğinin farkında mısın sen?” Gözlerinin etrafını bir rakunu bile korkutacak kadar koyu renk sürmeyle boyamış, başka bir flapper sormuştu soruyu. “Az önce Maude Cortineau’nun martinisini döktün. Yüzünü şu saniye paralamazsa şanslısın.”

Gloria bu ismi daha önce de duymuştu. Anlatılanlara göre Maude birinci sınıfta okuldan ayrılmış, Chicago’da el altından içki satan gizli gece kulüplerinin gayri resmi flapper kraliçesi olmuştu. Unvanını hak ediyordu—porselen bebekleri andıran bir cildi, kıvrımsız bedenini sarmalayan yanardöner renkli tafta elbisesi ve kısacık sarı dalgalarına tezat oluşturan siyah, pullu bir saç bandı vardı.

Maude bardağını gruptaki en fesat görünümlü kıza uzatarak cıvıldar gibi bir sesle, “Sorun değil fıstık,” dedi. Daha sonra Gloria’nın saçından bir tutama dokundu. “Ama bu Rapunzel bir dahaki sefere saçlarını başka tarafa doğru uzatmalı. Çok, çok uzakta bir yerlere doğru. Tu comprends?”³

“Yo hayır!” Gloria’nın elleri hızla kafasına gitti. Sayısız tel tokayla uğraşıp sağlamlaştırdığı muz topuz açılmış, uzun ve dalgalı bukleleri serbest kalmıştı. Kızların her birinin saçlarının kısacık olduğunu fark etti. Sarışın ya da esmer, düz ya da kıvırcık olsun bütün saçlar kısa kesilmişti. Gloria içinde bulunduğu durumun, geceye gri beyaz okul üniformasını giyip gelmekten pek farklı olmadığını hissetti.

Utanç içinde kulübün arka tarafına, sığınabileceği yegâne yere doğru ilerledi: kadınlar tuvaletine. Yolda giderken geniş barın diğer ucunda bir grup adam gördü. Biraz daha yaklaştığında bu adamların pek de sıradan tipler olmadığını fark etti. Mavi ince çizgili takım elbiseler, iyice geriye atılmış fötr şapkalar, üzerlerinde bulutlanan sigara dumanları: bu adamlar kesinlikle gangsterdi.

İçlerinden birini gazetelerden tanıyordu. Mekânın sahibi olan mafya üyelerinden birinin yirmi bir yaşındaki oğlu, Carlito Macharelli. Genç adam, bronz teni ve briyantinli siyah saçlarıyla oldukça egzotik bir görüntüye sahipti.

Genç adamın gözlerini ayırmadan kendine baktığını görünce Gloria’nın bütün vücudu ürperdi. Bir an adamın, kendisine bir şey söylemek üzere olduğunu düşündü.

Lavaboya giderek aynaya baktı. Yansımasını çok uzaktan ve adeta bir sis bulutunun arkasından görüyordu. Demek alkol böyle hissettiriyor, diye düşündü. Çantasının dibinde birkaç tel toka daha buldu ve saçını mümkün olduğunca sıkı bir şekilde arkadan topladı. Gerçi bu şekilde, gecenin geri kalanı boyunca kafasını bir heykel gibi tutmak zorunda kalacaktı ama yine de idare ederdi. Sonra göğüs düzleştirici sutyenini düzeltti—bu, ideal flapper görüntüsü için önemli bir detaydı ama üst bedenindeki dolaşımı büyük ölçüde engelliyordu—ve yanaklarına doğru akmaya başlamış olan sürmeyi silerek tazeledi. Artık hazırdı. En azından mevcut şartlarda mümkün olabileceği kadar hazırdı.

Gloria kalabalık dalgasının arasından geçerek bara ulaştı ve bir can simidine sarılır gibi boş bir bar taburesine tutundu. Rahatlayarak gözlerini kapadı. Onu sakinleştiren tek şey orkestranın çaldığı kulakları okşayan muhteşem parçaydı. Müzik hüzünlü bir yaz esintisi gibi odada süzülüyordu:

Günler akıp geçerken
Dünya bir avuç aşka hasret.
Yanından geçtiğin adam da,
Tatlı, küçük bir tebessümüne hasret.

Kimi kalpler sızlıyor, kimi kalpler kırılıyor
Ve yorgun bir ruh düşüp ölüyor;
Dünya zaten bir avuç aşka hasret,
O aşk, senin ve benim aşkım olsa ne çıkar.

Vokalistin yumuşacık, alto sesi Gloria’nın içine işliyordu. En sevdiği şarkılardan biriydi bu. Her ne kadar müzik dersleri sadece opera aryalarıyla sınırlanmış olsa da, annesi evden her çıktığında genç kız ailenin yeni radyosunun başına geçer ve en son çıkan popüler şarkılara eşlik ederdi. Seyirci karşısındaki performansı sadece okul gösterileri ve arada sırada sosyete partilerinde şarkı söylemesiyle sınırlı olsa da, Gloria’nın içinde orada olmaya, sahne ışıkları altında parlamaya karşı inanılmaz bir özlem vardı.

“Hey, barımda uyumak yasaktır!”

Gloria’nın gözleri anında açıldı. Barmen uzun ahşap tezgâhın üzerinden ona doğru uzanmıştı. Yüzü, Gloria’nın yüzünden birkaç santim uzaktaydı. “Ve fıstıklar da bu kurala dahil.”

Barmen, üzerindeki şık beyaz smokine tezat oluşturan dağınık saçları ve hafif kirli sakalıyla, gerçek bir karakterden çok bir çizgi film karakterini andırıyordu. Gloria tuhaf bir şekilde, bu adama güvenebileceğini hissetti. “Uyumuyordum, müzik dinliyordum.” Gülümsemeye çalıştı.

“O halde barımda kuru kuru dinlemek yok.” Parmaklarıyla barda bir davul ritmi tutturdu. “Evet, ne içeceksin?”

“Şey… Şey olsun…” Gloria duraksadı. Normal bir flapper barda ne içerdi? Normalde sinemaya gittiğinde kremalı soda sipariş verirdi. Ayrıca kazara kafasına diktiği şey yeterli değil miydi? “Ben sadece müzik için geldim buraya.”

“Öyle mi?” Barmen omzundan aldığı bir bezle tezgâhı sildi. “Eğer müziği bu kadar seviyorsan bana şu şarkıcının adını söyle ve içkin müesseseden olsun.”

Gloria’nın midesi kasıldı. Kalabalığın gürültüsünü bastırmayı başaran güçlü piyano vuruşları gayet net duymasına rağmen piyanistle bakışmasından sonra bir kere daha sahneye bakmaya cesaret edememişti.

“Bu arada ben Leif. Ama herkes bana… Leif der,” dedi gülümseyerek.

Gloria da gülümsemeye çalıştı.

“Söyle bakalım neden seni pek çıkaramıyorum?”

Gloria, “Çünkü buraya ilk gelişim,” diye itiraf etti.

“Hey, bir bakire yani!”

“Hayır! Buraya ilk gelişim dedim.”

“Tamam işte, bakiresin.”

Gloria sesini yükselterek, “Burada yeni olmam bakire olduğum anlamına gelmez!” diye bağırırken yüksek sesli müzik aniden sustu.

Kalabalıktan bir kahkaha yükseldi. Gloria yanaklarının kıpkırmızı kesildiğini hissediyordu. Taburenin altına girip saklansam insanlar fark eder mi acaba, diye düşündü. Şu andakinden daha fazla utanabileceğine inanmıyordu.

Leif gülerek, “Pekâlâ,” dedi. “Bedava içkini kazandın. Yalnız belki bir dahaki sefere ihtiyacın olur diye söylüyorum; şarkıcının adı Carmen Diablo. Ona eşlik eden de Mississippi’nin bu yakasındaki en iyi piyanist: Jerome Johnson. Bir sonraki Jelly Roll Morton olduğunu söylerler.”

Gloria, “Jerome Johnson,” diye tekrarladı. “Biliyordum.”

“Elbette biliyordun. Pekâlâ, ne içeceksin?”

“Sek martini içecek.” Sigara dumanı ve Güney aksanıy

————

1     1920’li yıllarda kısa etekler giyen, saçlarını kısacık kestiren, caz müzik dinleyen ve kabul edilir davranışlara duydukları hor görmeyi saklamayan ‘batılı yeni kadın’ akımı.(ç.n.)
2     Ünlü komedyen ve kornet ustası müzisyen. (ç.n.)
3     Tu comprends?: Anladın mı? (ç.n.)

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Sindirella Anlaşması

Editor

Agatha Christie – Hercule Poirot – Hercule Pairot İz Üzerinde

Editor

Solmayan Güller

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası