“– Bir süre, insanların kendilerini verdikleri değişik uğraşıları tartıp biçtim ve içlerinden en iyisini seçmeye çalıştım. Ama bu işi yaparken ne gibi düşüncelere vardığımı burada anlatmam gerekmiyor: Kendi payıma hiçbir şey kendi amacıma sıkı sıkıya bağlı kalmaktan daha iyi görünmedi gözüme, yani: bütün ömrümü, aklı-tem ve biçimle aramak için kullanmaktan.
Çünkü bu yolda giderken tadına bakmaya başladığım meyveler, kanımca bu yaşamda daha hoşu, daha masumu bulunamayacak türdendiler; ayrıca, bu inceleme tarzından yararlandığımdan beri her gün, hep bir önemi olan ve kesinlikle herkesin bilmediği yeni bir şey keşfettim. Sonunda ruhumu öyle bir mutluluk kapladı ki, tüm öteki şeyler ona hiçbir acı veremezdi.”
Tragedya’nın Doğuşu’ndan geçenlerde yayımlanan Bir Gelecek Felsefesi’nin Önoyunu’na kadar yazılarımın tümünde ortak ve öne çıkan bir yön bulunduğu büyük bir şaşkınlığa düşürerek sık sık ve her zaman söylenmiştir bana: denilmiştir ki, tümünde dikkatsiz kuşlar için tuzaklar ve ağlar varmış ve âdeta alışılmış değer vermelerin ve değer verilen alışkanlıkların tersyüz edilmesi için sürekli üstü kapalı meydan okumalar içeriyorlarmış.
Nasıl yani? Hepsi de sadece – insanca pek insanca mı? Bu iniltiyle çıkılıyormuş yazılarımdan dışarıya, ahlakın kendisine karşı bir ürkme ve güvensizlik de eksik olmuyormuş, bir defa onu en kötü şeylerin sözcüsü yapmayı denemek ve bunun için yüreklendirmek hiç de kötü değilmiş: Sanki bu şeyler belki sadece en çok iftiraya uğrayanlarmış gibi.
Kuşkunun öğretildiği okul adı verildi yazılarıma, daha çok hor görmenin okulu, ne mutlu ki cesaretin de, evet atılganlığın da. Aslında ben bile inanmıyorum, herhangi bir zamanda herhangi birinin aynı derinlikte bir kuşkuyla ve sadece şeytanın avukatlığını ara sıra yapan biri olarak değil, bir o kadar da teolojik konuşacak olursak, tanrının düşmanı ve ona meydan okuyan birisi olarak da dünyaya baktığına; her derin kuşkuda yatan sonuçları, onlara her mutlak bakış farklılığının kendisine kapılanı yargıladığı, yalnız kalmanın donmalarını ve korkularını öğrenen birisi anlayacaktır,
kendimden dinlenmek için, âdeta kendimi bir süreliğine unutmak için, ne kadar sık herhangi bir yere – herhangi bir hürmete ya da düşmanlığa ya da bilimselliğe ya da yüzeyselliğe ya da aptallığa – sığınmaya çalıştığımı; gereksindiğim şeyi bulamadığım yerde, neden onu yapay olarak elde etmek, gerektiğinde sahtesini yapmak, uydurmak zorunda kaldığımı da anlayacaktır (– hem şairler başka ne yaptılar ki?
Yoksa tüm şu sanatın dünyada ne işi vardı?) Ama benim kür yapmak ve kendimi yeniden oluşturmak için sürekli, yeniden gereksindiğim en acil şey tek başına görecek kadar tek başına olmadığıma inanmaktı, görülende ve arzulananda akrabalık ve eşitlik olduğuna dair büyülü bir sanı, dostluğa güvende bir soluklanış, hiçbir kuşkuya ve soru işaretine yer olmayan iki kişilik bir körlük; ön planlardan, üst yüzeylerden, yakında olandan, en yakında olandan, rengi, teni ve görünürlüğü olan her şeyden alınan bir haz.
Belki de bu açıdan bir hayli “yapaylık” içinde olduğum, bir hayli ince kalpazanlık yaptığım öne sürülebilirdi: Örneğin ahlak konusunda yeterince açık görüşlü olduğum bir dönemde Schopenhauer’in kör ahlak istenci karşısında gözlerimi bile isteye yumduğum; bunun gibi Richard Wagner’in iflah olmaz romantikliği konusunda, sanki bir son değil de bir başlangıçmış gibi kendimi aldattığım; bunun gibi Yunanlılar konusunda, bunun gibi Almanlar ve gelecekleri konusunda – ve belki de böyle uzun bir ‘bunun gibi’ler listesi daha vardır?
– diyelim ki tüm bunlar doğrudur ve doğru bir gerekçeyle bana isnat edilmektedir, böyle bir kendini aldatmada, ne kadar kendini koruma hilesi, ne kadar akıl ve daha üst bir himaye içerildiğine dair ne biliyorsunuz, ne bilebilirdiniz – ve kendi hakikatliliğimin lüksünü kendime yeniden tanıyabilmek için bana daha ne kadar sahtelik gerektiğini? …
Yeter, yaşıyorum daha; hem yaşam, ahlak tarafından sonuna dek düşünülmemiştir bile: Yanılma ister, yanılmayla yaşar… doğru değil mi ama? Bu yüzden şimdiden başlıyorum, yine her zaman yaptığım şeyi yapıyorum, ben, eski ahlak düşmanı ve kuş avcısı – ve ahlaksız konuşuyorum, ahlakdışı, “iyinin ve kötünün ötesinde”? –