Bixby, Oklahoma sırlarla dolu.
Ve bu sırlardan bazıları sır olarak kalmalı!
Gececiler, gizli saatle ilgili gerçeği ortaya çıkarmaya çalışırken Bixby’nin tarihine örülmüş güçlü gizemleri ve gündüz dünyasını etkileyecek sağlam bir komployu keşfediyor.
Gececiler, şimdi ölümcül bir tehlike ve aralarından birini kaybetme riskiyle karşı karşıya.
“Nefis bir fantezi, bilim-kurgu ve korku karışımı. Saatler geceyarısını çoktan geçti ve ben hala elimden bırakamadım.”
– Garth Nix
“Bu güçlü, sürükleyici macera, kahramanlarını hem insan hem de doğaüstü şeytanlarla karşı karşıya getirirken harikulade bir iş çıkartıyor.”
– Kirkus Reviews
1
23:51
YERÇEKİMİ KANUNLARI
Sonunda, her şey yoluna girmişti.
Kıyafetleri doğru çekmecelerde yerini almıştı. Kitaplar yeni raflarda alfabetik olarak sıralanmış, bilgisayarın birbirine dolaşmış kabloları açılarak plastik bantlarla bağlanmıştı. Taşınırken kullanılan kutular katlanıp garaja konmuş, pazartesi günkü geri dönüşüm kamyonu itin biçimlerle bağlanmıştı Üzerine siyah kalemle ÇÖP yazılmış son kutu köşede duruyordu, içinde erkek gruplarının posterleri, iki pembe süveter, oyuncak bir dinozor vardı, hepsi yeni yaşamı için fazla çocukça şeylerdi.
Jessica Day, Şikago’dan geldiğinden beri ne kadar çok değiştiğini düşündü. Belki de tutuklanmak kendisini daha büyük hissetmesine sebep olmuştu. (Pekala, aslında tutuklanmamış, bir polis arabasına bindirilip ailesine teslim edilmişti.) Belki de bir erkek arkadaşı olduğu içindi. (Aslında, bu da tam olarak resmileşmemişti.) Veya. Bixby’de kendisine sunulan gizli dünya ve kendisini tehdit eden yaratıklar yüzündendi.
Kendi kendine, ama simdi her şey yoluna girdi, diye düşündü.
Örneğin, pencere eşiğine on üç raptiye çakılıydı ve kapının eşiğinde on üç ataç duruyordu. Boynunda on üç sivri uçlu bir yıldız vardı ve yatağının altında Dokümantasyon, Patlayabilmek ve Duyarsızlaşma duruyordu (Aslında, bunlar bir bisiklet kilidi, bir sokak lambası parçası ve bir el feneriydi.) Hepsinin on üç harfli isimleri vardı ve hepsi parlak paslanmaz çeliktendi.
Yatağın yanında duran saate bakınca, Jessica her gece bu saatlerde olduğu gibi yine karmaşık duyguların esiri oldu. Heyecanı, başlayacak olmanın tedirginliği ve sanki saatte iki yüz kilometre giden bir arabayla test sürüşü yapacakmış gibi kuruyan ağzı, durumu özetliyordu.
Sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve örtüsü bozulmamış yatağın kenarına dikkatlice oturdu, hiçbir şeyi bozmak istemiyordu. Raflardan birinden bir kitap almak bile gecenin dengesini bozabilirdi. Odanın düzeni kırılgandı, her an her şey altüst olabilirdi.
Jessica son zamanlarda böyle hissediyordu.
Yatağın üzerinde bağdaş kurdu ve kot pantolonun cebinde bir şey olduğunu hissetti. Dolabı temizlerken bulduğu yirmi beş sentti. Önceki kiracılardan kalmış olmalıydı. Jessica bozuk parayı havaya fırlattı, metal havada dönerken parıldadı.
Üçüncü fırlatışta. para çizdiği yayın tepe noktasına ulaştığında, odadaki her şey titredi…
Her ne kadar gözü sürekli saatte olsa da. değişim anı her zaman Jessica’yı sakınmayı başarıyordu. Her aksam saat gece yarısını gösterdiğinde, sanki içinde olduğu lunapark eğleme treni inişe geçiyordu. Dünyadan renkler çekiliyor, ışık soğuyor ve mavileşiyor. Oklahoma rüzgarının uğultusu birden kesiliyordu. Havada hareketsiz duran bozuk para parıldıyordu, artık minik ve sabit bir metal parçasıydı. Jessica bir süre çeyrekliğe baktı, tok yakınına girip büyüyü bozmamak için özen gösterdi
.Sonunda, “Tura,’ dedi. Sonra elini yatağın altına sokup ayakkabı kutusunun içinden Patlayabilmek ve Duyarsızlaşmamı çıkarttı Cisimleri uzun kollu tişörtünün cebine soktu ve pencereden dışarıya çıktı.
bahçeye çıktıktan sonra Jessica beklemeye başladı. Her ne kadar iki hafta daha cezalı olsa da (polis gözetiminde eve getirilmenin bir sonucuydu) gizlenmeye gerek görmedi. Sokaktaki evler donuk mavi bir ışıkla parıldıyordu. Kimse kendisini izliyor olamazdı, sokakta hareket eden bir cisim yoktu, havada donup kalmış sonbahar yaprakları karanlık ağaçlardan yere düşerken perde oluşturmuştu.
Ama yalnız değildi.
Bulutlu gökyüzünde bir şekil belirdi, çalılarda sekiyor, sessiz ve zarif bir biçimde kendisine doğru geliyordu. Her gece aynı evlerin tepesinde yürüyor, üst topu gibi hep aynı yolu takip ediyordu. Dess’in zihninde sayılan görebildiği gibi, Jonathan da uçarken açıları görebildiğini, en kısa yolu parlak bir çizgi olarak seçebildiğin iddia ediyordu.
Jess cebindeki fenere dokununca bir parça olsun rahatladı. Herkesin farklı yetenekleri vardı.
Jonathan yavaşça gökyüzünden yere doğru inerken, Jessica’nın huzursuzluğu yerini çok daha sıcak bir hisse bıraktı. jonathan’ın bedeni büküldü, geceyarısı yerçekimiyle yere konarken dizlerini kırıp kollarını iki yana açarak çarpmanın etkisini azalttı. Jessica İki sahneyi izlerken endişelerinden arda kalanları zihninin uzak bir kösesine fırlattı. Gizli saatle geçirdiği ilk iki hafta boyunca hayatta kalmak için korkuya ihtiyacı olmuştu, ama artık gerek yoktu.
Jessica, “Hey.” dedi.
Jonathan ufka göz gezdirdi, bakışlarıyla kanatlı yaratıkları aradı. Sonra kıza doğru döndü ve gülümsedi. “Selam, jess.”
Jessica yerinden kıpırdamadı, Jonathan’ın çimenlerin üzerinde yürüyüp yanına gelmesini bekledi. Attığı her adımda yerden hafifçe yükselen Jonathan. ayın yüzeyinde yürüyen bir astronota benziyordu.
“Sorun nedir?”
“Hiçbir şey. Sadece senin yürüyüşünü seyrediyorum.”
Jonathan gözlerini devirdi. “Göründüğünden daha zor, biliyorsun. Uçmayı tercih ederim ”
“Ben de.”Jesica hafifçe öne eğildi, ellerini uzatmadı ve gözlerini kapadı. Dudakları Jonathan’ın dudaklarına değince yerçekiminden kurtuldu, üzerine tanıdık hafiflik çöktü
Jessica geri çekildi ve iç geçirdi, ayakları yeniden yere bastı.
Jonathan uzun kirpiklerini kırpıştırdı “Bu gece çok neşelisin.”
Jessica omuz silkti “Ben sadece… mutluyum.’ etrafına bakındı, parıldayan evlere ve gökyüzüne göz gezdirdi. “Nihayet, güvendeyiz.”
“Anladım. Demek artık benim korumama ihtiyacın yok.”
Jessica hızlıca Jonathan’a doğru döndü Delikanlı sırıtıyordu.
Jonathan elini uzattı. Jessica kendisine uzatılan eli tuttu ve üzerine aynı hafiflik çöktü.
Jonathan ile uçmak nefes alıp vermek gibiydi. Konuşmalarına gerek yoktu, nereye gideceklerini işaretlerle birbirlerine belli ediyorlardı. Her sıçrayıştan önce. Jess sevgilisinin elini sıkıca kavrıyordu. Dünyayı yukarıdan seyretmeyi seviyor, havada çizdikleri yayların tepesinden Bixby’nin tozlu sokaklarına, karanlık evlerine, dönmüş arabalarına ve yeşilliklerine bakıyordu.
Bu gece şehir merkezine yönelmek yerine, Jessica Bixby’nin kenar mahallelerine doğru bir yol çizmeyi tercih etti. Açıkça ifade etmese de, dikkat çekmeden şehrin ne kadar dışına çıkabileceğini test etmek istiyordu. Yeteneğinin ne olduğunu artık biliyor (jonathan’ınki kadar muhteşem değildi ama çok daha güçlü bir şeydi), gizli saatin yaratıklarının kendisine meydan okuyacağını düşünmüyordu.
Çorak topraklar, mavi ufka doğru karanlık bir deniz gibi uzanıyordu. Havada hareketsiz duran yalnız bir baykuş hariç, Jonathan ile gökyüzünde yalnızdı.
Yaratıklar ve sürüngenler benden hala korkuyor, diye düşündü.
Jonathan. “Mola verelim mi?” diye sordu.
Uçmak zor işti. Tüm gücüyle ardı ardına sıçramak, Jonathan’ın geceyarısı yerçekimine ayak uydurmak kolay değildi Fizikte Isaac Newton’ın üç hareket kuralını yeni öğrenmişlerdi. Jessica’nın dört kuralı vardı.
Bir: Jonathan ile aynı anda sıçra, yoksa daireler çizmeye başlarsın
İki: Öne doğru sıçra, yukarıya değil. Bir yere ulaşmak istiyorsun, havada asılı kalmak değil. Üç: Düz yer iyidir. Çalılara, park yerlerine ve yollara konmaya çalış. Çalılıklar başına bela olabilir.
Dört Asla Jonathan’ın elini bırakma. (Bunu test ederek öğrenmişti. Üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen, dizleri ve bileklerindeki morluklar hala tamamen geçmemişti.
Jonathan yolun kenarındaki benzincinin levhasın işaret elti Şuraya ne dersin?” Dört yönü kolayca görebiIecekleri bir yerdi, pusuya düşürülmeleri mümkün değildi
“Mükemmel.”
Tabelanın üzerine kondular, sonra yukarıya doğru sıçrayıp karanlık levhanın kenarına ilerlediler. Ayakları yumuşak bir biçimde paslı metalin üzerine bastı. Jonathan elini bırakınca gerçek dünyanın yerçekimi jessica’yı olduğu yere çiviledi. Jessica yutkundu ve dengesini sağlamaya çalıştı, yer çekimiyle birlikle yükseklik korkusu da geri döndü.
Jessica’nın gözüne garip bir şey takıldı. Benzin istasyonunun arkasındaki düzlükte, çalıların arasından bulanık bir şey.
“Hey, şu nedir?”
Jonathan kıkırdadı “Gerçek bir Oklahoma toz şeytanı” Jessica gözlerini kısıp bir daha baktı. Etrafa hareketsiz ve parıltılı parçalar saçan hortum, bulanık ve eğri bir mavi sütuna benziyordu. “Bir tornadonun hayaletine benziyor.”
…