Guy de Maupassant ve Olay Hikayeciliği Fransız öykücü Guy de Maupassant, dünya edebiyatında olay hikâyeciliği denilen öykü tarzının tarzı meydana getirmiş bir öykücüdür. Bu hikâye
tarzına da “Maupassant Tarzı “ veya” Olay Hikâyeciliği” denilmektedir. Olay hikâyesi olay gelişimini temel alarak vakayı serim, düğüm, çözüm
planıyla anlatıp olayı kesin ve biten bir sonuca bağlar. Çevre ve
kahramanlar öyküdeki vakanın gelişimine uygun biz düzen içinde aktarılır. Çevre
ve kişilerin betimlemeleri önemlidir. “Kişilerin portreleri, özenle ve
ayrıntılı olarak çizilir. Olay hikâyeciliğinde merak ve entrika öykünün
hareket ve odak noktasıdır. Bu bakımdan olay öyküsü, okuyucuda merak ve heyecan
uyandırmak amaçlı bir vaka dizini üzerinde kurulur. ”
Guy de Maupassant 6 Temmuz 1893’te, tedavi gördüğü akıl hastanesinde henüz 43 yaşındayken intihar ederek ölmüştür. Genç yaşta iken akıl sağlığı da bozulan ve ölen yazar kısacık ömrüne rağmen
dünya edebiyatına damga vurmuş önemli bir öykücüdür. Kan Davası Paolo Saverini’nin dul karısı, Bonifacio kalesinde küçük ve yıkık dökük bir evde oğluyla birlikte yalnız yaşıyordu. Dağın ileri doğru bir uzantısı
üzerinde bulunan, hatta yer yer denizin üzerinde asılı gibi duran bu kent,
sivri kayalıklarla dolu boğazın üzerinden Sardunya’nın daha alçak kıyısına
bakıyordu.Aşağılarda, öbür yanda dev bir dehlizi andıran dik bir kıyı, kenti
neredeyse tümüyle çevreleyerek liman gibi kullanılıyor ve İtalya ya da
Sardunya’nın küçük balıkçı teknelerini ve her on beş günde bir Ajaccio seferini
yapan eski tıknefes vapuru iki sarp kaya arasında uzun bir dolaşmadan sonra
adanın ilk evlerine ulaştırıyordu.Dağın yamaçları üzerindeki ev kümeleri, beyaz lekeler halinde
görünüyordu. Kayalıklara asılı gibi duran ve yabani kuşların yuvalarını andıran
evler, korku veren ve gemilerin geçmediği bu boğaza bakıyordu. Durmadan denizi
ve yeni yeni otlara bürünen çıplak kıyıyı döven rüzgar, boğaza dalar ve kıyıyı
kemirirdi. Dalgaları delerek yükselen kayalıkların kapkara sivri uçlarına
takılıp kalan solgun köpüklerin izleri, suyun üzerinde yüzen yırtık pırtık bez
parçalarını andırırdı.Bu yüksek kıyının kenarında dul Bayan Saverini’nin evi, bu vahşi ve
üzüntü verici ufka bakıyordu.Bayan Saverini, oğlu Antoine ve uzun, sert tüylü, çoban köpeği irisi sıska
dişi köpekleri Sémillante ile bu evde yaşıyordu. Antoine, bu köpekle ava
çıkardı.Bir akşam, Antoine Saverini, kavgaya tutuştuğu Nicolas Ravolati
tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Ravolati, daha o gece Sardunya’ya kaçmıştı
bile.Yoldan geçenler oğlunun cesedini getirdiğinde yaşlı ana, hiç ağlamadı;
ama uzun uzun oğlunun cansız bedenine bakarak, öylece hareketsiz kaldı. Sonra,
derisi kırışmış elleriyle ölüyü okşadı ve oğlunun öcünü alacağına söz verdi.
Hiç kimsenin kendisiyle birlikte kalmasını istemedi. Uluyan köpek ve oğlunun
ölüsüyle eve kapandı. Hayvan, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış,
yatağın ayakucunda, başını efendisine uzatarak, hiç durmadan uluyordu. Bir süre
sonra köpek artık kımıldamaz oldu. Yaşlı ana ise, cansız bedenin üzerine eğilmiş,
ölüyü seyrederek iri ve sessiz gözyaşlarıyla ağlıyordu.Genç adam, göğüs kısmı parçalanmış yünlü ceketiyle, sırtüstü uyuyor
gibi görünüyordu. Her yeri kan içindeydi. İlk yardım yapılabilmesi için
yırtılan gömleğinde, yeleğinde, kısa pantolonunda, yüz ve ellerinde kan vardı.
Kan pıhtıları, sakalında, saçlarının içinde donmuştu.Yaşlı ana, oğluyla konuşmaya başladı. Sesin gürültüsü üzerine köpek,
ulumasını kesti.
– Git, git yavrum, öcün alınacak zavallı oğlum. Uyu, rahat uyu. Öcün alınacak,
beni duyuyor musun? Annen söz veriyor. Bilirsin, annen hep sözünü tutar!Yaşlı kadın, ağır ağır oğluna eğilerek soğuk dudaklarıyla ölü dudakları
öptü. O sırada, köpek inildemeye başladı. Tekdüze ve yürek parçalayan uzun bir
inilti çekti.Bayan Saverini ve köpek, sabaha kadar orada öylece kaldılar. Antoine
Saverini ertesi gün toprağa verildi ve bir daha Bonifacio’da ondan hiç söz
edilmedi.Antoine, geride ne erkek kardeş, ne yakın bir akraba bırakmıştı. Kan
davası güdecek hiçbir erkek yoktu. Kan gütmeyi düşünen yalnızca yaşlı anasıydı.Bayan Saverini, boğazın karşı kıyısında, sabahtan akşama kadar beyaz
bir noktaya bakıyordu. Bu, çok yakından izlenen Korsikalı haydutların sığındığı
Longosardo adında küçük bir Sardunya köyüydü. Haydutlar, yurtlarının karşı
kıyısında bulunan bu köyde yalnız başlarına yaşıyorlar ve geri dönmek için
uygun zamanı orada bekliyorlardı Yaşlı ana, Nicolas Ravolati’nin de o köye
sığındığından emindi.Gün boyunca, tek başına pencerenin yanında oturdu. Öç almayı düşünerek
karşıdaki köye bakıp duruyordu. Hiç kimsesi yokken, ölüme bu denli yakın ve
güçsüzken nasıl öç alacaktı? Ama söz vermiş, oğlunun ölüsü üzerine yemin
etmişti. Ne yeminini unutabilir, ne de bekleyebilirdi. Ne yapacaktı? Geceleri
artık uyumuyor, rahat yüzü görmüyor, yüreği bir türlü yatışmak bilmiyordu.
Boyuna çıkar bir yol arıyordu. Ayaklarının dibinde uyuyan köpek ise, ara sıra
başını kaldırıyor uzaklara doğru uluyordu. Köpek, sahibinin ölümünden beri,
sanki onu çağırmışlarcasına, bir türlü avunmayan hayvan ruhu hiçbir şeyin
silemeyeceği bir anıyı saklarmış gibi, böyle sık sık uluyordu.Bir gece, Sémillante yeniden inildemeye başladığında, ansızın yaşlı
kadının aklına vahşi ve yırtıcı bir öç alma düşüncesi geldi. Sabaha kadar bunu
düşündü. Sonra, günün ilk ışıklarıyla birlikte kalkıp kiliseye gitti. Yerlere
kapanarak Tanrının huzurunda dua etti; oğlunun öcünü almak için yaşlı bedenine
güç vermesi, kendisine yardım etmesi ve desteklemesi için yalvardı.Sonra eve döndü. Evin avlusunda, oluktan damlayan suları toplamaya
yarayan eski, dibi çıkmış bir fıçı vardı. Fıçıyı yere devirdi, içini boşalttı,
taş ve kazıklarla toprağa iyice oturttu. Sonra da Sémillante’ı bu yuvanın içine
zincirleyip eve döndü.Yaşlı kadın, artık odasında durmaksızın yürüyor, gözünü hiç ayırmadan
Sardunya kıyısına bakıyordu. Oğlunun katili, o herif oradaydı.Köpek, bütün gün, bütün gece uludu. Yaşlı kadın, sabah olunca köpeğe
bir çanak su götürdü, fakat ne ekmek, ne de başka bir yiyecek, hiçbir şey
vermedi.Gün böyle geçti. Bitkin düşen köpek uyuyordu. Ertesi gün, gözleri
parlamış, tüyleri diken diken olmuştu. Zincirini çılgınca çekiştiriyordu.Yaşlı kadın, yine yiyecek hiçbir şey vermedi. Gittikçe kudurganlaşan
hayvan, boğuk bir sesle havlıyordu. Gece böylece geçti.Bayan Saverini, sabah olunca komşusuna gitti ve kendisine iki demet
saman vermesini istedi. Eskiden kocasının giydiği eski püskü elbiseleri
çıkarttı ve içini samanla doldurarak bir korkuluk yaptı. Sémillante’ın
yuvasının önüne yere bir sopa dikip korkuluğu onun üzerine bağladı ve çaput
parçalarından korkuluğa bir de kafa yaptı.Köpek, şaşkınlık içinde, bu samandan adama bakıyor, açlıktan
kırılmasına rağmen sesini çıkartmıyordu. Yaşlı kadın, kasaba giderek uzun bir
parça domuz sucuğu aldı. Eve dönünce, avluda, köpeğin yuvasının yanında ateş
yakıp eti kızarttı. Şaşkına dönen Sémillante durmadan sıçrıyor, dumanı burnuna
kadar gelen et parçasına gözlerini dikip ağzından köpükler saçıyordu.Saverini ana, sonra bu dumanı tüten eti, sanki içine sokacakmış gibi,
korkuluğun boynunun çevresine bağladı. İşi bitince, köpeğin zincirlerini çözdü.Hayvan, korkunç bir sıçramayla korkuluğun boynuna ulaştı ve ayaklarını
omuzlarına dayayıp korkuluğun boğazını parçalamaya başladı. Köpek, ağzında bir
et parçasıyla yere düşüyor, sonra yeniden sıçrıyor, sivri dişlerini korkuluğun
boynuna geçirip birkaç parça daha et kopararak tekrar yere düşüyor ve sonra
yine aynı şekilde sıçrıyordu. Hayvan, diş darbeleriyle korkuluğun yüzünü
yırtıyor, boynunu parçalıyordu.Yaşlı kadın, sessiz ve hareketsiz, köpeği izliyor, gözlerinin içi
parlıyordu. Sonra köpeği yine zincirledi. Hayvanı yine iki gün aç bıraktı ve bu
garip alıştırmaya yeniden başladı.
Bayan Saverini, üç ay boyunca köpeği bu tür mücadeleye, yiyeceğini dişlerinin
gücüyle elde etmeye alıştırdı. Artık köpeği zincire bağlamıyordu ama onu bir el
hareketiyle korkuluğa saldırtıyordu.Yaşlı kadın, köpeği, korkuluğun boğazına et saklamadan da üzerine
atılıp parçalamaya alıştırmıştı. Sonra da ödül olarak, ateşte pişirdiği eti
veriyordu hayvana.Sémillante, artık korkuluğu görür görmez titremeye başlıyor, gözlerini
sahibine çeviriyordu. O da ona parmağıyla işaret verip, “Haydi!” diye
ıslık gibi bir sesle bağırıyordu.
Saverini ana, artık vaktin geldiğini düşündü ve bir pazar sabahı, derin bir
heyecan içinde kiliseye gidip dua etti ve günah çıkarttı. Eve dönüp erkek
elbiseleri giydi. Bu haliyle, zavallı, hırpanî bir ihtiyara benziyordu.
Sardunyalı bir balıkçıyla pazarlık etti. O da onu, köpeğiyle birlikte boğazın
öbür yakasına geçirdi.Yanında taşıdığı torbada büyük bir sucuk parçası vardı; Sémillante iki
gündür açtı. Yaşlı kadın, ikide bir torbayı koklatıp hayvanı kızdırıyordu.
Longosardo’ya geldiler. Korsikalı kadın, hafifçe topallayarak yürüyordu. Bir
fırıncıya Nicolas Ravolati’nin nerede oturduğunu sordu. Ravolati, eski işi
marangozluğa başlamıştı. Dükkânında, tek başına çalışıyordu.
Yaşlı kadın, kapıyı iterek açtı ve içeriye seslendi:
– Hey! Nicolas!
Adam geriye döndü. Köpeğini serbest bırakan kadın haykırdı:
– Haydi, haydi, parçala, parçala onu!Deliye dönen köpek, ileri doğru atıldı ve adamı boğazından yakaladı.
Ravolati, kollarını uzatıp hayvana sarıldı, yere yuvarlandı. Birkaç saniye
ayaklarını yere vurarak kıvrandı. Sémillante parça parça ettiği boyun etlerini
eşelerken, Ravolati hareketsiz kaldı.
Kapılarının önünde oturan iki komşu, yoksul bir ihtiyarın, cılız siyah bir
köpekle çıkıp gittiğini ve köpeğin yürürken sahibinin verdiği esmer bir şeyi
yediğini gördüklerini çok iyi hatırladılar.Saverini ana, akşam evine dönmüştü. O gece sabaha kadar deliksiz bir uyku çekti. (14 Ekim 1883) Guy de
Maupassant
önceki yazı
sonraki yazı
- Yorumlar
- Facebook yorumları