NEREDEN ÇIKTI BU MECANİ IRGATLAR YAHU?
Bundan on beş sene kadar önce Mimar Mahmut Kirazoğlu, Medine’de Kuba Mescidi’nin onarımı ve inşaat işlerini yürütürken nice zaman sonra bir aykırılık dikkatini çekmiş. Yevmiye defterine göre inşaatta kırk küsur civarında işçi çalışması gerekiyormuş; hâlbuki inşaat sahasında en az yüz civarında işçi çalışmakta imiş. Meseleyi biraz tahkik eden Mahmut Kirazoğlu Bey fark etmiş ki, bizim hacılar, “Efendimizin mescidinin inşaatında çalışmaktan daha âlâ sevap mı olur” düşüncesiyle çaktırmadan inşaat sahasına girip akşama kadar zevk ile çalışmakta imişler. Meğer bu inşaatta çalışma meselesi, o günlerde Medine’deki Türk hacılar arasında efsane haline gelmiş, millet neredeyse sıraya girip inşaata “sızmakta” imiş.
İçindekiler
NİYET
İBRAHİM EFENDİ’NİN RÜYASI
YOLCULUK
MEKKE
MEDİNE
DÖNÜŞ
SON İNTİBALAR
RÜYA
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım; Hiç hesapta yok iken bana ve eşime “Harameyn”i ziyaret etme fırsatını bahşeden ve dualarımız mucibince bize bu yolculuğu kolay kılan Rabbime hamd ile O’nun resulü, iki cihan serveri. Efendimiz Muhammed Mustafa’ya selâm ederim.
Ümid ederim ki bu küçük Hac Risalesi, onu kaleme alan ve okuyanlar nezdinde hayra bais olur
NİYET
Hacca gitmek meselesi konuşulduğunda hep heyecanlanıyor, hep iştiyak duyuyorduk ama bunun kuvveden fiile geçmesi şimdilik uzak bir ihtimal gibi görünüyordu. Arkadaşlar arasında en büyük idealimiz şöyle büyükçe bir minibüse doluşup, bagajını uyku tulumu, battaniye, çadır, piknik tüpü ve hazır yiyecek nevalesi ile doldurarak zamana mukayyed olmaksızın gönlümüzce Kabe yollarına düşmekti. Yolculukta imamımız Doğan Ağabey olacaktı; nerde akşam, orda sabah, canımız istediği yerde duracak, aklımıza düştüğünde yine yollara düşecektik. Yollarda çığırtacağımız ilahi repertuvarı bile hazırdı ve üstelik bu ilahilere en akademik seviyede, vaktiyle Sivas Belediyesi Konservatuarı bünyesinde kurulan Tasavvuf musikisi topluluğu konserlerine idman yaparken hazırlanmıştık: Tekbirler, tehliller, telbiyeler, şüguller, naatlar. kasideler, gazeller.
Hayır, bu ilk seferimizde eşlerimiz olmayacaktı: Evvela gidip yol ve erkân öğrenecek, bir hanımla birlikte seyahat etmenin getirdiği kısıtlamalara tabi olmaksızın çevik, serazad ve her müşkile göğüs germeğe ânıâde bir ruh haliyle yolculuğa çıkacaktık. Türkiye’den yola çıktığımız gün sakal koyverecek, saçlarımızı ancak ihram yasakları sona erdiğinde kökünden kazıtacak ve ruhlarımızı “Harameyri’in manevî ikliminde sanayici tabiriyle “rektefe”den geçirecektik.
Ah keşke mümkün olsaydı! Ne var ki ya bizim hükümet mızıkçılık edip karayoluyla hacca gitmeye tahdid getiriyor, ya da Ortadoğu ahvali kızışarak yol güvenliğini tehdid ediyordu. Hoş, yollar açık olsa bile kısm ı âzamimiz devlet memuruyduk; ha deyince vakti avara kasnağa bindirerek yollara düşmek kolay değildi. Para meselesine pek aldırış etmiyorduk; kırar sarar bir şeyler yapardık.
Ah, tasavvuru bile güzeldi; hâlâ güzel!
O tasavvuru henüz gerçekleştiremedik ama eşten dosttan, yakın akraba ve taallükatlan hacca giden oldukça eşimle gözgöze gelip, “biz niye gitmiyoruz?” yollu iç hesaplaşmalarına giriyorduk, hep. “Hele çocuklar büyüsün, hele tahsillerini bitirsinler, hele üç beş kuruş daha biriktirelim” kabilinden mazeretlerimiz vardı ama bize inandırıcı gelmiyordu. İstersek niyet edip gidebilirdik; üstelik hele biraz daha yaşlanalım da öyle gideriz” hesaplarının müflisliğine de inanmıştık Ama vakit yaklaşıyordu; şöyle veya böyle hissediyorduk.
14 Nisan 2002 /Sivas
İBRAHİM EFENDİ’NİN RÜYASI
Evvel zaman içinde bir İbrahim Efendi vardı; İbrahim Efendi variyetli adamdı. Variyetli olmak kolay lakin variyetin hakkını vermek o nisbette zor. İbrahim Efendi variyetinin hakkını verenlerdendi. Kapısına gelenin eli boş döndüğü olmazdı.
Günün birinde İbrahim Efendi hâline, gidişatına baktı. “Arlık vaktidir” diye düşündü; hanımına danıştı ve hanesinde o gün bir bayram şenliği oldu. Sadece ailesiyle değil ticarethanesinde çalışan, kapı ahalisine dahil olan bilcümle efradıyla birlikte hacca gidilecekti. Ertesi günden itibaren hazırlıklara girişildi. Yük ve binek hayvanları, koşum arabaları hazırlandı. Yol tedariki görüldü. Eş dost. komşu ile helâlleşildi. Mevcut borçlar ödendi. Ticarethanenin kapısına kilit vuruldu ve Kabe yollarına düşüldü.
Safalı yerlerde konaklayarak, soğuk pınarlardan sular İçilerek, gâhi han köşelerinde, gâhi mağara kovuklarında, gahi serin serviler altında gece fasılaları verilerek azmi rah ettiler, Eski zamanlarda İstanbul’dan Kabe’ye vâsıl olmak aylarca süren meşakkatli bir yolculuktu. Sabr ü sebat ettiler, yolculuğun zorluklarından şekva getirmeksizin tekbirler, tehliller ile, Kabe ilâhileri terennüm ederek yol aldılar. Neticede üç ay sonra bir sabah vakti Mekke’ye vâsıl oldular.
İbrahim Efendi’nin neş’esine pâyân yoktu. Zaten halim bir insandı. Mübarek topraklarda büsbütün melek sîretine büründü. Gece gündüz Haremi Şeriften çıkmıyor, namaz kılıyor, dua ediyor, ağlıyor ve her fırsatta tavaftan geri kalmıyordu.
Günün birinde İbrahim Efendi yine binbir gönül vecdi içinde tavaf ediyordu. Derken bir şeye ayağı takılarak tökezledi ve yere düştü. Hiç olmayacak bir yerde, yüzlerce mü’minin tavaf ettiği yolun ortasında yaşlıca bir adam yere uzanmış yatıyordu.
İbrahim Efendi’nin canı sıkıldı. Güç bela doğrularak adama yaklaştı. İhtiyar hâlâ uykudaydı. Adamı böğründen dürterek uyandırdı. İhtiyar, rahatsız edilmesine pek canı sıkılmış yüz ifadesiyle gözlerini açıp “ne var” gibisinden İbrahim Efendi’ye baktı,
Ne var, niçin rahatsız ediyorsun beni yahu? İbrahim Efendi’nin tepesi attı,
Ne rahatsızlığı efendi? Buralarda yatılır mı hiç? Çok uykun var ise git bir kenara kıvrıl dilediğin kadar uyu. Burası tavaf edilecek yer. İnsanları taciz etmeye ne hakkın var?
İhtiyar kırgın ve dargın nazarlarla İbrahim Efendi’ye bir kere daha baktıktan sonra ayağa kalktı. Kalabalığa karışıp kayboldu.
…