“E I ğer bunu okuyorsan, bu uyarı senin için. Bu hiçbir işe yaramayan kaliteli baskıdan okuduğun her sözcük, hayatından harcanmış bir diğer saniye demek. Yapacak başka işin yok mu? Hayatın sahiden bu kadar boş mu da bu anları harcayabileceğin daha iyi bir yol aklına getiremiyorsun?
Yoksa tüm saygını ve itimadını teslim ettiğin otorite figürlerinden bu kadar mı etkileniyorsun? Okuman gerektiği söylenen her şeyi okuyor musun? Düşünmen gerektiği söylenen her şeyi düşünüyor musun? Sana gerçekten ihtiyacın olduğu söylenen her şeyi satın alıyor musun?
Evinden dışarı çık. Karşı cinsten biriyle tanış. Haddinden fazla alışverişi ve mastürbasyonu bırak. İşinden ayrıl. Bir dövüş başlat. Halâ hayatta olduğunu ispat et. Eğer insan olduğunu kanıtlayamazsan bir istatistik olursun. Seni uyardım…
Tyler”. 1 Fight Club [Dövüş Kulübü] DVD’si, yalnızca bir saniye süren, tek bir mükemmel an için görünüp yine aynı anda ortadan kaybolan bu uyarı ile açılıyor. Birileri, bir kez daha size ne yapıp yapmamanız gerektiği konusunda vaaz veriyor.
Hiç önemsemediğiniz, alelade bir an olarak gördüğünüz tek bir saniyede, size hayatınızın bundan sonraki kısmını değiştirecek bir teklifte bulunuyor. Gözden kaçırması çok kolay ama bir o kadar da önemli bir teklif bu. Yalnızca bazılarına hitap ediyor.
Yalnızca birileri için bir anlama sahip oluyor. Yalnızca birilerinin hayatını değiştiriyor. Diğerleri için hayat aynen devam ediyor. Chuck Palahniuk, bu anlar için yazıyor. Gözden kaçan, elde tutulamayan, ıskalanmış ve önem verilmemiş anları kaleme alıyor.
Kıyıda köşede kalmış, unutulmuş, değer verilmemiş, dışlanmış karakterler üzerinden anlatıyor o anları. Mide bulandıran, yürek parçalayan, iç kaldıran, kafa karıştıran imgeler döşüyor dört bir yana. Her zaman bildiğimiz ama dile getirmeye, anlamaya, üstlerine gitmeye cesaret edemediğimiz şeyleri çıkarıyor açığa. Ve önceden uyarıyor okuyucularını bu yapacakları için. “Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin.
Birkaç sayfa okuduktan sonra, burada olmak istemeyeceksiniz. O yüzden unutun gitsin. Gidin buradan. Halâ tek parçayken hemen kaçın. Kendinizi kurtarın.” 2 Kullandığı bu ikinci şahıs/sen anlatısı sayesinde tuhaf bir bağlantı kuruyor okuyucusuyla.
Onu, farkında bile olmadan “kurmacasının kahramanı yapıveriyor”. 3 Böylece gerçek hayatında köşe bucak kaçtığı anların, insanların ve olayların içinde buluyor kendisini okuyucu.
Simülasyonlarla, sanal imgelerle, kurmacalarla dolup taşan modern hayatta, aslında insana en uzak olan şeyin, kendi gerçekliği olduğunu hatırlatıyor Palahniuk. İnsanın kendisi ve aynadaki görüntüsü arasındaki mesafede gidip geliyor anlattıkları.
Ona söylenenlerle onun söyledikleri, düşünmesi istenilenlerle gerçekten düşündükleri, öğretildikleri ile bildikleri ve göründüğü ile gördüğü arasındaki çekişmeleri deşiyor, bilinenleri altüst ediyor yazdıkları.
“Kurmaca, insan beyninde sürekli çalışan bir yazılım gibidir” diyor Palahniuk, “tek amacı duygusal bir sonuç elde etmektir”. 4 Kendi kurmacası, en çok, okuyucusunu oturduğu yerden kaldırma isteğine hitap ediyor. Duygusal bir karşı koyuşa neden olmak istiyor. Entelektüel bir isyana. Zihinsel bir devrime. İşte bu yüzden de yazılımının içine virüsler yerleştirmekten çekinmiyor.
Birbirini döven insanlar, halka açık bir tuvaletin deliklerinden seslenen konuşan dudaklar, suratı dağılmış mankenler, boğulma numarası yapan seks bağımlıları, adam öldüren şiirler, bir adaya hapsolmuş ressamlar, havuz giderine kaptırılan bağırsaklar, organları kopmak üzere olan kuduz hastaları, magnum opusları için hazırlık yapan porno yıldızları veya terörist çocuklar gibi alışılmadık, görülmek/duyulmak istenmeyen ve şoke eden sahneler ekliyor romanlarına. Hayatlarında meydana gelen felaketleri kucaklayan insanları resmediyor. Toplumun reddettiği her ne varsa, hepsine övgüler düzüyor.