Bir kadını sevip karısı yapan, gövdesinin terini, kalbinin kanını ve canını onun ayaklarına boşaltan, uğraşlarının meyvesini ve çalışkanlığının gelirini onun ellerine koyan adam zavallıdır; çünkü usulca uyandığında, almak için çabaladığı kalbin, özgürce ve içtenlikle kendi gizlerinin ve en derin sevgisinin hoşnutluğu için başka bir adama verildiğini anlar.
Gençliğin özensizliğinden ve huzursuzluğundan uyanan ve kendini, başından aşağıya parıldayan altınlar ve değerli hediyeler döken ve ona tüm onurları ve müsrif bir eğlencenin tüm zarafetini veren, ancak Tanrının bir adamın gözlerinden bir kadının kalbine akıttığı kutsal şarapla ruhunu hoşnut kılamayan bir adamın evinde bulan kadın da zavallıdır.
Raşid Bey Namaan’ı gençliğimden beri tanırdım. Beyrut şehrinde doğup büyümüş bir Lübnanlıydı. Soyunun geleneklerini ve şereϐini korumuş zengin ve eski bir ailenin ferdi olan Raşid atalarının asilliği ile ilgili olaylardan bahsetmeyi severdi.
Günlük yaşamında onların o zamanlar Ortadoğu’da hüküm süren inançlarını ve adetlerini sürdürürdü. Raşid Bey Namaan eli açık ve iri kalpli biriydi ama birçok Suriyeli gibi gerçekler yerine sadece yüzeysel olaylara bakardı.
Hiçbir zaman yüreğinin buyruklarına kulak asmaz, kendini etrafta duyduğu seslere uymakla oyalardı. Gözlerini ve yüreğini hayatın sırlarına kör etmiş parıldayan nesnelerle kendini eğlendirirdi; ruhu, doğanın kanununu anlamaktan geçici şeylerden haz duymaya çevrilmişti.
Sevgi ya da nefretlerini insanların yüzüne söylemek için acele eden, sonra da bu düşüncesizliklerinden artık geri dönmek için çok geç olduğunda pişmanlık duyan o adamlardan biriydi. Ve sonra başlarına bağışlanma ya da onay yerine utanç ve yergi gelirdi.
İşte bu özellikler, Raşid Bey Namaan’ı, Rose Hanie ile ruhları evliliği cennet yapan gerçek aşkın gölgesinde kucaklaşmadan çok önce, evlenmek için harekete geçirmişti. Bir kaç yıllık ayrılıktan sonra Beyrut’a geri döndüm. Raşid Bey Namaan’ı ziyarete gittiğimde onu solgun ve zayıϐlamış buldum.
Yüzünde acı bir düş kırıklığının kuruntusunu görebiliyordum; hüzün dolu gözleri kırılmış kalbini ve karasevdalı ruhunu anlatıyordu. Bu zavallı halinin nedenini merak etmiştim; ancak sormakta tereddüt etmedim ve “Sana ne oldu, Raşid?
Çocukluğundan beri senin olan o ışıyan gülümsemen ve mutlu çehren nerede? Odžlüm yakın bir arkadaşını mı aldı senden? Yoksa siyah geceler, beyaz günlerde biriktirdiğin altınları mı aldı senden? Arkadaşlık hatırına, açıkla bana kalbinin üzüntüsünün ve bedeninin güçsüzlüğünün sebebini,” dedim.
Ben güzel günlerin ıssız görüntülerini onun gözünde canlandırırken o bana kederli bir şekilde baktı. Dertli ve tutuk bir sesle yanıt verdi, “Birisi arkadaşını yitirdiğinde yanındaki diğer arkadaşlarda teselli bulur ve eğer altınlarını yitirirse bir süre düşünür, aklından talihsizliği çıkarır, özellikle kedini hâlâ sağlıklı ve hevesli hissediyorsa. Ama birisi gönül huzurunu yitirdiyse nerede huzur bulur ve onun yerine neyi koyabilir? Hangi akıl bununla başa çıkabilir?