Anarşi çok sıklıkla kaosla eş tutulur ya da sağa sola bomba atan gözü dönmüş manyakların ürünü, kaçık işi bir tasarı olarak görülür. Çoğu kişi tarafından ciddiye alınmayan bir düşünce olduğuna şüphe yok. Son yıllarda anarşist teorinin değeri biraz daha biliniyor, daha çok insan ciddi tartışmalarda anarşizmden söz etmeye değer buluyorsa da, büyük oranda göz ardı edilmeye devam ediliyor.
Anarşinin mümkün olduğuna dair antropolojinin gösterdiği olgular genelde gözden kaçırılıyor. Son birkaç kuşaktır antropologlar, etnografik araştırmalarında, tüm dünyada ve tüm zamanlarda devletsiz ve yönetimsiz sayısız toplumu belgelediler.
Hatta Marx yandaşları bile, bu örneklerin, insanın kültürel evrimindeki erken bir devletsiz evrenin göstergeleri olduğuna işaret ediyorlar. Gene de bu toplumları anarşist olarak tanımlama yönünde ciddi bir isteksizlik var. Antropologlar arasında bile kendi kültürel geleneklerinin esiri olanlar o kadar çoktur ki, bu sistemleri olduğu gibi görmekten kaçınmak için dolanıp dururlar.
Sosyal düzenin ancak yönetim ve yasanın olduğu yerde varlık bulabileceğine inandıklarından, bu terimlerin anlamını, yönetimin olmadığı durumları bile kapsayacak şekilde genişletirler. Bir antropoloji ders kitabında Hammond şöyle yazmaktadır
1 : “Nüfus büyük, nispeten yoğun olduğunda ve bir miktar çeşitlilik taşıdığında bile, yönetimin yokluğu illa da anarşinin varlığını gerektirmez” (239). Daha sonra fikrini değiştirmiş olsa da, Hoebel, öyle bir yasa ve devlet tanımı yapmış, çeşitli kültürlerden derlediği verileri öyle yorumlamıştır ki, her toplumu yasası olan bir devlet haline getirmiştir (1958, 467 vdğ.).
Daha önceleri, hem Clark Wissler hem de George Murdock, “yönetim”den “evrensel” bir kültür olarak bahsetmişlerdir (Wissler, 1923; Murdock, 1945). Diğer antropologlar devletsiz toplumların yaygınlığını seve seve kabul ettiler, hatta bazıları bunları “işleyen anarşiler” olarak bile niteledi. Onlar, böyle toplumların varlığını zaten veri kabul edip, daha önemli problemlere doğru yol almamız gerektiğine inanıyorlardı.
Mamafih, ben 30 yılı aşkın antropoloji öğretme tecrübem sırasında, öğrenciler arasında, hiçbir toplumun yönetimsiz var olamayacağı -ve buna bağlı olarak her toplumun bir başının olması gerektiği- mitinin çok köklü bir şekilde yerleşmiş olduğunu gördüm. Günümüz öğrencileri kilisenin dininden vazgeçmiş olsalar bile, milliyetçilik ve devletçilik dinlerinden vazgeçmediler.
Çağdaş “çoğulcu” toplumlarda birliğin kaynağı olan, tutkal işlevi gören şey bu ikisidir. Demek ki, tıpkı ortaçağ toplumunun birliği için Tanrı inancının gerekli olması gibi, devletin ve yönetimin gerekliliği miti bu birlik için şart ve belirleyicidir. Üniversitelerde siyaset “bilimi” bölümleri bu mitin resmen neşredildiği ana merkezlerdir.
O halde, bu kitabın üstlendiği görevlerden biri, mevcut anarşi örneklerini sunmaktır. Böylece, anarşi kriterine uyan ve oldukları gibi kabul edilmeleri gereken insan toplumlarının bulunduğunu göstermiş olacağız. Bu kitabın başka amaçları da var elbette. Anarşinin hiçbir şekilde olağandışı olmadığını; tam anlamıyla genel bir rejim ve siyasi örgütlenme olduğunu öne süreceğim.
Aslında sadece genel değil, aynı zamanda en eski ve insanlık tarihinin en uzun dönemini kapsamış olan yönetim biçimidir. Bu sunum sırasında, anarşik sistemlere vesile olan sosyal, ekonomik, teknolojik ve ekolojik koşullar üzerinde duracağız. Anarşik, yönetimsiz yahut devletsiz toplumlar mevcutsa, bunların ancak insan kültürünün en basit biçimi olarak ve en küçük gruplar içinde ortaya çıkması gerektiği şeklinde sık sık öne sürülen varsayımlar üzerinde düşüneceğiz. Bu kitabın mühim bir amacı, anarşinin uygulamada nasıl bir şey olduğuna dair fikir vermektir.
Bu bağlamda, anarşi içinde düzeni sürdürmenin çeşitli yolları üzerinde düşünmeliyiz. Bu, sonuçta, daha genel bir sorunla, insan toplumunu belirleyen özgürlük ve otorite arasındaki dinamik karşılıklı etkileşim sorunuyla bağlantılıdır.
Yine buna bağlı olarak, anarşinin yozlaşarak despotizme dönüştüğü, dönüşebildiği durumları gözlemlemeliyiz; bunun devletin kökenine dair de düşünmemizi gerektiren bir süreç olduğunu görebilmeliyiz. O halde, genel olarak şu soruya yanıt vermeye çalışacağız: Bu anarşik rejimlerden öğrenilecek bir şey var mı?
Belki de, nihayetinde, bu makale anarşist teoriye bir eleştiri getirecek ve buna bağlı olarak, toplumdaki özgürlük sorunlarına dair daha ileri bir kavrayış sunacaktır. Bu araştırmanın önermeleriyle Kropotkin’in bazı çalışmaları, mesela Devletin Tarihi Rolü ve Karşılıklı Yardımlaşma arasında benzerlikler vardır.
Bu çalışmalar, antropoloji alanına girme kararımı etkileyen ve beni bu kitabı yazmaya iten faktörlerden biridir. Bu kitabın, Kropotkin’in bu alandaki öncü nitelikteki araştırmalarına katkı sağlayacağını ve onları geliştireceğini umut ediyorum