Hasat Avı
Seattle’da işler beklenmedik şekilde karışır…
D’Artigo kardeşler, Gölge Kanat’ın ordusunu Öteki Dünya’yı ele geçirmeden durdurmaya çalışırken, kurt adamlar esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmaya başlar. Yakın arkadaşları Amber da kaçırılınca, doğaüstü güçlere sahip kardeşler olayın izini sürmeye karar verir ve zehirli bir karışımın silah olarak kullanıldığını fark eder.
Tüm bu yaşananlar yetmezmiş gibi D’Artigo kardeşleri bekleyen başka bir bela daha belirir; Stacia Bonecrusher!
Ruh mührüne ulaşmayı kafasına koyan Stacia, hedefine ulaşmak adına D’Artigo kardeşlerden kurtulmaya karar verir ve bunun için başlarına ödül koyar.
D’Artigo kardeşler şimdi birçok tehlikeyle aynı anda mücadele etmek ve hayatta kalma savaşı vermek zorundadır…
Biz D’Artigo kardeşleriz, Öteki Dünya Haber Alma Ajansı’nın seksi ve tecrübeli ajanlarıyız… Yarı insan, yarı peri olduğumuz için doğaüstü güçlere sahibiz. Fakat bazen kontrol altında tutmakta zorlandığımız bu güçler başımıza bela olabiliyor…
Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü bir cadı olan ablam Camille’in kaderi son zamanlarda önemli ölçüde değişti. Menolly hâlâ ölümsüzlüğe alışmaya çalışan bir vampir.
Ben mi? Ben Delilah, kedi kadınım ve çok ilginç bir aşk hayatım var. Ama hayat sadece eğlence ve oyundan ibaret değil. Şeytan generalin izini sürüyoruz ve o bize sıkıntı yaşatmakta çok kararlı…
“Muhteşem bir hayal gücü ve tutkunun başarılı bir şekilde harmanlandığı bu roman tek kelimeyle büyüleyici.”
– The New York Times
“Bugüne kadar yazılmış en iyi fantastik şehir kurgusu!”
– Publishers Weekly
“Galenorn büyüsü, karşı konulmaz çekicilikteki bu romanla okuyucuya sunuluyor.”
– Seattle Mystery Books
1. Bölüm
Burnuma bir koku geldi. Muhteşem kokan bir şeyler vardı. Kalabalık salon boyunca kokuyu takip edince, kendimi açık büfenin önünde dururken buldum.
Kız kardeşimiz Camille üçüncü kocasıyla evlenirken diğer kardeşim Menolly ve ben de onun yanında duruyorduk. Artık Camille’in aynı anda tam üç kocası vardı. Trillian volkanik kaya gibi ışıltılı cildiyle uyum içindeki siyah deri pantolonu, siyah file kumaştan kolsuz üstü ve kan kırmızısı kadife peleriniyle giyinip kuşanmıştı ve bugüne kadar gördüğüm en şık gotik damattı.
Morio ve Dumanlı ise Camille’le evlenirken kendi düğünlerinde giydikleri kıyafetleri giymişlerdi. Dumanlı, mavi ve altın renkteki yeleği ile beraber uzun beyaz trençkotunu; uçuk mavi, yakası düğmeli gömleğini ve dar beyaz kot pantolonunu giymişti. Bileğine kadar uzanan gümüş saçları dans eden yılanlar gibi bedenine sarılmıştı. Morio kırmızı ve altın renklerdeki kimonosunu giymiş, elbisesinin yan tarafına da kılıcını asmıştı. Dalgalı saçları sırtına kadar uzanıyordu.
Tabii kız kardeşim de içinden sutyenini ve külotunu bile gösterecek kadar şeffaf, incecik örümcek dokuması olan rahibe kaftanı ve kapkara uzun saçlarıyla muhteşem görünüyordu. Artık Ay Anne’nin resmi rahibesi olduğundan, bu gibi önemli olaylarda tören kıyafetini giymesi bekleniyordu.
Dördü birlikte ritüele bu sefer de başkanlık edecek olan Iris’in önünde toplanmış ve Trillian’ı kendi katlarına çıkaracak olan bir çeşit Soul Symbiont ritüelini gerçekleştirmişlerdi. Ben altın rengi elbisemi, Menolly ise parlak kristallerle bezenmiş siyah elbisesini giymiş ve yine tanık olarak orada, durmuştuk.
Şimdi ise bu olayın kutlama kısmındaydık.
Duvardaki takvime baktım. 22 Ekim’i gösteriyordu ve Ölüler Bayramı yaklaşmaktaydı. Stacia Bonccrusher’in evine düzenlediğimiz başarısız baskının üzerinden neredeyse tam bir ay geçmişti.
Stacia’yı düşünmek beni, kafamdan atmaya çalıştığım başka bir düşünceyle de yüzleşmek zorunda bırakmıştı. Odanın diğer ucunda oturan Chase Johnson’a doğru baktım. Dedektif masada tek başına oturmuş, yüzünde garip bir ifadeyle kutlamayı izliyordu. Kendime engel olamayarak ona doğru yürümeye başladım. Beni izlerken yüzündeki ifade anlamsızlaşıyordu. Tam karşısında duran sandalyeyi çektim.
“Güzel bir düğün.” Gergin bir şekilde masanın üzerinde duran peçeteyle oynamaya başladım. “Sence de öyle değil mi?”
“Evet, harika.” Uzun ve yavaş hareketlerle gözlerini kırpıştırdı. Ne düşündüğünü merak ediyordum. “Camille biraz stresli görünüyor. Nesi var?” Ses tonu normal gibi gelse de, artık Chase’le ilgili hiçbir şeyin sıradan olmadığını biliyordum.
“Babamız düğüne katılmayı reddetti. Hem Trillian ile yapılan bu evliliği onaylamıyor, hem de Camille’in rahibe olup Öteki Dünya Haber Alma Ajansı’ndaki görevlerini bırakması ve Aeval’in sarayına geçmesi onun resmi duruşuna aykırı. Buraya gelerek onun bu davranışına göz yummayı reddediyor. Camille kendini tam olarak Aeval’in yönetimine adayacağı gün yaşanacaklardan çok korkuyorum.”
“Görevlerini bırakması yüzünden mi? Camille’in ÖDHA için yaptığı onca şeyden sonra bu hiç de adil değil. Biliyorum, Sephreh sizin babanız fakat bu çok soğuk bir davranış.” Şampanyasını yudumladı. Son bir aydır ilk kez bu kadar kendi gibi konuşuyordu.
Ellerindeki gün geçtikçe azalan yara izlerine baktım. Birçok organını zedeleyen ve bedeninde izler bırakan derin bıçak yaralan çok büyük bir hızla iyileşmişti. Buna rağmen hayatını kurtaran iksir yüzünden yaşadığı problemlerlerin düzelmesi çok daha fazla zaman alacaktı. Abıhayat Suyu, Chase’in tüm dünyasını altüst edip, her şeyi karmakarışık bir hale sokmuştu. İlişkimiz şu an en iyi durumda bile oldukça zor zamanlardan geçiyordu.
“Camille, Morgaine’in eğitimi altına girmeye söz verip, kendini Aeval’in Karanlık Sarayı’na adamayı kabul edince, babam bunu kendisine edilmiş bir hakaret olarak algıladı. Fakat Camille doğrudan Ay Anne’nin emri altında olduğundan başka bir seçeneği yok.”
“Evet, anlıyorum,” dedi, bardağıyla oynayarak. “Annem öldüğünde Camille bizim için elinden gelen her şeyi yaptı. O olmasaydı ailemiz paramparça olurdu. En son konuşmalarında babam ona çok acımasızca davrandı ve bugün de gelmediği için ona çok kızgınım. Kuzenimiz Shamas onun boşluğunu doldurmaya çalışıyor fakat bu aynı şey değil.”
“Ne dedi ki?” Chase kadehiyle oynamaya devam ediyordu. “Bu arada, alkol bana zarar verir mi, en azından şimdilik? Kazadan sonra hiç içki içmedim.”
“Hayır, bir zararı olmaz. İstediğin her şeyi yiyip içebilirsin. Bu, vampire dönüşmeye benzemiyor.” Ellerime baktım. Babama ne kadar sadık olursam olayım, gerçekleri görmezden gelemezdim. “Son kez ziyarete geldiğinde her şey daha da kötü bir hal aldı. O gidene kadar Camille çoktan kanepeye kıvrılmış hıçkırıyordu. Sephreh, Camille’i mirasından mahrum bırakacağını söylediği sırada Dumanlı içeriye girdi ve ejderhaya dönüşüp onu paramparça etmekle tehdit elti.” “Aman Tanrım. Bunun sonuçlan hiç iyi olmayabilir.” “Bunlar yaşanırken Menolly içeri girdi ve babama eve gitmesini, Dumanlı’ya da sakinleşmesini söyledi. Hem de oldukça sert bir şekilde.”
“Baştan sona tam bir karmaşa yaşandı desene.” Chase somurtarak şampanya kadehini aldı ve köpüklü şarabın hepsini bir dikişte bitirdi. “İşte… şimdi de burada oturuyoruz.” Masanın karşısından bana bakarken onun ne düşündüğünü anlayamıyordum. “Ne diyeceğimi bilmiyorum, Delilah. Nasıl başlayacağıma dair hiçbir fikrim yok.”
Bir yanım ağlamak istiyordu. Hiçbir şey umduğumuz gibi gitmiyordu ve dünya hepimiz için gün geçtikçe daha kötü bir hal almaktaydı. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
“Bana nasıl hissettiğini anlatarak başlamaya ne dersin? Son iki hafta boyunca sadece üç defa konuştuk.” İyileşip göreve döndüğünden bu yana neredeyse hiç öpüşmediğimizden söz etmedim.
Sorduğum soru karşısında Chase bana berrak ve duygulu gözleriyle bakarak uzun bir süre düşündü. Abıhayat Su- yu’nu içtikten sonra daha da parlak görünmeye başlamışlardı. Aurası farklılaşmıştı ve ne olduğunu tam kestiremediğim bir ışıltı, bir güç onu değiştiriyordu.
“Ben bile bilmezken bu soruya nasıl cevap verebilirim? Ne yapmam gerekiyor? Zıplayıp bağırmam mı lazım? Hey. artık hayatım boyunca tanıdığım herkesten daha uzun yaşayacağım.” Elindeki kadehi masaya o kadar sert vurdu ki, kadeh neredeyse kırılacaktı.
İrkilerek, gözyaşlarımı tutmaya çalıştım. “Sana Abıhayat Suyu’nu vermek elimizdeki tek seçenekti, tabii ölmeyi tercih etmiyorsan.”
Oturduğu yerde doğrularak derin bir iç çekti. “Evet, biliyorum. Biliyorum ve inan bana bunun için minnettarım. Fakat ne yazık ki bu şey yüzünden kafam allak bullak. Bunlarla başa çıkmak bin yıl yaşayacağımı kabullenmemden de zor. Sanki net olmayan bir şeyler var. Su içimi yırtıp açmış gibi hissediyorum. Çok savunmasız bir durumdayım ve hiçbir şeyi yerli yerine koyamıyorum. Yaşadıklarıma daha derinden bakmaya bile cesaretim yok.” Yavaşça uzanıp elimi tuttu.
Bir an ona bakakaldım fakat o sessiz kaldı. Camille ve Chase, ikisi de sonbahar ekinoksunu kanlar içinde, yorgun ve bitkin atlatmışlardı. Camille, Ay Anne’nin ona verdiği görevi yerine getirmek için, siyah tek boynuzlu atın kanını akıtmış ve bir kadere mühür vurmuştu. Hayatının en önemli avı sırasında boynuzlu yaratığı kendi efsanevi kaderine kurban etmişti. Bunun ardından Aeval’in önüne çıkartılmıştı ve kısa bir süre sonra da bir zamanlar antik Unseelie Kraliçesi tarafından yönetilen ülkeye geçmek zorunda kalacaktı.
Chase’in durumu da en az Camille kadar sarsıcı bir hal almıştı. Onun kendi kanı akmıştı ve artık, insanların deyimiyle, resmen ölümsüzdü.
“Ne zaman konuşmak istersen…”
“Ne? Mutasyona uğramış biriyle deli doktorculuğu mu oynayacaksın?” diyerek bana kötücül bir bakış fırlattı.
“Hayır. Dinleyeceğim. Kız arkadaşın olarak,” dedim ona bakarak. Öfkesindeki sertlik içimi acıtıyordu. “Chase, bu hiç adil değil. Bu suyu içmeni zaten planlamıştık fakat sen şimdi her şey benim suçummuş gibi davranıyorsun.” “Biliyorum! Üzgünüm, öyle demek istemedim. Fakat sen bu ritüelin bazı hazırlıklar gerektirdiğini söylemiştin. Bunun nedenini şimdi anlıyorum. Ben artık insan değilim. Kim veya ne olduğumu bilmiyorum. Beni bekleyen bin lanet olası yıl daha var ve onlarla ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok.”
Kendi endişelerimin yanında onunkilerle de uğraşmak zorunda kalmaktan yorgun ve bezmiş bir halde sandalyemi geri ittim. “Sanırım, neler yaşadığını anlamam oldukça zor. Çabalıyorum, gerçekten. Fakat bazı şeyleri kafanda çözene kadar bana ihtiyacın yok gibi görünüyor.”
“Bekle! Bu sadece… ah Tanrım! Ne diyeceğimi bilmiyorum.” Tekrar sandalyesine gömüldü. “Her şeyin yolunda olduğunu söylemek istiyorum. ‘Muhteşem, artık kız arkadaşım ve ben yüzyıllar boyunca birlikte olabiliriz’ demem gerektiğini hissediyorum. Fakat Delilah, sana karşı dürüst olmalıyım. Bu fırsat ayağımıza kadar gelmişken, böyle bir bağlılık için gerçekten hazır olup olmadığımdan emin değilim.” Gözyaşları gözlerimi yakmaya başlamıştı fakat güçlükle de olsa akmalarını engellemeyi başardım. “Öyle görünüyor ki Sharah seninle benden daha iyi ilgileniyor.”
Peri İnsan Olay Yeri İnceleme Ekibi’nde Chase’le birlikte çalışan peri doktor, Chase’in durumunu gözlemlemiş ve iksirin sisteme tamamıyla girdiğini ve onun tüm hücre ve DNA’sını değiştirdiğini söylemişti.
Chase homurdandı. “Belki de bana bakıcılık yapmaya çalışmadığındandır. Sharah bana tavsiyelerde bulunuyor fakat hassas ve muamele görmesi gereken bir ucubeymişim gibi davranıp, üzerime düşmüyor.” Yüzünde bir acı ifadesi belirdi. Başı ellerinin arasına düştü ve alnını ovalamaya başladı. “Üzgünüm. Çok üzgünüm, Delilah. Seni seviyorum, gerçekten, fakat şu anki durumum ikimiz için de iyi değil.”
Midem bulanmaya başladığı için tekrar sandalyenin kenarına oturdum. “Evet, kendini nasıl hissettiğini biliyorum. Fakat Chase, lütfen beni kendinden uzaklaştırma.”
“Yaşadıklarımı düşünmek için bir süre tek başıma kalmaya ihtiyacım var. Ayrıca, Camille’in şu anda sana benden daha çok ihtiyacı var. Onun hayatı da karmakarışık bir halde. Henry ise… Zavallı Henry’nin artık bir hayatı bile yok. Git ve partinin tadını çıkar. Kız kardeşinin yanında ol. O bu desteği hak ediyor. Bu arada, biriyle tanışırsan ve onu istersen. sana hiç soru sormayacağım.”
Karşı çıkmaya çalıştım fakat başını salladı. Bir anda onun tarafından itildiğimi hissederek, hızla kapıya doğru koşmaya başladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Chase bir konuda haklıydı: Arkadaşımız Henry Jeffries’in başına gelen şey en kötüsüydü. Henry, Camille’in kitap dükkânı olan Çivit Hilal’de çalışıyordu. Şeytanlar baskına geldiğinde oradaydı. Onu öldürmüşler, dükkânın da büyük bir kısmını havaya uçurmuşlardı. Duvarlardan yayılan is kokusunu hâlâ giderememiştik.
Kapıya yaklaşırken arkamdan bir ses yankılandı. “Delilah, iyi misin?”
Arkamı döndüğümde kız kardeşlerimi ve bize bağlı yaşayan uzun boylu rüya avcısı, şeytan Vanzir’i gördüm. Geçtiğimiz yedi ay boyunca onunla giderek daha sıkı bir arkadaşlık kurmaya başlamıştık. Menolly ve Vanzir genellikle birlikte takılıyorlardı. Biz de ara sıra konuşurduk. Camille ilk zamanlar Vanzir’le mesafesini korumaya çalışmıştı fakat haftalar geçtikçe ona karşı daha az temkinli davranmaya başlıyordu.
Vanzir’in gözleri tammlanamayan bir renk cümbüşü ile dönmeye başladı. David Bowie tarzı platin renkte, havaya dikilmiş gulyabani kralı saçları vardı ve giydiği deri pantolon ve yırtık kolsuz üstün içinde oldukça rahatsız görünüyordu. Fakat smokini ve kuyruklu ceketi ona yakışmıştı.
Omuzlarımı silkerek cevap verdim. “Sanırım.”
“Demek sanıyorsun. Saçma! Sorun ne? Bir şeyler mi sezinledin? Şeytanlar mı yoksa?” Vanzir önümde durup duvara yaslandı ve beni baştan aşağıya süzdü. O anda, beni neyin rahatsız ettiğine dair hiçbir fikri olmadığını anladım.
“Erkekler. Şeytan olanlarınız bile budala.” Bana bakarken başımı salladım ve onu iterek yanından uzaklaştım. “Dışarı çıkıp biraz koşacağım. Hava almaya ihtiyacım var.”
“Ne? Ne dedim ki?”
Vanzir homurdanırken kapıya yanaştım ve içerideki herkes mutlu çiftin, daha doğrusu evliliğin şerefine kadeh kaldırırken sessizce kapıdan dışarı çıktım. Camille beni anlayışla karşılar ve kaçtığım için beni affederdi çünkü bir tek o ve Menolly, benim ve hepimizin neler yaşadığını anlayabilirlerdi.