Murathan Mungan HAYAT ATÖLYESİ
21 Nisan l 955 İstanbul doğumlu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. İlkin çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları ve şiirleriyle görü nen yazarın ilk kitabı 1980’de yayımlanan Mahmud ile Yezida’dır. Daha çok şiirleri, hikayeleri, roman ve oyunlarıyla tanınan Murathan Mungan aynız.amanda radyo oyunu, film senaryosu ve şarkı sözü yazdı. Çeşitli alanlara dağılmış yirmi yıllık çalışmalarından yaptığı özel bir seçmeyi Murathan ’95 ‘te topladı. Şiirlerinden yapılan seçmeler Kürtçeye çevrildi: Li Rojhilaıe Dile Min (Kalbimin Doğusunda) ve 2007’de yayımlanan Balgifa Mar (Yılan Yastığı). Dünya edebiyatından öyküleri bir araya getirdiği seçkiler hazırladı; çeşitli yazı ve denemelerini kitaplaştırdı. 2000 öncesinde çıkardığı tüm şiir kitaplarını içeren 13+1 toplamından sonra 2002 yılında ilk romanı Yüksek Topuklar yayımlandı. 2005 yılı için hazırlanmış özel bir basım olan Elli Parça, Mungan’ın ileride kitap olarak yayımlanacak çalışma dosyalarından farklı türlerde parçalar içeriyor. En son kitapları, şiir kitabı Dağ (2007), hikaye kitabı Kadından Kentler (2008) ve şiir kitabı Bazı Yazlar Uzaktan Geçer (2009). Metis Yayınları, yazarın kitaplaştırdığı bütün çalışmaları bir külliyat olarak yayımlamaktadır.
Hayat Atölyesi, adını 2002 yılında Milliyet gazetesinin o sıralar okuyucularına perşembe günleri vermekte olduğu kültür-sanat ekinde tam sayfa olarak yayımlanan köşemden alıyor. Bir gazetede ayrılan tam sayfaya “köşe” demek ne kadar doğru olur bilmem ama, farklı konularda gözlemler, notlar, değiniler, irili ufaklı yazılar içeren; kendi içinde parçalı yapı gösteren renkli, hareketli, ilgiyle izlenen bir sayfaydı. Benim için aynı zamanda o günlere ilişkin böyle bir maceranın renkli tutanaklarıdır.
Hem kitabın bütününe adını taşıması, hem de kitaptaki hacmi nedeniyle önsözde galiba en çok “Hayat Atölyesi” başlıklı bölüm hakkında konuşmam gerekecek . • Gazetedeki sayfada yapmaya çalıştığım şey, bir yazarın masasının üstünü, okuduklarını, seyrettiklerini, izlediklerini; bunların çevresinde örgütlenmiş gündelik yaşamını tam sayfa okura açan bir tür “kültür-sanat günlüğü” tutmaktı. Haliyle öznel bir yapısı vardı sayfanın; kişisellik, “birey ve bireylik kültürü” gelişmemiş toplumların entelektüel katında bile kolay kabul edilir bir şey değildir. Nitekim sayfanın bu özelliğine dikkat çekmek amacıyla gazetenin 7 Şubat 2002 tarihli sayısında “Bir not” başlığıyla şunları yazma gereği duymuşum: “Ben bir gazeteci değilim; bildiğiniz gibi bir edebiyat adamıyım. Dolayısıyla bu köşenin en önemli özelliğinin, kişisellik olduğunu hatırlatmak gereği duyuyorum. Gündelik yaşantımın akışı içindeki doğallığı bozmadan, ama sizler için belki biraz daha çalışarak, dikkatlerimi ve ilgilerimi diri tutarak olan biteni izlemeye çalışıyorum. “Bu köşeyi biraz da gündelik rastlantıların belirlediği bir biçimde kurmaya çalışıyorum. Hoşuma giden, üzerinde konuşulmaya değer bulduğum şeylerden söz etmek, gereksiz polemiklere, yıpratıcı tartışmalara yol açmayacak biçimde hafif ve pozitif bir ton tutturmak istiyorum.
Elbette bütün yaşadıklarım ve düşündüklerim buraya yazdıklarımdan ibaret değil. Birçok şeyi, daha uzun denemelere, ayrıntılı incelemelere, hacimli kitaplara saklıyorum.” Bu köşenin yayımında 26. haftayı geride bıraktığım “26 hafta, 6 ay, yılın yarısı Hayat…” manşetli 15 Ağustos 2002 tarihli sayıda “Bakımlı ve titiz bir atölye için” başlığı altında bu konuda kimi noktaları yineleme gereği duyarak şunları söylüyorum: “Kısa süren yayın hayatına 1987 Kasımında atılan, gördüğüm kadarıyla bugün benden başka kimsenin pek anmadığı Söz gazetesinin, kültür-sanat sayfasının editörlüğünü yaptığım zamanlardan kalma bir bilgi ve deneyim dağarcığını, zenginleştirilmiş ve çeşitlendirilmiş olarak bu sayfaya aktarmaya çalıştım. “Başlangıçta kimi okurlarım, gündeliğime ait her şeyin burada yer alacağını sanıp tedirgin oldular. Hayır, burada yalnızca söz etmek istediğim şeylere değindim. Dışarıda bıraktığım çok, ama pek çok şey oldu. Kendime ve kitaplarıma sakladığım da … “Hem hangi hayat bir atölyeye sığar ki? “Öncelikle şunun altını çizmekte yarar var: Ben, bir gazeteci de ğilim. Yaptığım da bir çeşit ‘kültür gazeteciliği’ değil. Bu yüzden bildiklerim, gördüklerim, duyduklarım, düşündüklerimin hepsini buraya aktarmakla yükümlü hissetmedim kendimi. Biliyorum, böyle yapsaydım, bu beni benzersiz kılardı(!) Ama benim seçimim bu değil. “Bu sayfaya format’ını veren şey, bir yazarın, yazarken ve ya şarken arkasında işleyip duran hayatın atölyesi hakkında bir parça fikir vermekti. Okuru ilgilendirebileceğini sandığım ya da ilgilendirmesi gerektiğini düşündüğüm şeylerden söz açmaya çaliştım.
Bazı kitaplar, filmler, sanatçılar, mekanlar hakkında merak ve ilgi uyandırmak istedim. “Bu sayfanın, kişisel bir sayfa olduğu unutulmamalı. Arkasında 40’a yakın kitap ve 25 yıl duran birinin ‘kişiselliği’, kazanılmış bir hak olarak, bir noktadan sonra o kadar ‘kişisel’ kalmasa da … “Kimi okurlarımın, zaman zaman ‘polemik’ açacağımı, çeşitli KEPENK il tartışmalara gireceğimi sandıklarını gördüm. Bunu umanlar oldu ğu gibi, asla bunlara kalkışmamam gerektiğini düşünenler de vardı. Bugüne kadar uzak durduğum şeyleri, bugünden sonra yapacağımı pek sanmıyorum. Başından beri güncelin argosundan uzak durmaya özen göstermişimdir. Özellikle günceli izlemede süreklilik gerektiren böyle bir iş yaptığınızda, bu konuda iyice dikkat bilemeniz gerekiyor. Buna karşın, bir kültür sorunsalı olarak gördüğüm kimi durum ve olayları daha kuşatıcı bir çerçevede zaman zaman işleyece ğimi de şimdiden söylemek isterim. “Kültürel ortamın Türkiye’ye egemen olan vasatlıktan, sığlıktan, taşralılıktan, cehaletten ve düzeysizlikten yeterince nasibini aldığını bilmiyor değilim. “Bu sayfa pozitif bir ışığa sahip olsun istedim. Işıklı, aydınlık şeylerden söz etmeye; gözden kaçana, atlanmış olana, uzak durana dikkat çekmeye çalıştım. Hayatın kültür ve sanat olmadan nasıl yoksullaştığına, yavan/aştığına iz düşürmeye; hayata, kültür ve sanata olan iştahımı azıcık da olsa okurlara bulaştırmaya çalıştım.” “Hayat Atölyesi”nin kendimce eksikleri konusunda da aynı tarihli sayfada yer alan “Iska ve ölüm” başlıklı yazıda şunları ekleme gereği duymuşum: “Bu arada çok istediğim halde gidemediğim sergiler, konserler; göremediğim filmler, oyunlar; okuyamadığım kitaplar, dergiler oldu. Tıpkı hayatta olduğu gibi, her yere birden yetişemiyorsunuz. Kimi zaman ıska geçiyorsunuz. “Sonra şu altı ay içinde arkalarından söz almak istediğim ölüler oldu. İçimin düğümlü sözlerine bu köşenin yetmeyeceğini düşündüm. Sözlerimi başka bir zamanın sayfalarına erteleyerek onları sessizce uğurlamayı seçtim.” Yukarıda yaptığım oylumlu alıntıların, kitabın en azından “Hayat Atölyesi” başlıklı bölümüne nasıl yaklaşılması gerektiği konusunda bilgilendirici olduğu kanısındayım.
Gazete yazarlığım yıllara yayılan bir süreklilik göstermediği için, bu çeşit gündem yoğunluğu taşıyan yazılarımın arasına uzun zamanlar giriyor. Dolayısıyla okur katında bir algı sürekliliğine yol açmayan bu yazıların kitaplaştırılmış olması bu bakımdan benim için ayn bir önem taşıyor. İlk sayısı 17 Ocak 2002, son sayısı 26 Aralık 2002’de 46 hafta bo- . yunca yayımlanan “Hayat Atölyesi” başlıklı bu sayfada yaptığım şey, süreli basınla ilişkiye girdiğim her seferinde yinelediğim temel bir modele dayanıyordu sanının. Sanatın hemen her alanına, kültürel disiplinlere karşı duyduğum ilgi ve takip arzusu bu sayfaya rengini ve biçimini veriyordu. İlk gençlik yıllarımda Ankara’da yayımlanan 7 Gün adlı haftalık siyasi haber dergisinde hazırladığım kültür-sanat sayfaları, yukarıda andığım Söz gazetesinde editörlüğünü yaptığım kültür-sanat sayfası, ardından Mayıs 1996’dan başlayarak Öküz dergisinde gene parçalı bir yapı içinde çeşitli yazılarından olu şan köşem ve “Hayat Atölyesi” sayfasının çatılma biçimi hep bu farklı ilgi alanlarını ve meraklarını kuşatıcı, kapsayıcı modele dayanıyordu. Hatta Ocak 2008’den itibaren yazmaya başladığım Milliyet Sanat dergisindeki “Origami” başlıklı köşemin de, bir anlamda aynı yöntemle çatıldığını, bir tutum devamlılığı gösterdiğini söyleyebilirim. Bunca yıl sonra dönüp bakıldığında, süreli yayınlar bağlamında saydığım şu çalışmaların tümünün zemininde ortak bir kaygının varlığından söz edilebilir; kabaca, okur yetiştirme, okur kollama kaygısı, diye nitelendirebilirim bu tutumu. Paylaşmaya, bilgilendirmeye, haberdar etmeye, dikkat çekmeye, belli konularda duyarlılık oluşturmaya çalışan bir tür eğitimcilik ruhuyla beslenen yazılardan oluşmuş sayfalar olmuş hepsi. Yaratıcı yazar olarak kitaplarımda yaptıklarımdan farklı biçimde, daha çok bir kültür adamının toplumsal dikkatlerini taşımış, yansıtmış. “HayatAtölyesi” başlıklı sayfa 17 Ocak-28 Mart 2002 tarihleri arasında on bir hafta aralıksız yayımlandıktan sonra o sıralar yazmakta olduğum Yüksek Topuklar romanımı bitirmek için bütünüyle kitaba kapanmak amacıyla bu sayfaya birkaç hafta ara veriyor, ardından mayıs ayında yeniden başlıyorum. 28 Mart 2002 tarihli gazetede “Hayat Atölyesi 11 numero tadilat nedeniyle geçici bir süre için kapalıyız” başlığı altında şöyle diyorum: “Beş Dakika Ara “Bu perşembe on birinci haftamız. Sizden beş dakika ara istiyorum. Bu beş dakika ara şu anlama geliyor: Nisan ayı boyunca evime kapanıp, sonuna gelmiş olduğum romanımı tamamlamak, son düzeltmelerini yapmak istiyorum. Döndüğümde kaldığım yerden daha zenginleşmiş ve yenilenmiş bir içerikle sürdüreceğimden emin olabilirsiniz.” Nitekim bu kez 2 Mayıs 2002 tarihinden başlayarak sonuncusu 26 Aralık 2002’de yayımlanmak üzere 46 hafta süren bu sayfanın kepengini kapatıyorum.
Şimdi bu kitapta okuyacaklarınız “Hayat Atölyesi” sayfasında yayımlanan yazıların tamamı değil elbette; yalnızca onlardan yapılmış geniş kapsamlı bir seçmeyi içeriyor. Öncelikle son yıllarda yayımcılık dünyamızda yaygınlık kazanan bir tutumun aksine, her gazete yazısının kitaba alınmasının gerekmediğine olan inancımı belirtmek isterim. Bu nedenle malzemesinin günüyle sınırlı kaldığını düşündüğüm yazıları ilk ağızda eledim. Hem günümüzün zengin teknolojik olanaklarında gazete yazılarının çoğuna intemet yoluya ulaşmak artık mümkün; dileyenler bu yolu deneyebilir. Süreli yayınlarda yer alan yazılardan derleyerek kitap yapmanın temel ölçütlerinden biri, seçtiğiniz yazıların içeriğinin, yazıldıkları zamanı aşan bir niteliğe sahip olduğuna inanmanızdır. Bu nedenle daha çok değindiği, tartışmaya açmaya çalıştığı konularda, getirdi ği önerilerde güncellik yitimine uğramadığını düşündüğüm yazılara yer vermeyi yeğledim. Kimi yazıların seçiminde rol oynayan etkenlerden bir diğeriyse, yazıldıkları zamana ilişkin dönem işareti değeri taşımalarıydı. O sıralar bu sayfada yayımlanan sinemayla ilgili eleştirel yazılanına, Kullanılmış Biletler kitabımın “Atölye Günleri” başlıklı bölü münde yer verdiğim için onları tamamen dışarıda tuttum. O kitapta 14 HAYAT ATÖLYESİ bu bölümün adıyla “atölye”ye yaptığı gönderme, benim için yeterli açıklama yerine geçiyordu.
Bunun yanı sıra bu çeşit bir kitabı yayıma hazırlarken her zaman yapılması gereken kimi düzeltmeler, gözden geçirmeler, kısaltmalar ya da eklemeler vardır. Yazılann ruhuna ve esasına dokunmadan gerekenleri yaptığım kanısındayım. Bazı yazılarda yaptığım kısaltmalar, eksiltmeler nedeniyle gazete sayfasındaki hallerinden farklı başlıklar kullandım ya da bazı başlıklarla oynadım. Okurken fark edeceğiniz gibi, bazı yazılan aradan geçen zamanın getirdiği yeni bilgilerle güncelleyerek zenginleştirme yoluna gittim. Örneğin, gerekli gördüğüm yerlerde, adını andığım, yapıtlarını saydığım bir yazarın söz kon.usu tarihten sonra yazılmış ya da çevrilmiş olan kitaplarını da geri dönüp metne ekledim. Her zaman için gazete yazılannda daha sade kıvam bir dil tutturulması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu nedenle kitaba alırken, yazıların dilini, tonunu, biçemini değiştirmeyi düşünmedim. Ele alınan konular, değinilen olgular ne kadar katmanlı olursa olsun, gazete yazıları daha çok nokta atışlar yapmayı gerektiriyor. Sonunda bir kitap bütünlüğüne varacağı bilinen, adım adım ilerleyerek alınan yolun yazılarını tasarlamakla, hayatın günübirlik akışı içinde ele alınan konuları derli toplu dillendirmek arasındaki fark da burada cisimleşiyor. Bu bölümde yer alan yazıların bu gözle okunması nı salık veririm. Milliyet gazetesi okuru olmayanların çoğu, yayımlandıkları dö nemde bu yazıların varlığından bile haberdar olmadı ya da sürekli takip edemedi. Ayrıca gazetenin sürekli okurları bile uygulama gereği gazeteyle birlikte kültür-sanat eki almak istiyorlarsa, ek bir para ödemek zorundaydılar. Basında sık karşılaştığımız durum gereği, bu ekin Anadolu’nun birçok yerine gitmediği ya da yaşadığı dağıtım sorunları düşünülürse, bu yazıların yaygın okur katında pek bilinmediği, bu nedenle tazeliğini koruduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu yazıları kitaplaştırma düşüncesini besleyen başlıca nedenlerden biri de buydu. “Hayat Atölyesi” bölümünde yer alan yazılar, gazetede yayımlandıkları tarih başlığı altında sıralandı.
Kitabın ilk bölümü adından da anlaşılacağı üzre, çoğu süreli yayınlar olmak üzere, benden çeşitli nedenlerle, çeşitli konularda istenen yazılardan oluşuyor. Bir kitaba önsöz, bir müzik albümünün kartoneti için yazılmış bir tanıtma, bir sergi kataloğu için kaleme alınmış bir deneme, ya da bir sempozyumda sunulan bir bildiri, yerli ya da yabancı yayın organlarının istekleri üzerine yazılmış kimi yazılar bu bölümün harcını oluşturdu. Bu özelliği nedeniyle Soğuk Büfe kitabı mın “Sarı Sayfalar” bölümüyle aralarında bir koşutluk kurulabilir. Kitabın ikinci bölümü de gene adından anlaşılacağı gibi, süreli yayınların isteği üzerine yapılan yazılı açıklamalardan oluşuyor. Benzer bir örneğine, Soğuk Büfe adlı kitabımın “Mikrofon” bölü münde rastlanır. Bu benzerlikleri göz önüne alındığında Hayat Atölyesi ile Soğuk Büfe arasında bir akrabalık ilişkisi kurulabilir.
Devamı için lütfen kitabı satın alınız.