1890’lı yılların başında Knulp dostumuz bir k ezinde haftalarca hastanede yatmak zorunda kalmış, çıktığı zaman da şubat ayının ortaları olmuştu. Havalar öyle kötüleşmişti ki, birkaç günlük yürüyüşten sonra yeniden ateşi çıkmış, sığınacak bir yer düşünmek zorunda kalmıştı. Knulp hiçbir zaman dostsuz kalmamıştı. O yörelerin hemen her kentinde bir dost, bir arkadaş evi bulması kolaydı. Fakat bu işte öylesine gururluydu ki, bir dostundan herhangi bir şey kabul etmesi, dostu için âdeta bir onur sorunu olurdu.
Bu kez de aklına Laechstetten’deki dabağ Emil Rothfuss geldi ve hemen gidip akşamın yağmuru ve rüzgârı içinde, kilitlenmiş kapısını çaldı. Dabağ Rothfuss üst katın panjurunu azıcık aralayıp karanlık sokağa doğru bağırdı: “Kim o, daha sabah olmadı.” Eski dostunun sesini duyar duymaz Knulp, yorgunluğuna karşın canlandı.
Aklına yıllarca önce, dört hafta kadar Emil Rothfuss’la birlikte yolculuk ettikleri sırada yazdığı birkaç dize geldi. Onları yukarıya, pencereye doğru okumaya başladı: “Bir lokantada Yorgun bir gezgin oturur Bu oturan Kaybolmuş oğuldan başka kim olabilir?”
Dabağ Rothfuss panjuru hızla itti ve pencereden iyice sarktı.” Knulp sen misin, yoksa bir hayalet mi?” “Benim!” diye bağırdı Knulp. “Sen de merdivenlerden inip aşağı gelsene. Yoksa pencereden mi gireyim?” Arkadaşı sevinç içinde, ivedi aşağı inip kapıyı açtı. Elindeki tüten gaz lambasını gelenin yüzüne tutup öyle aydınlattı ki, öbürü gözlerini kırpmak zorunda kaldı.
“Hadi içeriye gel!” diye coşkuyla bağırdı ve arkadaşını kolundan tutup eve soktu. “Anlatacaklarını sonra anlatırsın. Akşam yemeğinden kalma bir şeyler var, yatak da var. Hay Allah! Şu berbat havada! Bari doğru dürüst ayakkabın var mı?”
O bir yanda sorup şaşıradursun, Knulp merdivende pantolonunun kıvrık paçalarını dikkatle indirdi, dört yıldır girmediği evin merdivenlerini yarı karanlıkta güvenle çıktı. Yukarı çıkınca, oturma odasının kapısının önünde sofada bir an durdu, kendisine içeri girmesini söyleyen dabağ Rothfuss’un elini tutup çekti ve ona: “Bana baksana” diye fısıldadı, “artık evlisin, değil mi?” “Ee, elbette.” “İşte onun için. – Biliyor musun, karın beni tanımıyor; belki hoşuna gitmez.
Sizi rahatsız etmek istemem.” “Rahatsız etmek de ne demek!” Rothfuss güldü, kapıyı ardına kadar açtı ve Knulp’u aydınlık odaya soktu. Odada büyük bir yemek masasının üstünde, üç zincirle kocaman bir gaz lambası asılıydı. Havada hafif bir tütün dumanı kımıldıyor ve ince şeritler halinde ısınmış lamba şişesine doğru akıyor, orada telaşla kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkıp yitiyordu.
Masanın üstünde bir gazete ve içi tütün dolu, domuz derisinden bir kese duruyordu. Yan duvarın önündeki küçük, dar kanepeden de evin hanımı, sanki uyuklarken rahatsız edilmiş de bunu belli etmek istemiyormuş gibi, yarım ve şaşkın bir neşe içinde sıçradı.
Knulp, güçlü ışıktan kamaşmış gibi bir an gözlerini kırptı, kadının açık gri gözlerine baktı ve ona nazik bir tavırla elini uzattı. Usta gülerek “İşte karım” dedi, “bu da Knulp, arkadaşım Knulp. Biliyor musun, ondan çok söz etmiştik. Tabii bizim konuğumuz.
Çırak yatağını ona veririz. Zaten boş duruyor. Ama ilk önce birlikte bir meyve şarabı içelim, Knulp da bir şeyler yesin, biraz ciğer sucuğu kalmıştı, değil mi?” Usta’nın karısı dışarı koştu. Knulp arkasından baktı ve yavaşça: “Biraz korktu galiba” dedi.
Fakat Rothfuss bunu kabul etmek istemedi. “Çocuğunuz yok mu?” diye sordu Knulp. Bu arada kadın içeri girmişti. Kalaylı bir sahanın içinde sucuk getirdi. Ortasında yarım kara ekmek bulunan ekmek tahtasını da yanına koydu.
Ekmeğin kesik yeri aşağı doğru konmuştu, tahtanın yuvarlak kenarına da boylu boyunca şu yazı kazılmıştı: “Bize bugün günlük ekmeğimizi ver.” “Biliyor musun Lis, biraz evvel Knulp bana ne sordu?” “Bırak canım” diye karşı çıktı Knulp ve gülerek Rothfuss’un karısına döndü, “izin verirseniz” diyerek önüne koyduğu yemeklere uzandı.
Ancak Rothfuss lafı bırakmadı: “Çocuğumuz yok mu? diye sordu Knulp.” Kadın gülerek “Hadi sen de!” dedi ve hemen oradan uzaklaştı. O dışarı çıkınca “Yok mu?” diye sordu Knulp. “Hayır, daha yok. Karım, daha erken diyor. Hem biliyor musun, ilk yıllar için böylesi daha iyi.
Ama hadi bakalım sen başla, afiyet olsun.” Bu arada kadın gri ve mavi renkli, sırlı şarap testisini getirdi, yanına da üç tane bardak koyup doldurdu. Bu işi ustaca yapmıştı, Knulp onu seyrederek gülümsedi.