Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. (1894-1939) Lemberg ve Viyana üniversitelerinde öğrenim gördü. Uzun bir süre gazeteci olarak çalıştı ve SSCB, İtalya, Polonya, Arnavutluk gibi ülkelere yolculuklar yaptı. İlk romanı Hotel Savoy 1924 yılında basıldı. 1933 yılının başlarında Almanya’dan sürüldü ve kitapları Naziler tarafından kara listeye alındı. Paris ve Prag’da sürgün hayatı yaşarken alkol bağımlılığı yüzünden sağlığı günden güne kötüledi. 1939 yılında Alman oyun yazarı Ernest Tolkr’in intiharını haber alınca bunalıma girdi ve aynı yıl öldü. .
I
Bir zamanlar Zlotogrod bölgesinde Anselm Eibenschütz adında bir denetleme görevlisi yaşardı. Görevi, bölgedeki satıcıların ölçü ve ağırlıklarını denetlemekti. Eibenschütz, belli zamanlarda dükkanları tek tek dolaşır, endazeleri, terazi ve ağırlıkları incelerdi. Tam teçhizatlı bir jandarma polisi de ona eşlik ederdi. Buradan, devletin ona, gerektiğinde, sahtekârları Kutsal Kitap’ta müjdelenen buyruğa uygun olarak cezalandırma yetkisi . verdiği ve buna göre de sahtekârların haydutlardan hiçbir farkının olmadığı anlaşılmaktaydı.
Zlotogrod’a gelince, bu bölge oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Dört büyükçe köyü, iki küçük ama önemli pazar köyünü, ayrıca küçük Zlotogrod şehrinin merkezini kapsıyordu.
Denetleme görevlisi, resmi görevleri için devlete ait, tek atın koşulduğu iki tekerlekli bir. araba kullanıyordu; bunun yanı sıra bakımından Eibenschütz’ün kendisinin sorumlu olduğu bir kır at vardı.
Bu kır at olağanüstü çevik ve gösterişliydi. Üç yıl boyunca nakliye birliklerine hizmet etmiş, sonra veterinerin bile açıklayamadığı bir nedenden dolayı sol gözü aniden kör olduğu için sivil hizmete alınmıştı. Yine de, o altın sarısı süratli arabaya koşulduğunda hayli heybetli görünürdü. Bazı günler, arabada denetleme görevlisi Eibenschütz’ün yanında jandarma polisi Wenzel Slama da olurdu. Slama’nın kum sarısı miğferinin üzerinde altından sivri bir tepelikle imparatorluğun çift başlı kartalı parıldardı. Dizlerinin arasından süngüsü takılı bir tüfek yükselirdi. Dizginler ve kırbaçsa denetleme görevlisinin elinde olurdu. Yumuşak ve özenle yukarıya doğru kıvrılmış sarı bıyıkları, tıpkı çift başlı kartal ve sivri tepelikli miğfer gibi, altın misali ışıldardı. Bu bıyıklar da diğerleriyle aynı maddeden yapılmıştı sanki. Kırbaç zaman zaman coşkuyla şaklar ve şakladığında da adeta kahkaha atarmış gibi olurdu: Bunun üzerine, kır at, dört nala koşmaya başlardı, ihtiras yüklü bir zarafet ve çevik bir süvari atının coşkunluğuyla yapardı bunu. Sıcak yaz günlerinde Zlotogrod’bölgesindeki yollar ve caddeler çoktan kuruyup yağmura hasret kaldığında, boz renkli koca bir toz bulutu yükselir ve kır atın, arabanın, jandarma polisinin ve denetleme görevlisinin üzerini kaplardı. Kışın ise Anselm Eibenschütz, kendisine tahsis edilmiş, iki kişilik oturma yeri olan küçük bir kızak kullanırdı. Kır at, yaz kış hep aynı zarafet içinde dört nala koşardı. Kışları artık boz renkli değil, gümüş renginde bir kar çevrintisi oluşur, jandarma polisinin, denetleme görevlisinin ve kızağın üzerini kaplayarak onları görünmez hale getirirdi. En çok da kır at görünmez olurdu, çünkü neredeyse kar kadar beyazdı.
Şu bizim denetleme görevlimiz Anselm Eibenschütz son derece heybetli bir adamdı. Eski bir askerdi. On iki yılını on birinci topçu birliğinde daimi astsubay olarak geçirmişti. Eibenschütz, deyim yerindeyse, bu meslekte çekirdekten yetişmişti. Her zaman dürüst bir asker olmuştu. Eğer karısı katı, hatta ödün vermez bir tavırla onu zorlamış olmasaydı, Eibenschütz ordudan asla ayrılmazdı.
Neredeyse tüm daimi astsubayların yaptığı gibi o da evlenmişti. Ah ne de yalnızdır bu astsubaylar. Yalnızca erkekleri görürler, sırf erkekleri. Karşılarına çıkan kadınlar, tıpkı kırlangıçlar gibi, yanlarından hızla kaçıp gider. Onlar, astsubaylar yani, deyiş yerindeyse, en azından tek bir kırlangıcı olsun alıkoymak için evlenir. Aynı şekilde, topçu birliği daimi başçavuşu Eibenschütz de evlenmişti;
herkesin karşısına çıkabilecek sıradan bir kadındı karısı. Üniformasından ayrılmak Eibenschütz’ü o kadar üzmüştü ki! Sivil kıyafetler giymekten hoşlanmıyordu. Kendini tıpkı, yaşamının dötte biri boyunca uğraşarak kendi salgısından, yani kendi etinden ve kanından yapmış olduğu evini .terk etmeye zorlanan bir salyangoz gibi hissediyordu. Ama diğer arkadaşları açısından da durum neredeyse aynıydı. Birçoğunun karısı vardı: yanılgıdan, yalnızlıktan, sevgiden dolayı, kim bilir! Her biri kendi kadınına itaat ederdi: endişeden ve şövalyelikten, alışkanlıktan ve yalnızlık korkusundan dolayı, kim bilir! Sözün kısası, Eibenschütz, ordudan ayrıldı. Üniformasını, o çok sevdiği üniformasını çıkardı; kışladan, o çok sevdiği kışlasından ayrıldı.
Tüm daimi astsubayların bir memuriyet hakkı vardı. Küçük bir Moravya şehri olan Nikolsburglu Eibenschütz karısı yüzünden ikinci, belki de asıl Nikolsburg’u olan orduyu terk etmek zorunda kaldığında, yediemin ya da . noter olarak memleketine dönmek için çok uzun bir süre uğraştı. Ancak o dönemde Moravya’da ne bir yediemine ne de notere ihtiyaç vardı. Eibenschütz’ün verdiği bütün . dilekçeler reddedildi.
İşte o zaman Eibenschütz karısına karşı ilk kez gerçekten öfke duydu. Bunca manevra ve komutana karşı koyabilmiş bir topçu sınıfı başçavuşu olan Eibenschütz, o. andan itibaren karısına karşı güçlü olacağına ant içti; Regina’ydı karısının adı. Bir zamanlar Eibenschütz’ün üniformasına aşık olmuştu Regina – olsa olsa beş yıl geçmişti bunun üzerinden, ama şimdi, yani Eibenschütz’ü pek çok gece boyunca çıplak ve üniformasız gördükten, ele geçirdikten sonra, ondan sivil kıyafetler, mevki, iş, ev, çocuklar, torunlar ve daha kim bilir neler istiyordu.
Ancak Zlotogrod’da bir denetleme görevlisi kadrosunun boş olduğu haberini aldıktan sonra, duyduğu öfkenin Anselm Eibenschütz’e hiç yararı olmadı.
Silahlarını bıraktı. Kışladan, üniformasından, dostları ve arkadaşlarından ayrıldı.
Zlotogrod’a doğru yola çıktı.
II
Zlotogrod bölgesi krallığın doğu uçundaydı. Bu yörede daha önce tembel bir denetleme görevlisi çalışmıştı. Ölçü ve ağırlıkların olduğu zamanlar ne kadar da eskilerde kalmıştı – yaşlılar o zamanları hâlâ anımsıyordu. Yalnızca teraziler vardı; teraziler vardı yalnızca. Kumaşların ölçüsü kollar kullanılarak alınırdı ve yumruğunu sıkmış bir erkeğin kolunun elinden dirseğine kadar olan kısmının, ne daha fazldaha az, tam bir endaze kadar olduğunu bütün dünya bilirdi. Ayrıca gümüşten bir şamdanın bir libre yirmi gram, pirinçten bir şamdanın ise yaklaşık iki libre ağırlığında olduğunu da herkes bilirdi. İşte bu yüzden, bu bölgede tartmaya ve ölçmeye asla güvenmeyen pek çok insan vardı. Onlar elleriyle tartar, gözleriyle ölçerdi. Burası, devlete bağlı bir denetleme görevlisi için hiç de uygun bir yer değildi.
Dediğimiz gibi, topçu birliği başçavuşu Anselm Eibenschütz’ten önce Zlotogrod bölgesinde başka bir denetleme görevlisi daha çalışmıştı. Ama bilseniz nasıl bir denetleme görevlisiydi o! Yaşlı ve güçsüzdü, kendini alkole vermişti ve bırakın köylerdeki, pazar yerlerindeki ölçü ve ağırlıkları, küçük Zlotogrod şehrindekileri bile bir kez olsun denetlememişti. Bu nedenle, toprağa verilirken onun için olağanüstü güzel bir cenaze töreni hazırlanmıştı. Satıcıların hepsi naaşının ardı sıra yürümüştü: sahte ağırlıklarla, yani gümüş ve pirinç şamdanlarla tartanlar, şahsen tek bir ölçü aletine bile sahip olmayan bir ağırlık denetçisinin ölüp gitmiş olmasına, ondan hiçbir kişisel çıkar sağlayamadıkları için, yalnızca usulen üzülen birçok başka kişi katılmıştı cenaze törenine. Çünkü bu yörede yaşayan insanlar hukukun, yasaların, adaletin ve hükümetin taleplerini ödün vermez bir tavırla savunan herkesi doğuştan düşmanları olarak görürdü. Dükkânlarda önceden belirlenmiş ölçü ve ağırlıklar bulundurmak, kişinin kendi vicdanına karşı bile hesabını veremeyeceği bir konuydu. Peki bu yeni, görevine düşkün denetleme görevlisinin gelmesi ne anlama geliyordu! Eski denetleme görevlisi ne denli büyük bir üzüntüyle toprağa verilmişse, Anselm Eibenschütz de Zlotogrod’da o denli’ büyük bir kuşkuyla karşılanmıştı.
Onun yaşlı, güçsüz ve alkol düşkünü olmadığı, aksine heybetli, güçlü ve dürüst, üstelik fazlasıyla dürüst olduğu daha ilk bakışta anlaşılıyordu.
III
Anselm Eibenschütz, Zlotogrod bölgesindeki yeni görevine işte böylesine elverişsiz koşullar altında başladı. Geldiğinde ilkbahardı, martın son günlerinden biriydi. Topçu birliği başçavuşu Eibenschütz’ün Bosna Garnizonu’nda sincaplar daha şimdiden belirmeye, sarı salkımlar artık parıldamaya başlamıştı; karatavuklar şimdiden çimenliklerde ötüyor, tarlakuşlarıysa artık gökyüzünde şakıyordu. Eibenschütz kuzeydeki Zlotogrod’a geldiğindeyse sokaklar hâlâ kalın bir kar tabakasıyla kaplıydı ve çatıların kenarlarından keskin ve acımasız buz saçakları sarkıyordu. Eibenschütz ilk günlerde, ansızın dilsiz kalmış biri gibi dolaştı etrafta. Gerçi ülkede konuşulan dili anlıyordu ama insanların ne söylediğini anlamak değildi önemli olan, ülkenin kendisinin ne dediğini anlamaktı. Ve bu ülke dehşet verici şeyler söylüyordu. Takvimler ilkbahardan söz etse ve Bosna Garnizonu Sipolje’de menekşeler çoktan açmış olsa da, o, karı, alacakaranlığı, soğuğu ve buz saçaklarını anlatıyordu. Oysa burada, Zlotogrod’da kargalar kuru çimenliklerde ve kestane ağaçlarında ötüyordu. Salkımların kupkuru dallarına konuyor ve sanki kuş değil de, bir tür kanatlı meyve gibi görünüyorlardı. Struminka adındaki küçük nehir yoğun bir buz tabakasının altında hâlâ uyumaktaydı ve çocuklar neşe içinde nehrin üzerinde kayıyordu. Onların bu neşesi zavallı denetleme görevlisini daha da büyük bir hüzne boğuyordu.
Kilisenin çanları henüz geceyarısını vurmamıştı ki, Eibenschütz bir anda erimeye başlayan buz tabakasından gelen şiddetli çatlama sesini duydu. Dediğimiz gibi, gece olmasına rağmen, çatıların kenarlarından sarkan buz. saçakları ansızın erimeye başlamıştı ve kopan parçalar buzla kaplı kaldırıma hızla düşüyordu. Güneyden esen hafif, tatlı bir rüzgâr neden olmuştu bunların erimeye başlamasına; güneşin gece kardeşiydi bu rüzgâr. Bütün evlerin penceleri açıldı, insanlar camlarda belirdi ve çoğu da evlerinden dışarı çıktı. Parlak, açık mavi gökyüzünde soğuk, sonsuzluğa uzanan görkemli yıldızlar duruyordu; altından, gümüşten yıldızlardı bunlar ve sanki bütün bu gürültü patırtıyı yukarıdan izliyor gibiydiler. Yöre sakinlerinin çoğu, aslında, sadece yangın çıktığında yaptıkları gibi, aceleyle giyinerek nehre gitti. Gemici lambaları ve fenerleriyle birlikte nehrin her iki yanına dizilip buzun nasıl parçalara ayrıldığını, nehrin kış uykusundan nasıl uyandığını izlediler. Bazıları uzaklaşan buz kütlelerinden birinin üzerinde çocukça bir sevinçle hoplayıp zıplıyor, buz kütlesiyle birlikte oradan hızla uzaklaşıyorlardı, fenerleri hâlâ ellerindeydi ve buz kütlesiyle birlikte kıyıda kalanlara el sallıyorlardı, aradan ancak uzun bir süre geçtikten sonra tekrar kıyıya çıktılar. Herkes keyifli ve şaşkındı. Zlotogrod’a geldiğinden beri denetleme görevlisi şehir sakinleriyle ilk kez konuştu. Bunlar Eibenschütz’e nereden geldiğini ve ne yapmayı tasarladığını sordular. O da samimi ve hoşnut bir tavırla aydınlatıcı cevaplar verdi.
Eibenschütz, şehir sakinleriyle birlikte bütün gece uyanık kaldı. Sabahleyin eve döndüğünde buzların çatırdaması artık dinmişti, Eibenschütz kendini yine hüzünlü ve yalnız hissetmeye başlamıştı. O anda ilk kez, ancak bir sezginin neden olabileceği büyük bir dehşet duydu. Burada, Zlotogrod’da yazgısını tamamlamak zorunda olduğunu hissediyordu. Cesurca sürdürdüğü bütün yaşamı boyunca ilk kez korku duyuyordu ve gün ağarırken eve dönüp yatağına uzandığında Eibenschütz’ü ilk kez uyku tutmadı. Karısı Regina’yı uyandırdı. Aklına tuhaf düşünceler geliyordu, bunları söylemeliydi. Aslında insanların neden bu kadar yalnız olduğunu sormak istiyordu. Ama utandı ve yalnızca, “Regina, şimdi tamamen yalnızız,” diyebildi.
Karısı doğrulmuş, şiltenin üzerine oturmuştu, üzerinde eflatun renkli bir gecelik vardı Sabahın ilk ışıkları pencerelerin aralığından usulca içeri sızıyordu. Karısı Eibenschütz’e, Zlotogrod’da yaşanan bu ilk ilkbahar gecesinde solmaya başlamış bir laleyi anımsattı. “Regina,” dedi Eibenschütz, .“korkuyorum, kışladan hiç ayrılmamalıydım!” “Kışlada üç yıl bana yeter de artar bile,” dedi karısı, “bırak da uyuyayım artık!”
Regina başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı. Eibenschütz panjurlardan birini açarak sokağa baktı. Ama sabah da solgundu. Solgundu sabah. Sabah bile solgundu.
IV
Her yerde çocuklar vardı. Çocuklar her yerdeydi. Hatta jandarma polisi Wenzel Slama’nın yirmi ay içinde üst üste iki kez ikiz çocukları olmuştu. Her yer çocuk kaynıyordu. Eibenschütz nereye baksa çocuk görüyordu. Çukurların içinde pis suyla oynuyordu çocuklar. Kuru yerlerde bilyelerle oynuyorlardı. Zlotogrod’un perişan haldeki parkının eski banklarının üzerinde oynuyorlardı; veremli bir parktı bu, ölmekte olan bir parktı. Yağmurda ve fırtınada oynuyorlardı. Top oynuyor, çember çeviriyor, topaçla oynuyorlardı. Denetleme görevlisi Eibenschütz, baktığı her yerde çocuk, sırf çocuk görüyordu. Yöre bu konuda son derece cömertti, buna hiç şüphe yoktu.
Keşke denetleme görevlisi Eibenschütz’ün çocukları olsaydı! O zaman her şey farklı olurdu: En azından ona öyle geliyordu.
Çok yalnızdı Eibenschütz ve koyu kahverengi topçu sınıfı üniformasıyla geçirdiği on iki yılın ardından, pek alışık olmadığı bu sivil kıyafetler içinde kendini yabancı, yersiz yurtsuz hissediyordu. Karısı -karısı neydi ki onun için!- onunla neden ve ne için evlendiğini ilk kez soruyordu kendine. Bundan dolayı dehşete kapıldı. Dehşete kapıldı çünkü herhangi bir şeyden dehşete kapılabileceği daha önce hiç aklına gelmemişti. Deyim yerindeyse, yoldan çıktığını hissediyordu – oysa o her zaman kendi doğru bildiği yolda ilerlemişti. Yine de askerlere özgü disipline bağlı kaldı, korkmaktan korktuğu için kendini işine ve
önceki yazı
sonraki yazı
BENZER İÇERİKLER
- Yorumlar
- Facebook yorumları