SERVET VE İTİBAR EVLİLİĞİ ATEŞLİ BİR AŞKA DÖNÜŞEBİLİR Mİ?
“Seni yarın serbest bırakcağıma söz veriyorum Düğün saati geçtikten sonra.” Nat Waterhouse, bir varisle evlenmek zorundadır Nat Waterhouse, bir vârisle evlenmek zorundadır Bunun için en uygun yer ise bekâr hanımefendilerin, evlenmedikleri takdirde bir ortaçağ kanunu gereği servetlerinin yarısını kaybetmek durumunda kaldıkları Fortunes Follydir. Genç kızlığından beri skandallardan uzak duramayan Leydi Elizabeth Scarlet, en yakın çocukluk arkadaşı Nati, sevgisiz bir evlilikten kurtarmanın tek bir yolu olduğunu düşünmektedir:
Onu kaçırmak! Eğlenceli, hareketli ve tutku dolu Library Journal Müthiş övgülere layık, çok kaliteli bir romans Romance Junkies
***
Tony, Judy ve Clare için, sevgilerimle.
**Bayan Laura Anstruther’dan Welburn Düşesi Eve’e mektup
Mayıs 1810 Pek Sevgili Eve,
Son mektubunu almak ve kuzenim Rozuarth’la evlilik gezintinizde harika vakit geçirdiğinizi duymak büyük bir mutluluktu. Paris’ten bana gönderdiğin güzel gecelik için sana özellikle teşekkür borçluyum; Dexter bu geceliği çok beğeniyor!
Fortune’s Folly’deki bütün havadislerden haberdar olmak istediğini yazmışsın. Anlatacak çok şey var. Ne yazık ki Sör Montague, “ortaçağ kanunları” adı altında her türlü açgözlü ve doyumsuz vergiyi üstümüze yüklemeye devam ediyor. Dam Vergisi’nden kaçmak için herkes evliliği kabul ettiğinden kasabada evlenmemiş sadece üç mirasçı kaldı. Yakın arkadaşım Alice Lister kuzenim Miles Vickery’yle bir ay kadar önce evlendi. Eminim, Miles’ı hatırlarsın. Her zaman sarışınları tercih etmesi ve böylece senin peşine hiç düşmemesi Rozuarth’la arasındaki arkadaşlık için muhtemelen büyük bir lütuf! Ancak, artık oldukça değişti. Böyle korkunç bir hovardanın başkasının karısı yerine kendi karısına umutsuzca âşık olduğunu görmek pek eğlenceli. Lord Stephen Armitage, Bayan Mary Wheeler’ı resmen kilise mihrabında terk etti. Bunun Bayan Mary Wheeler için şanslı bir kurtuluş olduğunu düşünüyorum. Diğer birliktelikse Bayan Flora Minchin ve Lord Waterhouse arasında… Birkaç hafta içinde evlenecekler. Bu bir sevgi birlikteliği değil. Lord Waterhouse’un unvanına karşılık Bayan Flora Minchin’in parası; bu tarz şeyleri bilirsin. Fakat işlerin planlanan şekilde gitmeyeceğine dair içimde tuhaf bir his var…
BİRİNCİ KISIM
“Şafak vakti, kükürt yatağından kalkıp,
Bir şeytan yürüyerek geçti.
Güvenli, küçük dünya çiftliğine bakmak Ve sürüsünün neler yaptığını görmek için.
Bir hanımefendi gururla yarandan geçti,
Yüzünde bir ifade gördü ki Bunun için onu öpebilirdi;
Böylesi gösterişli, kaliteli, zeki bir yaratık olduğu ve Şeytanın olabilecek kadar şeytani bir gözü olduğu için.”
The Devil’s Walk (Şeytanın Gezintisi), Robert Southey, 1799
birinci bölüm
Folly, Fortune Malikânesi, Yorkshire – Haziran 1810 Gecey ar ısından biraz önce
Adam kaçırmak için güzel bir geceydi.
Ay ve yıldızların aydınlattığı gökyüzünde parlayarak yükseklerde süzülüyordu. Ilık rüzgâr, çam ve sıcak çimen kokularını karıştırarak ağaç tepelerinde uğuldadı. Ormanın derinliklerinden bir baykuş seslendi; bu, uzun, gırtlaktan gelen ve gecede asılı kalan bir çığlıktı.
Leydi Elizabeth Scarlet pencere kenarında oturup dışarıdaki yoldan gelecek ayak seslerini duymak için bekleyerek karanlığı izliyordu. Nat VVaterhouse’un geleceğini biliyordu. Ne zaman çağırsa hep gelirdi. Elbette ki sinirlenecekti; düğününden önceki gece içki âleminden uzaklaştırılan hangi erkek sinirlenmezdi ki… Yine de orada olacaktı. Fazla sorumluluk sahibi birisiydi; Lizzie’nin yardım çağrısını görmezden gelemezdi. Nat’in tam olarak nasıl tepki vereceğini biliyordu. Onu çok iyi tanıyordu.
Parmak uçlarıyla pencerenin taş pervazını sabırsızca tıkırdatıyordu. Ağabeyinden aşırdığı saate baktı. Saatlerdir bekliyormuş gibi hissediyordu ama son baktığından beri sadece sekiz dakika geçtiğini görünce şaşırdı. Endişeliydi ve bu da onu şaşırtıyordu. Nat’in kızacağını biliyordu ama Lizzie yalnızca onun iyiliğini düşünüyordu. Düğünün durdurulması gerekiyordu. Bir gün bunun için kendisine teşekkür edecekti.
Tarlaların karşısından kilise çanının hafif sesi geldi. Geceyarısı olmuştu. Yolda ayak sesleri duyuldu. Tam zamanında gelmişti. Tabii ki tam zamanında gelecekti.
Nat binanın kapısını açtığı sırada Lizzie bir fare kadar sessiz oturuyordu. Koridoru karanlıkta bırakmıştı ama yukarıdaki odada bir mum yanıyordu. Eğer doğru hesapladıysa, Nat döner merdivenden yukarı çıkarak odaya girecekti, böylece Lizzie onun arkasından dış kapıyı kilitleyebilecek ve anahtarı saklayabilecek kadar vakte sahip olacaktı. Başka çıkış da yoktu. Üvey ağabeyi Sör Montague Fortune binayı, bir adamın geçemeyeceği küçüklükte mazgalları ve pencereleri olan minyatür bir kale şeklinde yaptırmıştı. Fortune’s Folly denilen bir kasabada dekor amaçlı bir bina1 inşa ettirmenin harika bir şaka olduğunu düşünmüştü. Bu, diye düşündü Lizzie, Monty’nin eğlence anlayışıydı; bu ve halka işkence edecek yeni vergiler icat etmek…
“Lizzie!”
Yerinde sıçradı. Nat bekçi odasının hemen dışındaydı. Sesinde sabırsızlık vardı. Lizzie nefesini tuttu.
“Lizzie? Neredesin?”
Nat döner merdivenleri ikişer ikişer tırmandı ve Lizzie ağır meşe kapıyı kilitlemek için bekçi odasından bir hayalet gibi sessizce çıktı. Titreyen parmakları, soğuk demirin üzerinde kaydı. Yanında olsaydı arkadaşı Alice Vickery’nin ne diyeceğini iyi biliyordu:
“Yine mi aptal oyunlarından biri, Lizzie? İş işten geçmeden hemen dur!”
Ama zaten çok geçti. Kendisine bunun hakkında düşünme izni veremezdi, yoksa cesaretini kaybederdi. Bekçi odasına geri koştu ve bir elini dar mazgallardan birinin içinden geçirdi. Dış duvarda bir çivi vardı. Anahtar taşın üzerinde hafif bir ses çıkardı. İşte… Artık Lizzie izin verene kadar Nat kaçamazdı. Pek memnun bir halde kendine gülümsedi. Planına başkasını dâhil etmeye gerek olmadığını en başından biliyordu. Yardım almadan da adam kaçırma işinin altından kalkabilirdi. Kolaydı.
Koridora çıktı. Nat elinde mumla merdivenlerin tepesinde dikiliyordu. Titreyen ışık uzun bir gölge oluşturuyordu. Tehditkâr, kızgın ve kocaman görünüyordu.
Aslında, diye düşündü Lizzie, o gerçekten de tehditkâr, kızgın ve kocaman ama bana asla zarar vermez. Nat onu asla ama asla incitmezdi. Onun tam olarak nasıl davranacağını biliyordu. Onu bir ağabey gibi tanıyordu.
“Lizzie? Ne haltlar dönüyor burada?”
Aynı zamanda sarhoş da, diye düşündü Lizzie. Hiç iş yapamaz duruma gelecek kadar değil, ama bir hanımefendinin önünde küfretmeye yetecek kadar sarhoştu. Nat bunu normalde asla yapmazdı. Yine de, ertesi sabah Bayan Flora Minchin’le evlenecek olan Lizzie olsaydı, o da küfrederdi. Ayrıca kendinden geçene kadar içerdi de. Bu da onu asıl konuya geri getirmişti; Nat’in Bayan Minchin’le evlenmeyeceği konusuna. Ne sabah ne de herhangi bir zaman… Lizzie bunu sağlamak için buradaydı. Onu kurtarmak için buradaydı.
“İyi akşamlar, Nat,” dedi Lizzie neşeli bir şekilde ve Nat’in kaşlarını çattığını gördü. “Özgürlüğünün son akşamında keyifli vakit geçirdiğini umarım.”
“Hoş beşi kes, Lizzie,” dedi Nat. ” Hiç havamda değilim.” Genç kadının yüzünü aydınlatacak şekilde mumu biraz yukarı kaldırdı.
Gözleri kısık, sert ve karaydı. “Düğünümden önceki gece bana gizlice söylemek zorunda olduğun bu kadar acil ne olabilir ki?”
Lizzie hemen cevap vermedi. Bir eliyle elbisesinin ucunu tuttu ve taş basamaklardan dikkatlice çıktı. Ona bakmasa bile Nat’in bakışlarını her an yüzünde hissediyordu. Genç adam, üst kattaki odaya girmesi için kenara çekildi. Bu bir masa, bir sandalye ve bir kanepesi olan minik bir odaydı. Minyatür kalesi tamamlandıktan sonra Monty Fortune burayla ne yapacağını gerçekten bilememişti.
Lizzie kule biçimindeki yuvarlak, minik odanın ortasındaki halının üzerine geldiğinde Nat’e bakmak için döndü. Artık onu düzgün bir şekilde görebildiğinden, siyah saçlarının dağınık olduğunu, şık giysilerinin pek de yeni gibi durmadığını fark edebilmişti. Ceketi açıktı ve kravatı bağlanmamıştı. Kirli sakalı, yanağını ve çenesinin sert çizgisini karartmıştı. Meyhanenin dumanlı havasını üzerinde taşıyordu. Gözleri sabırsızlık ve kızgınlıkla parlıyordu.
“Bekliyorum,” dedi.
Lizzie ellerini masum bir tavırla iki yana açtı. “Seni buraya evlenmekten vazgeçirmek için çağırdım,” dedi. Ona yalvarırcasına baktı. “Kızın beş dakikada seni sıkacağını biliyorsun, Nat. Aslında…” diye düzeltti kendini. “Ondan zaten sıkıldın, değil mi ve onunla henüz evlenmedin bile. Onu umursamıyorsun da. Korkunç bir hata yapıyorsun.”
Nat’in dudakları ince bir çizgi halini aldı. Bir elini saçlarının arasından geçirdi. “Lizzie, bu konuyu konuşmuştuk…”
“Biliyorum,” dedi Lizzie. Kalbi boğazında atıyordu. “Bu yüzden bunu yapmak zorundaydım, Nat. Bu senin iyiliğin için.”
Gözlerindeki kızgınlık hızla öfkeye dönüştü. “Neyi yapmak zo-rundaydın?” dedi. Ardından, genç kadın cevap vermediğinde ekledi: “Neyi yapmak zorundaydın, Lizzie?”
“Seni içeri kilitledim,” dedi Lizzie çabucak. “Seni yarın bırakacağıma söz veriyorum… Düğün saati geçtikten sonra. Kilise sunağında onu bekletme saygısızlığını Flora’nın ya da ailesinin affedeceğinden şüpheliyim.”
VVaterhouse Kontu’nun duygularını belli eden bir adam olduğunu daha önce hiç düşünmemişti. Hiçbir duygu emaresi göster-meyip hiçbir şeyi açığa vurmadığından şans oyunlarına uygun bir yüzü olduğunu düşünmüştü her zaman. Ancak şimdi, onu okumak fazla kolaydı. İlk tepkisi şaşkınlıktı. İkincisi korkunç bir kesinlikti. Lizzie’nin söylediklerinde gerçek payı olup olmadığını sorgulamak için durmamıştı bile. Eğer Lizzie onu iyi tanıyorsa, o zaman bunun tersi geçerliydi.
“Lizzie,” dedi Nat, “seni küçük cadı.”
Döndü ve mumu alıp duvardaki dar yarıklardan içeri giren soluk ay ışığı dışında Lizzie’yi karanlıkta bırakarak merdivenlerden aşağıya sinirli bir şekilde indi. Lizzie uzun, titrek bir nefes verdi. Nat gerçekten de bir çıkış olmadığını anladığında geri döneceğinden, toparlanmak için sadece bir dakikası vardı. Ve bu defa karşısına basit bir öfkeyle çıkmayacaktı.
Kalın meşe kapıyı açmayı denediğini… ve bir santimetre bile oynatamadığında küfrettiğini duydu. Muhtemel çıkışlar için bekçi odası ve koridoru kontrol ettiği sırada mum alevinin duvarlarda dans ettiğini gördü. Lizzie’nin zaten bildiği şeyi anladığında küfürleri daha da renkli bir hal aldı; hiçbir çıkış yoktu. Minik tuvalet, bir o kadar minyatür bir hendeğe açılıyordu ve 1,80 metre boyundaki bir adamın içinden geçmesi için fazla küçüktü. Genç kadının bulunduğu odada sahte mazgallı siperlere açılan bir kapak vardı ama bunu önceden kilitlemiş ve anahtarı da dışarıda oyuklu bir ağacın içine saklamıştı. Hiçbir hata yapmak istememişti.
Nat geri dönmüştü ve Lizzie haklıydı; çileden çıkmış görünüyordu. Zayıf yanağında bir kas atıyordu. Vücudundaki bütün hatlar öfkeyle kaskatı kesilmişti.
Ancak konuştuğunda sesi aldatıcı şekilde kibardı. Lizzie için bu, bağırmasından daha endişe vericiydi.
“Bunu neden yapıyorsun, Lizzie?” dedi.
Lizzie avuç içlerini gizlice elbisesinin yanlarına sürdü. Titremesini durdurabilmeyi istedi. Doğru şeyi yaptığını biliyordu. Sadece bunun bu kadar korkutucu olacağını tahmin etmemişti.
Çenesini meydan okurcasına kaldırarak, “Sana söyledim,” dedi. “Seni kendinden koruyorum.”
Nat haşin bir kahkaha attı. “Hayır. Çaresizce ihtiyacım olan elli bin sterlini ele geçirme şansımı yok ediyorsun. Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun, Lizzie.”
“Bir ömür boyu sürecek can sıkıntısına değmez.”
“Bu benim seçimim.”
“Yanlış seçim yaptın. Ben de seni bundan kurtarmak için buradayım.” Lizzie, küt küt atan kalbine rağmen sesinin titremesine engel olabilmişti. “Bana her zaman değer verdin ve beni korumaya çalıştın. Şimdi benim sıram. Bunu arkadaşım olduğun ve sana değer verdiğim için yapıyorum.”
Nat’in gözlerinde ona inanmadığını anlatan kibirli titreşimler gördü. Lizzie’nin öfkesi için için kabarmaya başladı. Fikri alınan kişiye bağlı olarak her zaman çabuk parlayan biri ya da tam bir kavgacı olduğu söylenirdi. Onun iyiliğini düşünürken Nat’in onu yargılaması son derece adaletsiz görünüyordu. Bu korkunç izdivaçtan onu kurtardığı için kendisine teşekkür ediyor olmalıydı.
Nat mumu kapının yanındaki küçük ahşap masanın üzerine koyup ona doğru çok kasıtlı bir adım attı. Uzundu -boyu 1,80’in üzerindeydi-, geniş ve kaslıydı. Lizzie korkmamaya çalıştı ve başarısız oldu.
“Bana anahtarı ver, Lizzie,” dedi nazikçe.
“Hayır.” Lizzie zorlukla yutkundu. Artık çok yakındı, fiziksel varlığı sesinin yumuşaklığıyla tam bir çelişki içinde güçlü ve tehditkârdı. Ama Nat’ten korkmuyordu. Dokuz yıldır birbirlerini tanımalarına rağmen Lizzie bir kere bile Nat’ten korkması gerektiğini hissetmemişti.
“Nerede?”
“Bulamayacağın bir yerde saklı.”
Nat bıkkınlıkla soluklandı. Bir kolunu uzattı. “Bu bir oyun değil, Lizzie,” dedi. Öfkesini bastırmaya, mantıklı olmaya çalıştığını anlayabiliyordu. Nat Waterhouse herkesin ötesinde, mantıklı, aklı başında ve sorumluluk sahibi bir adamdı. Lizzie, durumu kendi bakış açısıyla görmesini beklemesinin mantıksızca olduğunu düşündü. Lizzie elbette ki haklıydı. Bunu biliyordu ve zamanla onun da bunu anlayacağından emindi. Ama o anda sinirliydi. Üzgündü. Evet, elbette, Flora’nın servetini kaybedeceği için sinirlenecek ve hayal kırıklığına uğrayacaktı. Vâris olan o kadınla dostluk kurmaya çalışmıştı, ona kur yapıp flörtleşmişti, bu da korkunç derecede can sıkıcı bir iş olmalıydı. Ödülünü kazanmak için zaman ve gayret harcamıştı. Ama şimdi Lizzie işini bozuyordu. Bu yüzden ona sinirlenmesini anlayabiliyordu.
‘Tehlikeli bir işe kalkışıyorsun,” dedi Nat. Sesi hâlâ kontrollü çıkıyordu. “Kendini benimle içeri kilitledin. Bu uzlaşmamı sağlamak için tuhaf bir teşebbüs mü, böylece Flora yerine seninle evlenmek zorunda mı kalacağım?”
Lizzie’nin siniri biraz daha arttı. Korkunun yanında artık gerçekten kızmaya da başlıyordu. Onu kendisine saklamaya çalıştığını düşünme küstahlığıyla çileden çıkmıştı. “Elbette ki hayır,” dedi. “Ne…