Dini

İsmail Kaygusuz – Öteki Gerçekler

Namaz sırasında Kur’an sureleri “Türkçe okunabilir mi?”, “ezan dinin simgesidir, Arapça okunmalıdır” vb. tartışmaları yapılırken, Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı “Güncel Dini Meseleler İstişareler Toplantısı” başlatmış. Dinde reform niteliğinde kararların alınması beklenen bu toplantılarda, çeşitli din uzmanları kurullarının görüşmelerinde Kur’an’ın anlaşılmasında yöntemler tartışıldığını okuyoruz.

Gazetelerde, eski Diyanet İşleri Başkanı M. Nuri Yılmaz, şu kısa açıklamayı yapıyordu: “Dinin yorumlanıp anlaşılması ve genç kuşaklara aktarımı, cahil sofuların ve dar kafalıların eline bırakıldığında, başta din olmak üzere bütün değerler sisteminin manipüle edilmesi kolaylaşır.

Eski yöntemlerin yanı sıra Kitab-ı Mukaddes için de kullanılan farklı yöntemler de tartışılacaktır… Birey olarak herkes kendi görüşünü açıklayabilir, kitap da yazabilir, bağlayıcı değildir. Anayasal kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın verdiği görüş bir noktada bağlayıcıdır, buna itibar edilmelidir.” Son cümlelerden anlaşılan, kim ne söylerse söylesin, ya da kim ne yazarsa yazsın ancak tartışmacı Diyanet uzmanlarının alacakları kararlar kesin ve bağlayıcıdır. Kendileri gibi düşünmeyen “Diyanet İşleri…” dışındaki bilim adamı ve araştırmacıların yazıp çizdikleri de, yorum ve açıklamaları da umurunda olmayacaktır.

İslam tarihine ve İslamın diğer inanç alanlarına müdahale ederek, Hanefi Mezhebi kurallarınca değerlendiren müdahaleci Diyanet Kurumu, kendisini ve uzmanlarını, kararlarına-fetvalarına karşı çıkılamaz, eleştirilemez bir otorite, daha doğrusu “İcma-i Ümmet” olarak görüyor. İslam dininin yorum ve açıklamaları ne zaman bu dar kafalı din softalarının elinden alınabildi biliyor musunuz?

3 Mart 1924’den 2 Haziran 1941 yılları arasındaki 17 yıl boyunca, yani Diyanet İşleri Reisliği’nin kuruluşundan Türk Ceza Kanununu 526. maddesinin ikinci fıkrasına eklenen “Arapça ezan ve kaamet okuyanlar 3 aya kadar hapis cezası, 10 liradan 200 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırırlar” biçiminde bir yaptırım getirilinceye dek.

Mustafa Kemal’in 1926’da Elmalı’ya Türkçeye çevirmesi görevini verdiği Kur’an, 22 Ocak 1932 yılından itibaren camilerde Türkçe okunmaya başlandı. 1932 Temmuz ayında ise ezanın da Türkçe okunmasına karar verildi ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi ezanın Türkçeleştirilmesinin ” ulusal politikaya uygun bulunduğu” fetvasını vermişti.

O dönemin çok karmaşık koşullarında Diyanet bu görevi hakkıyla yerine getirdi. Oysa hala “Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır” ilkesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 2. maddesini oluşturuyordu. Bu koşullara rağmen yasallaştırılan Kur’an’ın ve ezanın Türkçe okunmasını, dönemin Diyanet İsleri Reisliği ülke düzeyinde uygulamakta dinsel hiçbir sakınca görmüyor.

61 yıl sonraki Diyanet İşleri Başkanı ve bilgin çevresi (!), Kur’an’ın ibadet sırasında Türkçe okunmasına ancak “mazeret belirtildiği takdirde” izin veriyor; ezan ise “dinin sembolüdür” Türkçeleştirilemezmiş. Demek ki M. Nuri Yılmaz, o tarihsel kişiliklerden daha büyük din ‘allame’si! Oysa Kur’an kendisinin, okuyup incelesin ve anlasınlar diye, Tanrı tarafından, her halk için kendi dillerinde verilmiş bir yasa sağlandığını öğretir (Kur’an 41, 44:

Eğer biz Kur’an’ı yabancı dilde indirmiş olsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetler geniş bir biçimde açıklamalı değil, Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?). Araplara anlamaları için kendi dillerinde Kur’an gönderilmişti (Kur’an 12, 2: Biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur’an gönderdik.). Bu ayetin ışığında, insanların Kur’an’ın yalnız Araplar için olduğunu farzetmesi gerektiği bile tartışıldı.

Ama, sadece Araplar için değilse ve eğer Arapça anlamayan ve konuşmayan kimseler İslamı kabul etmek zorundaysa; en basit mantıkla, onların da Kur’an’ı kendi dillerinde okumaları ve anlamaları gerekmez mi? Hakları değil mi? Bazılarının akıllarının köşesinden bile geçmez, ama bu hakkı, yaklaşık bin yıldır Anadolu Alevileri kullanmaktadır; Kur’an’ın tüm içeriğini, içsel (batıni-tevil, mecazi) yorumları başta olmak üzere, sazsöz, şiir (deyişler, nefesler, düvazimam vb.) müzik ve semahlarla kaynaştırmış anadilde toplu tapınmalarını yapmaktadırlar…

Bilinmelidir ki, Muhammed dua etme sırasında, yani namazda Arapça okunması için asla ısrarlı olmadı. Peygamberin Kur’an’ı, insanların kendi ana dillerinde okumalarını açıkça izin vermiş olduğu bilinmektedir. Bu izini almada birinciliği Salman-i Faris’e bağışladı.[1] Böylece anadilde metinler İslam dünyasının birçok bölümlerinde geçerli oldu.

Ayrıca Afgan asıllı bir fıkıhçı olan Abu Hanefi’nin (Ö. 767) kurmuş olduğu Hanefi mezhebi, Arapçadan başka bir dilde Kur’an’ın okunmasını onaylamıştır.[2] Başkan Yılmaz, Kur’an’ın ve Peygamberin söylediklerine, buyruklarına değil, Diyanet Güncel İstişare Kurulunun aldıkları ve alacakları kararlara göre mi hareket ediyor? Bu açıkça siyaset yapmaktır; gerici ve İslamcı çevreleri, tarikatçıları ürkütmeme çabası bir yana, bunu yaparken yukarıda söylediklerinin tersine ‘cahil din sofularının ve dar kafalıların’ yanında yer alıyor.

Böyle mi “eski yöntemlerin yanı sıra Kur’an için kullanılan farklı yöntemler tartışılacaktır?” Kur’an’ın anlaşılmasında yöntemlerin tartışılması, gizli istişare toplantılarında değil açık açık yapılmalıdır. İslamın kutsal kitabı Kur’an’ın anlaşılması, her şeyden önce anadile çevrilmesi ve tapınma eylemlerinde ana dilde okunmasıyla başlar. Ancak, Kur’an’ı anadilde ve birkaç kez okusak bile, hakkında geniş bilgi sahibi olmadan bu son kutsal kitabı tanımak olası değildir.

Biz diyoruz ki, yetkin bilim adamları tarihçi ve araştırmacıların da katılacağı yaşayan, elde bulunan Kur’an üzerinde açık bilimsel tartışmalar yapılmalıdır. İslam dinini ve tarihini safsataya, yalan ve yanlış bilgilere indirgemiş cahil ve çıkarcı din adamalarına ve siyasetlerine dur, denilmelidir. Yüzlerce yıldır din ve Kur’an adına Ortodoks Müslümanların (Sünnilerin) kandırıldığı, kafaların örümceklendirildiği yeter!

İslamın kutsal kitabı üzerinden tabular artık kalkmalı; tıpkı Batı ülkelerinde Tevrat ve İncil için Üniversitelerde ve açık medyada yazılan ve konuşulanlar gibi, Kur’an hakkında bilimsel tartışmalar yapılmalıdır. Kur’an’ın inişi, yazılışı, kaynakları, vahiylerin algılanışı; karşı çıkanların dayanakları, Kur’an’ın anlaşılırlığı, belirsizliği; Kur’an yazıcıları ve esinlenilen kişiler, Muhammed’in öğretmenleri; Mekke ve Medine Surelerindeki farklılaşmalar;

İlk üç halifenin Kur’an derlemesi ve resmi Kur’an dışındaki surelerin toplanıp yakılması; resmi Kur’an metinleri dışındaki çalışmalar; Emevi dönemindeki Kur’an üzerinde tahrifatlar vb. konular açıklığa kavuşturulmalı, tartışılmalı. Bilimsel namusa öncelik veren, çıkarlarından arınmış, ilkeli din bilginleri ve tarihçilerin, 21. yüzyılın insanı olduklarını artık göstermeleri ve bu tartışmaya katılarak gerçekleri korkusuzca yazıp konuşmalarını istiyoruz.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Kabala: Musevi Mistiklerinin Yolu

Editor

Caner Taslaman – Ahlak, Felsefe ve Allah

Editor

Şemsi Tebrizi – Makalat

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası