Tarih

İzmir 1922 – Bir Kentin Yıkımı

izmir 1922 bir kentin yikimi 5edb59ba5deef1922 İzmir’i, bir zamanların Rum kenti Smyrna’yı (şimdi Türk İzmir) yok eden büyük yangının dramatik öyküsüdür.

21 İtilaf ve Amerikan savaş gemisinin burnunun dibinde gerçekleşen soygun, tecavüz ve katliam dolu kutlamalardan sonra, Türk orduları kenti ateşe vermişti.

Smyrna’nın, savaşta müttefik olan Yunanistan’dan savaşta düşman olan Türkiye’ye devrine dış politikada yaşanan değişiklik damgasını vurmuştu. Sonradan Smyrna felaketinin üstü giderek örtülmüş ve Henry Miller’ın deyişiyle “bugünün insanının hafızasından kazınmıştır”

***

TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ

2005 yılında Peter Balakian, BURNİNG TİGRİS adlı kitabı nedeniyle, Jenosid kavramının babası ve B.M. Jenosid Sözleşmesinin yazarı olan Polanyalı hukukçu Lemkin’in adına konan ödülü aldı. New York Üniversitesi Hukuk Kolejinde mütevazi bir tören yapıldı, saygın araştırmacıların katılımıyla bu törende, Peter Balakian, Lemkin Ödülünü(*) benimle paylaştığını belirterek beni onurlandırdı.

Bakmayın adının dünyayı sallamasına, Jenosid araştırmacılığı dünyanın en nankör akademik dallarından biridir. Çok az sayıda öğrenci başvurur, çünkü her hangi bir iş bulma olanağı son derece sınırlıdır.

Törendeki araştırmacılardan biri Darfur’dan yeni gelmiş ve olaydaki araştırmasını tam o sırada yayınlamıştı, kıt kanaat kendi sağladığı olanaklarla. Ve A.B.D. başta olmak üzere, insanlığın gözü önünde gelişen yeni bir insanlık trajedisi karşısında “büyük” devletlerin ilgisizliğinden yakınıyordu.

Bu vesile ile Marjorie Housepian Dobkin ile tanıştım. Amerika’daki ilk parlak akademisyen kuşağı içindeydi. Ermeni toplumu arasından yükselen Colombia Üniversitesinin gözde hocalarından biriydi. 1922 İzmir olayı ile ilgili en kapsamlı sözlü tarih çalışması hâlâ ona ait. Bir süre sonra onun evinde düzenlenen üç kuşağın katıldığı “veda partisi”ne gittim. Manhattan’daki büyük daireden, yaşlılar için özel olarak düzenlenmiş bir apartmandaki küçük daireye geçiliyordu.

Biraz hüzün de vardı o akşam. Colombia’dan yakın bir kaç arkadaşla üniversiteden beri dostlukları devam etmişti. Marjorie’nin ikinci eşi ise Yahudi toplumundandı. Oğullar, artık büyümüş olan torunlar oradaydı, “veda partisinde…

Peter Balakian da gelmişti. O sıralarda büyük amcasının “Ermeni Golgothası” adlı son derece önemli anı kitabının İngilizcc çevirisi üzerinde o sıralarda başlamıştı çalışmaya. Almanya’da ilahiyat eğitimi görmüş bir din adamı olan Amca Balakian, 1921 Berlin Talat Paşa davasının da önemli tanıklarından biriydi. Ermeni aydınları arasında onun sağ kalması tam bir mucizeydi.

Sıcak bir aile toplantısında, elbette sadece bu ağır konuları konuşmadık. Masada Anadolu, İstanbul mutfağının ürünlerinden; lahmacundan içli köfteye, topikten diğer mezelere kadar her şey olmasına da şaşırmamak gerekirdi.

Marjorie Dobkin, kitabı çıktıktan sonra, Atina’daki eski İzmirliler tarafından son derece duygusal karşılanışını da anlatmıştı o akşam. Şimdi bakalım kitabın yirmi yıl sonra çıkan Türkçcsi kendi kentlerinin tarihini merak eden İzmirliler tarafından nasıl karşılanacak?..

“Gavur İzmir” hâlâ devam eden bir tanımlama. Hatta İzmirlilerin kendileri de biraz da onur duyarak benimsiyor, “Biz Gavur İzmirliyiz ona göre ha!” diyorlar.

“Kürtlerle birlikte kan döktük” edebiyatı gibi, “denize dökmek” de siyaset literatürümüzde hâlâ vazgeçilmeyen, hatta tutku ile tekrarlanan bir metafor… Ne yazık ki…

İzmir’in ve Ege’nin yeni sakinleri ağırlıkla Balkan kökenlidir. Onlar da “yerliler” tarafından bir çeşit “gavur” olarak algılandılar, tanımlandılar. Oysa “gidenler” gibi “gelenler” de doğdukları topraklardan kovulmuş, “kaç kaç”lar yaşamış, arta kalanlar da, köle gibi karşı tarafla değiş tokuş edilmişlerdi.

Sonuç olarak yeni gelenlerde “gavur” olmaktan kurtulamadı. Çünkü başka bir kültürdendiler ve başka bir dil konuşuyorlardı.

Yunanistan’a giden İzmirliler nasıl Venizelos’a tepki duyup, sola oy verdiyse; yeni gelenler de Kemal’e oy vermediler. İzmir, 1925’te olsun, 30’da olsun, 46’da ve 50’de olsun CHP’ye karşı muhalefete oy verdi. Kavalalı tütün işçileri gibi TKP’yi destekleyenler de oldu.

Yunanistan’a Anadolu’dan gidenler ise ağırlıkla Komünist Parti’ye oy verdiler. Kendilerini anayurtlarından eden emperyalizm yardakçısı politikaları affetmediler.

Yeni gelenler, “muhacir” olmaktan, “mübadil” olmaktan kurtulamadılar bir türlü. Yaşadıkları trajedileri unutup, yeni bir hayat kurmaya çalıştılar. Çocuklarına da pek anlatmak istemediler yaşadıklarını…

Trakya ve Ege, ancak yeni kuşakların yükselişi ile 1971 Darbesinden sonra İsmet Paşa’yı indirip, Kemalist kimliği terkeden Ecevit’in CHP’sine oy verdi ilk kez. İkinci kuşak ağırlıkla sol eğilimli oldu. Ancak bu dalga da 1980 sol-kırımı ile sona erdi.

Ancak yeni kuşaklar, “gidenlerin” öyküsü ile de ilgilendi, “empati” kurmayı başardı. “Biz kimiz?” sorusunu, 1990’lı yıllarda onlarda yükseltti. Dedelerinin, ninelerinin dilini, Giritçeyi ve geleneksel olarak Elenceyi merak edenler çıktı. Karşılıklı ziyaretler, gidip gelmeler başladı iki ülkenin “mübadil”leri arasında.

Gidenler Anadolu’yu, gelenler Yanya’yı, Selanik’i, Girit’i özledi. Hiçbir yer de eskisi gibi olamadı, kokusunu, aromasını yitirdi.

İzmir’in yanışı, sivil halkın karşılatığı yıkımı, 17’den büyük tüm erkek nüfustan sağ kalan erkeklerin kamplarda enterne edilmesi, ne yazık ki yeni kuşaklarca bilinmiyor.

2004-2007 yılları arasında Prof. Dr. Dora Sakayan’ın Osmanlı ordusunda askeri tabib olan dedesinin İzmir’de yaşananlara tanıklık eden günlüğünü yayınladığım için, TCK 301. maddesinden, Türk ordusuna ve Türklüğe hakaret suçlaması ile yargılandım. Çevirmen Attila Tuygan’ın yasal sorumluluğu üstlenmesi üzerine davam düştü.

Bu davada savunma olarak, Marjorie Dobkin’in kitabını çevirtmek istedim. Bu isteğimi de yerine getirdiği için çevirmen Attila Tuygan’a teşekkür ederim.

Bu kitabı eski ve yeni İzmirlilere armağan ediyorum.

“İzmir Fatihi” olarak daha sonra siyasal parsa toplamak isteyen Sakallı Nurettin Paşa, İzmir yangınının baş faili idi.

İzmir yangını da, mazlum Ermeni halkının üzerine yıkılmaya çalışıldı resmi tarih tarafından. Onlar 1915 olayında Liman von Sanders Paşa’nın müdahalesi ile, kitlesel bir tehcir’e tabi tutulmadılar; aydın, gazeteci ve siyasal aktivistler dışında. Ama kaderin ağları İzmir Ermeni toplumunun da 1922 Eylül’ünde nihayet bulmasına neden oldu.

Sakallı Nurettin Paşa, daha önce de Koçgiri ve Pontus bölgesindeki mezalimi ile nam salmıştı. Hatta Birinci TBMM tarafından bu nedenle görevden alınmış, Merkez Ordusu dağıtılmıştı. Kontrgerilla paşalarının öncüsü olan bu zat; İttihat karşıtı gazeteci Ali Kemal’i “Artin Kemal” diye aşağlayarak İzmit’te linç ettirecekti. Ama bu linçten önceki linçi ise İzmir Ortodoks Metropolitine karşı örgütleyecekti. Hem de Fransız askerlerinin “sözde” koruması altında!

Yeni dünya dengesi bunu gerektirdiği için İzmir’de bekleyen emperyalist devletlerin savaş gemileri İzmir’in yanışını seyretmekle yetinip, sivil halkın daha az zaiyat vermemesi için hiçbir çaba göstermemişti.

Bugün Sakallı Nurettin Paşa’yı kim hatırlar? Ama İzmir yangını hâlâ bir muammadır. Uluslararası sigorta şirketleri de, felâkete uğrayanların tazminatlannı içettiler bir güzel.

Bugün ise, Falih Rıfkı gibi Kemalist yazarların “Çankaya” adlı kitabı bile, “İzmir”i niye yaktık; onun gavur olmasından mı korktuk?” diye sorguladığı için sansür edilerek yayınlanıyor.

Kırk yıla yakın bir süredir tabulara karşı hakikat ve onunla yüzleşmek için kavga veren Belge Yayınları, gecikmiş bir görevi daha yerine getirdiği için onur duyuyorum.

Ragıp Zarakolu
Kocacli 2 Nolu F Tipi
Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu
Kandıra-Kocaeli

GİRİŞ

İlkin, Avrupa ve Ortadoğu’ya yaptığım bir gezi sırasında duydum İzmir’in yakılışı hakkındaki tartışmaları. Selanik’in yerlilerinin çoğu, onların deyişiyle, ‘1922 Yangını’ndan kaçmış İzmirli mültecilerdi. İddialara göre Hıristiyan nüfusu sürmek isteyen Türkler tarafından kasten yangın çıkartılmıştı. Üç hafta sonra, İzmir’de, İzmir yangınının Türk versiyonunu duydum: Yunanlar, Kemal Atatürk’ün zaferinden sonra, terk etmeden önce kenti ateşe vermişlerdi. Dönüşümde konuyu ele almaya karar verdim. O sıralar tarih, Encyclopedia Brittanica’da da kısaca aktarılan bir hükme varmıştı tabii.

O    tarihlerde kitaplık raflarındaki Brittanica 14. baskısının İzmir maddesi, “kentin dörtte üçünden fazlası Yunanlar’ın 1922’de geri çekilmeleri sırasında tahrip edildiğini söylüyordu bana. Dahası, “Tarih” başlıklı bir bölümde, “9 Eylül 1922’de, İzmir(‘in) Türkler tarafından yeniden işgal edildi(ğini)…Savaş yıkımlarına ek olarak 1928’deki bir deprem(in) tahribatı büyüttü(ğünü)” okudum. İstanbul Üniversitesi’nden üç Türk profesörü yazmıştı makaleyi.

Daha ayrıntılı bir incelemeye girişmeliydim. 9 Eylül’ü izleyen günlere ait mikrofilmlerden New York Times‘i tarayarak 15 Eylül 1922 tarihli makalede aşağıdaki başlıkları gördüm:

TÜRKLER KENTİ ATEŞE VERDİĞİNDEN DOLAYI İZMİR YANIYOR, 14 AMERİKALI KAYIP, 1.000 ÖLÜ, KEMAL MERKEZE İLERLİYOR KONSOLOSLUĞUMUZ TAHRİP EDİLDİ

Ermeni ve Rum Mahallelerinde Başlayan Yangın Kente Yayılıyor

16 Eylül’deki manşette, İZMİR HARABE HALİNDE; 17’sindeki manşette de, İZMİR YOK OLDU, KATLİAM SÜRÜYOR yazıyordu.

Columbia Üniversitesi’nin Butler Kütüphanesi’nde, 1922’de İzmir’in yakılmasıyla ilgili, her ikisi de yangından hemen sonra yazılmış iki kitap vardı. Olaylara bizzat tanık olmuş Amerikan Konsolosu George Horton tarafından yazılmış The Blight of Asia, fazla ateşli bir ton tutturduğu için günümüz okuruna biraz itici gelse de zengin ayrıntılar barındırıyor. İkinci kitap, Edward Hale Bierstadt’ın The Great Betrayal‘i, “Washington’daki Dışişleri Bakanlığında bulunan zengin materyalin…kamuoyuna hâlâ açılmaması ne kadar acı” diyen, Birleşik Devletler’in Yunanistan’daki eski ortaelçisi Edward Capps’in önsözüne göre, Amerikalı görevlilerin gizli tutmaya çalıştıkları “tarafsız kaynaklar”dan kanıtlar içeriyordu. Daha sonra Hiram Haydn adını alan Harcourt Brace Jovanovicb yayınevindeki editörüm, Büyükelçi Capps’in sözünü ettiği materyalin artık bulunamadığını söyleyerek, İzmir’in yakılışıyla ilgili bir kitap yazma fikrimi destekledi. Bu kadar çok çelişkinin olduğu yerde öykünün kurgusal olmayan bir incelemeyi hakkettiğinde hemfikirdi.

Washington, D.C.’de Ulusal Arşiv ve Kongre Kütüphanesindeki araştırmamdan önce hemen hemen iki yılı tarihsel arka plana ilişkin ikincil kaynakları okumakla geçirdim. İzmir’in kadim tarihini ele almak esas planımda yer almıyordu, fakat kente duyduğum duyguları fazlasıyla zenginleştiren söylence ve tarihçesine ilişkin bazı materyalleri metnimin başlangıç noktası olarak kullanmaktan kendimi alamadım. Tarihsel arka plan derin olmasına derin, fakat aynı zamanda politik anlamda çok karmaşık ve genel okuyucu açısından çok az biliniyor. Ayrıca İzmir yangınının öyküsü ve sonrasında gelişen olaylar ironi dolu; sadece öncesinde ne olduğunu bilen okuyucular tarafından algılanabilir. Kolaylık olsun diye, kronolojik bir yaklaşım benimsedim -ki bu, arka planı gereksiz saymış görünen bir eleştirmenin ileri sürdüğü gibi, “sözüm ona tarihte zorunlu hızlı bir gezinme” idi- ve çok daha yaygın biçimde bilinen tarihsel bağlamlara yerleştirilen dramatik olaylarla ilgili yazarlara imrenmeye devam ediyorum.

Özellikle 1915-16’daki Osmanlı Ermeniler’ine yönelik muamele ve 1922’de İzmir ve çevresindeki olaylar gibi son derece hassas iki alana değindikleri için mümkün olduğunca çok sayıda Türk kaynağının ve Türk yanlısı kaynağın öneminin bilincinde olarak, çok daha derinlikli tarihsel arka plan okumalarımı bitirdikten sonra önceliği bu kaynakların araştırılmasına verdim. Altmışlarda, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (“Jön Türkler”) iktidarı ele geçirdikleri 1908 ile Lozan Antlaşması ve Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile belirginleşen 1923 arasındaki dönemle ilgili ciltlerce materyalde ciddi boşluklar vardı. Ancak bu tarihler arasındaki çok sayıda Türk yanlısı görüşü temsil eden bazı yapıtlar buldum. Jön Türk liderleri arasında üçüncü sırada olan Cemal Paşa, 1922’de İngilizce yayınlanan Memoires of a Turkish Statesman’de, o tarihlerde kullanılan terimle, Ermeni “imhaları”nın sorumluluğundan sıyrılmaya çalışıyordu. Talihim yaver gitti ve Barnard Koleji kütüphanemizde, Halide Edip’in tüm İngilizce yapıtlarına ulaşabildim. Edip ilk özgür Türk kadınları arasında yer almıştı ve bir süre Kemal Atatürk’ün propagandacılığını yürütmüştü. İzmir’e onunla birlikte girmişti ve yangın sırasında kentteydi; ancak yazılarında bu konudan hemen hiç söz etmez. Kendisi Barnard’m Dekanı Virginia Gildersleeve’in arkadaşıydı ve 1927-28’de Barnard’ta ders vermişti. (Gildersleeve’in kendisi de İstanbul Kızlar Koleji’nin Mütevelli Üyesi olarak Türkiye’yle bağlantılara sahipti.)

Arnold Toynbee’nin 1922 tarihli The Western Question in Greece and Turkey adlı kitabı Yunan-Türk savaşına Türk bakış açısını destekleyen çok daha önemli bir kaynaktı. 1930’da Ahmet Emin Yalman, Turkey in the World War adlı kitabında, o tarihlerde Türkler’in savaş zamanında Ermeniler’e yönelik muameleye nasıl baktıklarını aktarıyordu. Churchill’in, 1930’da da yayınlanan The World Crisis dizisinin 5. cildi, Lloyd George’un tasarruflarını bir kenara koyacak olursak, -en azından Yunanlar’a yeterli desteği vermeyerek- genel olarak Türkler’i destekleyen Britanya diplomasisinin hareket noktasından Yunan-Türk savaşına ilişkin bilgiler vermektedir. Lord Kinross’un güvenilir biyografisi Atatürk (Altın Yayınları, Çev. Necdet Sander, 1965), Yunan-Türk savaşı ve Atatürk’ün isyanı konusunda (ve büyük bölümü yazara sağlanan Türk kaynaklarından alınan) benim son derece yararlı bulduğum çok önemli ayrıntılar sunmaktadır. Geoffrey Lewis, Richard Robinson ve başkaları gibi modern Türk tarihi uzmanlarının kitaplarında, I. Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler, Osmanlı tarihinin tümünü Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetinin bütün yükü üstlendiği noktasına indirgeyen bir bölümdeki birkaç cümlede geçmektedirler. Anlatımlarda, neden ile sonuç arasında, Osmanlı Ermeniler’i ile Rusya Ermeniler’i arasında, bu yüzden savaş sırasındaki vatana bağlılıklarında ve Anadolu’daki 1915-16 olayları ile Transkafkasya’daki 1918-29 olayları arasında net bir ayrım yapılmış olsaydı bu durumu normal karşılayabilirdik. Bu kitaplarda bu tür ayrımlar apaçık çarpıtılmasa bile hayli bulanıktır ve azınlıkların yok olması yeni Türk Cumhuriyeti’nin yararına bir şeymiş gibi algılanır.

Washington, D.C.’deki pek çok arşiv materyali arasında, Kongre Kütüphanesindeki Amiral Mark L. Bristol’ün belgeleri, İzmir’den aldığı ve gerçekte olayların tam tersini aktaran- raporlarla Dışişlerine gönderdiği raporlardaki farkları görmemiz açısından paha biçilmezdi. Pek çok ulusal şahsiyete ait olup da akrabaları tarafından önceden taranıp elendikten sonra arşivlere bağışlanan kağıtların aksine, amiralin belgeleri dul eşi tarafından kütüphaneye olduğu gibi verilmişti. Bristol belgelerinde İzmir itfaiye şefi Paul Grescovich tarafından sunulmuş resmî bir raporu da buldum. Yine Bristol belgelerinin arasında 1924’deki bir Londra duruşmasının tam bir kopyası da vardı. Bu belge, İzmir itfaiyecilerinin ve Türk yanlısı tanıkların ifadelerinin yanı sıra tam aksini söyleyenlerin tanık ifadelerini kelimesi kelimesine yansıtıyordu.

Türk bakış açısı bağlamında, Fransız hükümetinin 1920 ila 1936 arasında yayımladığı ve Türk basınında çıkmış makaleleri özetleyen bir dizi bültenin yararını da vurgulamalıyım. Bunlar, resmî kaynaklarda Bulletin Périodique de la Presse Turque başlığını taşıyordu. (Kongre Kütüphanesinde aynı döneme ait Yunan basınından özetler de bulunuyor.) Son olarak da, Amerikan Yabancı Misyon Görevlileri Heyeti (American Board of Commissioners for Foreign Missions), Yakın Doğu Yardım Vakfı (Near East Relief), A.B.D. Doğu Akdeniz Ticaret Odası ileri gelenleri ve bir “Lozan Antlaşması’nı Onaylama Genel Kurulu”nda bir araya gelmiş A.B.D. diplomatik heyetinin üyeleri tarafından tümüyle Türkiye’nin lehine yazılmış makalelerin derlendiği değerli bir kitap ele geçirdim: A Treaty With Turkey.

Görgü tanıkları araştırmamım başlannda şans yüzüme güldü ve İzmir’e çok yakın bir banliyö olan Paradise’deki Amerikan misyonerliği erkek kolejinde öğretmenlik ve dinî liderlik yapmış Dr. S. Ralph Harlow’u buldum. Onu bulduğumda sağlığı hayli kötü olan Dr. Harlow, benim öğrenci olduğum dönemde Smith Koleji’nin en heyecan verici öğretmeni seçilmiş olduğu zamanki kadar açık zihinliydi.

Amerikalı denizcilerin izini sürerken Bahriye Kütüğünde kıyıda görevli bulunanların listelerini buldum ve daha sonra askerlerin birlik numaralannı bulmak için İzmir’deki her A.B.D. gemisinin nöbet listelerini inceledim ki hâlâ sağ olan ve maaş alanların adreslerini Deniz Personel Dairesinden almak için

————

*    Akademisyenlerin kendi kayraklarından oluşturduğu ödül 500 dolardı, ama manevi değeri paha biçilmezdi.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Şefik Çakmak – Varlık Vergisi Gerçeği

Editor

Murat Belge – İstanbul gezi rehberi

Editor

Atatürk Atatürk’ü Anlatıyor

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası