Tunçtan yağmurlar dürttü şehri
Ölü baykuş dirildi
Tapınağın tüm beşikleri ıslandı
Gri elmalarla mumyaladılar prensi
Böğründeki dövmeyi öpüp, okşadılar
Gövdesinden yemişler döken ağacın,
Tepesine uzattılar.
Sarı sarnıçtan su içen her kadını
Kaplanlara attılar.
Ölü baykuş uçtu.
İki at girdi avluya
Kişnemeleri beşikleri kuruttu.
Samanalar yürüdü önden
Bellerinde mandarin kemerleri.
Ellerinde; şankha, tanpura, şehnayi, sitar…
Kanatlarına inci dizilmiş turnayı vurdular,
Şekere, safrana buladılar.
İki çocuk yoka çekildi.
Ağaç yalazlara teslim etti, kendini.
Kalküta’yı yanık sedef kokusu kuşattı.
Ölü baykuş, düştü.
***
ÖNSÖZ
Üniversite yıllarımda daha çok Fransız ve Kadim Fars şiirine merak sardım; hem Mallerme’den, hem Hâfız’dan, RudekTden beslendim, bazen o kadar kayboldum ki şiirin o büyülü dehlizlerinde Sebk-i Hindi’nin bahçesinde salman kristal dut ağaçlarının içinden geçip. Eski Çin şiirlerinde dan toplayan çekik gözlü kızların yanına vardım. Üniversite 1.sınıfta yazdığım şiirleri çok değerli hocam İskender Pala’ya okutmak istedim, büyük bir cesaretti bu, zira yazdığım şiirler önemsenmeyebilir, yazma eylemiyle aramda olan bağ zedelenebilirdi. Şiir defterimi önüne bıraktıktan sonra öylece bir göz atıp bir kenara bırakacağını sanmıştım, hayır! Şiir defterimde şiirlerimin bittiği sayfada bir not vardı, defteri geri aldığımda;
‘Sevgili Murat!
Şiirlerin yan yatırılmış bir Rodin heykeli gibi, mesele o heykeli ayağa kaldırabilmekte.’
O günden sonra daha çok yazdım; sonra hep yazdım, yukarıdaki notu okuduğum gün, günün birinde şiir kitabım olursa, bu notla başlayacağım demiştim; kendime, yedi yıl sonra sözümü tutuyorum.
Şimdi..
Güzel dostlarım;
Beni okuyan herkesi dost bildim kendime, her yeni okuyucuyu yeni bir dost edinmenin neşesiyle karşıladım. Yazdığım her söz canımdan döküldü, kağıda, kağıt tebessüm etti.
Sözü uzatıp kafanızı şişirmek niyetinde değilim, madem her söze canımdan dedim, o halde canımı okuyun.
Ne diyeyim, güzel insanlarsınız vesselam..
İçindekiler
Güneş Kınası • 11
Büyü • 13
Kum • 14
Gecenin Doğusu • 15
Bu Gece Filistin Say Beni •16
Nar Lekesi • 17
Majolika • 18
ögût • 19
Koyu Siyah • 20
Sicilya 1978 • 22
Kâfidir • 23
Kehribar • 24
Şıra • 26
Dostum • 27
Ekinezya • 29
Düş • 31
Aşti • 32
Yiva • 33
Dünyaya Nazar Değmiş Dediler • 35
Masal • 36
Bir Gece Rapsodisi • 37
Anti- Komitem • 38
Bende Kaybolsan • 39
Masiva • 40
Sihr-i Helal • 43
Korkma İstanbul! • 44
Bag Bozumu • 45
Ey Yolcu, Kalbe Yürtl! • 47
Sarıl • 48
Babil • 49
İkiz Dertler • 50
Anlaşılmasın• 51
Fânus• 53
-571- • 54
Sır Sarnıcı • 55
Hepsi Hepsi • 57
Sakız • 58
Mandalina Balesi • 60
Buz Buharı • 61
Marakeş • 62
Filistinli Çocuklar • 65
Dua • 66
Bugün Dünden Daha Yaşlıyız • 67
Armonika • 68
Hüzün • 71
Yakınız • 73
Annem • 74
Kara Karınca Mezarlığı, San Fısıltılar • 75
Sfenks • 78
1988 • 79
Gelecek istasyon Sultanahmet, Next Station Sultanahmet Blue Mosq • 80
Buz Beyazı • 82
Yeryüzü Ayet Dolu • 83
Kalküta • 84
Şüşe • 85
Baba- Oğul • 87
Jakoben • 88
Şu Dakikalarda • 89
Kırmızı; Ancak Elma Şekeri • 90
Diyorum ki; • 91
***
GÜNEŞ KINASI
Dûn gece uyumadan evvel düşündüm;
Babam OsmanlI’da paşa,
Sakal da bırakmış,
Yavruağzı kaftan giymiş.
Sürme çekmiş çizmelerine.
Domates bulunmamış daha.
Evlenmek isteyen Ermeni kızı Çeyiz düzüyor, İsevi olduğu için,
Müselmana aşık olması günah.
Ama kumaşçının çırağı.
Pek bir yanık bakıyor.
Savaş çıkıyor üstlerde,
Sefere gidiyor babam,
Sakalında aklar karalan kovalıyor.
Ermeni kızının saçlarında,
Doğmamış çocuklarının kokusu…
Bir rahlenin kenarından akıyor hayat.
Neden sonra kırlangıcın kanatlarında lavanta düğünü, Özbek pilavı öksüz doyuran boy tabaklardan.
Ermeni kızını gelin yapmışlar.
Bir fistan giymiş bademden..
Vezinsiz kafiyesiz şiir yazarken Yakalanmış iki kör şair..
Bileğindeki bilezik Habeş diyarından gelinin.
Kandil gecesi Galata’da yangın çıkıyor.
Tulumbacı ocağından Mahmud Ağa da yanıyor Helvasına dan koyuyorlar en çok.
Malım mülküm hokka divit.
Kız biliyor bunu,
Buna rağmen geliyor bana.
Saçlarında sallandırdığı,
Nice yiğiıin ahıyla beraber.
Şecer-i vakvak o vakitler fidan.
Yanağındaki bene İsfahan nısf-ı cihan feda Lale şerbeti pişiriyorlar Sırf bunun çün,
Gelişi üç gün üç gece…
Gözlerinin anız örtüsü;
Tundra maki bozkır orman.
Beyzade dese bana Beyzadem de olur.
Kahveni nasıl istersin diye soruyor.
Elinden diyorum.
Arz sallanıyor kulaklarından,
Omzumun adem elmama yakın bronzluğunda Zelzele veş sarsıntı…
Güneş kınası yakıyoruz birbirimize.
Babam seferden dönüyor,
Sakalında üç tel siyah..
***
BÜYÜ
Gün ışırken
Eski bir dert çizdi kaburgamı
İsmet şiiri bırakmamış olsaydı
Gülüp geçerdim
Ayçiçeğinin boynunu büktüğü
O hazin saatlerde
Toprağın bize duyumsattığı
Toprağın bize doldurduğu
Kâinatın her zerresini tutuşturan
Bu koyu anlaşılmazlık
Ve buhran
Ve nazar.
Üzerlik yaksak.
Kaç üzerlik yaksak nafile.
Dibek taşında dövülmüş,
Öğütülmüş yedi kat büyü var.
***
KUM
Yağacak olan tüm yağmurlardan sonra,
bir şiir daha koyacağım kucağına,
bir bebeğin uyurken el parmaklarının aldığı hâllere benzeyecek bu şiirin satırları..
Ve o zaman adı konulmamış bir adam olarak, bana bir isim vermeni isteyeceğim senden.
Bana vereceğin isim, gülüşünle alakalı olmalı bunu hakettigimi düşünüyorum, ziyadesiyle…
Çünkü sana olan kırmızı zaafımı,
bu işveli dünyanın bana olan zaafından üstün tuttum daima.
Ben gerçekleri severim bilirsin, büyülü gerçekler de dahil bu sevgiye.
Mesela seni anlatırken hiç cimrilik yapmıyorum, yazmak bedava, düşünmek bedava nasıl olsa, ee Allah biraz akıl da vermiş çok şükür daha ne olsun.
Ama senin gerçekle hayal arasında tamamlanmamışlığın var ya, o beni müşküle sokuyor biraz.
O yüzden şöyle tanımlıyorum seni iyi dinle;
Eğer sen gerçeksen,
ki, herkes gerçek olduğunu söylüyor,
o zaman şiir diye açıklayabilirim mevcudiyetini.
Sen de bilirsin ki, gerçekliğin son noktası şiirdir ve ben şiiri pek severim.
Ötesi, hayal meyal…
Ne diyeyim,
güzel şiirsin vesselam.,.