Yüzyıllarca canlı kalmayı başarmış Türk gölge oyunu, toplumsal dokumuzu yansıtan en önemli sanat dallarındandır. Çünkü bu oyunlar Osmanlı İmparatorluğu´nun geniş sınırları içinde hoşgörü içinde yaşamış çeşitli din ve milletlere mensup insanların ilişkilerini yansıtır. Yüzyıllardır tüm kuşakları eğlendirmeye başaran Karagöz İle Hacivat´ın bu sırrı, gerçek ve samimi yapısından gelir. Fazla söze ne hacet, Açılıyor perdemiz!
***
İÇİNDEKİLER
Önsöz..5
Gölge Oyunu Nedir?..7
Karagöz Nedir?..9
Karagöz’ün Bölümleri..12
Karagöz’ü Oynatanlar Kimdir?..14
Karagöz’de Kimler Oynar?..15
Kadınlar..18
İstanbul Türkçesiyle Konuşan Kişiler..20
Anadolu’dan Gelen Kişiler..22
Anadolu Dışından Gelen Kişiler..24
Müslüman Olmayan Kişiler..26
Kabadayı Ve Sarhoşlar..28
Eğlendirenler..30
Özürlü Olanlar..31
Aşçılık..33
Giriş..35
Söyleşme..37
Birinci Perde..44
İkinci Perde..49
Üçüncü Perde..55
Dördüncü Perde..69
Bitiş..75
Ferhad İle Şirin..77
Muhavere..79
Fasıl..93
Bitiş..133
Sahte Hasta..135
Salıncak..153
Giriş..155
Muhavere..157
Kaynakça..191
ÖNSÖZ
Hiç düşündünüz mü, Karagöz bizler için neden bu kadar önemlidir? Neden yerli ve yabancı birçok yazar Karagöz hakkında bu kadar araştırma yapmış ve onunla ilgili kitap yazmıştır? Altı yüz yıldır canlı kalan Karagöz, dünyanın en eski, en zengin ve en güzel halk tiyatrolarındandır. Türk toplumunun yüzyıllar önceki durumuyla bugünü arasında bağ kuran bir köprü gibidir.
Yüzyıllarca canlı kalmayı başarabilen ve Batı’nın da ilgisini çeken Türk gölge oyunu, Türk toplumunun özelliklerini yansıtan en önemli sanat dallarındandır. Çünkü bu oyunlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş sınırları içinde birbiriyle hoşgörü içinde yaşamış çeşitli din ve milliyetteki insanların ilişkilerini yansıtır. Pek çok yazara ilham kaynağı olan bu ata yadigârı sanat için Prof. İ. Hakkı Baltacıoğlu şöyle der: “Karagöz, Türk’ten daha Türktür, Türklüğün temsilcisidir.”
Karagöz’ü izlediğimiz zaman Türk-Osmanlı topluluğu içine karışmış Rum, Ermeni, Yahudi, Arnavut, Arap, Acem, Laz, Kürt gibi sosyal gruplara mensup tiplerin en karakteristik özellikleriyle canlandırıldığını görürüz.
Türk halkının yaşanan olaylardan mizah üretme kabiliyeti çok gelişmiştir. Karagöz’de yer alan tipler de Türk toplumunda gördüğümüz kişiliklerin örnekleridir. Saflık, ukalalık, kurnazlık, menfaat düşkünlüğü, açık sözlülük gibi insanî özellikler Karagöz oyununda kişilik kodlarına dönüşmüştür.
Oyunlarda söylenen şarkılar, gösterilen danslar ve şiirler çocuklara güzel ve eğitici anlar yaşatır. Hayalî Küçük Ali okuduğu gazelde Karagöz’ü izleyen çocukları, çiçeklere üşüşmüş kelebeklere benzetir:
“Etrafına toplanınca mini mini yavrular,
Kelebekler çiçeklere üşüşmüşe benzer perdemiz.
Dilerim ulu Tanrı’dan gülen yüzünüz solmasın,
Sizin güler yüzünüzle güle benzer perdemiz.”
Küçükten büyüğe herkese hitap edebilen Karagöz gibi bir sanatımız olduğu için çok şanslıyız. Bu kitabın, Karagöz’ü tanıma, anlama ve oyunlarıyla hayatımızı zenginleştirmek adına faydalı olacağını düşünüyorum. Karagöz ve Hacivat’ın tatlı sohbetleriyle çok eğleneceğinize inanıyorum. Karagöz’ü tanıdıktan sonra kitaplığınızda her an sizi bekleyen bir dost kazanacaksınız.
İyi okumalar…
GÖLGE OYUNU NEDİR?
İlk zamanlarda Zıll-i Hayal-i Zıll, Tayfül-Hayal, Luub-i Sitare gibi isimlerle bilinen gölge oyunu, yakın zamanlarda oyunun baş-kahramanından dolayı Karagöz ismiyle anılır olmuştur.
Gölge oyununun bizim kültürümüze nereden geldiği hakkında çeşitli rivayetler bulunuyor. Hayalî Muhittin Sevilen’in kitabında geçen bir rivayete göre, Çin İmparatoru Wu ( MÖ II. Asır), çok sevdiği karısının ölümü üzerine büyük bir ümitsizliğe kapılmış, hiçbir şeyle avunamaz olmuştur. O zaman bir Çin sanatkârı, ölen kraliçeye benzer bir kadını, beyaz bir perde arkasından geçirip hayalini bu perdeye düşürmek ve bu hayalin, ölen kraliçenin ruhu olduğunu söylemek suretiyle hükümdarı avutmaya çalışmıştır ki onun bu buluşu, eski Çin medeniyetinde gölge oyununun doğup gelişmesine başlangıç olmuştur.
Diğer bir rivayete göre ise Sultan Orhan, Bursa’da cami yaptırırken Karagöz’le Hacivat bu inşaatta işçi olarak çalışıyorlarmış. Bu iki işçi o kadar komik hikâyeler anlatıp öyle güldürücü şeyler yapıyorlarmış ki, öteki işçiler onları dinlemek ve seyretmekten işlerini yürütemez olmuşlar. Cami inşaatının ilerlemediğine dikkat eden hükümdar, durumun sebebini öğrenince hiddetlenmiş, Karagöz’le Hacivat’ın idamlarını emretmiş.
Fakat kısa zaman sonra hükümdar yaptığına pişman olmuş, büyük acı duymuş. O zaman Şeyh Küşteri isimli bir sanatçı, padişahın acısını dindirmek için, ayağındaki deve derisinden yapılmış çarıklara Karagöz’le Hacivat’ın tasvirlerini çizerek beyaz bir perdeye
aksettirmiş. Böylece hem onu avutmayı başarmış, hem de Karagöz oyununu Anadolu’da başlatan kişi olmuş.
Hindistan’dan Batı’ya göç eden Çingenelerin Türkiye’de kalanlarının bu oyunu bize tanıtmış olabilecekleri de ihtimaller arasında bulunmaktadır. Ancak bu görüşü destekleyen belgeler bulunamamıştır.
En kuvvetli ihtimal ise gölge oyununun Mısır’dan çıkmış olabileceğidir. Yavuz Sultan Selim Mısır’ı fethettiği zaman Memlük Sultanı Tumanbay’ı 15 Nisan 1517 tarihinde idam ettirmiştir. Nil nehri üzerinde Roka adasında bir sarayda bulunan gölge oyuncusu, Tumanbay’ın asılışını ve ipin iki kez kopuşunu canlandırmış, Yavuz Sultan Selim de dönüşte gölge oyuncusunu dönüşte yanında götürmüştür. 20 Haziran 1612 tarihinde ise Mehmet Paşa ile Padişahın kardeşi Gevherhan’ın düğünü için Mısır’dan gölge oyuncuları getirilmiş ve daha sonra bu gölge oyuncuları çeşitli yerlerde yaptıkları gösterilerle Türk gölge oyununa temel oluşturmuşlardır.
17. yüzyılda kesin şeklini alan Karagöz, sonraki yüzyıllarda da halkın vazgeçilmez eğlencelerinden biri olmuştur. Özellikle de Ramazan gecelerinde halka renkli dakikalar yaşatmış; Nasrettin Hoca, İncili Çavuş fıkralarının yanında bir de Karagöz fıkraları doğmuştur. Halk doğrudan doğruya söyleyemediği şikâyetlerini Karagöz’ün ağzından dile getirmiş ve çözüm aramıştır. Bu yüzden Karagöz, padişah ve nüfuzlu kişiler tarafından korunmuştur. Osmanlı döneminde Karagöz oyunlarına ilgi çok olduğundan, idare, hayalcileri bir teşkilata bağlamış, bunları bir kâhya ile bir yiğitbaşının yönetimi altına vermiştir.
İslamiyet’te gölge oyunu, tasavvuf inanışını anlatmada bir ifade şekli olarak görülür. Buna göre, kâinatta bizim gördüklerimiz, tek gerçek varlık olan Allah’ın, bu âlemdeki tezahürleridir. Bu geçici varlıklar, tıpkı Karagöz perdesindeki hayaller gibi Büyük Hakikat’in gölgeleridir. Büyük Hakikat ise, ebedi âlem’dedir.
KARAGÖZ NEDİR?
Karagöz, beyaz bir perdenin arkasına bir ışık koyularak ve bu ışığın önünden geçirilerek perdeye aksettirilen şekillerle oynanır. Bu insan ve eşya resimleri renklidir. Perdeye kendi güzel şekilleri ve sihirli renkleriyle akseder. Karagöz, aslında bir hayal oyunudur.
Karagöz üzerine birçok araştırma yapmış olan Prof. Dr. Saim Sakaoğlu onu şöyle ifade eder:
“Karagöz” kavramı, Türkler arasında dar ve geniş çerçeveli olmak üzere iki anlama sahiptir:
a. Dar çerçeveli olanı, gölge oyununun başkişisi olan Karagöz adındaki karakteri içine alır.
b. Geniş çerçeveli olanı, gölge oyunlarının tamamına verilen genel bir addır.
Karagöz, Türk toplumu için çok önemli ve kaybedilmemesi gereken önemli bir değerdir. Karagöz’de hem edebiyat, hem müzik, hem folklor ve dans, hem de mizah vardır. Küçükten büyüğe herkese hitap eden Karagöz, yüzyıllardır özellikle de çocukların eğlencelerinden biri olmuştur. Karagöz’ü seslendiren Hayalî denen kişi, bu şekilleri hareket ettirir, konuşturur. Bu şekiller perdede çok değişik hareketlere bürünürler. Seyirciler de bu oyunu değişik hayaller olarak izler.
Beyaz bir perdenin arkasında gerçekleşen Karagöz gölge oyunu, izleyenleri hem güldürür hem de düşündürür. Acem, Arap, Arnavut gibi kişiler oyunlara kültürel zenginlik katar. Hacivat, Karagöz,
Çelebi, Tiryaki ve Tuzsuz Deli Bekir gibi tipler ise farklı insanî özellikleri sembolize eder.
Karagöz’ü komik yapan şey, yaşanan olaylardan çok sözlerdir. Bu yüzden Osmanlı İmparatorluğu’na değişik yerlerden gelen kişilerin Türkçe’yi geldikleri yerin ağzıyla konuşmaya çalışmaları bu oyuna yansımıştır. Bu kişiler, beyaz perdeye, ait oldukları kavimlerin kuvvetli çizgilerle belirtilmiş özellikleriyle gelirler.
Karagöz’ün en önemli özelliklerinden biri de düzeninde şiirsellik bulunmasıdır. Hımhım’la Tiryaki sahneye girerken “Gele gele geldim buracığa, dahı gönlüm nereciğe” gibi sevimli bir cümle söyler.
Karagöz’ün müzik yönünün de üzerinde durulması gerekir. Küçük, beyaz perdenin arkasında klasik Türk müziğinin ve Türk halk müziğinin neşe veren, hareketli besteleri, şarkıları, türküleri duyulur. İzleyenler sevdikleri besteleri bir de Karagöz oyununda duymanın zevkini tadarlar. Türk Sanat Müziği ve Halk Müziği Karagöz’de bol bol kullanılır. Hatta bazı şarkı ve türküler o kişilere mal edilmiştir. Örneğin Karadenizli, Bolulu, Çelebi perdeye gelirken söylenen türkü veya şarkı bellidir. Seyirci o şarkı veya türkü söylenirken kimin perdeye geleceğini bilir.
Şarkılarla, gazellerle başlayan Karagöz oyunu, izleyenleri bir yandan neşelendirirken diğer yandan verdiği öğütlerle düşündürür. Beyaz perdenin arkasında seslendirilen konuşmalarda sıcacık ve neşe dolu ilişkilere şahit oluruz. Yüzyıllardır gösterilen bu oyunları binlerce insanın izlediğini düşününce oyunun tarihî bir değer taşıdığını görür ve onu daha çok izlemek isteriz. Seyredenler oyunun sonunda Karagöz ve Hacivat’ın konuşmalarından ders çıkarır ve ibret alırlar kendilerine.
Karagöz’de Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun gibi klasik İran Edebiyatı’ndan geçen konular da işlenmiştir. Ancak bu türlü Karagöz oyunlarında olaylar, bu eserlerin işleniş şeklinden çok farklıdır. Örneğin, Ferhat ile Şirin, gerçek hikâyede, birbirlerine kavuşamazlarken Karagöz oyununda kavuşabilmişlerdir.
Türk gölge oyunu üzerine en çok çalışma yapanlardan biri olan Metin And, Karagöz oyununun güldürücü olmasının kullanılan dille ilgili olduğunu söyler. And, “Karagöz’de durumlardan çok, ayrıntıların gülünçlüğüyle karşılaşıyoruz. Güldüren, dilin kendisidir.” der.
Karagöz oyununda mantıksızlıklar, aykırılıklar ve saçmalıklar vardır. İzleyenleri güldüren de aslında bunlardır. George Jacob, Karagöz fasıllarını şu şekilde ayırır:
A) Karagöz’ün bir iş tutması;
B) Karagöz’ün yasak edilen yerlere girmek istemesi;
C) Bağımsız bir dolantıda Karagöz’ün kendini gülünç veya çapraşık bir durumda bulması;
D) B öylencelerden, halk öykülerinden ödünç alınan konulardan yararlanarak yapılan uyarlamalar.
KARAGÖZ’ÜN BÖLÜMLERİ
Karagöz oyunu genelde dört bölümden oluşur:
1- Giriş (Mukaddime)
2- Söyleşi (Muhavere)
3- Fasıl
4- Bitiş
Giriş:Boş perdeye göstermelik denilen görüntünün konmasıyla oyun başlar. Bir ağaç, vazoda bir çiçek, bir gemi, Zümrüd-ü Anka gibi figürler göstermelik olarak kullanılır. Seyircileri oyuna hazırlamak için kullanılan bu göstermelikler, Hayalî veya Çırak’ın çaldığı, kamıştan yapılmış “nareke” denilen düdüğün çıkardığı zırıltılı ses ya da tefin velvelesi ile perdeden yavaş yavaş kaldırılır. Oyunun giriş bölümü başlar.
Söyleşi:Genellikle fasılla ilgisi olmayan, Hacivat’la Karagöz arasında geçen konuşmadır. Bu bölüm, okumuş bir kişi olan Hacivat’ın sözlerinin, okumamış bir kişi olan Karagöz’ün yanlış anlaması ya da anlar gibi görünmesiyle sürüp gider. Muhavere konuları çok çeşitlidir. Güncel olaylara, inançlara da göndermeler yapılan muhaverelerde bazen bir rüyayı gerçek gibi anlatma, Karagöz’ün bunu gerçek bir olay gibi yanlış anlaması ile süslü bir kısım oyunu seyirciye ısındırmak için hazırlanan bölümdür. Usta adı verilen Hayalî, bu bölümü uzatıp kısaltabilir.
Fasıl:Oyunun asıl konusunu oluşturan bölümdür. Bu bölümde Hacivat ve Karagöz’ün yanı sıra diğer modeller de perdeye gelir. Karagöz oyunları bu bölüme göre isim alır. Aptal Bekçi, Ahçılık, Kanlı Kavak gibi. Karagöz oyunlarında genelde Hayalî, oyunun temasına sadık kalır, ancak ufak ilaveler de yapabilir.
Bitiş:Oyun sonunda Karagöz ile Hacivat arasında geçen birkaç sözcükten oluşan kısa konuşmadır. Hacivat:
“Yıktın perdeyi, eyledin viran. Varayım sahibine haber vereyim heman” der ve gider. Karagöz de şu sözlerle cevap verir:
“Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola,
Yarın akşam yakan elime geçerse vay haline.”
KARAGÖZ’Ü OYNATANLAR KİMDİR?
Karagöz oyununun kadrosu altı kişiden meydana gelir. Bunların isimleri ve görevleri şu şekildedir:
Hayalî:Karagöz oyununu tek başına oynatan ve seslendiren kişidir. Karagöz oyununda bulunan yaklaşık 100 değişik karakterin yöre ağızlarını, şive bozukluklarının taklitlerini yapar. Hayalî’nin çok iyi Türk müziği bilmesi ve şarkıları çok iyi yorumlayabilmesi gerekir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, meşhur Karagözcü Kör Hasanzade Memet’in mevcut oyunlara ilave olarak 300 oyun bildiğini, sadece Karagöz ve Hacivat’la aralıksız 15 saat muhavere oynattığını yazar.
Çırak:Hayalî’nin yanında yardımcısı ve öğrencisidir. Ona oyun içinde her türlü yardımda bulunur. Tasvirlerin verilmesi, yeri geldiğinde tutulması onun görevidir. Mesleğinde olgunlaşınca peştamal kuşanarak usta sınıfına geçer.
Sandıkar:Çırağın yardımcısıdır. Geçecek faslın tasvirlerini çıkarır. Sopalarını çıkarır, ipe dizer ve oyunda sırası gelen tasviri çırağa verir. Perdenin kurulmasına yardım eder.
Yardak:Oyunda geçen türkü ve şarkıları okur. Bazı Karagözcüler yardağın yanı sıra saz heyeti ile çıkarlar.
Dayrezen:Daire denilen özel aleti çalar ve oyunda geçen pastavları (Karagöz’ün Hacivat’a vurması esnasında çıkan ses) yapar.
Hamal:Karagöz oynatılacak yere Karagöz zembilini taşır.
KARAGÖZ’DE KİMLER OYNAR?
Karagöz oyunu kişilerinin en büyük özelliği hepsinin birer tip olmasıdır. Her birinin özellikle Türk toplumunda bir uzantısı, bir yansıması vardır. Dış görünüşleri, konuşmaları, davranışları ve başkalarıyla olan ilişkilerinin sonucunda hepsinin kendine göre bir toplumsal rolü oluşmuştur.
Oyunlarda kişiler belli kıyafetler giyer. Bu giyinişleri onların toplumsal özelliklerini yansıtır. Örneğin Sarhoş’un elinde içki şişesi, Tuzsuz’un elinde bıçak, Tiryaki’nin elinde afyon çubuğu, Kabadayı’nın elinde tabanca, Laz’ın elinde kemençe bulunur. Kişileri tanıtan herkese özel belli bir müzik, türkü ya da dans vardır. Kayserili kaşık oyunu, Rumelili sirto, Karadenizli horon oynar. Ayrıca herkesin sık kullandığı bir kelime vardır. Örneğin, Rum “vre”, Arnavut “mori”, Acem evet anlamında “beli” ya da ben anlamında “özüm”, Arap evet anlamına gelen“ayva”, Rumelili “haçan” ya da “a be”, Kürt “uy babo”, Ermeni “foşgeya” der.
Karagöz’de Kişiler:
Karagöz oyununda başlıca 350 adet figür vardır. Göstermelikler ve aynı cins karakterler çıkarılırsa 100 tane ana karakter vardır. Bunlar kendi aralarında belli gruplara ayrılırlar.
1 Asıl kişiler: Hacivat, Karagöz
2 Kadınlar: Bütün zenneler
3 İstanbul lehçesiyle konuşanlar: Tiryaki, Beberuhi, Çelebi
4 Anadolu’dan gelenler: Laz, Kayserili, Kastamonulu
5 Anadolu dışından gelenler: Acem, Arnavut, Muhacir
6 Müslüman olmayanlar: Rum, Ermeni, Frenk, Yahudi
7 Özürlü kişiler: Hımhım, Kekeme, Kambur, Aptal-Deli
8 Kabadayı ve sarhoşlar: Külhanbeyi, Kopuk, Zeybekler, Efeler, Tuzsuz Deli Bekir, Sarhoş
9 Eğlendirici kişiler: Çengi, Köçek, Çalgıcılar
10 Olağanüstü kişiler: Cinler, Cazular, Ejderhalar
11 İkinci derece önemli kişiler: Mahalleli, İmam, Ahçı, Satıcılar, Çocuklar, Ferhat, Şirin
Karagöz
Karagöz, saf ve temiz ruhlu, olayların komik taraflarını büyük ustalıkla yakalayan, zeki, fakat okumamış Türk halkını temsil eder. Dilde, ahlakta, davranışlarda hep iyiden yanadır. Yapmacıklıkları daima alaya alır. Sokak diliyle konuşur. Eğitim almışların yabancı sözcük ve dil kuralları ile dalga geçer. Anladığı halde sürekli anla-mıyormuş gibi görünür. Onlara ters anlamlar verir. Her şeye burnunu sokan, her lafa karışan Karagöz, sokakta olmasa bile evinden seslenerek işlere karışır. İçi dışı bir ve patavatsız olduğu için zor durumlara düşer. Karışık işlere dalsa da onların içinden sıyrılmayı, durumu kurtarmayı başarır.
Karagöz, cesur ve gözüpektir. Karısı ile her zaman arası bozuktur. Hiçbir zaman düzgün bir işi yoktur. Hacivat’ın aracılığı ile çeşitli işlerde çalışır. Karagöz, farklı oyunlarda farklı kılıklara girer. Kadın, gelin, eşek, çıplak, bekçi ve çingene rolleri gibi.
Hacivat
Hacivat, ‘mürekkep yalamış’, her konuda az da olsa bilgisi olan bir kişidir. Konuşmaları düzgün, eğitim görmüş birisidir. Her oyunda Karagöz’den dayak yemesine rağmen yine de ondan vazgeçmez. Herkesin huyuna göre konuşur; yüze gülen, içten pazarlıklı bir kişiliği vardır. Arabulucudur, kavgaları yatıştırır, dargınların arasını bulur. Ölçülü, ağırbaşlı, işine gelince dilini tutabilen, esnek bir kişiliği vardır. Görgü kurallarına uyar, Karagöz’e de bu konuda tavsiyeler verir.
KADINLAR
Karagöz oyunlarında kadınların hepsine zenne denilmektedir. Perdenin vazgeçilmez süslü giyimli tiplerindendir. Tanzimat’tan önce feraceli zenneler, Tanzimat’tan sonra ise başı açık zenne figürleri görülmektedir. Oyunlarda kadınlar genelde olumsuz özellikler taşımaktadır.
Kadınların giyimleri çok renkli ve gösterişlidir. Çok çeşitli isimleri vardır En sık kullanılanlar: Kanlı Nigar, Salkım İnci, Ebru Hanım, Dimyat Pirinci, Nazlı Hanım, Habibe Molla, Rabia Dudu ve Yedidağın Çiçeği’dir.
Karagöz’ün Karısı
Karagöz’le anlaşamaz, daima kavga halindedir. Kolunda sepet, ağzında tütün çubuğu vardır.
Kaynana
Tuzsuz Deli Bekir’in annesidir.
Şirin, Zühre
Bilinen halk hikâyelerinin kadın kahramanlarıdır. Gerçek hikâyelerde sevgililer kavuşamadıkları halde, Karagöz oyunlarında bunun aksi olur.
Dadı
Genelde Zennelerle beraber dolaşır. Onların her konuda akıl danıştıkları kimsedir. Giyimlerine kırmızı ve kahve renkleri hakimdir.
Kanlı Nigar
Hafifmeşrep bir kadındır, ahlak kurallarını çiğner. Giyimine mavi renk hakimdir.
Hamamcı
Kadınlar hamamında çalışır. Mor ve yeşil çizgili peştamalı vardır. Görümce
Kayınvalide ve komşu kadınla birlikte Karagöz’ü görmeye gelir. Giyimine kırmızı renk hakimdir.
Kocakarı
Hafif bir kadındır. Giyimi çok renklidir.
İSTANBUL TÜRKÇESİYLE KONUŞAN KİŞİLER
Çelebi
Bazı oyunlarda zengin biri, bazı oyunlarda ise kadınların sırtından geçinen biri olarak tanınır. Elinde daima lale ve pardösü bulunur. Kibar aile çocuğudur, gençtir, nazik biridir. Perdeye en çok şu şarkıyla gelir:
Ciğerde nar-ı hasret açtı dağlar Firakınla gözüm gönlüm kan ağlar Dayanmaz nale-i cangaha dağlar Firakınla gözüm gönlüm kan ağlar
Tiryaki
Mahallenin en yaşlı efendisidir. Her zaman yarı uykulu haliyle kahvede oturur. Mahallenin alay konusudur. Sürekli ciddi bir maske takınır. Eğlencelerin vazgeçilmez unsurudur. Afyon yutup pineklemekle ömrünü geçiren bir tiptir. Konuşmaların tam ortasında kendinden geçerek uyur. Giyimine mavi renk hakimdir. Karagöz ona afyona düşkünlüğünden, uyuklamasından dolayı “uykucuzade” ya da “Afyonî baba” der. Tütün, kahve, nargile gibi keyif verici şeyler kullanır. Perdeye en çok şu şarkıyla gelir:
İstanbul Türkçesiyle Konuşan Kişiler
Fesleğen ektim gül bitti Dalında bülbüller öttü Ötme bülbül, yarim gitti Ben dertliyim kan ağlarım
Beberuhi
Altıkulaç lakabı ile tanınır. Ağzı kalabalık, yaygaracı, boyuna göre yakışık almayacak işler yapan bir tiptir. İstanbul ağzıyla konuşur. Boyunun kısalığıyla dikkat çeker. Şımarık ve küstahtır. Karagöz’e boyunun kısa olduğunu söyleyerek onunla alay eder. R ve s harflerini y gibi telaffuz eder. Karagöz’le mahalle kabadayılarına karşı koymaya çalışır. Zoru görünce de hemen kaçar. Giyimine kırmızı ve mavi renk hakimdir.
Laz
Sustuğu zaman heykel gibi duran, konuştuğu zaman makine gibi konuşan, karşısındakini dinlemeyen bir tiptir. Çoğu zaman kayıkçı ya da esnaftır. G’leri c, b’leri p gibi söyler. Çabuk konuşması ve gevezeliği ile tanınır. Aceleci bir tip olan Laz için Karagöz, “Trabzon Gülü” der. Dansı, horondur. Mesleği genellikle gemiciliktir. Perdeye çoğu zaman elinde kemençesiyle gelir. Giyimine yeşil renk hakimdir. Perdeye şu şarkı ile gelir:
Kalk gidelim dağlara
Kestane toplamaya
Meram kestane değil
Oyunlar oynamaya
Kayserili
Kurnazlığı ile övünür. Orta Anadolu’dan gelir ve oranın ağzı ile konuşur. Adı Mayısoğlu’dur. Mesleği, bakkallık, pastırmacılık, yağcılık ya da ayakkabıcılıktır. Giyimi çok renklidir. Perdeye “Kayseri’nin dağı taşı bostandır” türküsü ile gelir.
Kastamonulu
Karagöz perdesinin uzun boylu tasvirlerinden birisidir. Bundan dolayı Karagöz, onunla konuşmak istediği zaman omzuna merdiven dayar. Perdeye omzunda baltası ile gelir. Konuşması ve hareketleri kabadır. Karagöz ona iyi sözler söyledikçe veya hatırını sordukça o bunlara cevaplar verir. Hakaret edildiğinde ise hakareti iltifat olarak kabul eder, hoş şekilde cevaplar vermeye başlar. Adı çoğu zaman Kastamonulu Baba Himmet olarak geçer fakat bunun yanında Mehmet Ağa, Veli Dayı gibi isimleri de vardır. Konuşmasında geldiği yörenin özellikleri görülür. Birtakım kelimeleri o yörenin ağzına göre söyler. Bir kısım kelimeleri de kendi lügatinden seçer. Kâğıt yerine “kafat”, kalem yerine “övendire” gibi. Saf kalplidir. Giyimine mavi renk hakimdir. Perdeye genellikle şu şarkı ile gelir:
“Yine gördüm boyu uzun serv-i bülendim…”
Acem
Hacivat’ın “İran Gülü” olarak nitelendirdiği Acem, İran’dan veya Azerbaycan’dan gelmiştir. Meşhur olan Acem mübalağacılığını üzerinde taşır. Yaptığı işler arasında halıcılık, nargilecilik ve antikacılık bulunur. Çoğu zaman can sıkıntısından şikâyet eder. Kendisini eğlendiren kimseleri mükâfatlandırır. Kıyafetine çok renklilik hakimdir. Perdeye şu şarkı ile gelir:
“İsfahan’da kuyi var
İçinde nane suyi var
Her güzelin bir huyi var
Ne yaman Acem gözeli…”
Acem tasvirlerinin elinde mutlaka kendilerinin simgesi haline gelmiş olan nargile bulunur. Başlarında da Acem Papağı vardır.
Arap
Arap tipi, Ak Arap ve Siyahî Arap olmak üzere ikiye ayrılır. Ak Arap çoğu zaman Şam, Beyrut veya Suriye’den gelmiştir. Mesleği kahve dövücülüğü ya da devecilik olarak geçer. İsmi Hacı Fettah, Hacı Fitil, Hacı Fışfış ve Hacı Kandil’dir. Perdeye şu şarkı ile gelir:
Anadolu Dışından Gelen Kişiler
“Befta hindi şaş harirya benat…”
Bazen de şu şarkıyla geldiği olur:
“Ya veled ya veled hay-ud duhulek…”
Siyahî Arap ise oyunlarda daha ziyade köle ve cariye olarak karşımıza çıkar. Genelde hafif akıllıdır. Giyimine kırmızı renk hakimdir.
Muhacir
Çatalca’dan gelen ve arabacılık, pehlivanlık mesleklerini icra eden Muhacir, mızıkçılığı ile de bilinir. Konuşmalarında “abe” kalıbını çok kullanır. İstanbullular için “Muhallebici” der. Adı Hüsmen Ağa’dır. En çok kullandığı kelimeler “Susak kafa” ve “kızan”dır. Rumelili olarak da bilinir. Giyimine yeşil renk hakimdir. Perdeye şu şarkı ile gelir:
“Alişimin kaşları kare
Sen açtın sineme yare
Bulamadım derdime çare
Görmedin mi hiç
Ah civan Alişimi Tuna boyunda…”
1 yorum
KARAGÖZ İLE HACİVAT: İŞKEMBE ÇORBASI
Hacivat evden çıkar, bir koşu gidip Karagöz’ün evinin kapısını çalar. Karagöz kapıyı açar.
Hacivat: ” Karagözüm, koş, hanım işkembe çorbası pişirdi. ”
Karagöz: ” Hanım işkence çorbası mı pişirdi? ”
Hacivat: ” İşkencenin çorbası mı olurmuş? İşkembe çorbası: Bol sirkeli, sarımsaklı. ”
Karagöz: ” Beni evine götürüp işkence mi yapacaksın? ”
Hacivat: ” Aman Karagözüm, ne işkencesi? Seni çorba içmeye çağırdım. ”
Karagöz: ” Demek bana işkence yapmaya kararlısın? Seni kolculara söyleyeyim de falakaya yatırsınlar. ”
Hacivat: ” Aman Karagözüm, etme eyleme. Beni kolculara teslim etme. ”
Karagöz: ” Sakın buradan ayrılma. Tabanlarına on sopa ye de aklın başına gelsin. ”
Karagöz gidince Hacivat evine döner ve samanlığa saklanır. Karagöz ile kolcular, biraz aradıktan sonra, Hacivat’ı samanlıkta bulur. 1. kolcu Karagöz’e sorar: ” Bu sana ne yaptı? ”
Karagöz: ” Beni evine çağırdı. İşkence yapacakmış. Sonra da pişirip çorbamı içecekmiş. On sopa vurun da akıllansın. ”
2. kolcu: ” Yüz sopa vuralım ”
1. kolcu: ” O kadarı fazla. Elli sopa yeter. ”
Çaresiz kalan Hacivat, Karagöz’ün boynuna sarılır: “Aman Karagözüm, sen büyüksün. Suçum azdır. On sopa yeter. ”
Karagöz’ün demesiyle kolcular on sopa vurup gider. Karagöz Hacivat’ı ayağa kaldırır, sırtına biner, çevrede dolaştırır. Böyle yapmasının sebebi, Hacivat’ın tabanlarının şişmesini önlemektir. Yoksa Hacivat yürüyemez hale gelirdi.
Karagöz’den ayrıldıktan sonra Hacivat ağır aksak evine doğru giderken, düşüncelere dalar: ” Söylediklerimi yanlış anlayan Karagöz’e mi kızsam, beni dinlemek zahmetine katlanmayan kolculara mı kızsam bilemedim. Belki her üçüne kızmak daha doğru. Bu dünyada niye böyle haksızlıklar, adaletsizlikler olur, onu da çözemedim. Gel de isyan etme. ”
—————————————————————–
KARAGÖZ’ÜN KARGASI
Karagöz: ” Hacivat, bak karga aldım. ”
Hacivat: ” Ne? Karga mı? Ne kargası? ”
Karagöz: ” Karga kargası. Nasıl şaşırdın ama? ”
Hacivat: ” Çok şaşırdım! Aman Karagözüm, nereden aldın bunu? ”
Karagöz: ” Pazardan. ”
Hacivat: ” Pazardan mı? Kaça aldın? ”
Karagöz: ” Dört akçeye. ”
Hacivat: ” Nee? Dört akçe mi? ”
Karagöz: ” Evet, dört akçe. ”
Hacivat: ” Sen ne yaptın Karagözüm? Hiç bu karga dört akçe eder mi? ”
Karagöz: ” Etmez mi? Ya kaç akçe eder? ”
Hacivat: ” Bırak dördü, üçü, ikiyi, bir akçe etmez. ”
Karga söze karışır: ” Bir akçe etmez miyim? Karagöz kim bu ya? ”
Karagöz: ” Hacivat, çok iyi arkadaşımdır. ”
Karga, Karagöz’ün kolundadır. Hacivat’tan yana döner. Sesi tok, duruşu ciddidir. Sert bakar. Hacivat bir adım geriler.
Karga: ” Senin adın Hacivat mı? ”
Hacivat: ” Evet Hacivat. ”
Karga: ” Nerelisin? ”
Hacivat: ” Buralı.”
Karga: ” Burası neresi? ”
Hacivat: ” Şey, yani Bursa. ”
Karga: ” Bursa’nın adı ne zamandan beri şey yani Bursa oldu? ”
Hacivat söyleyecek söz bulamaz. Renkten renge girer. Başını hafifçe öne eğer. Gözlerini kısar. Karagöz’den yana döner. Bakışları, imdat, beni bu kargadan kurtar, Karagöz, der gibidir. Karagöz durumu hemen kavrar. Hacivat’ın süngüsü düşmüştür. Bu bulunmaz fırsatı değerlendirir: ” Hacivat korktu. Karga, parçala onu. ” diye bağırır.
Karga: ” Sen sus Karagöz, ” der. Karagöz susar. Gözlerini kapatır. Bir imparatorluğun çöküşünü dinlemek için, kulaklarını on altı açar.
Karga, Hacivat’a döner: ” Seni kanatsız, tüysüz yaratık seni. Kendini ne sanıyorsun? Beni dört akçeye Karagöz aldı. Sen kendini pazarda sat bakalım. Bırak akçeyi kuruş veren olmaz. Yolarım sakallarını sonra sokağa çıkamazsın. ”
Bunun üzerine Hacivat bir kaçış kaçar ki sormayın.
Aradan günler geçer. Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat sorar: ” Vay Karagöz, karga yok mu? ”
Karagöz: ” Yok. Sattım kargayı kurtuldum. Ne belaymış be. ”
Hacivat: ” Aman Karagözüm, bela dedin. Sana ne yaptı bu karga? ”
Karagöz: ” Ne yapmadı kİ? Geçen gece sabaha kadar uyutmadı. Hayatını anlattı. 200 yaşındaymış. Dünyanın pek çok yerini gezmiş, dolaşmış. Saraylarda yaşamış. Krallarla, prenslerle dost olmuş. Gençliğinde göklerin hakimiymiş. Kartallar, bundan korkarmış. Daha neler, neler.. Sabah olunca yarı uykuluyum ya, sus da biraz uyuyayım, dedim. Sen misin bunu bana diyen. Bana bir daldı. Yere yıktı. Kanatlarıyla vurdu, gagaladı. Ama elinden kurtuldum. Pencereden atlayıp kaçtım. Sokaklarda uzun süre dolaştım. Ağaçlık bir alan gördüm. Oraya girip saklandım. Kendimce hafiften söyleniyordum. Karagöz, ne vızırdayıp duruyorsun, diyen bir ses duydum. Kafamı kaldırıp baktım. Ağacın dalında karga? Ağzım açık bakakaldım. Karga, beni pazara götür, on akçeye sat, dedi. Onu pazarda on akçeye sattım. Bu işten epey karlı çıktım. ”
Hacivat: ” Desene bu kargadan ben ucuz kurtulmuşum.. Kargayı kim aldı? ”
Karagöz: ” Kilimci Ahmet. Beni yerlerde sürükleyen karga kilimciyi ne yapar? ”
Hacivat: ” Halı gibi dokur. Dörde böler, on ikiyle çarpar. ”
Karagöz: ” Hal ve gidiş böyle. Bana güle güle ” der. Böylelikle iki arkadaş evlerine gitmek üzere birbirinden ayrılırlar.
———————————————————————
KARAGÖZ İLE HACİVAT: KABAK PİŞTİ, TABAĞA DÜŞTÜ
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: ” Aman Karagözüm, ben de seni arıyordum. ”
Karagöz: ” Buldun işte ne olacak? ”
Hacivat: ” Hanım evde kabak pişirdi, bir tabak kap da gel. ”
Karagöz: ” Senin hanım tabak mı pişirdi? ”
Hacivat: ” Tabak değil, kabak pişirdi. ”
Karagöz: ” Tamam gelirim. ”
Hacivat geri dönüp giderken, Karagöz arkasından söylenir: ” Hanımı evde tabak pişirmiş. Ben evden kabak getirecekmişim. Pişmiş tabağı kabağın içine koyacakmışım. Şu Hacivat hekime bir uğrasa iyi olacak. ”
——————————————————————–
KARAGÖZ İLE HACİVAT: DOST ACI SÖYLER
Karagöz: ” Hacivat, biz eski dostuz, değil mi? ”
Hacivat: ” Aman Karagözüm, tabi ki eski dostuz. ”
Karagöz: ” Mesela ne kadar eski? ”
Hacivat: ” Çok eski. Yılları üst üste toplamak zaman alır. ”
Karagöz: ” Dost acı söylermiş, doğru mu? ”
Hacivat: ” Doğrudur. Yanlışta olan dostuna acı söylersin. Onu uyarırsın. ”
Karagöz: ” Gel o zaman şu kebapçıya girelim. Bana acı söyle. ”
Hacivat: ” Karagözüm, neden acı söyleyeyim? Yanlışa düşmedin ki. Acı konuşamam. ”
Karagöz: ” Bre Hacivat, acılı Adana söyle. ”
Hacivat: ” Ha şu mesele. Olur söylerim. Benim dostumsan sen de bana bir acılı söylersin. ”
Karagöz: ” Söyledim gitti ama hesabı ödemen şartıyla. ”
Hacivat: ” Olur Karagözüm, hesabı ben öderim. ”
—————————————————————-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: HERKÜL
Hacivat kurbanlık koyun seçmektedir:
” Karagözüm gel, şu koyunu kucakla. Bakalım elli okka çeker mi? ”
Karagöz koyunu kaldıramaz. Etrafına toplananların bakışlarından etkilenir ve başını öne eğer.
Hacivat böyle bir fırsatı kaçırmaz: ” Yazık sana Karagözüm, bir koyunu kaldıramadın. Oysa bu alanda bir tosunu kaldırdığına ben şahidim. ”
Karagöz başını kaldırır, derin bir iç geçirir: ” Doğru o zaman yirmi beş yaşındaydım. Herkes bana herkül demişti. ”
Hacivat: ” Şimdi yaşın elli oldu. Herkülün heri gitmiş, külü kalmış. Bir yirmi beş yıl sonra külün de kalmaz. ”
Seyredenlerden gülenler olunca Karagöz Hacivat’ın alay ettiğini anlar. Hacivat’ın üstüne hamle yapar. Yakasından yakalar. Hacivat gömleğini çıkarıp, Karagöz’ün elinden kurtulur ve kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat’ı kovalar ancak yakalayamaz.
——————————————————————
KARAGÖZ İLE HACİVAT: DEVE ÇORBASI
Hacivat: ” Karagözüm, yanında torba var mı? ”
Karagöz: ” Hı.. ”
Hacivat: ” Torba, torba. Şuradan biraz ot yolalım. ”
Karagöz: ” Sabah içtiğim mercimek çorbası. ”
Hacivat: ” Çorba değil, torba dedim. ”
Karagöz: ” İşkembe çorbası, yayla çorbası. ”
Hacivat: ” ? ”
Karagöz: ” Tavuk çorbası, deve çorbası. ”
Hacivat: ” Ötekiler neyse de deve çorbası ne alaka? ”
Karagöz: ” Deveyi yatırırsın falakaya. ”
Hacivat: ” Hani deve nerede? ”
İşte diyen Karagöz hamle yapınca Hacivat kaçar. Arkasından koşan Karagöz, dur kaçma, elli sopa hediyem olsun, diye bağırır.
————————————————————————-
KARAGÖZ İLE HACİVAT: BİR KÜP ALTIN
Karagöz kuyu açmak için, bahçeyi kazarken bir küp altın bulur. Çok sevinir. Bir saat sonra Bursa’da Karagöz’ün altın bulduğunu duymayan kalmaz. Halk, kapının önünde uzun kuyruklar oluşturur. Karagöz sıradan gelene on altın verir. Altınlar giderek azalmaya başlar. Hacivat Karagöz’ün altın bulduğunu ama bu altınları dağıttığını duyunca soluğu Karagöz’ün yanında alır.
Hacivat: ” Aman Karagözüm, altın bulmuşsun, iyi, güzel de bulduğun altınları neden dağıtıyorsun? ”
Karagöz: ” Altınların yarısı bana yeter. Diğer yarısı fakir fukaranın. Onlar da sevinsin. ”
Hacivat: ” Karagözüm, sen ne kadar altın buldun? ”
Karagöz: ” Bir küp altın. Küp benim boyumdan daha uzun. ”
Hacivat: ” Fakir fukaranın diyorsun da kalabalık arasında servet sahibi çok zengin gördüm. Bunların içinde sabahtan beri üç dört defa kuyruğa girenler varmış. Elbise değiştirip tekrar kuyruğa girerlermiş. ”
Karagöz: ” Vay köftehorlar? Boşuna değil şapkasını gözlerinin üstüne kadar indirip bakışlarını kaçıranlar vardı. ”
Hacivat: ” Bu zenginler daha zengin olursa halkı çok fazla ezer. Zenginleri şımartma. Dağıtımı kes. Kalan altınları sayalım. Kendine yetecek kadarını ayır gerisini yarın ben senin yanında gerçek ihtiyaç sahiplerine veririm. ”
Karagöz: ” Tamam Hacivat, dediğin olsun. ”
Karagöz halktan yana dönerek, bugünlük dağıtım bitti. Yarın altınları Hacivat dağıtacak deyince homurtular artar, kalabalık dağılır.
Hacivat Karagöz ile birlikte bahçeye çıkar. Karagöz küpte kalan iki avuç altını Hacivat’a verir ve başka altın kalmadığını söyler. Hacivat düşer, bayılır. Daha sonra ayılan Hacivat, bu altınları da dağıtır korkusuyla Karagöz’ün verdiği altınlarla birlikte evinin yolunu tutar.
Ertesi sabah küpteki altınların sıfırlandığını duyanlar, Karagöz’ün evinin önünden uzaklaşır. Karagöz bakkala peynir, ekmek almak için gider ama borç bini aştı, dün neden ödemedin borcunu diyen bakkal veresiyeyi kestiğini söyler. Karagöz başı önde evine döner.
Daha ertesi sabah Hacivat eve gelir. Karagöz üzgündür. Keşke altınları dağıtmasaydım, seni çağırsaydım. Böyle aç- susuz kalmazdım, der.
Hacivat: ” Yani artık akıllandın. ”
Karagöz: ” Akıllandım ama gitti altınlar, tükendi. ”
Hacivat, Karagöz’ün verdiği altınları çıkarır. Altınlar tükenmedi Karagözüm, bunlar bana verdiğin altınlar. Al, hepsi senin der ve altınları verir. Karagöz altınları alır ve gözlerinden iki damla yaş akar. Hacivat’a sıkıca sarılır. İşte gerçek dost böyle olur, der.
Hacivat: ” Bir küp altın daha bulsan yine dağıtır mısın? ” diye sorar.
Bunun üzerine Karagöz: ” Bir daha yanlışa düşmem. Kimseye haber vermem. Altınları bozdurur harcarım. ” der.
———————————————————————–
KARAGÖZ İLE HACİVAT: ÜZÜM ÜZÜME BAKAR
Karagöz: ” Sana bir atasözü söyleyeyim, Hacivat. ”
Hacivat: ” Söyle bakalım Karagözüm. ”
Karagöz: ” Üzüm üzüme baka baka conki. ”
Hacivat: ” Bu ne biçim atasözü? ”
Karagöz: ” Yanlış mı söyledim. ”
Hacivat: ” Tabi yanlış söyledin. ”
Karagöz: ” Üzüm üzüme baka baka Karagöz. ”
Hacivat: ” Yine yanlış. ”
Karagöz: ” Neresi yanlış. ”
Hacivat: ” Sonu yanlış. Atasözünde adının işi ne? ”
Karagöz: ” Karalı bir şey vardı sonunda. ”
Hacivat: ” Doğru. Üzüm üzüme baka baka kara.. ”
Karagöz: ” Buldum. Kara kara. ”
Hacivat: ” Hayır. ”
Karagöz: ” Karabiber. ”
Hacivat: ” Olmaz. ”
Karagöz: ” Belki şöyle olur. Ben kendi aklıma göre söylesem. ”
Hacivat: ” Söyle bakalım. ”
Karagöz: ” Hacivat Karagöz’e baka baka Karagöz. ”
Hacivat: ” Hayda? Bu ne demek? ”
Karagöz: ” Yani sen bana baka baka Karagöz oldun. ”
Hacivat: ” Ben Karagöz olduysam sen de bana bakarak Hacivat oldun. ”
Karagöz: ” O zaman gel yer değiştirelim. Ben oraya sen buraya. ”
Hacivat: ” Şimdi ne oldu? ”
Karagöz: ” Ben Hacivat oldum, sen Karagöz. ”
Hacivat: ” Öyle olsun. Senin sohbetine doyulmaz. Bir yere uğramam gerek. Sonra görüşürüz. ”
Kendini Hacivat zanneden Karagöz Hacivat’ın evine gider. Kapıyı çalar. Kapıyı açan Hacivat’ın hanımına ben Hacivat oldum der ve içeri girmeye kalkar. Hacivat’ın hanımı, seni kendini bilmez, diye bağırır ve mutfaktan kaptığı oklavayla Karagöz’ün kafasına vurur. Aklı başına gelen Karagöz kaçıp gider.
Akşamüstü eve gelen Hacivat’a hanımı olanları anlatır. Hacivat ise, bugün Karagöz’le konuştuklarını nakleder. Karagöz’ün ikisi arasındaki konuşmaların etkisinde kaldığını söyler. Böylelikle Karagöz evleri şaşırıp bizim eve gelmiş, der.
Hacivat’ın Hanımı: ” Şu senin gözü kara başka birinin daha evine girmeye kalkmasın? ”
Hacivat: ” Yok daha neler? Dersini almış. Karagöz aynı yanlışa iki kere düşmez. ”
———————————————————————–
KARAGÖZ İLE HACİVAT: İNEGÖL’E ON İŞÇİ
Hacivat: ” Haydi, son bir kişi araba kalkıyor. Vay Karagözüm, hoş geldin. Araba kalkıyor. ”
Karagöz: ” Hı. ”
Hacivat: ” At arabası kalkıyor. İşçi gideceksin. İnegöl’e patates toplamaya. ”
Karagöz: ” Dişim ağrımıyor ki, İnegöl’e dişçiye niye gideyim? ”
Hacivat: ” Dişçiye değil, işçi gideceksin. ”
Karagöz: ” Piştide çok iyiyimdir. Geçen gün nasıl seni kahvede yenmiştim. Herkesin içinde ağlamıştın. ”
Hacivat: ” Ah Karagözüm, benim ağlamam yenildim diye değil. ”
Karagöz: ” O zaman neden ağladın? ”
Hacivat: ” Benim aldığım sayıları kendine yazmışsın. Senin zavallı haline acıdım da ağladım. ”
Karagöz: ” Doğru, yenilince zavallı durumuna düşmüştün. Bak ısrar etme yine ağlatırım seni. ”
Bir işçi gelir, araba dolar ve gider. İkinci bir at arabası gelir, kenara yanaşır.
Hacivat: ” Haydi, İnegöl’e on işçi. Günübirlik iş. Gündelik iki akçe. ”
Karagöz: ” Az önce kalkan araba nereye gitti, Hacivat? ”
Hacivat: ” İnegöl’e gitti. Patatese. Gündelik iki akçe. Çalışan kazanır. ”
Karagöz: ” Yazıklar olsun sana Hacivat. Bana neden söylemedin? O paraya ihtiyacım vardı. ”
Hacivat: ” Aha? Söyledim ya. Son bir kişi dedim. İnegöl’e patates toplamaya dedim. İşçi gideceksin dedim. ”
Karagöz: ” Öyle söylemedin. Dişçiyle, piştiyle kandırdın beni. ”
Hacivat: ” Dur Karagözüm, bu arabaya bin. Aynı yer, aynı iş. Atları biraz kırbaçlarsınız, onlardan önce varırsınız. ”
” Demek beni adamlara kırbaçlatacaksın? Bir daha seninle konuşursam iki olsun, ” diye yürüyüp giden Karagöz’ün arkasından Hacivat bakakalır.
—————————————————————————-
EN AKILLI KARAGÖZ
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Hacivat: ” Karagözüm, bal almak ister misin? ”
Karagöz: ” Hı.. ”
Hacivat: ” Şu köşede bal satıyorlar. Kilosu dört akçe. Al istersen. ”
Karagöz: ” Zaten eskiden beri benim hayalim. ”
Hacivat: ” Hayalin mi? Ne hayali? ”
Karagöz: ” Sal satıyorlar dedin ya. Bir sal alıp dünya turuna çıkmak. ”
Hacivat: ” Sal değil, bal satıyorlar. Hey koca kafalı, sağır kulaklı. ”
Karagöz: ” Doldururdum çoluk çocuğu sala, kürek çeker, okyanusa ulaşırdım. ”
Hacivat: ” Okyanusu bırak, herkes bal alıyor. ”
Karagöz: ” Herkes fal bakar ama kimse benim gibi fal bakamaz. ”
Hacivat: ” … ”
Karagöz: ” Geçen gün kahve falıma baktım. İyi yerdeydim. ”
Hacivat: ” Nasıl yani? ”
Karagöz: ” Çıkmışım kavağın ucuna, yukarıdan akıl dağıtıyorlar. Ben yüksekteyim ya en çok aklı ben aldım. ”
Hacivat: ” Sorması ayıp olmasın, ne yaptın o akılları? ”
Karagöz: ” Kaybolmasın diye beynime doldurdum. ”
Hacivat: ” Senin beynin akıl dolu da, sen çok akıllısın da ben mi fark edemedim? ”
Karagöz: ” Boşuna akıllıyım deme Hacivat, akıl dağıtılırken sen orada yoktun. ”
——————————————————————
KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANDA
Hacivat: ” Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da bil. ”
Karagöz: ” Sor bakalım ama kolay olsun. ”
Hacivat: ” Canı kaymak isteyen, neyi yanında taşır? ”
Karagöz: ” Parayı yanında taşır. ”
Hacivat: ” Olmaz. ”
Karagöz: ” Parasız kaymak nasıl alacak? ”
Hacivat: ” Bilmeceyi sulandırma. Olmaz dedim. ”
Karagöz: ” Süthaneyi yanında taşır. ”
Hacivat: ” Olmaz. ”
Karagöz: ” Mandırayı yanında taşır. ”
Hacivat: ” Olmaz Karagözüm, olmaz. Bu şey bir hayvan. ”
Karagöz: ” Hayvan mı? ”
Hacivat: ” Evet, büyükbaş bir hayvan. ”
Karagöz: ” Buldum. Fil. ”
Hacivat: ” Fil değil. ”
Karagöz: ” Filin de sütü var. Sütünden kaymak olmaz mı? ”
Hacivat: ” Karıştırma şimdi fili. Bu bir ahır hayvanı. Çamura yatmayı çok sever. ”
Karagöz: ” Çamur hayvanı. ”
Hacivat: ” … ”
Karagöz: ” Hayvan çamuru. ”
Hacivat: ” … ”
Karagöz: ” Tamam buldum. Öküz. ”
Hacivat: ” Öküzün sütü nerede? ”
Karagöz: ” O zaman inek. ”
Hacivat: ” İnek benzeri, manda gibi. ”
Karagöz: ” Şimdi aklıma geldi: Manda. ”
Hacivat: ” Doğru Karagözüm, bildin. ”
Karagöz: ” Bilirim tabi. Benim adım Karagöz. Her sorunun cevabını şıp diye bilirim. ”
Yazan: Serdar Yıldırım