Kargaların Ziyafeti – 2.Kısım
George R. R. Martin, imgesel kurguya yeni bir soluk getiren abidevi serisinin uzun zamandır beklenen dördüncü cildi Kargaların Ziyafeti ile şaheserine devam ediyor.
Yedi Krallık’taki çetin mücadelelerde hayatta kalmayı başaranlar, emelleri için yeni savaşlara girişir. İnsan suretindeki kargalar, ziyafet için bir araya gelerek yeni komplolar hazırlar ve tehlikeli ittifaklar kurar. Asiller ve sıradan insanlar, askerler ve büyücüler, katiller ve bilgeler; bahtları ve elbette hayatları uğruna bir araya gelir…
Kargaların ziyafetinde çoğu misafirdir fakat azı nefes almaya devam edebilecektir…
“Müthiş bir cilt daha.”
Time Out London
“Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı’nın bu cildiyle de fantastik türünü yüceltmeye devam ediyor.”
STL today.com
“Amerika’nın Tolkien’i.”
Time
“Buz ve Ateşin Şarkısı sağlam bir şekilde çok satanlar listelerinde çünkü muhtemelen en iyi fantastik seri.”
Detroit Free Press
***
CERSEI
Kral, dudaklarını bükmüştü. “Ben Demir Taht’ta oturmak istiyorum,” dedi annesine. “Joffrey’nin orada oturmasına izin veriyordun.”
“Joffrey 0n iki yaşındaydı.”
“Ama ben kralım. Taht bana ait”
“Bunu sana kim söyledi?” Cersei, Dorcas’ın onu daha sıkı bağlayabilmesi için derin bir nefes aldı. Dorcas iri bir kızdı, Senelle’den çok daha güçlüydü ama aynı zamanda daha beceriksizdi.
Tommen’ın yüzü kızardı. “Kimse söylemedi.”
“Kimse? Leydi karına böyle mi hitap ediyorsun?” Cersei, oğlunun isyanındaki Margaery Tyrell kokusunu alabiliyordu. “Eğer bana yalan söylersen Pate’i çağırtmak ve onu kanayana kadar kırbaçlatmaktan başka seçeneğim kalmaz.” Pate, Tommen’ın kırbaç oğlanıydı, ondan önce de Joffrey’nin. “İstediğin şey bu mu?”
Yüzünü asarak, “Hayır,” diye mırıldandı kral.
“Kim söyledi?”
Tommen ayağını yere sürttü. “Leydi Margaery.” Annesinin yanında Margaery’ye kraliçe dememesi gerektiğini biliyordu.
“Bu daha iyi. Karara bağlamam gereken çok önemli meseleler var Tommen, anlamak için ziyadesiyle genç olduğun meseleler. Tahtta oturup sürekli kıpırdanan ve çocuksu sorularla dikkatimi dağıtan aptal bir oğlana ihtiyacım yok. Margaery konsey toplantılarına katılman gerektiğini de düşünüyor sanırım?”
“Evet,” diye kabul etti Tommen. “Kral olmayı öğrenmem gerektiğini söylüyor.”
“Büyüdüğünde istediğin kadar konsey toplantısına katılabilirsin,” dedi Cersei. “Çok geçmeden o toplantılardan bıkacaksın, bana inan. Robert görüşmeler sırasında uyuklardı.” Tabii zahmet edip katılırsa. “Sıkıcı işleri yaşlı Jon Arryn’a bırakmayı ve ava çıkmayı tercih ederdi. Jon Arryn’ı hatırlıyor musun?”
“Karın ağrısından ölmüştü.”
“Evet, zavallı adam. Madem öğrenmeye bu kadar meraklısın, belki de Baodiyar’ın bütün krallarının ve onlara hizmet eden Eller’in isimlerini öğrenmelisin. Yarın sabah, isimleri bana ezberden okuyabilirsin.”
“Evet anne,” dedi Tommen uysalca.
“İşte benim akıllı oğlum.” Yönetim Cersei’ye aitti. Tommen reşit olana kadar Cersei’nin bundan vazgeçmeye niyeti yoktu. Ben bekledim, o da bekleyebilir. Hayatımın yarısı boyunca bekledim. Cersei vazifeşinas kız evlat, utangaç gelin ve uysal eş rollerini oynamıştı. Robert’ın sarhoş tacizlerine, Jaime’nin kıskançlığına, Renly’nin istihzalarına, Varys’in kıkırdamalarına ve Stannis’in diş gıcırtılarına katlanmıştı. Jon Arryn’la, Ned Stark’la ve aşağılık, tehlikeli, katil, cüce Tyrion’la mücadele etmişti. Bütün o zamanlar boyunca, bir gün onun sırasının geleceğine dair kendine söz vermişti. Eğer Margaery Tyrell, beni güneşin altında geçireceğim vakitten mahrum edebileceğini düşünüyorsa, bir kez daha düşünsün.
Yine de, kahvaltıyı böyle yapmak kötüydü ve Cersei’nin günü kahvaltıdan sonra da iyiye gitmedi. Kraliçe, sabahın geri kalanını Lord Gyles’la ve adamın hesap defterleriyle birlikte geçirdi. Lordun yıldızlar, geyikler ve ejderhalar hakkında öksürmesini dinledi. Gyles’tan sonra Lord Su geldi, ilk üç dromondun tamamlanmak üzere olduğunu rapor etti ve gemileri hak ettikleri görkemle bitirmek için daha fazla altın istedi. Kraliçe, adamın isteğini memnuniyetle yerine getirdi. Öğlen yemeğini, Ay Oğlan’ın hokkabazlıkları eşliğinde, tacir loncalarının üyeleriyle birlikte yedi; adamların, caddelerde dolaşıp sokak köşelerinde uyuyan serçelerle ilgili şikâyetlerini dinledi. Pycelle davetsiz bir şekilde geldiğinde, kraliçe, serçeleri şehirden göndermek için altın pelerinlileri kullanmak zorunda kalabilirim, diye düşünüyordu.
Yüce Üstat son zamanlarda, bilhassa konsey toplantılarında fazlasıyla huysuzdu. Son oturumda, Aurane Su tarafından yeni dromondların kaptanları olarak seçilen adamlarla ilgili sızlanmıştı. Su, gemileri genç adamlara vermek istemişti, Pycelle ise deneyimden yana tavır koymuştu. Yetkinin, Karasu’daki alevlerden sağ çıkmayı başarmış kaptanlara gitmesi gerektiğini söylemişti. Onları, “Sadakati kanıtlanmış tecrübeli adamlar,” olarak tanımlamıştı. Cersei onları yaşlı adamlar olarak anmış ve Lord Su’dan yana olmuştu. “O kaptanlar sadece yüzme bildiklerini kanıtladılar,” demişti. “Hiçbir anne evladından uzun yaşamamalı, hiçbir kaptan da gemisinden uzun yaşamamalı.” Pycelle bu çıkışı keyifsizce bir nezaketle karşılamıştı.
Üstat bugün daha az asabi görünüyordu, hatta gergin bir şekilde gülümsemeyi bile başardı. “Majesteleri, mutlu havadisler var,” dedi. “Wyman Manderly emrinizi yerine getirmiş ve Lord Stannis’in soğan şövalyesinin başını kesmiş.”
“Bundan emin miyiz?”
“Adamın kafası ve elleri, Beyaz Liman’ın duvarlarının üstüne oturtulmuş. Lord Wyman yemin ediyor ve Freyler onaylıyor. Kafayı görmüşler, ağzında bir soğan varmış. Ve eller, ellerden birinin parmakları kısaymış.”
“Çok güzel,” dedi Cersei. “Manderly’ye bir kuş gönderin ve onu oğlunun derhal iade edileceğine dair bilgilendirin, sadakatini kanıtladı.” Beyaz Liman yakın zamanda kral huzuruna geri dönecekti. Roose Bolton ile piç oğlu, Moat Cailin’i güneyden ve kuzeyden kuşatmak üzereydi. Moat’u aldıklarında kuvvetlerini birleştirecekler ve Torrhen Kalesi’yle Derinorman Kalesi’ni de demiradamlardan temizleyeceklerdi. Lord Stannis’e karşı yürüyüşe geçme vakti geldiğinde, bu durum onlara Ned Stark’ın sancak beylerinin sadakatini kazandıracaktı.
Bu esnada, güneyde, Mace Tyrell, Fırtına Burnu’nun dışına çadırlardan oluşan bir şehir kurmuştu. İki düzine mancınık, kalenin muazzam duvarlarına taş fırlatıyordu, şu ana kadar fazla bir etkileri olmamıştı. Savaşçı Lord Tyrell, diye düşündü kraliçe. Armasında, poposunun üstünde oturan şişman bir adam olmalı.
Öğleden sonra, Braavoslu suratsız elçi, kraliçenin huzuruna çıktı. Cersei adamı on beş gündür atlatıyordu ve bir sene daha atlatmaktan mutluluk duyardı ama Lord Gyles adamla daha fazla uğraşamayacağını söylemişti… kraliçe, Gyles’ın öksürmekten başka bir şey yapıp yapamadığını merak etmeye başlamıştı.
Braavoslu, adının Noho Dimittis olduğunu söyledi. Rahatsız edici bir adam için rahatsız edici bir isim. Sesi de rahatsız ediciydi. Noho konuşurken, Cersei, adamın büyüklenmelerine daha ne kadar katlanmak zorunda olduğunu merak ederek oturduğu yerde kıpırdandı. Cersei’nin arkasında Demir Taht yükseliyordu. Tahtın dikenleri ve bıçakları, salonun zeminine çarpık gölgeler düşürüyordu. Sadece Kral ya da Kral Eli tahtta oturabilirdi. Cersei tahtın ayağında, altın yaldızlı ahşaptan yapılmış kırmızı minderli bir koltukta oturuyordu.
Braavoslu nefes almak için durduğunda, Cersei konuşmak için bir şans yakaladı. “Bu, lord hazinecimiz için daha uygun bir konu.”
Görünüşe göre Cersei’nin cevabı soylu Noho’yu memnun etmemişti. “Lord Gyles’la altı kez konuştum. Adam öksürüyor ve bahaneler uyduruyor ama altın bir türlü gelmiyor Majesteleri.”
“Onunla yedinci kez konuşun,” diye önerdi Cersei nazik bir şekilde. “Yedi sayısı, bizim tanrılarımız için kutsaldır.”
“Majesteleri şaka yapmaktan hoşlanıyor, anlıyorum.”
“Şaka yaptığımda gülümserim. Gülümsediğimi görüyor musunuz? Bir kahkaha duyuyor musunuz? Sizi temin ederim, ben bir şaka yaptığımda insanlar güler.”
“Kral Robert…”
“…öldü,” dedi Cersei sertçe. “Bu isyan bastırıldığında, Demir Bankası altınını alacak.”
Adam, kraliçeye kaş çatacak kadar hürmetsizdi. “Majestlcri…”
“Bu görüşme bitmiştir.” Cersei bir gün için yeterince sıkıntı çekmişti. “Sör Meryn, soylu Noho Dimittis’e kapıyı gösterin. Sör Osmund, daireme dönerken bana eşlik edebilirsiniz.” Konukları kısa zaman sonra gelecekti ve Cersei banyo yapıp üstünü değiştirmek zorundaydı. Akşam yemeği de meşakkatli bir hadise olacaktı. Yedi krallık şöyle dursun, bir krallığı yönetmek bile zor işti.
Kral Muhafızı beyazlarının içindeki Sör Osmund Karakazan, basamaklarda kraliçeye katıldı. Cersei, tamamen yalnız olduklarından emin olduğunda adamın koluna girdi. “Küçük kardeşinizin işleri nasıl gidiyor acaba?”
Sör Osmund huzursuz görünüyordu. “Ah… yeterince iyi, ancak…”
“Ancak?” Kraliçe, kelimelerine bir parça öfke ekleyerek konuştu. “İtiraf etmeliyim ki sevgili Osney’ye karşı olan sabrım tükeniyor. Şu küçük kısrağı çoktan ehlileştirmeliydi. Onu her gün Margaery’nin yanında olabilsin diye Tommen’ın yeminli kalkanı ilan ettim. Gülü şimdiye kadar koparmış olmalıydı. Küçük kraliçe, Osney’nin cazibesine karşı kör mü?”
“Osney’nin cazibesinde sorun yok. Affınıza sığınırım ama o bir Karakazan, Öyle değil mi?” Sör Osmund, parmaklarını siyah saçlarının arasından geçirdi. “Sorun kızda.”
“Peki bunun sebebi ne?” Kraliçe, Sör Osney ile ilgili kuşkular beslemeye başlamıştı. Belki de Margaery başka bir adamdan daha çok hoşlanırdı. Gümüşi saçlarıyla Aurane Su ya da Sör Tallad gibi iri ve güçlü bir adam. “Bakire başka birini mi tercih ederdi? Kardeşinizin yüzü onu memnun etmiyor mu?”
“Kardeşimin yüzünden hoşlanıyor. İki gün önce onun yara izine dokunmuş, Osney söyledi. ‘Bunu size hangi kadın verdi?‘ demiş. Osney yara izinin bir kadının marifeti olduğunu hiç söylememiş ama Margaery biliyormuş. Başka biri anlatmış olabilir. Konuşurlarken kız sürekli Osney’ye dokunuyormuş; pelerinin kopçasını düzcltiyormuş, saçlarını geri itiyormuş, bunun gibi şeyler. Bir defasında, ok hedeflerinde, uzunyay kullanmayı öğrenmek istemiş. Osney de yayın nasıl tutulacağını göstermek için kollarını kızın bedenine dolamak zorunda kalmış. Kıza edepsiz şakalar anlatıyormuş, kız gülüyor ve daha edepsiz şakalarla karşılık veriyormuş. Hayır, Margaery, Osney’yi istiyor, bu aşikâr ama…’’
“Ama?” dedi Cersei.
“Hiç yalnız kalmıyorlar. Kral hemen hemen her zaman onların yanında, o yoksa başkaları var. Margaery’nin leydilerinden ikisi onun yatağını paylaşıyor, her gece farklı leydiler. Diğer ikisi kızın kahvaltısını getiriyor ve giyinmesine yardım ediyor. Kız rahibesiyle dua ediyor, kuzeni Elinor’la kitap okuyor, kuzeni Alla’yla şarkı söylüyor ve kuzeni Megga’yla dikiş dikiyor. Janna Fossoway ve Merry Crane’le birlikte kuş avına gitmediği zamanlarda, küçük Bulwer kızıyla şatoma gel oynuyor. Arkasında dört ya da beş eşlikçi ve en az on iki muhafız olmadan at gezintisine çıkmıyor. Ve etrafında sürekli erkekler var, Bakire Zindanı’nda bile.”
“Erkekler.” Bu bir şeydi. Bunda olasılıklar vardı. “Lütfen söyle, bu adamlar kimler?”
Sör Osmund omuzlarını silkti. “Şarkıcılar. Margaery şarkıcılara ve hokkabazlara deli oluyor. Şövalyeler, kızın kuzenlerine kur yapmak için etrafta dolaşıyor. Osney en beterlerinin Sör Tallad olduğunu söylüyor. O iri budala, istediği kızın Elinor mu yoksa Alla mı olduğundan emin değilmiş gibi görünüyormuş ama onu çok istediğini biliyormuş. Redwyne ikizleri de aynı durumdaymış. Salya çiçekler ve meyveler getiriyormuş. Dehşet de ut çalmaya başlamış. Osney’nin söylediğine göre, bir kediyi boğarak daha güzel bir ses çıkarabilirmişiz. Yaz Adalı da sürekli ayakaltındaymış.”
“Jalabhar Xho?” Cersei alaycı bir kahkaha koyuverdi. “Büyük ihtimalle, vatanını geri kazanabilmek için altın ve kılıç dileniyordur.” Xho, bütün o mücevherlerinin ve tüylerinin altında soylu bir dilenciden başka bir şey değildi. Robert, Xho’nun bezdirici ısrarlarına, kararlı bir, “Hayır,” ile temelli olarak son verebilirdi ama Yaz Adaları’nı fethetmek fikri Cersei’nin sarhoş kocasını baştan çıkarmıştı. Robert, tüylü pelerinlerin altında çırılçıplak dolaşan esmer tenli fahişeleri ve onların kömür karası meme uçlarını düşlemişti şüphesiz. Bu yüzden Xho’ya, “Hayır,” yerine sürekli, “Gelecek yıl,” demişti ama gelecek yıl bir türlü gelmemişti.
“Dileniyor mudur bilemem Majesteleri,” dedi Sör Osmund. “Osney’nin dediğine göre ona Yaz Dili’ni öğretiyormuş. Osney’ye değil, krali… kısrağa ve kızın kuzenlerine.”
“Yaz Dili konuşan bir at büyük ilgi uyandırır,” dedi kraliçe kuru bir sesle. “Kardeşine mahmuzlarını keskin tutmasını söyle. Yakın zamanda kısrağa binmesi için bir yol bulacağım, bundan emin olabilirsin.”
“Söylerim Majesteleri. Kardeşim bu sürüş için hevesleniyor, heveslenmediğini düşünmeyin. Şu kısrak küçük ve sevimli bir şey.”
Kardeşinin heveslendiği şey benim, seni aptal, diye düşündü kraliçe. Margaery’den istediği tek şey, kızın bacaklarının arasındaki lordluk unvanı. Cersei, Osmund’dan hoşlanıyordu hoşlanmasına ama adam bazen Robert kadar aptal oluyordu. Umarım kılıcı, zekâsından daha hızlıdır. Tommen’ın o kılıca ihtiyaç duyacağı bir gün gelebilir.
Yıkık El Kulesi’nin gölgesinin altından geçerken tezahürat sesleri duydular. Avlunun karşısında, bir yaver, mızrak hedefini vurmuş ve çapraz kolu döndürmüştü. Tezahüratlara Margaery Tyrell ve eşlikçileri liderlik ediyordu. Çok küçük bir başarı için çok fazla velvele. Duyan da çocuğun turnuva kazandığını sanır. Sonra Cersei, süvari atının sırtındaki çocuğun, altın yaldızlı bir zırh kuşanmış Tommen olduğunu görüp şaşırdı.
Kraliçenin bir gülümseme takınıp oğlunu görmeye gitmekten başka seçeneği yoktu. Çiçek Şövalyesi çocuğun attan inmesine yardım ederken, Cersei oğlunun yanına vardı. Tommen heyecandan nefessiz kalmıştı. “Gördünüz mü?” diye soruyordu herkese. “Hedefi tıpkı Sör Loras gibi vurdum. Gördünüz mü Sör Osney?”
“Gördüm,” dedi Osney Karakazan. “Güzel bir manzaraydı.”
“Eyerde benden daha dengelisiniz efendimiz,” dedi Sör Dermot.
“Mızrağı da kırdım. Sör Loras, çatırtıyı duydunuz mu?”
“Gök gürlemesi kadar şiddetli bir şekilde.” Sör Loras’ın beyaz pelerininin omzuna, yeşimden ve altından yapılmış bir gül tutturulmuştu, şövalyenin kahverengi bukleleri rüzgârla dalgalanıyordu. “Fevkalade bir sürüş gerçekleştirdiniz lâkin bir kez yetmez. Bütün darbeleriniz doğruca hedefi bulana ve mızrağınız kolunuz gibi vücudunuzun bir parçası olana dek her gün talim yapmalısınız.”
“Yapmak istiyorum.”
“Muhteşemdiniz.” Margaery tek dizinin üstüne çöktü, kralın yanağını öptü ve kolunu çocuğun boynuna doladı. “Kardeşim, dikkatli ol,” diye uyardı Loras’ı. “Benim yiğit kocam birkaç yıl içinde seni attan düşürüyor olacak.” Kızın üç kuzeni onayladı ve sefil Bulwer kızı şarkı söyleyerek zıplamaya başladı. “Tommen şampiyon olacak, Tommen şampiyon olacak.”
“Yetişkin bir erkek olduğunda,” dedi Cersei.
Kızların gülümsemeleri, kırağı tarafından öpülmüş güller gibi soldu. Cersei’nin önünde diz çöken ilk kişi, çiçek bozuğu suratlı yaşlı rahibe oldu. Küçük kraliçe ve ağabeyi dışında herkes rahibeyi takip etti.
Tommen, havadaki âni soğukluğu hissetmemiş gibi görünüyordu. “Anne, beni gördün mü?” dedi neşeyle. “Kalkanda mızrağımı kırdım ve torba bana hiç çarpmadı!”
“Avlunun karşısından izliyordum. Gayet başarılıydın Tommen. Senden daha azını beklemezdim. Mızrak dövüşü senin kanında var. Bir gün müsabaka meydanlarına sen hükmedeceksin, tıpkı baban gibi.”
“Tommen’ın önünde kimse duramayacak.” Margaery Tyrell, kraliçeye mahçup bir gülümseme bahşetti. “Ama Kral Robert’ın mızrak dövüşlerinde o kadar başarılı olduğunu bilmiyordum. Lütfen söyleyin Majesteleri, merhum kocanız hangi turnuvaları kazanmıştı? Hangi büyük şövalyeleri attan düşürmüştü? Kralımız, babasının zaferlerini dinlemekten hoşlanacaktır, biliyorum.”
Cersei’nin boynuna bir kızartı yürüdü. Tyrell kızı onu tuzağa düşürmüştü. Gerçekte, Robert Baratheon sıradan bir mızrak dövüşçüyüydü. Turnuvalarda, rakiplerini kör baltalarla ya da çekiçlerle dövebileceği meydan dövüşlerini tercih ederdi. Cersei az önce konuştuğunda Jaime’yi düşünüyordu. Kendimi kaybetmek hiç bana göre değil. “Robert, Üç Dişli Mızrak turnuvasını kazandı,” demek zorunda kaldı. “Prens Rhaegar’ı devirdi ve beni aşk ve güzellik kraliçesi ilan etti. Bu hikâyeyi bilmemene şaşırdım gelinim.” Margaery’ye cevap düşünecek vakit bırakmadı. “Sör Osmund, oğlumun zırhını çıkarın lütfen. Sör Loras, benimle yürüyün. Sizinle konuşmam gerek.”
Çiçek Şövalyesi’nin, kraliçeyi bir yavru köpek gibi takip etmekten başka şansı yoktu. Cersei sarmal merdivenlere varana kadar bekledi ve, “Tanrılar aşkına, bu kimin fikriydi?” dedi.
Sör Loras, “Kız kardeşimin,” diye kabul etti. “Sör Tallad, Sör Dermot ve Sör Portifer talim yapıyordu. Kraliçe, Majesteleri’nin de denemesini önerdi.”
Ona sırf beni sinirlendirmek için kraliçe diyor. “Ve siz ne yaptınız?”
“Majesteleri’nin zırhını giymesine yardım ettim ve ona mızrağını nasıl indireceğini gösterdim.”
“O at kral için çok büyüktü. Tommen düşseydi ne olacaktı? Kum torbası başını ezseydi ne olacaktı?”
“Çürükler ve kanlı dudaklar, şövalye olmanın parçalarıdır.”
“Ağabeyinizin neden sakat olduğunu anlamaya başlıyorum.” Bu sözler, şövalyenin güzel yüzündeki gülümsemeyi sildi. Cersei bunu gördüğü için memnundu. “Belki de Kardeşim Jaime, size görevlerinizi izah ermekte başarısız oldu. Oğlumu düşmanlarından korumak için buradasınız sör. Onu şövalye olarak eğitmek, silah ustasının işi.”
“Aron Santagar öldürüldüğünden beri Kızıl Kale’nin silah ustası yok, “ dedi Sör Loras, sesinde bir parça kınama vardı. “Majesteleri neredeyse dokuz yaşında ve öğrenmeye hevesli. Bu yaşında bir yaver olmalıydı. Biri ona öğretmek zorunda.”
Biri öğretecek ama o sen olmayacaksın. “Siz kimin yaveriydiniz sör?” diye sordu Cersei tatlı bir sesle. “Lord Renly’nin, değil mi?”
“O şerefe nail oldum.”
“Evet. Ben de öyle düşünmüştüm.” Cersei, yaverler ve şövalyeler arasındaki bağın ne kadar güçlü olabileceğini görmüştü. Tommen’ın Sör Loras’la yakınlaşmasını istemiyordu. Çiçek Şövalyesi, bir çocuğun örnek alabileceği türden bir adam değildi. “İhmalkâr davrandım. Yönetilecek bir diyar, dövüşülecek bir savaş ve yası tutulacak bir baba varken, yeni bir silah ustası ilan etmek gibi önemli bir meseleyi gözden kaçırdım. Bu hatayı en kısa zamanda düzelteceğim.”
Sör Loras, alnına düşen kahverengi bukleyi geri itti. “Kılıçta ve mızrakta benim kadar iyi olan bir adam daha bulamazsınız Majesteleri.”
Çok alçak gönüllüyüz, öyle değil mi? “Tommen sizin kralınız, yaveriniz değil. Sizin göreviniz onun için dövüşmek ve gerekirse onun için ölmek. Hepsi bu.”
Cersei, Çiçek Şövalyesi’ni, demir kazıklı hendeğin üzerinde uzanan açılır kapanır köprüde bıraktı ve Maegor Hisarı’na tek başına girdi. Dairesine çıkan basamakları tırmanırken, silah