Yıllar yıllar önce, masal diyarlarının en göz alıcı ülkesinde, ihtişamlı bir padişahın kızı olan Gülyüz yaşardı. Onun güzelliği ve neşesi, ülkenin dört bir yanına yayılmıştı. Bir gün, bahçede gergef işlerken, görülmemiş bir kuş gelip gergefin üstüne kondu. Kuşun gerdanı kınalı, gözleri zümrüt, gagası ise mercan rengindeydi. Kuş, içli bir ezgiyle ötmeye başladı.
Gülyüz, kuşun büyüsüne kapıldı. Nakış işlediği çevreyi kaldırıp atan kız, kuşun uçup gitmesine engel olamadı. O günden sonra her gün, has bahçeye inerek özlem dolu gözlerle kuşu bekledi. Ancak o büyüleyici kuş bir daha ortaya çıkmadı.
Bu arada, uzak dağlarda dolaşan, maceracı ve cesur Keloğlan dağlarda dolaşıyordu. Bir gün yorgun düşmüş bir kuş buldu. Kuşun gerdanında inci işlemeli bir çevre olduğunu fark etti. Ancak kuşu kesmeye kıyamadı. Kuşu serbest bırakıp izledi ve kuşu takip etti. Dereleri, dağları aşıp bir gün muhteşem bir bahçeye ulaştı. Orada göz alıcı bir altın saray vardı ve içeride kimseler yoktu.
Keloğlan bir odaya girdiğinde şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştı. Sofrada her türlü yiyecek vardı. Yemek alacakken bir ses duydu: “Yemeği önce Murat Şah yer!” derken, eline bir darbe indi. Korktu ve perilerin sarayında olduğunu düşünüp saklandı. Bir süre sonra, kuşun geldiğini duydu ve kuşun bir genç adama dönüştüğünü gördü. Genç adam, incili çevreyi alarak sultanını özlediğini dile getirdi. Kız hemen yanına koştu ve çevresi bozulunca genç adam, gerçek bir insan oldu. Aralarında sevgi dolu bir an yaşandı, tılsım bozuldu ve periler ülkesinden kaçıp gittiler.
Sonunda, kırk gün kırk gece süren muhteşem bir düğünle mutlu bir yaşam başladı. Artık Gülyüz Sultan ve Murat Şah, birbirlerini sonsuza kadar seveceklerdi. Masal diyarlarının bu unutulmaz hikayesi, aşkın ve cesaretin büyüsünü anlatırken, içindeki umudu ve sevgiyi de taşıyordu.
Ve böylece masalın sonu mutlu bitti, hayat devam etti.