Eğitim

Koruyucu Psikoloji; Çocuk Eğitiminde Duygusal Rehberlik

koruyucu psikoloji cocuk egitiminde duygusal rehberlik 5ee73cf6a87bfKoruyucu Psikoloji kitabı, anne-babalara çocuk yetiştirirken karşılaşabilecekleri sorunlara erken müdahale etmeyi öğretiyor. Çocukluk ve ergenlik döneminde görülebilecek psikolojik sorunlar, aile içi iletişimi sağ-lamada püf noktaları ve problem çözme yöntemleri, bağımsızlık ve denetim dengesi, anne-baba-çocuk arasında kurulan bağlar, çeşitleri, vs. şeklinde alt başlıklar sunarak ailelere güncel sorunlar üzerinden pratik çözüm önerileri veriyor. Anne-baba-çocuk arasında olası sorunların önüne problem ortaya çıkmadan önce geçmek adına anne-babalara ve eğitimcilere rehberlik ediyor.

***

İÇİNDEKİLER

Önsöz / 13

Birinci Bölüm / Gelişime Farklı Bir Bakış Açısı / 21

Gelişimi Etkileyen Faktörler / 25

Bireysel Koruyucu Faktörler / 28

Toplumsal Koruyucu Faktörler / 34

Risk Söz Konusu Olduğunda Erken Müdahale Nasıl Olmalı? / 35

İkinci Bölüm / Aile ve Özellikleri / 41

Problemli Ebeveyn-Çocuk İlişkileri / 45

Anne-Baba – Çocuk Arasındaki Sınırın Yok Olması / 47

Üçüncü Bölüm / Anne-Baba-Çocuk Arasında Kurulan Bağlar: Türleri ve Farklılıkları / 49

Ebeveyn-Çocuk Arasında Kurulan Bağlardaki Farklılıklar / 54

Güvenli Bağ / 54

Güvensiz-Kaçınan Bağ / 55

Güvensiz-Direnen Bağ / 55

Güvensiz-Düzensiz (Karışık-Dezorganize) Bağ / 56

Davranış Sorunları Olan ve Suça Meyilli Çocuklar / 60

Dördüncü Bölüm / Benlik Gelişimi / 63

Benliğin Ortaya Çıkışı / 65

2-4 Yaş Aralığında Benlik Gelişimi / 69

5-7 Yaş Aralığında Benlik Gelişimi / 71

8-11 Yaş Aralığında Benlik Gelişimi / 73

12-14 Yaş Aralığında Benlik Gelişimi / 74

15-17 Yaş Aralığında Benlik Gelişimi / 76

Beşinci Bölüm / Duygusal Rehberlik ve Duygusal Zeka / 79

Duygusal Rehberlik / 81

Çocuğun Gelişim Dönemlerine Göre Duygusal Rehberlik / 83

0-3 Ay Arası / 83 6 – 8 Ay Arası / 84

9-12 Ay Arası / 85

1-3 Yaş Arası / 86

4-7 Yaş Arası (Erken Çocukluk) / 87

8-12 Yaş Arası / 88

Ergenlik / 89

Empati / 90

Beş Adımda Duygusal Rehberlik / 95

1. Adım: Çocuğun Duygularının Farkında Olmak / 95

2. Adım: Duyguları Tanımayı Samimiyet Kurabilmek ve Çocuğa Bir Şeyler Öğretebilmek için

Fırsata Dönüştürmek / 98

3. Adım: Çocuğu Empatik Bir Şekilde Dinlemek ve Duygularını Değerli Bulduğumuzu İfade Etmek / 99

4. Adım: Çocuğun Duygularını İsimlendirmesine Yardımcı Olmak /103

5. Adım: Çocuğa Problem Çözerken Yardımcı Olurken Sınırları Çizmek /103

Ahlaki Zeka / 108

Vicdan /109

Kişisel Kontrol /112

Saygı /115

Nezaket / 116

Hoşgörü /119

Adalet / 121

Altıncı Bölüm / Gelişimde Anne-Babanın Rolü / 123

Yaygın Anne-Baba Tutumları / 126

Otoriter-Katı Kuralcı Aile /127

İlgisiz ve Kayıtsız Aile /127

Aşırı Koruyucu Aile /128

Tutarsız Aile /129

Sevgiye Dayalı, Hoşgörülü, Destekleyici ve Sınırları Belli Aile / 130

Mutlu Çocuk Mutlu Aile / 132

‘Sevgi’ ve ‘Güvenle Başlamak /132

Birlikte Vakit Geçirmek /133

Oyun / 133

Yemek Saatleri / 135

5-8 Yaş İçin Etkinlik Tavsiyeleri / 138

9-10 Yaş İçin Etkinlik Tavsiyeleri / 139

11-13 Yaş İçin Etkinlik Tavsiyeleri / 139

Gençlerle Sohbet Etmekte Güçlük Çekenler İçin Öneriler / 140

Çocukların İlgi ve Kaygıları Hakkında Konuşmak /144

Anne-Babanın Kendi İlgi, Duygu ve Kaygılarını Paylaşması /145

Çocuğa Yeterince Güvenmek /147

Çocuğa Saygı Göstermek /148

Destekleyici Olmak /150

Cinsiyet Farkını Sorun Haline Getirmemek /151

Net ve Anlamlı Sınırlar, Kurallar Koymak /153

Sınır Konacak Yeri Bilmek /156

Kavga Etmek Yerine ‘Düşünmek’ /157

Kontrol Ama Nereye Kadar? /159

Bağımsızlık-Denetim Dengesi /160

Denetim Ne Kadar Olmalıdır? /161

Disiplinli ve Adil Olmak /165

Tutarlı Olmak /171

Çocuğu Birey Olarak Kabul Etmek /172

Çocuğumuza Neden Kızdığımızın Farkında mıyız? /176

Tecrübelerimiz Anne Babalık Tutumlarımızı Nasıl Etkiliyor? /177

Anne-Baba Olarak Gücünüzün Dayanağını Fark Edin /179

Yedinci Bölüm / Aile İçi İletişim ve Problem Çözme / 181

Aile İçi İletişimin Engelleri / 184

Sağlıklı İletişimin Yolları / 186

Çocuğumuzla Konuşurken Aktif Dinleyici Olabilmek / 189

Sorun Çözmek / 195

“Kazanan Yok” Çözümleri /196

Sekizinci Bölüm / Çocuk ve Medya / 201

Medya Çağında Çocuk Yetiştirmek / 206

Televizyonun Çocuğun Psiko-Sosyal Gelişimine Etkisi /212

Reklamlar / 217

Alışveriş / 218

Çocuklarla Alışveriş Yaparken Dikkat Edilmesi Gerekenler / 219

Çocukları Televizyonla Birlikte Gelen Tehlikelerden Nasıl Koruyabiliriz? / 220

RTÜK Koruyucu Simge Sistemi Çalışma Grubu Raporunun Uygulama Rehberi / 222

Dokuzuncu Bölüm / Anne-Baba Anlaşmazlığı ve Boşanma / 229

Sorunlu Evliliklerde Çocuklar İçin Risk Faktörleri / 231

Sorunlu Evliliklerde Çocuklar İçin Koruyucu Faktörler / 232

Evlilik, Boşanma ve Çocuğunuzun Ruh Sağlığı / 234

Evlilikte Duygusal Rehberlik / 235

Onuncu Bölüm / Ailedeki Riskler: Çocuğa Kötü Davranmak ve Ev İçi Şiddet / 239

Çocuğa Yönelik Şiddetin Türleri ve Çocuk Üzerindeki Etkileri / 245

Fiziksel Şiddet / 245

Şiddet Uygulayan Ebeveynler Kimlerdir? / 248

İhmal / 250

ihmalkâr Ebeveynler Kimlerdir? / 252

Psikolojik Şiddet / 253

Cinsel İstismar / 255

Ev İçi Şiddete Şahit Olmak / 257

Erken Müdahale Nasıl Olur ve Koruyucu Faktörler Nelerdir? / 263

Onbirinci Bölüm / Çocukluk ve Ergenlikte Görülebilecek Bazı Psikolojik Sorunlar / 267

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) / 269

Dikkat Eksikliği / 273

Hiperaktivite / 273

Dürtülerine Hakim Olamama (Impulsivite) / 274

Depresyon / 275

Davranım Bozukluğu ve Karşı Gelme-Karşıt Olma Bozukluğu / 278

Şiddet Uygulayan Çocuk / 280

Ergenlik Döneminde Madde Kullanımı ve Bozuklukları / 284

İzinsiz Eşya Almak / 288

Alt Islatma / 289

Parmak Emme, Tırnak Yeme, Yalan Söyleme / 292

Çocukluk Döneminde Korkular / 293

Zayıflık/Güçsüzlük Korkusu / 293

Terk Edilme Korkusu / 294

Karanlık Korkusu / 294

Kâbus Korkusu / 294

Anne-Baba Çatışması Korkusu / 295

Ölüm Korkusu / 295

Kardeş Kıskançlığı İçin Bazı Tedbirler / 295

Profesyonel Destek Almak / 299

TEST: EBEVEYN TUTUMUNUZU BELİRLEYİN / 303

1. Çocuğun Duygularını Hiçe Sayan Ebeveyn Tutumu / 314

2. Eleştiren Ebeveyn Tutumu / 317

3. Aşırı Serbest Ebeveyn Tutumu / 319

4. Duygusal Rehber Ebeveyn / 321

Referanslar / 327

İndeks / 333

Taş, mevsim bahar bile olsa yeşerir mi?
Toprak ol ki, senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!
Hz. Mevlana

ÖNSÖZ

Genç adam çetele tutmuş gösteriyor, ‘Bak doktorum’ diyor, ‘kırk kişiyi dövdüm, otuz kişi kaldı. Otuzunu daha döversem lisede herkesi kendime boyun eğdirmiş olacağım’. Ailesi on-beş yaşındaki genç kızı iterek psikoterapi ofisimizden içeri sokuyor. Zorla getirilmiş, sorun her gece yarısı evden kaçarak barlara gitmesi ve sabaha dek dönmemesi. Dokuz yaşındaki çocuk parmağıyla boğaz kesme işareti yaparak ölmek istediğini söylüyor, ‘Ben burada mutlu değilim’ diyor, ‘ölüp bilgisayar oyunlarının içine girmek, sadece orada yaşamak istiyorum’. Onbir yaşındaki çocuk, ailesi tarafından zorla getiriliyor, sorun online oyunlara bağımlı olması ve oniki saat boyunca bilgisayarda aralıksız oyun oynayarak büyük abdestini bile üzerine yapması. Anne telaşlı, ‘Onu hep ahlaki değerlere bağlı kalarak merhametli bir çocuk olarak büyüttüm, ancak bu durum onun ezilmesine yol açıyor, herkes ona vuruyor ama o kimseye vuramıyor’ diye dert yanıyor. Artık yaşını başını almış iki çocuk annesi bir kadın, gözleri nemli, ‘Çocuklarıma her şeyi verdim ama bugün ikisi de çok sorunlu, onların hayatlarını ben yönettim, çok pişmanım, şu an ikisi de benden nefret ediyor’ diyor. Onyedi yaşındaki genç, ‘Annemle babam ebeveyn olduklarını şimdi hatırladılar. Geçen onyedi yılda sadece para kazanmak için uğraştılar; yanımda değildiler. Şimdi artık çok geç, ben de onları istemiyorum’ diye olan biteni özetliyor. Oniki yaşında bir genç kız, ‘Annem babam bana her istediğimi almak zorunda, bu dünyaya gelmeyi ben istemedim, madem doğurdular, o zaman her istediğimi yapacaklar’ diyebiliyor. Elleri cep telefonuna yapışmış ve hayatı oradan idare etmeye çalışan bir başkası, ‘Kimse bana karışamaz, ben özgürüm’ diye bağırıyor. Anne, çocuğunun bir türlü kendisinden ayrı-lamadığından yakınıyor, neden sonra anlaşılıyor ki anne aşırı kaygılı ve aslında çocuktan ayrılamayan kendisi. Anaokulunun önünde saatler süren ayrılma, geri dönme seansları yaşanıyor. Babasının cebinden izinsiz para alan genç adam, bundan pişmanlık duymuyor. Evden kaçıp başka bir şehre giden genç kız, döndüğünde sanki hiç yanlış bir şey yapmamış gibi ailesine çıkışıyor. Dertli baba, ‘Ben oyuncaksız büyümenin acısını hep hissettim’ diyor, ‘sonra iş kurdum, para kazandım ve gittim, ilk seferde oğluma Dubai’den iki bavul dolusu oyuncak getirdim, getirmez olaydım’. Niye diyoruz. ‘Çünkü üçüncü gün oyuncaklara ilgisini kaybetti ve bir daha da aldığım hiçbir şeyi beğenmedi, doyumsuz oldu’. Anne babalar ne yapacaklarını bilemiyor. Çocukları kurslara gitsin diye uzun saatler çalışıyor ve kurstan kursa koşan çocuklarını adeta göremeden yaşıyorlar. Çocuklar sadece televizyon seyretmek ve bilgisayarda oyun oynamak istiyor. Gençler barlara, diskolara gitmek ve günü gün etmek istiyor. Çoğu marka giymek istiyor. Bazıları emo, bazıları grunge ‘takılıyor’. ‘Eziklerden hoşlanmıyor, güçlü ve paralı görünmeyi seviyorlar. Anne babalar yorgun argın işten dönüyor. Kimsenin konuşacak takati yok. Anne babalık için artık zaman yok. O halde, aç televizyonu. Ebeveynlik, bu en güzel, en doyurucu, en tatlı, en gönüllü ve kimileyin de en çileli rol; modern dünyanın iştahlı ağzı tarafından yutulmak üzere. Batı toplumlarında doğurganlık düşüyor, anne baba olmanın fedakârlığı giderek daha katlanılmaz bulunuyor. Anne babalıkla ilgili çok şey değişiyor. Çocuklar değişiyor. Gençler değişiyor.

Günümüzde çocuk yetiştirmek giderek zorlaşıyor. Çocuğumuzu nasıl doğru yetiştireceğimiz hakkında her kafadan ayrı bir ses çıkıyor, tavsiye, nasihat ve her cinsten uzman görüşü havada uçuşuyor. Bu bilgi seli, ebeveynlerin kafasını daha fazla karıştırıyor. Anne babalar, günümüzde önceki çağlardan çok daha kaygılı. Çocuğumuzun bahçede oynamasına izin vermek aklımıza bile gelmiyor, mahalle çoktan kayıplara karıştı, sokaklar bize çok tekinsiz görünüyor. Yirmidört saat boyunca çocuklarını gözlemek isteyen, güvenlikleri konusunda adeta saplantılı bir korkuya sahip olan anne babalar, ebeveynliği de yeniden tanımlıyor. Geçmişte iyi anne babalık dediğimiz zaman, çocukları beslemek, duygusal ve sosyal açıdan gelişmelerine yardım etmek anlaşılırdı. Bugün iyi anne babalık aynı zamanda çocukların ne yaptığını yakından gözlemek anlamına geliyor. Uzmanlar çocuklarımızın hiçbir zaman güvende olmadıklarını fısıldıyorlar bize. Çocukların kolayca incinebilen zayıf yaratıklar olduğu önermesi, kuşkucu ebeveynliğin yaygınlaşmasını sağlıyor.

İnternet, televizyon ve cep telefonları çocukların ve gençlerin dünyasını bambaşka bir biçimde yoğuruyor. Çocuklar ve gençler, ekran teknolojilerinin etkisiyle hızla tüketici kimliğine doğru itiliyor. Artık reklamcılığın yeni kurbanları ve potansiyel müşterileri onlar. Psikolojide hakim görüş olan, çocukluk çağı ruhsal incinmelerinin yetişkin hayata taşınabildiği düşüncesi, anne babaların doğru ebeveynlik hakkındaki kaygılarını artırıyor. Ne yapmalılar da çocukları sağlıklı yetişkinler olsun? Çocuklarının daha iyi eğitim alması için kurstan kursa koşuşturan, evlatlarının her türlü duygusal ihtiyacı için emre amade bekleyen anne babalar; kendilerini çocuklarının her türlü ihtiyaç ve eğitimi konusunda baskı altında hissediyorlar. Artık çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına azami derecede dikkat etmesi gereken öğretmen anne babalar olmaları gerekiyor. Duyarlı, esnek anne babalar. Birbirlerini izliyor ve neyi ne kadar yaptıklarını karşılaştırıyorlar. Anne-babalık artık en rekabetçi spor dalı haline gelmiş bulunuyor. Çocukların hayatlarının çeşitli etkinliklerle tıka basa doldurulması, sadece zaman kaybı değil, aynı zamanda zararlı da. Modern zaman çocuklarına hayal kurmak ve oyun oynamak neredeyse haram edildi. Bırakalım da çocuklar, hayatlarında eksik olan şeyi yapsınlar: Çocukluğu!

Çocuğun ve çocukluğun kutsanması evimizin eşiğinde biti-veriyor bir yandan. Kendi çocuğumuz için her türlü fedakârlığı göze alan biz, başka çocuklar için en ufak bir sorumluluk hissetmeyebiliyoruz. Çocuğun zayıf ve incinebilir olduğunu söyleyen sayısız uzmanla karşılaşılıyor, ancak onun içindeki direnç ve mukavemete atıfta bulunan uzmanlar parmakla sayılıyor. Evet, çocuklar aynı zamanda büyük direnişçilerdir: Hayatın zorluklarına karşı koymakta bazen onların üstüne yoktur. Hayatın erken travmaları, sonraki yıllarda sağlanan olumlu destekle telafi edilebilir, geçmişin yaraları merhamet ve şefkatle iyileştirilebilir. Kimse çocukluğunun kurbanı değildir.

Direnç, direnebilme yeteneğinden fazlasıdır. Aynı zamanda nasıl yaşanacağını da öğrenmek demektir. Bazen bedel ödeyerek öğreniriz. Aldığımız yumruklar, bizi bir sonrakine karşı daha güçlü kılar. Hayat ve neşenin, tabir caizse ‘çantada keklik’ olmadığını, bu yüzden hayatın her anının anlam duygusunu tadarak dolu dolu yaşanması gerektiğini fark ederiz. Bunun için muhtaç olduğumuz kudret yaratılışımızda mevcuttur. Ümitle sarılırız hayata, ümitle nefes alır veririz. Beckett’nin o ünlü sözünde söylendiği gibi, ‘Bir daha dene, bir daha yenil, daha iyi yenil’. Öğrenmeyi bilirsek; engeller sıçrama tahtasına döner, kırılganlık zenginliğe, zayıflık güce, imkânsızlık imkâna inkılab eder.

Gelişimsel psikoloji ve psikopatolojinin Batı-merkezci doğasına da kısaca değinmek gerekir. Çocukluk hakkında pek çok sosyolojik çalışma yapılıyor. Batılı inançların, çocukları ve sorunlarını fazlasıyla tıbbi bir pencereden gördüğü dile getiriliyor. Öte yandan, Batı kapitalizminin aşırı özgürlük vurgusuyla çocuk ve gençleri antisosyal davranışa özendirdiği, yıllar içinde ebeveyn otoritesinin de yok olmasıyla, aile içindeki sınırların kaybolduğu tartışılıyor. Dünyanın Batılı olmayan bölgelerinde başka anne-babalık ve başka türlü çocuk yetiştirme ve sevme biçimleri mevcut. Küresel bilgi akışı Batıdan Doğuya yönelik olduğu için, Batılı normları temel alan eserlerden neyin ‘doğru’ olduğunu öğreniyoruz. Oysa dünyanın doğusunda hâlâ bir kaşını kaldırarak çocuğuna çok şey anlatabilen babalar var; kimse de bunun yanlış olduğunu iddia edemez. Farklı kültürler çocuklarını farklı biçimlerde yetiştirir ve kültürlerin birbirinden çok şey öğrendiği bir dünyada, bir tarzın diğerinden daha üstün olduğu söylenemez.

Modern toplumda çocukluğun aldığı biçim, pek çok tartışmanın konusu olagelmektedir. Özellikle uygun olmayan medya içeriğiyle çok fazla ve çok hızlı bir biçimde karşılaşmanın çocukların ruh dünyasını alt üst ettiği, çocuklara özgü yaşantıların kaybolduğu dile getirilmektedir. Anne babalar ve çocuklar arasındaki sınırlar belirsizleşmekte, çocuklar çok çabuk büyümeye zorlanmakta ve ticari çıkarların çocuklar üzerindeki etkisi artmaktadır. Medya dışındaki başka bazı toplumsal kuvvetler de ailenin aşınmasına ve nihayetinde anne babaların yeterliklerini sorgulamalarına yol açmaktadır. Anne ve baba, ahlaki kılavuzluk konusunda evdeki ekran karşısında giderek çaresiz ve güçsüz kalmaktadır.

Sözü fazla dolaştırmadan, elinizde tuttuğunuz kitaba değinmek istiyoruz. Evet, bu kitap iki ruh sağlığı çalışanının, sahadan iki insanın, dert dinleyen ve çözüm geliştirmeye çalışan iki profesyonelin yazdığı bir kitaptır ve farklı bir duyarlıkla kaleme alınmıştır. Peki, piyasada onlarca örneği varken, böyle bir kitabı okura sunmayı neden istedik? Derdimiz neydi de böyle zahmetli bir işe kalkıştık? İlk paragrafta sunduğumuz örnekler, bizi anne-babalara modern dünyada değişen anne babalıkla ilgili daha kapsamlı ve farklı bir kılavuz kitap yazmaya yönlendirdi. Bize danışan insanların sorularına aradığımız cevaplar, bu kitabın belkemiğini oluşturuyor. Çocukların birbiriyle yarışmaya itildiği, eğitim sisteminin anlamsız sınavlarla kadük hale getirildiği, çocukların dünyasının giderek ekranlar tarafından biçimlendirildiği, çocuk ve gençler arasında acımasızlığın yayıldığı bir zamanda; anne-babalara çocuk yetiştirmek adına doğru şeyler söyleyebilelim istedik. Bu kitabın temel esprisi, ‘vicdan ve merhamet sahibi, ahlaki ve duygusal zekâları yüksek, dayanışma duygusuna sahip, mütevazı ve diğerkâm çocuklar yetiştirmek için ne yapabiliriz?’ sorusuna cevap aramaktır. ‘Koruyucu Psikoloji’ başlığı altında, çocuklarımızı merhametli bir biçimde yetiştirmeye çabalarken, onları dış dünyanın saldırılarından ve getirebileceği gerginliklerden nasıl koruyacağımızı tartışıyoruz. Evet, ne yapacağız da çocuklarımıza bir yandan erdem, dürüstlük, ahlak, vicdan gibi yüksek değerleri aktarırken, öte yandan onlarla en güzel biçimde konuşmayı ve iletişim kurmayı başaracağız? Çocuklara örnek olmak ve gelişim süreçlerinde doğru bir biçimde kılavuzluk etmek için bizim yapmamız gerekenler nedir? Nasıl davranmalıyız ki çocuklarımız ruh ve mana olarak gelişme gösterebilsin?

Bugün sayısız aile çocuklarıyla sorun yaşıyor ve bu sorunlarla baş etmek için bir can simidi arıyor. Sayısız aile çocuklarıyla konuşma imkânının tıkandığını hissediyor ve yeni bir anlaşma dili bulmak için kıvranıyor. Öte yandan sayısız çocuk, yeterli bir anne babalık göremediği, ihmal edildiği veya üzerine fazla titrenerek anne-babanın narsistik heveslerinin oyuncağı haline getirildiği için, yetişkin hayatına onulmaz sorunlar taşıyor. Elinizde tuttuğunuz kitap, ebeveynliğin en temel meselesinin çocuklarımıza sağlam bir seciye ve ahlak kazandırmak olduğunu dile getiriyor. Bunun için empati, duygusal zekâ, ahlaki zekâ, vicdan ve merhamet gibi kavram ve kelimeleri sıkça telaffuz ediyor. Bütün meselemiz, önce, iyi insan yetiştirmek. Bir yanda ‘Saldım çayıra, Mevlam kayıra’ düşüncesiyle çocuklarını modern dünyanın cangılında yalnız bırakan anne-babalar, öte yanda onları sıkboğaz ederek proje çocuklara dönüştüren ve çocukluklarını yaşamalarına izin vermeyen anne-babalar. Bu kitapta üçüncü bir yol öneriyoruz. Önerdiğimiz seçenek, yeteri kadar müsamahakâr ve yeteri kadar otoriter, çocuklarına hareket serbestiyeti tanımanın yanında evlatlarının yapabilecekleri büyük yanlışları da önleyebilen dikkatli ve ilgili bir anne-babalıktır. Bu kitap, mesleki ilgileri gereği çok sayıda çocuk, genç ve onların ailelerini dinlemiş iki uzmanın ortak çabasının ürünüdür. Bu çabamız; anne-babalığa, gelişimsel psikoloji ve psikopatolojiye empati ve merhamet eksenli bir bakışın izdüşümü olarak okunursa, kendimizi mutlu sayacağız. Kitabımızı yazarken çok sayıda bilimsel ve popüler kaynağı okuduk, alanda söz sahibi çok değerli bilim adamlarının görüşlerinden yararlandık. Bu kitabın daha merhametli ve adil bir dünya için bir kandil yakması, anne-babaların sorularına cevap verebilmesi ve nihayet ebeveynlik tutumlarımızda olumlu değişikliklere yol açması, alacağımız en büyük ödül olacaktır. ‘Kalpsiz bir dünyada son sığınak’ olan aile için, bir gayret de bizden olsun istedik. Çölde bir kum tanesinin yerini değiştirebilirsek ne mutlu bize.

Prof. Dr. Kemal Sayar, Psikiyatrist Feyza Bağlan, Psikolog

Birinci Bölüm

GELİŞİME FARKLI BİR BAKIŞ AÇISI

Her insan, doğum öncesi dönemden başlayarak büyür ve gelişir.

Büyüme, bir insanın bedeninin ve iç organlarının hem boy, hem ağırlık yönünden artışının ifadesidir. Boyunun uzaması, beyninin ağırlaşması gibi.

Gelişme ise, bir insanın doğum öncesinden başlayıp ölümüne kadar geçirdiği bedensel, zihinsel, duygusal, sosyal, ahlaki bütün gelişme ve değişmeler ile cinsiyet gelişimi bakımından geçirdiği bütün değişimleri içine almaktadır. Bu gelişme, kalıtım ile çevrenin etkileşimi içinde gerçekleşir.

Bu ikili tanıma göre, her çocuk, daha doğum öncesi dönemden başlayarak, hem büyür, hem de gelişir. Çocukların büyüyüp geliştiği ortamın merkezinde anne-baba vardır. Ailenin diğer üyeleri ile yakın akraba ve dost çevresi de, bu büyüme ve gelişme ortamının unsurlarıdır. Çocuk işte bu çevre içinde kendi mizacı ve biyolojisi ile yoğrulur.

Çocuğumuz büyürken onunla beraber olan; onunla aynı evde, aynı mahallede, aynı şehirde ve hatta aynı dünyada yaşayan insanların doğrudan veya dolaylı olarak onun üzerinde etkisi vardır. Bu etkilerin bazıları içerik olarak riskli, bazıları ise koruyucudur. Çocuğumuz, bütün bu şartların karşılıklı

Burada, çocuğun gelişimi ile bu gelişimin gerçekleştiği çevre arasında basit bir neden-sonuç ilişkisi kurmak, pek de açıklayıcı değildir. Çocuğun gelişiminde, kendi mizacı ve biyolojisi ile içinde yaşadığı çevre başta olmak üzere, sosyal, biyolojik, duygusal pek çok etmenin karşılıklı etkileşimi söz konusudur. Bütün bu etmenler, zaman zaman kesişen yollara ya etkileşimini kendi kişiğilinde ne şekilde yoğurup yorumladığına bağlı olarak, karşılaştığı durumlara uyum sağlar veya da birbirine bağlı ağaç dallarına benzer. Yer yer çakışır, sonra yine pek çok yola ayrışır. Dolayısıyla, bir yola girilmişse geri dönüş imkânı ortadan kalkmış değildir. Tam aksine, eğer bu yolun uygun olmadığı görülmüşse yeni bir yolu deneyebilme imkânı her zaman vardır.

Bebeklikten başlayarak insanın gelişim süreci, zihinsel ve duygusal anlamda kişinin faal halde olduğu, tecrübelerin bir anlam taşıdığı, dinamik bir süreçtir. Elbette kişinin biyolojik özellikleri tecrübe ettiği şeylere verdiği cevapları etkiler, ama buna karşılık biyolojisi de tecrübelerinden etkilenir.

Gelişimin ömür boyunca devam ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü hayatta tecrübe edilen her şey gelişimi etkilemektedir. Okul, evlilik, askerlik, iş hayatı, çocuk sahibi olmak, kariyer yapmak, hastalanmak, torun sahibi olmak, yaşadığı sürece her insanın başına gelen ve gelişimi etkileyen olayların ilk anda akla gelenleridir.

Şunu da peşinen belirtmek gerekiyor: Gelişim ve değişim, sadece temel biyolojik, psikolojik veya sosyolojik değişkenlerle açıklanamaz. Bunun yanı sıra, kişisel farklılıkların da dikkate alınması gerekmektedir.

Psikoloji bilimi, önceleri hep ruhsal hastalıklar, diğer bir deyişle ‘psikopatolojiler’ üzerinde dururdu. Ancak, yapılan araştırmalar ele alındığında, uzmanların hep hasta olan kişileri incelediği; oysa aynı şartlarda olduğu halde bir ruhsal hastalığı, yani ‘psikopatolojisi’ olmayan insanların da var olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, o kişilerin hayatları üzerinde de durulması gerektiği sonucuna varılmıştır. Böylece, ruhsal hastalığı olan kişilerle aynı süreçlerden geçtiği halde patolojisi olmayanları neyin veya nelerin koruduğu görülecek; oluşturulacak koruyucu önlemlerle daha fazla sayıda insan ruhsal hastalıklardan korunabilecek veya kurtarılabilecekti.

Madalyonun öbür tarafından bakılacak olursa: Aynı durumda bir ruhsal rahatsızlığa yakalanmadan yaşayan başkaca insanlar varken, neden bazı insanlar psikopatoloji sahibi oluyordu? Hayatlarında, onları riske atan ne gibi unsurlar vardı?

İnsanların anne-babalarında ruhsal bir problem varsa, bu, onların hayatlarında yalnızca birer risk faktörü niteliğindedir. Evvelce düşünüldüğü gibi, çocuklarının yazgısı değildir. Eğer hayatlarında bazı önemli koruyucu faktörler varsa, yaşanan zorluklara rağmen, bu faktörler onların mizaçları ve çevresel faktörlerle etkileşime geçip koruyucu nitelik kazanabilir.

Peki, aradaki bu fark nasıl ortaya çıkmaktadır? Aynı durumda olduğumuz halde, hayatımızın birbirinin zıddı yollarda ilerlemesinde hangi faktörler rol oynamaktadır?

GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Hepimizin göz ve saç rengi genlerimizde kayıtlıdır. Aynı şekilde, herhangi bir travma veya sıkıntı halinde hangi rahatsızlıklara yakalanma eğiliminde olduğumuz da genlerimizde kayıtlı haldedir. Mesela, aynı olay karşısında kimimiz kalp krizi geçirme riskine sahipken, kimimiz depresyona girebiliriz. Ancak, genlerimizde, illa ki zor bir durum sonrası kalp krizi geçirilecek veya benzeri bir durum olacak diye kesin bir kod yazılı değildir. Bu, sadece bir risk faktörüdür. İhtimallerden yalnızca biridir. Çevreden göreceğimiz destek veya hemen peşi sıra yaşanacak güzel bir olay ya da ona yüklediğimiz anlam, bizi tamamen farklı bir yola da yönlendirebilir.

Genlerimiz ve çevresel faktörler, birbiriyle sürekli etkileşim halindedir ve hayat serüvenimizde neredeyse eşite yakın öneme sahiptir. Tabii burada hayata bakış açımız, mizacımız, yetiştiriliş tarzımız, kendimizi kontrol yeteneğimizin düzeyi de önemlidir.

Beynimizde iletişimi sağlayan küçük hücreler vardır. Bunlara nöron denir ve nöronlar balık ağı gibi beynimizde yayılmışlardır. Fakat yayılma yönleri önceden tam olarak kestirilememektedir.

Bir örnekle açıklayalım: Her kız çocuğu anne ve babasından birer X-kromozomu alır ve bunlardan sadece bir tanesi işlevsel olarak aktifleşir. Diğerinin ise tabiri caizse şalteri kapatılır. Aktifleşenin hangisi olacağını önceden bilemeyiz. 1993’te Molenaar ve arkadaşları, ‘Üçüncü Kuvvet’ diye adlandırılan, sırrını çözemediğimiz gizli bir kuvvetin bunu belirlediğini söylediler. ‘Üçüncü Kuvvet,’ genetik ve çevresel faktörler haricinde bir kuvvet demektir.

Bebek bekleyen bir anneyi düşünelim. Bu anne, annelikle ve bebekle başa çıkamayacağı önyargısına sahip olsun. Yahut, hakikaten kontrol edemeyeceği yoğun bir strese maruz kalsın. Bu durumda, bebeğin dünyaya geldiğinde zorluklarla başa çıkabilmesi için gerekli biyolojik desteği çeşitli hormonlar salgılayarak sağlayacak olan özel hormon bezleri (HPA-axis: hipotalamik-pituitary-adrenal ekseni), daha çocuk annesinin karnındayken strese maruz kalır. Böylece bu sistem çocuk dünyaya gelmeden kendi düzenini kurar. Çocuk doğum sonrası hayatında zorluklarla karşılaştığında, bu özel hormon bezleri yeni durumlara uyum sağlamada muhtemelen zorlanır. Burada risk, bebeğin anne karnındayken annenin stres hormonlarına maruz kalmasında değildir; dışarıdaki ortama ve şartlara cevap vermek zorunda kalmasındadır.

Eğer bir sorunla karşılaştığımızda, olan oldu, artık yapılacak bir şey yok diye düşünürsek ilerleme kaydedemeyiz. Uzmanların çocuğun gelişiminde en önemli dönem olarak belirlediği 0-6 yaş aralığı geride bırakılmış olsa bile, çocuk nerede ne yapacağını bilen, azimli, tutarlı, sevgi dolu bir anne-baba tarafından yetiştirilmeye devam edildiği ve gerektiğinde uygun tıbbi/psikolojik destek sağlandığı takdirde, ‘geri dönüşsüz’ gibi görülen bu durumlar pekâlâ iyileştirilebilir veya daha iyi bir duruma getirilebilir.

Son olarak şunu da belirtelim: Erken dönemde maruz kalınan bir risk, şu an hayatımızda başka herhangi bir risk yoksa, uzun vadede herhangi bir probleme neden olmaz. Çünkü gelişim bir bütündür ve ömür boyu devam eder.Evlilik, askerlik, çocuk yetiştirme gibi hayatımızın temel faaliyetlerine uyum sağlama derecemiz, belki de çocukluğumuzda yaşadığımız riskler kadar önemlidir. Bunlara uyum sağlamada yaşadığımız yoğun stres ve uyum problemleri ise, eski riskleri de tetikleyip belli başlı sorunlara yol açabilir.

Sonuç olarak, küçük yaşta yaşanan tecrübelerin uzun vadede ne kadar veya nereye kadar etkili olduğu konusunda tam bir bilgimiz mevcut değildir. Ama şurası kesin olarak bilinmektedir: Maruz kaldığımız ve hayatımızda mutlaka etkisinin olduğunu öngördüğümüz olumsuz olaylar var olsa bile, elimizde onların etkilerini en aza indirebilecek imkânlar da mevcuttur. Bunların başında Sevgiye Dayalı, Hoşgörülü, Destekleyici ve Sınırları Belli bir aileye sahip olmak gelmektedir.

Çevrede olup biteni okuyabilmek ve sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek, hem kendimizin hem de çocuğumuzun ruh sağlığı açısından oldukça önemlidir. Çünkü tutum ve davranışlarımızı ona göre düzenler ve belirleriz. Olup biteni, başımıza gelenleri ilk andaki görünür özelliklerine göre etiketlemek, buna göre mutluluk veya hüzün uçlarında yaşamak çok da yapıcı sonuçlar doğurmaz. Yani hayatı sadece 0 ile 100 sayılarından ibaret görmemek, aradaki sayıların varlığını da fark etmek önemlidir. Bunu görmek, hayatımızda endişe-umut dengesini kurabilmemizi sağlayacak, yaşanmış sorunlar da bu sayede daha az yıpratıcı olacaktır.

Bir kez daha vurgulayalım: İnsanın ömrü boyunca, biyolojik, sosyal ve duygusal gelişimi gibi, kişilik gelişimi de devam eder. Bu süreçte sağlıklı bir kişilik gelişimine sahip olmanın, hayatın içinde karşılaşılan zorluklarla başa çıkabilmenin olmazsa olmazı, ‘duygu, düşünce ve dürtülerini kontrol edebilme yeteneği’nin gelişmiş olmasıdır.

Bu nasıl sağlanabilir diye soruyorsanız, cevabı bir sonraki bölümde beraberce arayalım.

BİREYSEL KORUYUCU FAKTÖRLER

Bir araştırmada, Amerika’nın çeşitli eyaletlerinden AngloSakson, Avrupa, Afrika, Latin ve Asya kökenli 1000’den fazla çocuk incelenmiş. Bu çocuklar okul öncesi çağlardan başlayarak, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve orta yaş dönemlerinde düzenli olarak takip edilip testlerden geçirilmiş ve gözlemlenmiş. Sonuçta, bir insanın sağlıklı bir ruh yapısına sahip olması yolunda hem koruyucu faktörler, hem de risk faktörleri belirlenmiş. Görülmüş ki, bu koruyucu faktörlerin bir kısmı insanın kendisinde, bir kısmı ise aile ve toplumun desteğinde saklı.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Ahmet Gülüm – Dikkat Yazılı Var

Editor

Aslında Giden Erkek Yoktur

Editor

Evlenmeden Önce

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası