Roman (Yabancı)

Kül ve Ateş

kul ve ates 5ed4335b35c64Klasik İngiliz Edebiyatı’nın en önemli kadın yazarlarından Jane Austen’in daha sonraki romanlarına bir ilk adım ve anahtar olarak değerlendirilen ilk eseri Kül ve Ateş (Sense and Sensibility), iki kız kardeşin aşk ve evlenme serüvenlerini konu alır.

Kardeşlerden Marianne tutkularını bastırmak istemeyen, duygularını başıboş bırakmayı seçen (ve bu yüzden de başı dertten kurtulmayan) taşkın mizacıyla tam bir Romantik Çağ kişisidir ve başlıktaki “ateş”i temsil eder. Duygularını aklıyla dengelemeyi seçen ablası Elinor ise, yaşamda kişiye zararlı olmaya başlayan tutku ve heyecanların üzerine serpilmesi gereken sağduyu, irade ve mantık “kül”ünü simgeler.

Jane Austen onların başından geçen acı tatlı olayları keskin görüşü, ince mizahı ve sürükleyici üslubuyla anlatırken alaycılığının oklarını toplumdaki ikiyüzlülük, bencillik, samimiyetsizlik ve boş özentilere yöneltir; ama gerçek sevgi ve dostluklara, vefa ve fedakârlıklara sevecenlikle değer vermeyi unutmaz.

Böylece, bir yandan heyecanlı aşk öykülerinin çerçevesinde insan duygularının hiç değişmeyen dökümünü verirken bir yandan da toplumun her zaman için gerçek dokusunu oluşturan insan ilişkilerinin doğru ve yanlışlarını sergiler.

***

Birinci Bölüm

Dashwood’lar Sussex’in köklü ailelerindendi. Geniş mülklerinin orta yerindeki Norland Park malikânesinde yaşıyorlardı. Bu konakta kaç kuşaktan beri öyle dürüst ve kendi halinde bir yaşam sürdürmüşlerdi ki, çevrelerindeki bütün tanıdıkların saygısını kazanmışlardı. Konağın son sahibi bekâr bir adamdı. Çok ileri bir yaşa kadar yaşadı. Uzun yıllar ona kız kardeşi can yoldaşlığı ederek evini çekip çevirdi. Gelgelelim bu hanım, ağabeyinden on yıl önce ölünce ihtiyar Bay Dashwood’un evinde büyük bir değişim yaşandı. Bay Dashwood, kız kardeşinin boş bıraktığı yeri doldurmak için evine yasal mirasçısı ve yeğeni olan Bay Henry Dashwood’u çağırdı ve kabul etti.

Yeğeniyle gelininin ve onların çocuklarının arasında ihtiyar Bay Dashwood’un son yılları pek rahat geçti. Yaşlı beyefendi onlara bağlandıkça bağlanıyordu. Henry Dashwood’la karısının ona karşı gösterdikleri sürekli saygı ve sevgi çıkarcılıktan değil iyi yüreklilikten kaynaklanıyor ve çocukların neşesi de ihtiyarın yaşamına renk ve lezzet katıyordu.

Yeğeni Henry Dashwood’un, bundan önceki evliliğinden olma bir oğlu, şimdiki karısından da üç kızı vardı. Aklı başında, efendi bir genç olan bu oğul, zengin bir kadın olan annesinden büyük bir mirasa konmuştu. Kendi yaptığı evlilik de servetini artırmaya yaramıştı.

Bu yüzden, Norland Park mülkünün mirasçısı olmak onun gözünde üvey kız kardeşlerinin gözündeki kadar önemli olamazdı. Çünkü bu üç kızın başkaca pek bir gelirleri yoktu. Anneleri zengin değildi. Babaları Henry Dashwood’un yıllık geliri yedi bin altından ibaretti. Çünkü ilk karısı servetinin çoğunluğunu oğluna bırakmış; Henry Dashwood’a yalnızca bu yılda yedi binlik faiz gelir olarak kalmıştı.

İhtiyar Bay Dashwood oldü. Vasiyetnamesi okundu ve hemen hemen bütün vasiyetler gibi, geride bıraktıklarına hem sevinç hem üzüntü verdi. İhtiyar Bay Dashwood, yeğeni Henry Dashwood’u mirasından yoksun bırakacak kadar ne adaletsizdi ne de nankör. Gelgelelım ileri sürdüğü şartlar bağışı yarı yarıya değerden düşürecek nitelikteydi. Henry Dashwood bu mülkü kendisi ve oğlu adına değil de ikinci karısı ve ondan olma üç kızı adına istiyordu. Ne var ki mirasın özü oğluna ve dört yaşında bir çocuk olan onun oğluna bırakılmıştı. Henry, kendine en yakın olan ve geleceklerinin güvenlik altına alınması en çok gereken karısı ve kızlarının çıkarı için herhangi bir şey yapmak, mesela mülkün bir parçasını satabilmek hakkına sahip değildi. Mirasın tümü, arada bir ana ve babasıyla birlikte Norland’a geldiği zamanlar iki-üç yaşlarındaki çocukların olağan silahlarıyla, yani o yarım yarım konuşmaları, ille kendi dediğini yaptırtmak için direnmeleri, türlü maskaralıkları ve gürültü patırtısıyla büyük amcasının öyle bir gönlünü çalmıştı ki adamcağız, onu, yıllardır kendisine bakan gelini ve üç kızından daha üstün tutmuştu. Gene de bu üç kızı unutmuş değildi. Onlara sevgisinin bir sembolü olarak yılda biner altınlık gelir bağlamıştı.

Henry Dashwood’un uğradığı hayal kırıklığı önce pek şiddetli oldu. Ne var ki yaradılıştan neşeli ve iyimserdi. Daha uzun yıllar yaşayabileceğini ve parasını hesaplı harcarsa bir köşeye hatırı sayılır bir şeyler ayırabileceğini umuyordu.

Yazık ki Norland’ın başında yalnızca on iki ay kalabildi. Amcasından bir yıl sonra o da öteki dünyaya göçtü ve karısıyla üç kızına, büyük amcalarının mirasıyla birlikte topu topu on bin altınlık bir gelir kaldı.

Henry Dashwood’un durumunun tehlikeli olduğu anlaşılır anlaşılmaz oğluna haber salındı. Bay Dashwood da son gücü ve ısrarıyla karısını ve üç kızını ona emanet etti.

Genç John Dashwood üvey kız kardeşlerinin ateşli ve derin duygularına sahip değildi. Gene de ölüm yatağındaki babasının ricaları onu etkiledi ve genç adam üvey anasıyla kızlarının rahatını sağlamak için elinden geleni yapacağına söz verdi.

Sonra onlara, mantık çerçevesi içinde, nasıl yardım edebileceğini enine boyuna hesaplamaya girişti.

John Dashwood kötü huylu bir genç değildi: meğerki biraz soğuk, biraz da bencil olmak kötü huyluluk sayılsın. Genç adam genellikle beğenilir ve sayılırdı; çünkü gündelik işlerini dürüst olarak, yollu yolunca yürütürdü. Daha iyi huylu bir kadınla evlenmiş olsa belki çevresinde daha çok saygı uyandırırdı. Hatta belki kendisi de daha iyi bir insan olurdu, çünkü evlendiğinde yaşı çok küçüktü ve karısını da çok seviyordu.

Yazık ki Bayan John Dashwood kocasının kötü yanlarının abartılmış bir karikatürü gibiydi; ondan çok daha dar görüşlü ve bencildi.

John Dashwood, babasının dilediği sözü verdiği zaman, kendi kendine, üvey kız kardeşlerinin gelirini biner altınlık bir bağışla artırmayı düşünmüştü. Bunu gerçekten göze alabiliyordu. Şimdiki gelirinin üstüne ek olarak yılda bir dört bin altına daha konmuş olmak onu keyiflendiriyor ve genç adam cömertlik edebileceğini duşünüyordu. Evet, evet, binerden üç bin altın bağlayacaktı üvey kız kardeşlerine. Eli açık, insanca davranacaktı. Bu para kızları rahata kavuşturmaya yeterdi de artardı bile. Üç bin altın! Kendisi bu parayı kolayca ayırabilirdi… John Dashwood bütün gün ve daha birçok günler bunu düşündü ve bu kararı verdiğine hiç pişman olmadı…

Bay Henry Dashwood’un cenaze töreni biter bitmez Bayan John Dashwood, üvey kayınvalidesine hiç haber göndermeden, çocuğu ve hizmetçileriyle Norland Park’a geldi. Buna hakkı olduğu tartışılamazdı. Henry Dashwood öldüğü anda konak oğlunun malı olup çıkmıştı. Gene de bu, gelin hanımın hareketindeki kabalığı büsbütün vurgulamaya yarıyordu. Bayan Henry Dashwood’un yerinde kim olsa gelinin böyle çıkıp gelişini hoşnutsuzlukla karşılardı ya; Bayan Henry öylesine onurlu, asil ruhlu ve cömertti ki, bu çeşit kabalıklar, kim tarafından ve kime karşı yapılmış olursa olsun onu şiddetle tiksindirirdi. Bayan John Dashwood kocasının üvey anası ve üvey kız kardeşlerinin arasında hiçbir zaman pek sevilip tutulmamıştı. Gene de onun, çevresindekilerinin duygu ve rahatlarını bu denli hiçe sayabileceğini ancak şimdi anlıyorlardı.

Bayan Henry Dashwood gelininin kabalığına öylesine alınmış ve bu yüzden genç kadına öylesine gücenmışti ki, o gelir gelmez konaktan temelli çıktp gidecekti ya, en büyük kızı yalvarıp yakararak bunun yakışık almayacağını onun kafasına soktu. Kadıncağız üç kızını canı gibi sevdiğinden, onlann hatırı için şimdilik konakta kalmaya ve üvey oğluyla bozuşmamaya karar verdi.

Annesine bu denli sözünü geçirebilen en büyük kız, Elinor, öyle ince görüşlü, düşünceli, aklı başında bir kızdı ki henüz on dokuz yaşında olmasına karşın annesine akıl hocalığı ederdi. Annesinin çoğu zaman heyecana kapılarak olmayacak işler yapmasını önler ve böylelikle bütün aileye yararı dokunurdu. Elinor iyi yürekli bir kızdı. Çevresindekileri çok severdi ve duyguları da derindi. Ne var ki genç kız duygularını baskı altında tutmasını biliyordu ki; bu, annesinin henüz öğrenemediği ve kız kardeşlerinden hiç değilse bir tanesinin sanki ömür boyu öğrenmemeye niyetli olduğu bir dersti.

Bu ortanca kız kardeş, Marianne, birçok bakımdan, hemen hemen Elinor kadar akıllı ve anlayışlı olmakla birlikte duygularına kendini fazlasıyla kaptırırdı. Ne sevinçli ne de kederli olduğu zamanlarda orta yolu izleyebilirdi. Cömert, uysal, zeki, oyalayıcı, kısacası, ölçülü olmaktan başka her şeydi. Annesiyle arasındaki benzerlik göze çarpacak kadar belirgindi.

Elinor ortanca kız kardeşinin aşırı duyarlığını gördükçe tasalanıyordu. Anneleriyse bu aşırılığı pek beğeniyor ve destekliyordu. Ana-kız şimdi birbirlerinin ölüm olayı karşısında duyduklan acıyı körükleyip duruyorlardı. Başlangıçta ister istemez onlan ezmiş olan kederi şimdi kendileri isteyerek tekrar tekrar tazeliyorlardı. Kendilerini üzüntüye kaptırıp koyuveriyorlar, acılarını depreştirecek anı ve düşüncelere dört elle sarılarak, bir gün gelip avunabileceklerini hiçbir zaman kabul etmiyorlardı.

Elinor’un da acısı derindi elbet. Ne var ki o, bununla çarpışıyor, gündelik işleri yürütmek için çaba gösterebiliyordu. Üvey ağabeyiyle konuşan, yengesini karşılayan o oldu. Annesinin de biraz metin olup aynı şekilde davranabilmesini sağlamak için uğraşıyordu.

En küçükleri olan on üçündeki Margaret iyi huylu, güler yüzlü bir çocuktu. Ne var ki Marianne kadar akıllı olmamasına karşın onun romantikliğini daha şimdiden kapmıştı ve büyüdüğünde Elinor kadar parlak olacağı pek umulamazdı.

İkinci Bölüm

Bayan John Dashwood, Norland Park’a evin hanımefendisi olarak yerleşmişti artık. Üvey kaynanayla görümceler de birer konuk mevkiine düşmüşlerdi. Gene de birer konuk olarak saygı görüyorlardı. John Dashwood da onlara, kendisi, karısı ve çocuğu dışında herhangi bir kimseye gösterebileceği oranda yakınlık gösteriyordu. Hatıa Norland’ı kendi evleri saymaları için onlara oldukça candan ısrarlarda bulundu. O dolaylarda uygun bir ev buluncaya kadar konakta kalmak da Bayan Henry Dashwood’un işine geleceği için, John’un çağrısı olumlu karşılandı.

Her şeyin aklına eski mutlulukları getirdiği bir yerde kalmak tam Bayan Henry’ye göreydi! Kendisi sevinçli zamanlarda herkesten çok neşeli olurdu; mutluluğun da er geç geleceğine katıksız bir iyimserlikle inanırdı; ki bu, mutluluğun ta kendisidir. Gel gör ki üzüntülü olduğu zamanlarda da aynı aşırılığa kaçmakta direnirdi. Sevinci nasıl katıksızsa, kederi de öylesine avuntusuz olmalıydı…

Bayan John’a gelince, bu hanım, kocasının üvey kız kardeşlerine yapmayı tasarladığı yardımı hiç de yerinde bulmamıştı. Kendi biricik oğullarının servetinden üç bin altın almak demek, oğlancığı tamtakır bırakmakla birdi. Bayan John bu meseleyi yeni baştan düşünüp tartsın diye kocasına yalvardı. Kendi çocuğundan, hem de tek çocuğundan böyle büyük bir para çalmak sorumluluğunu nasıl üstüne alabilecekti? Onun yalnızca üvey akrabası olan (ki Bayan John bunu hiç akrabalıktan saymıyordu) Dashwood kardeşlerin ondan bu denli büyük bir cömertlik ummaya ne hakları vardı? Bir adamın ayrı evliliklerden olma çocuklarının birbirlerini hiç sevmedikleri herkesçe bilinen bir gerçekti. Öyleyse John bütün parasını üvey kardeşlerine vererek kendisini ve zavallı Henryciği batırmakta neden direniyordu?

John Dashwood, “Babamın son isteği bu oldu,” diye karşılık verdi. “Karısıyla kızlarına kol kanat gereyim istiyordu.”

“Bana kalırsa ne dediğini bilmiyormuş; sayıklıyormuş. Aklı başında olaydı, senden servetinin yansını kendi öz çocuğundan çalmanı istemezdi elbet.”

“Fannyciğim, babam belirli bir miktar söylemedi ki! Yalnızca genel olarak benden onlara yardım etmemi, onların durumlarını elimden geldiği kadar düzeltmemi istedi. Bu konuyu hiç açmayıp bütünüyle bana bırakaydı belki daha iyi olurdu. Kız kardeşlerimi ortada bırakacak değildim a! Ne var ki babam benden söz istediğine göre söz vermemek elimde değildi. Daha doğrusu o anda bana öyle geldi. Böylece söz vermiş oldum; verince de tutman gerek. Norland’dan ayrılıp yeni bir eve yerleştikleri zaman onlara bir yardımda bulunmak zorundayım.”

“Canım, yardım etme diyen yok ki sana; yalnız bu yardımın ille üç bin altın olması zorunla değil a!” Sonra Fanny Dashwood, “Şunu düşün, kocacığım,” diye ekledi. “Bu para bir kez elinden çıktı mı bir daha geri gelmez. Kız kardeşlerin elbet evlenecekler; paraları da temelli kocalarına, kendi çocuklarına geçecek. Yok, sonunda bizim yavrumuza dönüp geleceğini bilsem…”

John Dashwood, düşünceli, “Çok doğru, o zaman durumlar değişirdi,” dedi. “Bir gün gelip Harry kınayabilir, böyle bir paranın başka yere verilmiş olmasını. Öyle ya, sözgelişi evlenir de çok sayıda çocuğu olursa bu parayı arayabilir.”

“Elbet arar ya!”

“Öyleyse bunun yarısını vermek belki de herkes için daha hayırlı olur. Beşer yüz altın da kızların elini adamakıllı genişletir.”

“Buna ne şüphe! Söyle bana, hangi ağabey, kız kardeşlerine (öz be öz kardeş bile olsa) bunun yarısı kadar bir bağışta bulunur? Bunlar da ne olsa üvey! Ama senin gönlün öyle zengin ki!”

Kocası, “Cimrilik etmek istemem,” dedi. “Böyle durumlarda gereğinden daha az vermektense biraz çok vermek yeğdir. Hiç olmazsa kimse beni cimrilikle suçlayamaz. Başta kız kardeşlerim. Öyle ya, bundan daha fazlasını umamazlar ki benden!”

Fanny, “Onların neler umduklarını artık Tanrı bilir!” dedi “Ne var ki biz, onların umduklarını değil, senin onlara ne kadar bir şey ayırabileceğini düşüneceğiz.”

“Elbette, ben de onların her birine beşer yüz altın ayırabileceğimi sanıyorum. Zaten ben hiçbir şey vermesem de analarının ölümü üzerine ellerine üçer bin altının üstünde para geçecek. Bir genç kız için güzel bir para doğrusu.”

“Elbet güzel ya! Bana sorarsan onlara ayrıca para vermenin hiç gereği yok. Anaları ölünce on bin altını aralarında bölüşecekler. Evlendikleri zaman da paralı kocalar

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Mezarcı

Editor

Eylül’ü Beş Geçe

Editor

Görünmez Kentler

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası