Thomas bir asansörde uyandığında hatırlayabildiği tek şey ismidir. Ailesini, evini veya oraya nasıl geldiğini anımsamamaktadır. Zihni bomboştur. Asansörün kapıları açıldığında Thomas kendini Kayran isimli, devasa taş duvarlarla çevrili geniş bir alanda ve burada yaşayan çocukların arasında bulur. Tıpkı Thomas gibi Kayranlılar da oraya neden ve nasıl geldiklerini bilmemektedir. Tek bildikleri çevrelerini saran labirente çıkan taş kapıların her sabah açılıp her akşam kapandığı ve her otuz günde bir aralarına yeni bir çocuk katıldığıdır. Kimse Kayranda kalmak istemese de kurtulmak imkânsız görünmektedir. Yine de Thomasın içinde bir his, çıkış yolu bulabileceğini söylemektedir. Ama bunun için zihninin derinlerinde yatan sırları açığa çıkararak labirentin gizemini çözmesi gerekecektir.
“Açlık Oyunları gibi distopik hikâyeleri sevenler Thomasla birlikte Kayranda maceraya sürüklenecekler.”
-School Library Journal-
“Dashner gizemli, kışkırtıcı, yaratıcı ve sürükleyici bir romanla karşımızda.”
-Barnes&Noble-
“Akıcı anlatımı, akla gelen sayısız soruyu adım adım cevaplaması ve bitmek bilmeyen gerilimiyle Dashnerın sürükleyici macerası kaçınılmaz sona doğru ilerlerken sizi merak içinde bırakacak.”
-Publishers Weekly-
“Dashner hikâyeyi ustalıkla kaleme alarak inanılmazı gerçekçi kılmayı başarıyor. Elinizden bırakamayacak ve devamında neler olduğunu öğrenmek için sabırsızlanacaksınız.”
-Kirkus Reviews-
“Sayfalar boyunca bir tehlikeden diğerine sürüklenirken kitabı elinizden bırakamayacaksınız.”
-Kiss The Book-
***
1. BÖLÜM
Yeni hayatına soğuk, karanlık, tozlu ve boğuk bir havayla çevrilmiş şekilde başladı. Ayağa kalktı.
Metal metale sürtündü; zemin sarsıldı. Bu ani hareket üzerine yere düştü, el ve ayaklarının üzerinde geri geri gitti. Soğuğa rağmen terden alnı ıslanmıştı. Sırtı metal duvara değdi; odanın köşesine varana dek duvar kenarından ilerledi. Oturup bacaklarım kendine doğru iyice çekti ve gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi.
İkinci bir sarsılmayla oda, maden tünelindeki eski bir asansör gibi yükselmeye başladı.
Eski bir çelik fabrikasındakilere benzeyen zincir ve makaraların sesleri odada yankılanıyor, tiz sesler çıkarıyordu. Karanlık asansör yukarı çıkarken sağa sola sallandıkça çocuğun midesi bulanıyor, yanmış yağ kokusuna benzer bir koku tüm duyularını ele geçiriyor ve daha kötü hissetmesine neden oluyordu. Ağlamak istiyordu ama gözyaşları dökülmüyordu; tek yapabildiği orada tek başına öylece oturmak ve beklemekti.
Adım Thomas, diye düşündü.
Bu… bu, hayatıyla ilgili hatırlayabildiği tek şeydi.
Buna bir anlam veremiyordu. Nerede olduğunu ve içinde bulunduğu durumu düşünürken beyni kusursuz bir şekilde çalışıyordu Dünyayla ilgili detaylar ve anılar, bilgiler, olgular ve görüntüler zihnine akın etti… Ağaçların üzerindeki karı, ağaçlıklı bir yolda koşmayı, hamburger yemeyi, çimenlerin üzerine yansıyan soluk ay ışığını, kalabalık şehir meydanındaki insanların işlerine koşturmalarını kafasında canlandırabiliyordu.
Ama nereden geldiğini, bu karanlık asansöre nasıl girdiğini ya da ailesini hatırlamıyordu. Soyadını bile bilmiyordu. Zihninde bazı insan figürleri beliriyordu fakat yüzleri bulanıktı. Tanıdığı tek bir kişiyi ya da bir sohbeti bile anımsayamıyordu.
Oda sallanarak yukarı çıkmaya devam etti. Thomas, onu yukarı çeken zincirlerin bitmek bilmeyen tıkırtısına alışmıştı artık. Uzunca bir süre geçti. Dakikalar saate dönüştü. Tabii tam olarak ne kadar zaman geçtiğini bilmesi imkânsızdı çünkü her saniye sonsuzluk gibi geliyordu. Hayır. Bundan daha akıllıydı. İçgüdülerine dayanarak, neredeyse yarım saattir hareket halinde olduğundan emindi.
Garip bir şekilde korkusu, rüzgâra kapılmış sinekler gibi dağıldı ve yerini derin bir merak aldı. Nerede olduğunu ve neler olup bittiğini bilmek istiyordu.
Oda gürültülü bir şekilde durdu, bu ani hareketle Thomas büzüştüğü köşeden birden sert zemine yapıştı. Ayağa kalkarken oda giderek daha az sallanmaya başlamıştı ve sonunda durdu. Sessizlik çöktü.
Bir dakika geçti, iki dakika. Ne tarafa baksa görebildiği tek şey karanlıktı. Duvarlar boyunca bir çıkış bulma ümidiyle ilerledi fakat soğuk metal dışında bir şey yoktu. Hayal kırıklığıyla homurdanınca sesi bir hayaletinki gibi odada yankılandı ve yeniden sessizliğe büründü. Bağırdı, yardım istedi, duvarları yumrukladı.
Hiçbir şey olmadı.
Tekrar köşeye büzüştü, kollarını vücuduna doladı ve yeniden korkmaya başladı. Göğsünde endişe verici bir ürperme hissetti, sanki kalbi vücudundan kaçmak ister gibiydi.
“Biti… yardım… etsin” diye bağırdı, her kelimede âdeta boğazı parçalanıyordu.
Yukarıdan bir gürültü kopunca korkarak nefesini tuttu. Odanın tavanından ince bir çizgi halinde yayılan ışığın gittikçe genişlemesini izledi. Gıcırdama sesi, sürgülü kapıların açıldığım gösteriyordu. Karanlıkta geçirdiği o kadar uzun sürenin ardından ışık gözlerini aldı; başını çevirdi ve elleriyle yüzünü kapattı.
Yukarıdan sesler geliyordu; insan sesleri. Korkudan göğsü sıkıştı. “Şu çıkıntıya bakın.”
“Kaç yaşında?”
‘Tam bir lülekafa.”
“Senden iyi lülekafa mı olur, pislik.”
“Dostum, aşağısı ayak gibi kokuyor!”
‘Tek yönlü seyahatinden memnun kalmışındır umarım, çaylak.” “Geri dönüş yok, kardeşim.”
Thomas’ın kafası karıştı ve panikledi. Sesler garipti, yankılanıyordu ve kullandıkları bazı kelimeler çok tuhaftı. Gözlerini kısıp ışığa ve yukarıda konuşanlara baktı. Başta tek görebildiği hareket eden gölgelerdi fakat sonra insan figürlerini görebildi, tavandaki delikten aşağı bakıp onu gösteriyorlardı.
Ardından kameranın objektifi odaklanmış gibi, yüzlerini net bir şekilde gördü. Hepsi oğlandı; bazıları daha küçük, bazıları biraz daha büyük. Thomas ne beklediğini bilmiyordu ama onları görmek kafasını iyice karıştırmıştı. Hepsi gençti. Çocuklardı. Korkusu biraz olsun geçti ama kalbi hâlâ hızla çarpmaya devam ediyordu.
Biri, ucunda büyük bir halka olan bir halat uzattı. Thomas önce tereddüt etti fakat sonra sağ ayağıyla halkaya bastı ve yukarı çekilirken halata sıkıca tutundu. Yukarıdan bir sürü el uzandı ve onu kıyafetlerinden tutup çektiler. Thomas kendini girdapta gibi hissetti; etrafındaki yüzler, renkler ve ışık, hepsi karmakarışıktı. Bir duygu Artması boğazında düğümlendi; bağırmak, ağlamak, kusmak istiyordu. Çocuklar sessiz bir şekilde onu karanlık kutunun dışına çekerken içlerinden biri konuştu. Ve Thomas o sözleri asla unutmayacağını biliyordu.
“Tanıştığımıza memnun oldum,çaylak,” dedi çocuk “Kayrana hoş geldin.”
2. BÖLÜM
Thomas ayağa kalkıp üzerindeki toz silkeleninceye kadar etrafında yardım için toplananlar ondan uzaklaşmadı. Işıktan gözleri kamaşınca sendeledi. Meraktan ölüyordu ama çevresindekilere dikkatlice bakacak kadar iyi hissetmiyordu. Başım çevirip etrafını incelerken çocuklar hiçbir şey demedi.
Etrafında yavaşça dönerken diğer çocuklar ona bakıp sırıtıyorlardı; bazıları uzanıp onu parmaklarıyla dürttüler. En az elli kişi vardı, sanki sabahtan beri çalışıyorlarmış gibi kıyafetleri kirli ve terliydi. Farklı ırklardandı, görünüşleri birbirlerinden farklıydı. Thomas’ın birden başı döndü, gözlerim çocuklarda ve kendini içinde bulduğu bu garip yerde gezdiriyordu.
Birkaç futbol sahası büyüklüğünde, geniş bir alanda duruyorlardı. Etraflarında dört tane devasa büyüklükte, üzerleri sarmaşıklarla kaplanmış gri taş duvar vardı. Duvarlar onlarca metre yükseldikteydi ve etraflarında tam bir kare şeklim oluşturmuşlardı. Hepsinin de tam ortasında bir aralık vardı ve Thomas’ın görebildiği kadarıyla uzun geçitler ve yollara açılıyorlardı.
“Şu çaylağa bakın,” dedi biri, Thomas kimin söylediğini göremedi “Duvarlara bakacağım diye boynunu kıracak.” Birkaç çocuk güldü.
“Kapa gaganı, Gally,” diye karşılık verdi daha kalın bir ses.
Thomas dikkatini yemden etrafındaki yabancılara verdi. Berbat gözüküyor olmalıydı, sanki uyuşturulmuş gibiydi. Uzun boylu, sarışın, keskin hatları olan bir çocuk ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Ayaklanılın üzerinde sallanan, kısa boylu, tıknaz bir çocuk ise gözlerini kocaman açmış Thomas’ı inceliyordu. Gömleğinin kıvrılan kollarından pazuları görünen Asyalı bir çocuk Thomas’a bakarken kollarını kavuşturmuştu. Onu karşılayan esmer çocuk kaşlarım çatmıştı.
“Neredeyim ben?” diye sordu Thomas ve sesini ilk kez duyunca şaşırdı. Değişik gelmişti, beklediğinden daha yüksekti.
“Kötü bir yerdesin,” dedi esmer çocuk “O yüzden sakin olmaya bak”
“Hangi liderle olacak?” diye bağırdı arkadan biri.
“Söyledim ya sana, sersem,” diye karşılık verdi tiz bir ses. ‘Tam bir pislik o yüzden hiç şüphesiz temizlikçi olacak” Çocuk dünyanın en komik esprisini yapmış gibi güldü.
Thomas bir kez daha kafasının karıştığım hissetti, konuşulanlara anlam veremiyordu. Lider. Temizlikçi. Çocuk o kadar doğal bir şekilde konuşuyordu ki sanki Thomas’ın bunları anlamaması garip bir şeydi. Hafıza kaybı Thomas’ın kelimeleri de hatırlayamamasına neden olmuş gibiydi.
Aklında ve kalbinde onu ele geçirmeye çalışan duyguların savaşı vardı. Kafa karışıldığı. Merak. Panik. Korku. Fakat hepsinin içinde en ağabasanı ümitsizlikti. Sanki onun için dünyanın sonu gelmişti, haftasındaki her şey silinmiş ve yerini berbat bir şey almıştı. Tüm bu insanlardan kaçıp saklanmak istiyordu.
Tiz sesli çocuk konuşmaya devam etti. “… bir böbreğime bahse girerim.” Thomas çocuğu hâlâ göremiyordu.
“Kapa çeneni dedim sana!” diye bağırdı esmer çocuk. “Boş boş konuşmaya devam edersen bir sonraki ara süresi yarıya inecek.”
Thomas onun, liderleri olduğunu fark etti. Herkesin boş boş kendisine bakmasından rahatsız bir halde, Kayran denen yeri incelemeye odaklandı.
Avlunun zemini iri taşlarla kaplıydı, birçoğu kırılmıştı ve aralarını uzun otlar bürümüştü. Duvarlardan birinin köşesindeki bakımsız, garip bir ahşap bina gri taşla inanılmaz bir tezat içindeydi. Etrafında birkaç ağaç vardı, kökleri yemek arayan eller gibi taş zeminden içeri girmişti. Başka bir köşedeyse Bahçeler vardı ve Thomas durduğu yerden mısır ve domates üe meyve ağaçlarını tanıyabildi.
Avlunun karşısındaki kümeslerde kuzu, domuz ve inekler vardı. Diğer köşede ağaçlık alan vardı, öndeki ağaçlar alız ve cansız gözüküyorlardı. Gökyüzü bulutsuz ve maviydi fakat Thomas açık havaya rağmen güneşi göremedi. Duvarların gölgesinden de saati ya da yönlerini anlamak imkânsızdı; sabahın erken saatleri ya da akşamüzeri olabilirdi. Sakinleşmek için derin bir nefes alınca bir sürü kokuya maruz kaldı. Gübre, çam, çürümüş bir şey ve tatlı bir şeyin kokusu. Bir şekilde bunun çiftlik kokusu olduğunu biliyordu.
Thomas onu esir alanlara baktı. Kendini garip hissediyordu ama sormak istediği bir sürü soru vardı. Esir alanlar, diye düşündü. Ardından, Bu nereden geldi aklıma? diye sordu kendi kendine. Çocukların yüzlerine baktı, her birinin ifadesini inceleyip anlam vermeye çalıştı. Bir tanesinin gözlerindeki nefret Thomas’ı afallattı. O kadar öfkeli bakıyordu ki elinde bıçakla saldırsa Thomas buna şaşırmazdı. Saçları siyahtı ve göz göze geldiklerinde çocuk başını iki yana sallayıp arkasına döndü ve yamuk direğin yanındaki ahşap banka doğru yürüdü. Direğin ucunda renkli bir bayrak asılıydı fakat hiç rüzgâr esmediğinden bayrak dalgalanmıyordu ve üzerindeki deseni göremiyordu.
Thomas, çocuk dönüp banka oturana kadar ona baktı ve sonra hemen gözünü kaçırdı.
Aniden grubun lideri -belki on yedi yaşındaydı- bir adım öne çıktı. Üzerindeki kıyafetler gayet sıradandı: siyah bir tişört, kot pantolon, spor ayakkabı ve dijital saat. Nedense çocukların kıyafetleri Thomas’ı şaşırtmıştı: Sanki herkes hapishane kıyafetleri içinde olmalıymış gibi geliyordu. Esmer çocuğun saçları kasaydı ve yüzü tıraşlıydı. Sürekli sert sert bakması dışında korkutucu gözükmüyordu.
“Uzun hikâye, çaylak,” dedi çocuk. “Zamanla her şeyi öğreneceksin, yarın seni tura çıkaracağım. O zamana kadar… hiçbir şey kırmamaya dikkat et” Elini uzattı. “Adım Alby.” Çocuk, Thomas’ın elini sıkmasını bekledi.
Thomas bunu reddetti. İçgüdüsü tüm kontrolü ele geçirmişti, hiçbir şey söylemeden Alb/ye arkasını döndü ve gidip yalandaki bir ağacın altına oturdu. Bir kez daha paniğe kapüdı, buna dayanamıyordu. Fakat derin bir nefes aldı ve durumu kabullenmeye çalıştı. Akışına bırak, diye düşündü. Korkuya teslim olmak bir işe yaramaz.
“Anlat bana o zaman,” dedi Thomas sesinin sakin çıkmasına çalışarak. “Uzun hikâyeyi anlat.”
Alby yanındaki arkadaşlarına bakıp gözlerini devirdi ve Thomas yeniden kalabalığı inceledi. Başta tahmin ettiği gibi elli altmış kişilerdi; muhtemelen en büyüklerinden olan Alby gibi genç yetişkinler ve ergenler vardı. Thomas o anda kendisinin kaç yaşında olduğunu bilmediğini fark etti. Morali bozuldu; daha kaç yaşında olduğunu büe bilmiyordu.
“Gerçekten,” dedi cesaret gösterisini bırakıp. “Neredeyim ben?”
Alby ona doğru yürüdü ve bağdaş kurup karşısına oturdu; kalabalık da onu takip edip arkasında toplandı. Daha iyi görebilmek için başlarını uzatıyorlardı.
“Eğer korkmadıysan,” dedi Alby, “insan değilsin. Farklı davranırsan bu, senin psikopat olduğunu gösterir ve ben de seni Uçurum’dan atarım.”
“Uçurum mu?” diye sordu Thomas korkarak.
“Kes sesini,” dedi Alby gözlerini ovarak. ‘Bu konuşmaya başlamayacağız, anladın mı? Senin gibi tipleri öldürmeyiz, buna emin olabilirsin. Yalnızca öldürülmemeye, hayatta kalmaya çalış*
Alby’nin son sözlerinden sonra Thomas yüzünün iyice bembeyaz olduğunu hissetti.
“Tanrım,” dedi Alby ve ellerini kısa saçlarında gezdirirken iç geçirdi. “Bunda iyi değilim, Nick öldürüldüğünden beri gelen ilk çaylaksın.”
Thomas’ın gözleri büyüdü ve başka bir çocuk gelip şakayla karışık Alby’nin kafasına vurdu. “Lanet turu bekle, Alby,” dedi kalın sesi ve garip aksanıyla. “Çocuk daha hiçbir şey öğrenemeden kalp krizi geçirecek.” Eğildi ve elini uzattı. “Adım Newt, çaylak. Yeni mankafa liderimizin kusuruna balana lütfen.”
Thomas uzanıp çocuğun elini sıktı. Alb/den çok daha kibar birine benziyordu. Newt, Alby’den daha uzundu ama ondan bir ya da iki yaş küçük görünüyordu. Uzun, kumral saçları tişörtüne dökülüyordu. Kaslı kollarındaki damarlar belli oluyordu.
“Kes şunu, lanet olası,” diye homurdandı Alby ve Newt’i yanına çekip oturttu. “En azından söylediklerimin yarısını da olsa anlayabiliyor.” Birkaç kişi güldü ve ardından konuşmalarını daha iyi duymak için iyice yakınlaştılar.