Roman (Yerli)

Lahitteki Sır – Kızıl Kule

lahitteki sir kizil kule 5edbb06c39ece“Her varlık bir gün ölür ama kimilerinin ismi çağlar boyunca hatırlanır. Ölümsüzlüğün kapısına hoşgeldin Kayra” Birden bire gelişen sürpriz olaylarla hayatı değişen Kayra’nın Ejder Kral’la olan mücadelesi nasıl devam edecek? Kayra Duha vadisindeki köyüne geri dönebilecek mi? Lara ile karşılaşacaklar mı? Alvin ve Akil’le buluşabilecekler mi? Kızıl Kule, yazarın sürükleyici anlatımıyla fantastik severlerin ellerinden düşüremeyecekleri bir kurgu ile soluk soluğa devam ediyor.

**

İçimdekiler

Kovalama ve Kaçış / 7
Garya’danAyrılanlar/ 11
Feyl veYusfin / 16
Ejder Kral’ın Planı / 21
Gizli Hesaplar / 25
GençVeliaht / 31
Maskeli Kadın / 36
Kraliyet Makamı / 43
Kötü Bir Adam / 48
Cenaze Töreni / 54
Kralla Konuşma / 56
Lahitlere Doğru / 60
Ölümden Dönüş / 66
Sahipsiz Ev / 72
Lahitlerde Yazanlar / 75
Yeraltı Odası / 81
Gizlenmiş Gerçekler / 87
Devler Arasında / 94
Keytar’ın Dönüşü / 99
EsrarengizYabancı / 104
Kayra’nın Evi / 113
Lara’yıZiyaret /116
LanetliTepe / 122
Devlerin Lideri / 126
Halazer’denKaçış / 131
Karanlık Ruh / 137
Yol Gösteren / 143
Mağaradaki Işık / 150
Ertesi Sabah / 155
Edisla Toprakları / 162
Denizin Ötesinde / 168
Karanlıktan Gelen / 172
Karanlıkve Işık / 177
Odnar’ınKulesi / 182

Kovalama ve Kaçış

Buz gibi bir gecenin ardından nihayet sabah olmak üzereydi. Güneşin kızıllığı seyrek ağaçların dalları arasından kendini göstermeye başlamıştı. Etrafa ağır bir sessizlik hâkimdi.

Kadın, kucağında taşıdığı bebeği ile birlikte kaygan taşların üzerinden atlıyor, sürekli sağına soluna bakınarak saklanabileceği bir yer arıyordu. Güzel yüzü solgunlaşmış, susuzluktan dili damağına yapışmıştı. Bu şekilde ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Karnına bir lokma yiyecek girmeyeli neredeyse bir gün olmuş, kucağındaki yavrusunu emzirmeyi ise saatlerdir başaramamıştı.

Sağına soluna bakınarak ilerlemeye devam etti. Ölümün soğukluğunu tam olarak hissetmeye başladığı bir anda gözleri umutla ışıldadı. Arasından geçmekte olduğu kayalığın kenarındaki yeri fark etmişti. Yavrusunu ve kendisini saklayabilecek bir mağaraya benziyordu bu. Arama yapan askerler uzaklaşana kadar burada bekleyebileceğini düşünerek içeriye girdi.

İçerisi ılıktı ya da saatlerdir buz gibi bir havada yol almaktan dolayı öyle olduğunu düşünmüştü. Yere doğru eğilerek elleriyle mağaranın zeminini kontrol etti. Herhangi bir hayvana ait olmadığından emin olduktan sonra karanlığın içine doğru ilerlemeye başladı.

Göründüğünden daha derin ve her köşesi karanlık tarafından işgal edilmiş ıssız bir yerdi burası. Bir yandan eliyle duvarları yoklarken diğer yandan da ayaklarıyla zemini kontrol ediyordu. Uzun bir yolculuğun ardından dinlenebileceği bir yer bulmuş olmak az da olsa huzur vermişti ona. Kucağındaki bebeği kollarıyla daha sıkı sardı. “Kurtulacağız yavrum!”

Mağaranın duvarları oldukça nemliydi. Kadın, nefesinin daraldığını hissediyor ama dayanmaya çalışıyordu. Becerebildiği kadar mağaranın iç kısımlarına doğru yürüdükten sonra yere oturdu. Sırtını duvara yaslayarak derin derin nefes almaya çalıştı. Bugün yakalanmamayı başarabilirlerse kurtulacaklarını düşünerek kendini avuttu. Güzel düşüncelerin gezindiği zihni oldukça rahatlamıştı.

Çocuğunu emzirdi, mis gibi kokan bebeğini koynuna bastırdı ve yere, taşların üzerine kıvrıldı. İkisi de çok geçmeden uykuya teslim oldular.

Bazen insan tehlikeli olduğunu bildiği hâlde engel olamadığı şeyler yapar. Görünmeyen ama hissedilebilen bir güç tarafından âdeta yönlendirilir. Bu da öyle bir durumdu.

Uzunca bir süre sonra, duyduğu bir sesle irkilerek uyandı. Mağaradaki karanlık, gözlerine perde çekmişti. Eliyle hafifçe bebeğinin yüzünü okşadı. Yavaş yavaş ayağa kalktı. “Bunu nasıl yaptım?” diye mırıldandı. Elinde olmayarak dikkatsiz davranmıştı. Mağaranın dışından bir insana ya da başka bir canlıya ait olabilecek ayak sesleri geliyordu. İyice kulak kesildi. Nefesini bile tutmaya çalışıyordu. Ayak sesleri mağaranın içine doğru ilerlemeye başlamıştı bile. Kaçınılmaz sonun yaklaştığını düşünerek karanlığın son noktasına kadar geriledi.

Duvarları aydınlatan meşalenin ışığında büyüyen bir gölge kendilerine doğru yaklaşıyor ve ilerledikçe bir insana ait olduğu daha da belirginleşiyordu. Kadın titremeye başlamıştı, kendisine doğru atılan her adımda titremesi şiddetleniyordu. Adamın elinde oldukça büyük bir kılıç taşıdığından ve birazdan canlarını almaya kalkacağından emindi. Gölge, ilerlemeye devam ederek yanlarına kadar geldi.

“Lütfen!” dedi kadın. “Yalvarırım bizi affet!”

Asker, hüzün ve mutluluğun harmanlandığı bir ifadeyle karşısındakilere baktı ve “Sessiz ol!” dedi. “Sizi korumam lazım.”

Korkunç bir çığlık duyuldu önce. Arkasından da karanlıktaki sessizliği bozmaya devam eden bir adamın ayak sesleri. Adam mağaradan çıkıp gitmişti.

“Ne buldun içeride?”

“Sadece bir kadın.”

“Aramaya devam edeceğiz” dedi komutanları. “Kral Edvar’ın emri açık.”

Yürümeye devam ettiler. Az önce yaptığı şeyi düşünen asker karmakarışık duygular içindeydi.

Garya’dan Ayrılanlar

Vadide derin bir karanlık hâkimdi. Gökyüzünün kaybedilenlere ağladığını ve ilahi gücün yeryüzünü pisliklerinden temizlediğini düşündüren bir yağmur başlamıştı.

Reyni, kendisinin on katı daha büyük olan ejderhanın yanında bir kuş gibi kalan Alvin, becerebildiği kadar Kayra’ya yaklaştı.

Dostunun gözleri akmaya direnen yaşlarla doluydu. Rüzgârın dalgalandırdığı saçları sanki acı saçıyordu.

Alvin onu avutamayacağını bildiği için bu konuya değinmekten şimdilik vazgeçti.

Arkadaşının Kraliyet Makamı’nda ne yapacağını sormayı daha uygun gördü.

“Orada ne bulmayı umuyorsun?”

“Cevaplar” diyerek karşılık verdi Kayra. Yüzünde, hızlı büyümek zorunda kalmış çocukların taşıdığı cinsten ciddi bir ifade vardı. Alvin’in, bugünü her hatırlayışında bundan bahsedeceği bir ifadeydi bu.

“Ne gibi cevaplar?”

“Bilmiyorum Alvin. Ama içinde bulunduğumuz durumla ilgili her türlü cevabı alabileceğimi umuyorum. Sanırım sonrasında da bir yolculuğa çıkacağım.”

“Ben de yanında olmak isterim” dedi Alvin. Kayra bir cevap vermedi.

Seyrek ağaçların ve irili ufaklı tepeciklerin üzerinden, Halazer şehrinin semalarından geçtiler. Altlarında akmakta olan Taşdelen Nehri’nin hafif sağa kıvrıldığı bir noktada oldukça yükselerek bulutların üzerine çıktılar.

Diğer dostlarının yanından ayrılalı yaklaşık bir saat olmuştu. Bulutların arasındaki küçük boşluklardan çok uzaklardaki Kaledibi şehrine ait olan evleri görebiliyorlardı. Hedeflerine ulaşmalarına az bir süre kalmıştı.

“Önden sen git” dedi Kayra. “Bu canlının üzerinde bir dost bulunduğunu bilsinler.”

“Peki” dedi Alvin ve hızla dalış yaparak gözden kayboldu.

Alvin, kısa bir süre sonra Kraliyet Makamı’nın göz alıcı bahçesine indi. İner inmez de pek dostça olmayan bir şekilde karşılandı.

Yaklaşmakta olan canlıyı gören muhafızlar yerlerini çoktan almış ve beklemeye başlamışlardı. Askerlerin yakınına kadar reyninin üzerinde gelen Alvin bineğinden atlayarak onlara doğru yürüdü.

“Benim kralı görmem lazım” dedi nefes nefese.

Muhafızlardan biri bir adım öne çıkarak karşısındaki kızıl saçlı, hafif tombul ve oldukça yorgun görünen genci süzdü. “Sen de kimsin?”

Alvin tam da cevap vereceği sırada gözü merdivenlerden inmekte olan kişiye takıldı.

Dikkatle bakmaya devam etti. Yanılıyor olmasına imkân yoktu. “Bu da ne demek şimdi?” diye mırıldandı.

“Bunda anlamayacak bir şey yok delikanlı. Sadece kim olduğunu sordum” dedi muhafız sinirlenerek.

“Özür dilerim efendim. Ben başka bir şeyden bahsediyordum” dedi Alvin.

Merdivenlerden inen kişi bir kadındı. Başı öne eğikti.

Saraylıların giydiği türden elbiseler giymişti. Omuzlarından aşağıya dökülen uzun saçları ve elbisesi birbirini tamamlamaktaydı.

Attığı her adımda her an düşecek gibi duruyor; zengin duruşuna rağmen oldukça çökmüş ve de yaşlanmış görünüyordu.

“Asel!” diye bağırdı Alvin heyecanla.

Kadın öne eğilmiş olan başını yavaşça kaldırarak sesin geldiği yöne baktı. Bakışları bir şahininki kadar keskinleşti ve Alvin’in üzerinde yoğunlaştı.

“Alvin, bu sensin!”

“Evet Asel, benim. Ama sen… Sen burada ne arıyorsun?” dedi Alvin şaşkınlığını gizleyemeyerek.

Asel ifadesiz bir suratla Alvin’e baktı. “Anlatacaktım ama seni bir türlü bulamadım.”

“Özür dilerim Asel. Belki de haber vermeden gitmemeliydim” dedi Alvin. Bunu söylerken karşısındaki kadının gözlerinin içine bakmıştı. İnsanı yiyip bitiren bir derdi veya sabırsız bir bekleyişi görebilmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Onu daha fazla bekletmemesi gerektiğini düşünerek, “Onu buldum” dedi.

Asel’in yüz ifadesi bir anda değişti. Gözleri dolmuş, sesi titremeye yatkınlaşmıştı. “İyi mi, şimdi nerede?” diyebildi güçlükle.

“Evet, iyi ve de burada” dedi Alvin. “Ancak aşağı gelmesi için dost olduğunun bilinmesi gerekiyor.”

Asel ağlıyordu. Hasret ve acının pençesine düşmüş yüreği bunca zaman sonra ilk kez rahatlamıştı.

Alvin’in “aşağı gelmek” ve “dost olmak” ifadeleriyle neyi kastettiğini anlamasa da muhafızlara dönerek bu haberin Fiyel’e iletilmesini istedi.

Feyl ve Yusfin

Feyl ve Yusfin, reynlerinden indiler. İkisi de yorgun görünüyordu.

Savaştan çıkmış, üstüne üstlük bir de kaybetmiş olmanın verdiği yükü taşımak ağırdı.

Yavaş adımlarla ve etrafı kolaçan ederek Halazer şehrinin altın kaplama giriş kapısından geçip ilerlemeye başladılar.

Halazer, etrafı surlarla çevrili bir şehirdi. Ana kapıyı geçtikten sonra, tüneli andıran elli metrelik bir giriş yolu bulunuyordu ve bu yolun her iki tarafı da yüksek duvarlarla çevrilmişti.

Bu duvarlarda altın işlemeciliğinin en güzel örneklerini görmek mümkündü.

İki savaşçı, tünel boyunca hiç konuşmadan yürümeye devam ederek çok daha aydınlık olan bir yere geldiler.

Burası Halazer’in kenar mahallelerinden biriydi. Erkeklerin birçoğu savaşa gittiği için etraf sakindi. Babalarının, amcalarının, ahilerinin ya da başka sevdiklerinin nereye gittiğine aklı ermeyecek kadar küçük olan çocuklar sokaklarda koşturuyordu.

Aklı erenler ise bir köşeye çekilmiş, bir daha göremeyecekleri sevdiklerinin ardından için için yas tutmaktaydılar.

Etraftaki boğucu görüntünün etkisinden az da olsa kurtulan Yusfin, “Lukas’a ne diyeceğiz?” dedi.

“Bence, hemen şehre girişleri kapatmalılar” diyerek yanıt verdi Feyl. “Sen ne düşünüyorsun?”

“Ejder Kral’ın planını kestiremesem de kendisine çok güvendiğinden eminim. Galibiyetini kutlayacaktır. Bu da bize az da olsa zaman kazandırır.”

“Yani?”

“Yani şehri terk etmeliler.”

“Nereye kadar kaçabilirler ki?” dedi Feyl.

“Lukas ile yapacağımız görüşmenin ardından yola çıkacağım. Yardıma gelen ordunun nerede olduğunu öğrenmek istiyorum. Ejder Kral’la çok daha güçlü olduğumuz bir yerde karşılaşmayı tercih ederim.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aşk Notası

Editor

Yeniçeri – Necip Fazıl Kısakürek

Editor

Gelibolu Uzun Beyaz Bulut

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası