Zaman ve Varlık Üzerine, Heidegger’in “Zaman ve Varlık” adlı konferansını ve bu konferans üzerine altı seminer oturumunun bir özetiyle birlikte “Felsefenin Sonu ve Düşünmenin Görevi” üzerine bir konferansı ve Heidegger’in fenomenolojiyle bağına ilişkin kısa bir geriye bakışı içerir. Bu giriş, Varlık ve Zaman ‘dan “Zaman ve Varlık”a giden yolu kısaca irdelemeye ve aydınlatmaya çalışacaktır.
Dıştan bakıldığında “Zaman ve Varlık” açıkça Heidegger’in ilk ana yapıtı Varlık ve Zaman ‘ın tersine çevrilmesidir. Ancak Varlık ve Zamandan “Zaman ve Varlık”a giden yol, Varlık ve Zaman kavramlarının salt bir tersine çevrilmesinden söz etmemize izin vermek için fazlasıyla inceliklerle dolu ve karmaşıktır. Çünkü sonraki konferansta bu “kavramlar” baştaki esas amaçlarını terk etmeksizin çok büyük bir değişikliğe uğrarlar.
Varlık ve Zaman ‘da Heidegger, insanın fenomenolojik hermeneutiğinden Varlığın temel ontolojisine yönelir. Bu yapıtta doğal şeyleri (Vorhandensein), yapma şeyleri (Zuhandensein) ve temel ilgi yapısı içinde insanın özünü analiz ederek deneyimin tabakalarını açığa çıkarır. Bu üçü, dünya-içinde-olma’nın özgün, ayrılmaz birliğini oluştururlar.
Bu birlik, mirasını Husserl’in, bilinci yönelimsellik (intentionality) olarak kavrayışından alır. Bütün bilinç bir şeyin bilincidir. Bundan dolayı, ne dünyasız özne diye bir şey (Descartes’ın res cogitans’ının örneklendirdiği) ne de insan olmaksızın anlamlı, sözcüğün fenomenolojik anlamında dünya vardır. Bu temel, insanın dünya-içinde-oluşu ile ilgili farkındalığının doğası olarak adlandırılabilir.
Kendisinin dünya- içinde-oluşu ile bu ilgisi temelinde insan, başka varlıklarla ilgilenebilir ve onlara özen gösterebilir. Heidegger, zamanın, ilginin olanaklılık koşulu, sözgelimi onun oluşturucu yapısı olduğunu ifade ettiğinde aslında yine genellikle şu soruyu soran Kantçı çerçeve içindedir: “X’i olanaklı kılan nedir?”
Bu, temel “Kendinin-dışı”nı, başka varlıkların aynı derecede gizemli kapalılığına karşıt olarak insani farkındalığı nitelendiren gizemli saydamlık ve açıklığı oluşturan üç zaman ekstasının -geçmiş, şimdi, gelecek – birliğidir. Örneğin, denebilir ki hayvanın kendinin-farkındalığı’ndan yoksunluğu, farklı bir tarzda da olsa bizim kendimizinfarkında oluşumuz kadar bize yabancıdır.
Varlık ve Zaman’ın sonunda, zamansallığın; insanın bu temel yapısının belki de Varlığın ufku olduğu ifadesiyle Heidegger, nedensellik ve olanaklılığın koşullan sorusunu bırakarak, metafizik ve ontolojiyi aşmaya doğru yola koyulur. Zamansallığın, Varlığın ufku olduğunu belirtmek Varlığın, zamanın nedeni ya da zemini olduğunu söylemek değildir.
Ufuk, yönlülük ve açıklıkla birlikte ele alınmalıdır, nedenlilikle değil. Varlık ve Zamandan sonra Heidegger, geleneksel felsefe olarak metafizik ve temel ontoloji, yani aradığı Varlık ontolojisi arasındaki ayrımı bırakır. Bundan böyle, causa sui ve summum ens olan felsefenin tanrısının nitelendirdiği metafizik, ontoloji ve teoloji özdeştir.
Heidegger’in aşmak değil bırakmak istediği bu tür felsefedir – metafizik ve ontoteoloji. Felsefenin sonu hakkında yazdığında doğrudan doğruya düşünmenin görevi sorusunu sorar. Felsefenin sonu, düşünmenin sonu değildir. Düşünme, Varlık tarihi olarak metafizikten geriye adım atmalı ve tam anlamıyla metafiziksel- olmayan Sahiplenme’ye dikkat yöneltmelidir.
Bu konferans zaman ve Varlık üzerinde odaklanır. Bu terimler, artık metafizikselolmayan bir tarzda düşünülmeleri gereken ne tür bir dönüşüme uğratıldılar? Heidegger’e göre Varlık, geleneksel felsefede sadece bir tür mevcudiyet (presence) olarak düşünüldü. Bu mevcudiyet tarzı, felsefenin tarihini, baştan sona, Hegel’in diyalektik, ölçülebilir tarzında değil peşinen bölünemeyen, ani çağsal dönüşümler biçiminde değişikliğe uğratır.
Böylece Heidegger, felsefe tarihinde Varlığın temel biçimlerinin taslağını çizer: Bir (birleştirici benzersiz Bir), Logos (bütün şeyleri koruyan toplama), idea, ousia, energeia, substans, edimsellik (actuality), algı, monad, nesnellik (objectivity), aklın, sevginin, tin’in, güç’ün istemesi anlamında konulmuş olma ya da kendini-ortaya koyma, aynı olanın başı sonu olmayan tekrarında istemeyi istemek. Hem Varlık hem de zaman, Platon’a kadar geri giden metafizik gelenek içinde uzun bir tarihe sahip olan kavramlardır.
Aslında, Heidegger bu iki kavramı kendi kavrayışı içinde metafiziğin ne olduğunu saptamak için kullanır: Metafizik, Platon’un, Varlık alanı (Formlar ya da Idealar) ile zaman alanını (oluş, varoluş) ayırmasıyla başlar. Böylece Heidegger, kendisinin metafiziği kavrayışını tanımlayan bu iki terimi ele almalı ve onlara metafiziksel-olmayan bir anlam vermeye girişmelidir. Bu, azımsanacak bir görev değildir. Biz tümüyle metafizik düşünmeye yakalanırız.
Varlık, hiç bir zaman değişikliğe uğramayandan başka nasıl düşünülebilir? Bu giriş’in geri kalan bölümünde kendimi, Heidegger’in metafizikten geriye-adım’ın ilk adımlarında hangi özgün yolu izlediğini belirtmekle sınırlayacağım. Varlık : Terminolojik bakımdan ele alındığında, bu terim, Heidegger’in daha önce hiçbir zaman felsefi bir anlam taşımamış olan Sahiplenme terimi lehine geri çekilmeye başlar.
Varlık terimi, taşıdığı metafiziksel çağrışımlarıyla fazlasıyla başarısız olmuştur. Ancak yine de Heidegger, Varlık sorusunu daha önceki biçimlendirişiyle bağıntıyı korumak için “Varlık” terimini alıkoyar. Diğer bir deyişle soru aynıdır ancak “Zaman ve Varlık”ta Heidegger, kendisini metafiziğin dışına çıkaracak yolu el yordamı ile arar.
Sahiplenme, Varlık’ın işaret ettiği gibi bir alanı değil daha çok bir bağıntıyı, insanın Varlıkla bağıntısını gösterir. Sahiplenmeye ilişkin kökten yeni olan ve metafiziksel- olmayan, yalnızca onun bir “etkinlik” (activity) * statik olmayan bir süreç – olması değildir. Sahiplenme, birbirlerine sahiplenmiş olarak insan ve Varlık arasındaki bağıntıda bu bağıntının, bağıntılanandan daha temel olması nedeniyle metafiziksel-olmayan’dır.
Zaman : Aristoteles’ten beri zaman konusundaki geleneksel teori kabaca şimdinoktaları’nın bir dizisi olarak betimlenebilir. Bu şüphesiz fazlasıyla yalınlaştırma olsa da geriye kalan, filozofların zaman problemi ile uğraştıkları ve sonunda karışıklığa düştükleri gerçeğidir. Kant’ın işaret ettiği gibi “zaman hiçbir şekli kabul etmez”, bu onu düşünmeyi uzamı düşünmekten daha güç kılar.
Belki de, geleneksel zaman teorilerinin en az verimli yanlarından biri zamanın uzam’a koşut olarak ele alınması ve böylece de “uzamsallaştırılması” idi. Heidegger bu zaman kavrayışından, daha Varlık ve Zaman ‘da uzaklaşmıştı. Bir zaman teorisi neyi başarırsa basarsın bir olay yapısı sunmalıdır.
Varlık ve Zaman’ daki bu olagelme ya da olay Dasein ‘ın zamansallığı ile ilgilidir ve onun yapısı, asli/ilksel zaman kipi olarak gelecek üzerindeki vurgusuyla, Husserl’in “Phenomenology of Internal Time Consciousness ” ( İçsel Zaman Bilincinin Fenomenolojisi) adlı yapıtına çok yakındı. “Zaman ve Varlık”taki olagelme ya da olay, Varlığın kendisinin zamansal karakteri ile ilgilidir.
Fenomenolojiden (Varlık, herhangi bir fenomenolojik anlamda “görünemez”) ve onto- teolojiden uzaklaşıldığında, mevcudiyetin (presence) elde bulunduruluşu olarak gelecek ve mevcudiyetin reddedilişi olarak geçmiş, mevcudiyeti (presence) bir karşılıklı ilişki içinde verir ve onaylar. Presence, Aristotelesçi “şimdi” ile kolaylıkla karıştırılabilen “present’in yerine geçti.
Böylece Heidegger, bir şimdiler dizisinin dizilişinin aksine onun yerine zamanın gerçek boyutluluğunu geçirmede başarılı oldu. Sözgelimi Heidegger, saf olayı, bir şeyin olagelmesine başvurmaksızın betimliyor ve böylece olay (olagelme), insan ve Varlık’ın birbirlerini sahiplendikleri “yer” i birleştiriyor. Sahiplenme (Varlık) ve zaman, bu analizde, yalnızca bir farksız aynılık içersine katlanıp bükülmeksizin de neredeyse birleşirler. Zaman, Sahiplenmenin sahiplenme tarzıdır.
Sahiplenmeye gelince, onun ne var (is) olduğunu ne de verilen olduğunu (est gibt) söyleyebiliriz. Bu tıpkı, akış’ı hem adlandırılabilen hem de adlandırılamayan kaynağından elde etmeye benzeyecektir. Bir olan, tek başına bilge olan, Zeus’un (Yaşam’ın) adıyla çağrılmayı hem istiyor hem istemiyor.