Yaratılış kitabı (Tekvîn) bize İbrahim’in çocuğu olmadığını, çocuk sahibi olmaktan ümit kestiğini ve Allah’ın çadırındaki İbrahim’e şöyle seslendiğini söyler: “Şimdi göklere bak ve sayabilirsen gökteki yıldızları say.” İbrahim gözlerini yıldızlara çevirdi ve şöyle bir ses duydu: “Senin soyun da aynı şekilde çoğalacak” (Tekvîn: 15:5) Karısı Sâre yetmişaltı, İbrahim ise seksenbeş yaşında idi; karısı İbrahim’e Hacer adında Mısır’lı bir cariyeyi ikinci karısı olması için verdi. Fakat hanımla cariye arasında geçimsizlik ortaya çıktı.
Hacer, Sâre’nin kızgınlığından kaçtı ve üzüntü içinde Allah’a yalvardı. Allah ona melek’le bir vahiy gönderdi: “Senin soyunu o kadar çoğaltacağım ki onu saymak mümkün olmayacak.” Melek ona şunları söyledi: “İşte, bir çocuğun olacak, bir erkek çocuğu dünyaya getireceksin ve adını İsmail koyacaksın; çünkü Allah senin kederini işitti.” (Tekvîn: 16: 10-11).
Sonra Hacer, İbrahim ve Sâre’nin yanına döndü ve onlara meleğin söylediklerini haber verdi; çocuk doğduğunda, İbrahim ona “Tanrı işitir” anlamına gelen İsmail adını koydu. Çocuk on üç yaşına geldiğinde, İbrahim 100, Sâre ise 90 yaşındaydı; Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve Sâre’nin bir erkek çocuğu dünyaya getireceğini, adını İshak koymasını söyledi.
Büyük oğlunun Allah katında gözden düşeceğinden korkan İbrahim Allah’a yalvardı: “İsmail senin katında yaşamaya devam etsin.” Allah ona şöyle cevap verdi: “İsmail’le ilgili söylediklerini duydum. Üzülme, selâmım onun üzerine olsun… Ben onu büyük bir millet yapacağım. Fakat benim ahdim (sözüm), Sâre’nin gelecek yıl bu vakitte dünyaya getireceği İshak ile yerine gelecek.” (Tekvîn: 17:20- 1).
Sâre, İshak’ı dünyaya getirdi ve onu kendisi emzirdi. İshak sütten kesildiğinde, İbrahim’e artık Hacer ve İsmail’in kendi evlerinde kalmasına gerek kalmadığını söyledi. İbrahim, İsmail’i çok sevdiği için buna üzüldü.
Fakat Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve Sâre’nin teklifine uymasını ve üzülmemesini söyledi; ve İsmail’in korunanlardan olacağını tekrarladı. İbrahim bir değil, iki büyük milletin atası olacaktı –iki büyük millet, yani hidayete erdirilmiş iki güç, yeryüzünde Allah’ın emirlerini yerine getirecek olan iki araç– çünkü Allah din-dışı (profan) olan bir şeyi rahmet olarak vadetmez ve Allah katında ruh yüceliğinden başka büyüklük yoktur.
İbrahim, beraberce akmaması bilâkis herbirinin kendi yolunda gitmesi gereken iki manevî ırmağın kaynağı olacaktı; ve her şeyin daha güzel olacağı inancıyla İsmail ve Hacer’i Allah’ın rahmetine ve meleklerinin gözetimine emanet etti. İki manevî ırmak, iki din, Allah için iki dünya, iki daire, binaenaleyh iki merkez nokta.
Bir yer, asla orasını insanlar seçtiği için değil fakat Göklerde seçildiği için mukaddes olur. İbrahim’in sahası dahilinde iki mukaddes merkez vardı; bunlardan biri yanında, öteki belki de daha henüz bilmediği bir yerdi. İşte bu ötekisiydi Hacer ve İsmail’in götürüldüğü; bir kıraç Arabistan vadisinde, Kenan ilinin kırk günlük deve yolu kadar güneyinde.
Vadinin adı Bekke idi, vadinin darlığı yüzünden bu adı vermişlerdi ona; sadece üç geçit hariç her tarafı tepelerle çevriliydi. Üç geçidin biri kuzeye, biri güneye, diğeri ise batıda Kızıl Deniz’e açılır ve kıyıya elli mil uzaklıktadır. Kitaplar, Hacer ve İsmail’in Bekke’ye nasıl ulaştığı hakkında bilgi vermiyor; kervan yolcularının yardımıyla ulaşmış olmalılar, çünkü vadi büyük kervan yollarından birinin üzerindedir.
Bu yol, Güney Arabistan’dan Akdeniz’e götürülen güzel kokular ve misklerin taşındığı yol olduğu için bazen “misk yolu” diye de adlandırılır. Hacer’le İsmail vadiye vardıklarında, herhalde kervandan ayrılmış olmalılar. Ana-oğul susuzluktan kavrulmaya başladıklarında, Hacer oğlunun ölmesinden korktu. Atalarının geleneklerine göre, İsmail yattığı yerden Allah’a yalvardı ve annesi biraz ötedeki taşın üstüne çıkıp, yardım gelip gelmediğini araştırdı.
Kimseyi göremeyince karşıdaki yüksek tepeye kadar koştu, fakat yine kimseyi göremedi. Yarı çılgın bir halde iki nokta arasından yedi kez geçti, yedincisinde dinlenmek için kayanın üstüne oturduğu sırada melek geldi. Tekvîn’e göre Melek şöyle dedi: “Tanrı çocuğun sesini duydu; ve Tanrı’nın meleği gökten Hacer’e seslendi ve şöyle dedi: ‘Hacer, seni üzen ne?’ ‘Korkma, çünkü Tanrı, yatan çocuğun sesini duydu. Kalk ve çocuğu kaldır, kucağına al.
Çünkü onu büyük bir millet yapacağım.’ Tanrı onun gözlerini açtı ve o kaynayan bir su gördü.” (Tekvîn, 21: 17-20) Allah, İsmail’in topuğunun olduğu yerden bir su kaynağı fışkırttı. Bundan sonra vadi, suyunun bolluğu ve güzelliği nedeniyle kervanların konak yeri oldu ve kaynak Zemzem adını aldı. Tekvîn, İbrahim’in diğer kolunun kitabı değil, İshak ve soyundan gelenlerin kitabıdır.
İsmail’le ilgili şunları yazar: “Ve Tanrı çocukla beraberdi, çocuk vahşi doğanın içinde büyüdü, yaşadı ve bir okçu oldu.” (Tekvîn, 21: 17-20). Bundan sonra İsmail’den çok az bahseder, sadece İsmail ve İshak’ın babalarını Hebron (el-Halil, -y.n.)’da beraber gömdüklerini ve birkaç yıl sonra Esav’ın, kuzeniyle, yani İsmail’in kızıyla evlendiğini yazarken İsmail’in adı geçer.
Fakat Mezmur’da, “Ey Mihmandarların Rabbi, senin barınakların (tapınakların) ne güzeldir” adlı bölümü açarken İsmail ve annesinden ve Zemzem’in onların vadiden geçmesi nedeniyle çıktığından bahsedilir: “Mübarek olanlar, gücünü senden alan, Bekke vadisinden geçip, orayı bir su kaynağı yapanların yolunda olan ve onları kalbinde taşıyanlardır.” (Mezmur; 84: 5-6).
İsmail ve Hacer gittikleri yere ulaştıklarında, İbrahim’in daha yetmişbeş yıllık ömrü vardı ve oğlunu o kutsal yerde ziyaret etme fırsatı buldu. Kur’ân bize, Allah’ın İbrahim’e İsmail’le birlikte Zemzem kuyusunun yakınına inşa edecekleri mabedin yerini gösterdiğini söyler (Hacc: 26); nasıl yapacakları da onlara bildirilmişti.
Bu mabede, şekil olarak “küp”e benzediği için Kâ’be adı verilir; dört köşesi, pusulanın dört yönüne göredir. Fakat bu kutsal yerdeki en kutsal nesne, yeryüzüne indiğinden beri Ebû Kubeys Tepesi’nde bulunduğu ve oradan bir melek tarafından İbrahim’e getirildiği söylenen semavi bir taştır. “ O, Cennet’ten yeryüzüne sütten beyaz bir halde indi, fakat Ademoğlu’nun günahları onu kararttı.” (Hadis: Tir. V11, 49.).
Bu karataşı, Kâ’be’nin doğu köşesine yerleştirdiler; mabedin yapımı bittiğinde Allah tekrar İbrahim’e seslendi ve ona Bekke’ye, veya daha sonra adlandırıldığı gibi Mekke’ye Hac geleneğini kurmasını emretti: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. İnsanlar içinde Hacc’ı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler.” (Hacc, 26, 27)
Hacer, İbrahim’e Bekke’ye ilk geldiği günkü yardım arama çabalarından bahsetti. O da Hacer’in geçtiği iki nokta olan Safa ve Merve tepeleri arasından hacıların yedi defa geçmelerini haccın gereklerinden birisi kıldı. Daha sonra İbrahim- büyük bir olasılıkla Kenan’da- etrafındaki geniş otlaklara, buğday ve arpa tarlalarına bakarak şöyle dua etti:
“Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram (Kutlu ve Korunmuş Ev’in) yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir kısmının kalblerini onlara ilgi duyar kıl ve onları birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (İbrahim, 37)