Elinizdeki çalışmada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Türkiye’nin iç ve dış politikasının yeniden yapılanmasında 1980’den sonra önemli rol oynayan, yeni muhafazakârlar (Neo-Conservatives) ve yeni muhafazakârlık konusu felsefi, siyasal, tarihsel ve örgütsel düzeylerde inceleniyor.
Genel olarak “muhafazakârlık” akımının çeşitli yönleri ve ekolleriyle incelendiği bu kitapta, başta Leo Strauss olmak üzere, Albert Wohlstetter, Allan Bloom ve Irving Kristol gibi yeni muhafazakâr hareketin felsefe, siyaset ve strateji konularındaki görüşlerinin temellerini atan “kurucu babaları” mercek altına alınıyor.
Yeni muhafazakârlığın teorik ve tarihsel temelleri Türkiye’de ilk kez bütünlüklü şekilde gözler önüne seriliyor. Kitapta, ABD’deki “Neo-Con” diye kısaltılan Neo-Conservative ekibin izi sürülerek şaşırtıcı örgütsel ilişkileri, Yahudi sermayesi ve teolojisi ile bağlantıları, soğuk Savaşın zirveye ulaştığı 1960’lı yılların sonundan itibaren ABD hükümetleri üzerinde giderek artan ve günümüze kadar gelen ağırlıkları ortaya çıkarılıyor.
Türkiye muhafazakârlığını da kapsamlı bir inceleme ve değerlendirmeye tabi tutan kitap, AKPCemaat iktidarının yeni küresel güç ilişkilerindeki yerini de mercek altına alıyor. Bu nedenle, Türk muhafazakârlığının tarihsel gelişimi, önemli dönemeçleri, İslamcılık ve milliyetçilik ile bağlantısı, soğuk savaş yıllarındaki konumlanışı kitabın üzerine gittiği ve çözümlediği önemli konular arasında.
Daha da önemlisi kitapta, Amerikan yeni muhafazakâr-lığının Türk muhafazakârlığı ve İslamcı hareket üzerindeki etkileri kitabın temel tartışma konuları arasında yer alıyor. Amerika’daki NeoCon hareket ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) arasındaki ideolojik ilişki ve çarpıcı siyasal bağlantılar irdeleniyor. Ortaya şaşırtıcı sonuçlar çıkıyor.
AKP’nin ortaya attığı “muhafazakâr demokrasi” kavramı da bu bağlamda ele alınıyor. Sonuçta, AKP’nin Avrupa muhafazakârlığından çok, Amerikan yeni muhafazakârlığına daha yakın olduğu tezi ortaya atılıyor. Neo-Con ekibin geliştirdiği ve bugün Amerikan iç ve dış siyasetine yön veren “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” de kitapta mercek altına alınıyor.
Yeni muhafazakâr siyasetin strateji diline tercüme edilmesi diye de tanımlanabilecek bu imparatorluk/hegemonya projesi, ABD’nin küresel yönelimlerinin ayrıntılarını öğrenmek bakımından önem taşıyor. Faaliyetlerini 2009 yılına kadar sürdüren Sosyalist Kültür Derneği’nde (SKD) Merdan Yanardağ yönetiminde kurulan “Siyaset ve Siyaset Felsefesi Çalışma Grubu” tarafından 2003- 2004 yıllarında yürütülen etkinliklerin (araştırma, okuma, atölye çalışması ve seminerler) ürünü olan bu kitap, Türkiye’de önemli bir boşluğu doldurdu. Kitabı Merdan Yanardağ kaleme aldı.
Çalışma grubuna istikrarlı şekilde Barış Terkoğlu, Alzade Güldağ, Ramazan Gülten ve Ulaş Meydan katıldı. Başta klasik muhafazakârlık, liberal iktisat, idealist tarih anlayışı, yeni Platonculuk, din ve post-modernizm olmak üzere, kitapta yeni muhafazakârların ideolojik kaynakları analiz edildi ve eleştiriye tabi tutuldu. Post-modernizm, neo-liberalizm ve yeni muhafazakârlık arasında birbirini tamamlayan siyasal, felsefi ve tarihsel ilişki ortaya konuldu.
Bu üçlünün yeni bir “tarihsel gerici blok” oluşturduğu saptandı. Kitabın elinizdeki yeni baskısı da Merdan Yanardağ tarafından güncellendi ve genişletilerek yeniden yazıldı. Bu baskıda Türkiye’deki yeni muhafazakârlık olgusu ayrı bir bölüm olarak ele alındı. Neo-Con hareketin ABD’deki tarihi, ideolojisi, kadro kaynakları ve tezleri daha kapsamlı şekilde irdelenerek ilgili bölümler geliştirildi.
Daha da önemlisi Neo-Con hareketin son durumu, ABD’nin siyasal ve entelektüel yaşamı üzerindeki kalıcı etkileri bağlamında incelendi. Kitabın önceki baskısında, çevirisi yine dernek üyeleri Tansu Akgün ve Mehmet Karaosmanoğlu tarafından yapılan “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”nin geniş bir özeti, ek olarak yer almıştı.
Ancak bu belge tam metin olarak Çivi Yazıları Yayınevi tarafından kitap olarak yayımlandı. Ayrıca elinizdeki çalışma, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nden (orijinal metinden) yapılan alıntılarla yeterince desteklendiği için, yeni baskıya bu “ek bölüm” konulmadı.
Yeni Gericiliğin Siyaseti ve Felsefesi George W. Bush’un, bazı siyaset bilimciler tarafından “darbe” olarak da nitelendirilen bir seçimle (20 Ocak 2001) ABD başkanlığına getirilmesi, aynı zamanda yeni muhafazakârların da Hıristiyan köktencilerle ittifak halinde ilk kez ve doğrudan iktidara ulaşmalarını sağlıyordu. Ancak, yeni muhafazakârların Amerikan elitinin üzerindeki etkinliği Bush yönetimiyle sınırlı tutulamayacak bir çapa ve tarihsel derinliğe sahipti.
Kökleri 1960’lı yıllara kadar gidiyordu. Örneğin, ABD’nin ilk yeni muhafazakâr devlet başkanının Ronald Reagan olduğunu söylemek hiç yanlış değildir. Yeni muhafazakârlık, özgür akla ve bilimsel bilgiye karşı bir saldırıdır. Bu özelliğiyle bir tür “ortaçağa dönüş” ideolojisi olarak da değerlendirilebilir. Neo-Con akımın son çözümlemede burjuva demokrasisini bile reddeden seçkinci ve faşizan özünün kendi kaynaklarından yola çıkılarak sergilenmesi, başlı başına bilimsel bir değer taşımaktadır.
Yeni muhafazakârların aydınlanma ve modernizme yönelik tarihsel bakımdan gerici, kategorik olarak karşıdevrimci eleştirilerini karşılamak, dahası bu hareket ile post-modernistler ve neo-liberaller arasındaki ideolojik akrabalık ilişkisini ve siyasal bağı saptamak, hem entelektüel hem de siyasal planda yeni bir açılım sunacaktır. Dolayısıyla bu açılım, aydınlanma ve moderniteyi aşmaya yönelik devrimci eleştirinin olanaklarına da işaret etmektedir.
Amerikan yeni muhafazakârlığını önemli hale getiren özelliklerden biri, “felsefesi olan” bir politik hareket şeklinde gelişmesidir. Bu özelliği onu, moda olan gelip geçici akımlardan ve siyasetlerden ayırıyor. Durum böyle olunca bu “felsefe” üzerinde yoğunlaşmak, onu çözümlemek ve eleştirisini yapmak da önem taşıyor. Çünkü yeni muhafazakârlık, bütün dünyada gericiliğin ve “yeni ortaçağ”ın ideolojisi olarak yayılıyor.
Yeni muhafazakârlığın felsefi arka planını kuran Leo Strauss ve diğerlerinin “siyaset felsefesi” bu çalışmada yakın plana alındı ve böylece bu alandaki ilk kapsamlı eleştiri metni ortaya çıkarıldı. Klasik muhafazakârlık ile yeni muhafazakârlar arasındaki ilişki, süreklilik, kırılma ve farklılıkları saptamak ve analiz etmek bakımından önem taşımaktadır. İlk saptama şudur: Eski muhafazakârlık ile yeni muhafazakârlık arasında hem bir süreklilik hem de bir kopuş vardır.
Diğer taraftan Amerikan yeni muhafazakâr hareketinin önemli isimlerinin çoğunun Yahudi ve eski solcu oldukları, dahası en önemli kurucularının ateist olduğu düşünülürse, bu akımın serüveni daha da ilginç hale gelmektedir.
Bugün –1980’li yıllardan beri– ABD’ye yön veren yeni muhafazakâr politikaların sadece bir grup seçkin felsefeci, siyaset bilimci, stratejist, gazeteci, politikacı ve entelektüelin ürünü olduğunu düşünmek; büyük bir hızla iktidara gelişlerindeki “başarıyı” ise gözü kara bir “çete”nin cüretkâr macerasından ibaret saymak büyük bir yanılgı olacaktır.
Yeni muhafazakârlık, hem küresel hâkimiyet siyaseti izleyen emperyalist Amerikan sermayesinin aktüel ihtiyaçlarının bir ürünü hem de bu ihtiyaçlara verilen radikal bir yanıt olarak görülmelidir. Dolayısıyla yeni muhafazakârlar, neo-liberal ve burjuva “demokratik” politikaların yetmediği, istenen hız ve nitelikte sonuç almakta başarısız olduğu bir aşamada devreye girmiş ve iktidara tırmanmıştır.
Bu bakımdan, Amerikan demokratları ile yeni muhafazakârlar arasındaki farkın ne olduğu da güncel politik gelişmeler bakımından önem taşımaktadır. Strauss’a gösterilen özel ilginin nedeni, onun geliştirdiği “siyaset felsefesi”yle yeni muhafazakâr hareketin en önemli teorik bileşenini/girdisini oluşturmasıdır.
Başka bir deyişle, ülkemizde pek az tanınan Strauss’un bu ilgiyi hak ettiği söylenebilir. Ancak, felsefeci Strauss kadar bu hareketin oluşmasında rol oynayan askeri stratejist Albert Wohlstetter de bu çalışmada hak ettiği yeri almaktadır.
Allan Bloom ile baba ve oğul Kristol gibi, Strauss ile Wohlstetter arasındaki bağlantıyı kurup, yeni muhafazakârlığı politik bir hareket olarak örgütleyen isimlere de özel bir dikkat çekilmelidir. Diğer taraftan en az bu isimler kadar, hareketin günümüzdeki politik önderleri olan Paul Wolfowitz, Donald Rumsfeld, Dick Cheney, Richard Perle gibi Neo-Con’ların popüler ve etkin isimleri de, bu çalışmada politik serüvenleri ve rolleri çerçevesinde ele alınmaktadır.
Böylece, felsefe-siyaset-strateji ilişkisi ve bütünlüğü içinde ele alınan yeni muhafazakârlık, tarihsel seyri, ekonomik temelleri ve uluslararası ilişkiler ve gelişmeler bağlamında analiz edilmektedir. Türkiye’de konuya ilişkin birçok şey ABD’de yaşananlara benzemektedir. Bazı eski solcular, tıpkı ABD’de olduğu gibi yeni rejimin en önemli teorisyenleri, stratejistleri ve kamuoyu yapıcıları haline gelmiştir.
Bunlar, kendilerine verdikleri isimlerde olduğu gibi artık ne “liberal demokrat” ne de bazı aydınların ileri sürdükleri gibi “sol liberal” kişilerdir. Bunlar, Türkiye “yeni muhafazakâr” hareketinin soldan gelen kesimini oluşturur. Ancak, bu kesimler ve kişiler hâlâ “solcu” olduklarına dair bir izlenim bırakmaya çalışırlar.
Çünkü, klasik anlamda muhafazakâr ya da sağcı olmaktan utanırlar. Onlar “eski solcu” olarak tanınmayı tercih ederler. Çünkü, akıllarını ve bilgilerini hizmetine sundukları iktidardan ve elbette servetten pay almak için eskiden solcu olmak işe yaramaktadır.
Bu isimlerin önemi şuradadır: Herhangi bir sağcı, gerici, muhafazakâr, milliyetçi ve faşist kökene sahip yazardan, gazeteci ya da akademisyenden daha etkilidirler. Çünkü bu kişiler daha bilgili oldukları gibi, önceki rejimlerin saldırılarına uğradıkları için daha masum ve mağrur görünmektedirler.
Bu nedenle daha inandırıcı olurlar. Yeni rejim ise bu kesimden alacağı ideolojik onaya, toplumsal ve tarihsel bakımdan meşruiyet kazanmak için ihtiyaç duymaktadır.