Tarih

Müdaafaname

mudaafaname 5edb5a5bdd3efYüce Allah’ın biz çok sevdiği kullarına bahşettiği, güzelliği ve kolaylığı tartışılmaz dinimizin; öncelikle uymamız ve uygulamamız gereken kaideleri nelerdir? Rabbimizin bu dini, ta cennetteyken üzerimize farz kılmasının sebepleri var mıdır, nelerdir?

Cennetten dünyaya teşrif etmezden önce hani ezelde, Rabbimize hep birlikte söz vermişliğimiz vardı. İşte o sözümüzde sâdık olmamıza dayanak olması için, dinimiz içerikli kuşatılmıştık. Ve bu çevrelenmeyi de ezelde sözümüzle onaylamıştık. Hoşumuza bile gitmişti. Din dâhilinde yaşadığımız müddetçe, izimizi kaybetmeden; anavatanımız cennet mekânımıza dönüş yolumuzu kolayca buluruz demiştik. Buna dayanarak dinimizin şartlarını dünyaya gelmezden önce ezberimize almıştık. Neydi bunlar? Îmânın şartları… İslâm’ın şartları…

Hepimiz dinimizin şartlarını, farzlarını ezbere bilerek ve zikrederek bu âleme gözümüzü açtık. Ancak şeytan da cennetten kovulmuş olarak dünyaya geldiğinden, ondan sakınmamız için Biricik Rabbimiz, bize uyarıcı elçiler ve temkinli hayata rehberlik edecek kitaplar ulaştırdı. Yegâne Mevlâ’mız, dünyadaki varlığımız süresince yanlışa dalmamızı, cennetten mahrûm olmamızı istemiyordu. Geldiğimiz gibi olmasa da; çok yıpranmadan, ruh yorgunluğunu yüklenmeden dönelim istiyordu, ezelde var edildiğimiz cennetimize…

Cenâb-ı Allah bizi bu kadar çok seviyordu ise; öyleyse neden gönderilmiştik bu her türlü sıkıntının, pespayeliğin var olduğu dünyaya? Seven sevdiğine kıyar mı, seven sevdiğini yanından ayırır mı? Diye sorular gelmekte arada bir akla, bazen de mantığa. (Estağfirullah) Lâkin Rabbimizin sevgisinden, bir ân bile şüphe etme gaflet ve dalaletine düşmemeliyiz. Bunun nedenini kendimizde aramalıyız. Hani her ânımızda Rabbimize olan sevgimizden, bağlılığımızdan söz ediyorduk ya… Cennette her arzulanan ballanmış olarak verilirken, bağlılığımızı zikretmek kolay. Bir de sıkıntı ortamında sınanmalıyız hani. Rabbimizde Bu vefamızı, verdiği yükümlülükleri yerine getirerek, ebede kadar taşıyıp taşıyamayacağımıza kendimizi bizzât şahit göstermek istemiş olabilir. Daha bir önemli nedende: Cennet gibi bir emsâlsiz mekânda, şeytanın kıskançlık krizlerini izlememizi istememiş olabilir Rabbimiz. Zîrâ şeytan, divâne âşıktı Cenâb-ı Allah’a. Şeytan ki, çok bilgili kul. Allah onu ateşten yaratıp, çok büyük güçler, yetkiler vermiş. Sonra meleklerin âlimi mertebesine yükseltmiş. Şeytan bu mevkileri özel îtinâ, ayrıcalık var sayıp kibre kapılmış. Bu bakımdan şeytan, Allah’a olan aşkına kimsenin ortak olmasını istemiyordu. “Allah’ı bir tek ben çok severim, Allah da öncelikle benim sevgime değer verir. Çünkü ben üstün mahiyette var edilmiş, özel bir kulum.” saplantısıyla kıskançlık ve evhâm nöbetlerine giriyordu.

Hazreti Muhammed de; Hazreti Allah’a tutkun, âşık, muhabbetdâr, sevgili, sevdâlıydı. Lâkin Hazreti Muhammed bu aşkta, tüm ruhların birleşmesini arzuluyordu. Bencillikten, kıskançlıktan âzâdeydi. Rabbimiz sureti nurânî Muhammed’i çok sevmiş; on sekiz bin âlemi, onun sevgisi hürmetine var etmişti. Hazreti Âdem Peygamberimizi ve Hazreti Havva anneciğimizi ve onların nesli olan bizleri, bu bakımdan önce cennette var etti Yüce Rabbimiz. Sonra şeytana: “Beni seviyorsun mâdem, çamurdan yarattığım Âdem’e secde et!” emrini verdi. O güne kadar emre itâatsizlik etmemiş olan şeytan, yine kibrine ve kıskançlığına yenik düştü ve: “Beni ateş gibi bir güçten yaratıp, meleklerin başına âlim ettin. Balçıktan yarattığına boyun eğip, Sana olan aşkımı bir de onunla paylaşamam.” dedi. Emre itâatsizlikten ve büyüklük taslamasından dolayı şeytan cennetten dünyaya kovuldu. Ebediyet ömründe de cehenneme sürgün edildi.

Cennette var olan o büyük aşk ki;  Allah’ın kullarından birini şeytan yaptı, ötekini “Hazreti Muhammed.” Yani şeytan büyük aşkından çılgına dönüp şeytan olmuştu. Ve bu bencilce, takıntılı aşkı onu intikam hırsına bürümüştü. Cennetten kovulmuş olarak ayrılırken, Rabbine: “Çamurdan yarattığın Âdemi benden değerli kıldın. Ben de o Âdemin soyunu bir daha bu cennete getirtmeyeceğim. Her birini nereye gitsem peşimden sürükleyeceğim. İnsanlara ne istersem onu yaptıracağım.” diyerek kendince öç alma yemini etti. Yegâne Rabbimiz, Hazreti Âdem’in evlatlarının verdiği söze, gösterdiği vefaya öylesine güven duyuyordu ki, şeytanı mühimsemedi; şeytanı şeytanca plânları nedeniyle ebediyyen cehenneme sürgün etti. Cenâb-ı Rabbimiz: “Dünyada ne yapacaksan yap, dönüşünde kalacağın yer; seni de yoktan, bir közünden var ettiğim ebedî cehennem ateşidir. Kullarımdan burada verdiği sözünden dönüp sana uyanlar olursa, seninle aynı âkıbeti paylaşacaklar.” dedi.

Biz ruhlar yine hep birlikte Sevgili Rabbimize: “Güzeller güzeli biricik Mevlâ’mız, biz şeytana kanacak, onun yolundan gidecek kadar aşağılık değiliz. Toprak gibi bereketli ve sağlam bir değerden bizi var ettin. Bunun kıymetini bilerek her ânımızda ‘Sana’ lâyık kullar olduğumuzu belirterek; dünyalık ömrümüzü şeytandan uzak kalarak, her ânımızda ‘Seni’ zikrederek sürdüreceğiz. Sonrasında yine Seni görmek, cennetinde olmaktır murâdımız. Çünkü biz kullarında Sana aşığız… Yüreğimiz sadece Seninle doluyken, başka sevdâlar girebilir mi bu âciz gönlümüze? Bir gönülde bir aşktan fazlası var olur mu? Yalnız Sen varsın Rabbimiz, yalnız Sen!” diyerek dünya yolculuğumuza koyulmuşuz.

Her şeyi bizzât görüp duyduğumuz, bildiğimiz cennetteki bu büyük aşkta; paylaşımcı nurânî ruh: Hazreti Muhammed kazandı. Yüce Allah, Hazreti Muhammed’i habîbi “Habîbullah” kabul etti ve kendisini Hazreti Âdem ve oğullarına öncü tâyin etti. Bizleri, Hazreti Muhammed’in ümmeti olmakla onurlandırdı. Hazreti Âdem’in soyuna alemdarlık makamına getirilmiş olan Hazreti Muhammed’e, birebir uymamızı istedi Sevgili Rabbimiz.

“Hazreti Muhammed’in izinden yürüyen; yaptığını yapmaya, yapmadığını yapmamaya gayret eden kullarımı, âhirete dönüşlerinde cennetlerine kavuşturacağım. Haset şeytanı rehber edinip onun yoluna sapanları da, şeytanı yarattığım ateşin çukurunda yakacağım. Şeytanın yoluna sapmamanız için, size emirlerim ve yasaklarım var. Kullarımı sevdiğimden, yanmanızı istemediğimden koyuyorum bu hükümleri… Hadi artık; kim ne istiyorsa onu yapsın, serbestsiniz. Buyurun size güzel bir dünya, onu çirkinliklerinizle kirletmediğiniz müddetçe, güzellikler içinde yaşarsınız.” demişti bize Yüce Yaratıcımız.  Bizler yine tüm içtenliğimizle söz vermişiz: “Biricik Rabbimiz! Biz Sana îmân ettik. Sen bizim yegâne Rabbimizsin! Hükümlerine katîyyen itâatsizlik etmeyeceğiz. Gönderdiğin âlemde Sana lâyık olarak yaşayacağız ve Senin habîbin Hazreti Muhammed’i bizde seviyoruz; yolundan asla sapmayacağız.” diyerek defalarca samimiyet yüklü söz vermiştik.

Sonrasında cennette ne kadar ruh varsa, tükenene kadar; sırası gelen ana rahmi aracılığıyla bu dünyada var oluyor. Kendisine biçilen ömrü süresince, aklı ve irâdesinin yardımıyla, hangi rehberin izinden gideceğine kendi karar veriyor. Zîrâ bu âlemdeki varlığı müddetçe, ezelde verdiği sözünü zihninde tutamıyor, gözünde canlandıramıyor. Şu ân cennette yaşayan ruhlar var, dünya var olduğunca onlarda orada var. Ne zaman ki cennetten dünyaya yolcu bitecek, o zaman dünyanın varlığı nihâyete erecek. Sonrasında ebedî âlem hiç yok olmamacasına devam edip gidecek. Allah’a verdiğimiz sözü yerine getirmişsek ne âlâ… Değilse ne yazık! Dilerim olmasın hiç birimize yazık… Âmin.

Dünyaya geliş mâcerâmız ve nedenimiz kısacası böyle… Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) yolunu tercih edenlere Müslüman deniyor. Fakat şeytan da: “Nasıl olsa benim peşimde gönüllü olanlar elde bir.” deyip en çok Müslümanları dikkate alıyor. Sürekli onları izliyor; sağdan, soldan, arkadan, önden yaklaşıp kafalarını kurcalıyor. Doğru sandıkları, sonradan yanlış olduğunu öğrendikleri pek çok hatalar yaptırıyor onlara ve amacına ulaşıyor olmanın mutluluğunu yaşıyor. Kendi gibi olanların çoğaldıklarını gördükçe, yine kasıntılı ve küstah tavrıyla gülüyor.  Güldüğünü görmediğimizden, bizlerde renkli yaşantımızdan keyif alıp gülüyoruz. Dünyaya gelme amacımızı ve Cenâb-ı Allah’a verdiğimiz sözü, O’na olan aşkımızı unutuveriyoruz. Bir gönle iki aşk sığar mı demiştik. Başta dünya aşkı olmak üzere ne sevdâlar sığdırıverdik, Hazreti Allah’ı barındırmayan yüreğimize…  Aklı başına gelip, sonradan bunun pişmanlığını yaşayanlar, tövbeye sarılanlar, yanlıştan ayılanlar Yüce Allah’ın merhametine sığınarak affından umut tutabilirler. Tekrar gaflete dalmamaları durumunda da affa mâruz kalabilirler. Ya, yolunun yanlış olduğunu bilmeden, şeytan her el ettikçe peşinden gidenlere, izini sürenlere ne denilmeli? Ben bir şey demeyeyim de, onlar için iyi bir temennîde bulunayım. Cennetten ve Hazreti Âdem atamızdan dünya kardeşlerimiz olan; bâtıl din türetmiş şeytan dostu insanlar ve onlara imrenen, örnek alan “Müslim” bilinen/geçinen münâfıklarda, dileriz bir gün Sevgili Rabbimizin sevgilisi, Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) yoluna dönerler ve Allah’ın rızâsını kazananlardan olurlar. (İnşâallah)

Bizler elhamdülillâh Müslümanız! Atalarımız, Allah’ın izniyle Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) dinini kabullenip, gittiği yolu yol bellemişler. Yolundan, adımlarını hiç zikzak yaptırmadan peşi sıra gitmişler. Öyle ki, kimileri bu yolda mertebeler kaydetmiş. Tasavvufun doruğuna erişmiş. Din ilminde “Âlim” olmuş. Dini; “Havasül havas” katında yaşamış. Orada kalabilen Yüce Allah’ın aşkına kapılmış, kalamayan aklından olmuş. Çok ince çizgi o yükseklikler. Havasül havas; dinin Allah’ı bulma aşaması, en üst mevki. Tasavvufun yüksek tabakası, mümtâz kısmı… Oraya erebilenler ya velî olurlar, ya deli…

Sonraki nesillerden olan bizler, çoğumuz tasavvufta avam tabakayı bile temsil edemeyiz. Pek çoklarımız, kendi türettikleri inançlarıyla mutlu olduklarını sanan; adlarına “Gâvur/Bâtıl inançlı” dediğimiz, dünya kardeşlerimizin ayartmalarına kanar olmuş. Bu bakımdan birlikte hedeflediğimiz “Din istikametimizde” tökezlenmelere mâruz kalmışız. Yüce Yaratıcımız dilerim bir ân önce aklımızı başımıza getirterek, her birimizden râzı olacağı istikamet olan, Hazreti Muhammed’in (S.A.V.) ayak izlerini tâkibe döndürür ve dünya kardeşliğimiz din kardeşliğine dönüşür. Âmin.

Dünyamız sürekli iyilerle kötülerin çarpıştığı bir arena. Bazen iyiler galip geliyor, bazen de kötüler. Kötüler bilmeden şerriyete, dolayısıyla şeytana hizmet ediyorlar. Hırslarına yenilip, dünyalıkları için âhiretlerini karartıyorlar. Âhirette Cenâb-ı Allah’a verdikleri sözü yeryüzünde hatırlamadıkları için, kıskanç ve hırslı şeytanın askerliğini yapıyorlar. Ama ne çok yanılıyorlar… Şeytanın, boyunlarına ip geçirdiği insanları sürüklediği yolun sonu: Cehennem. Cennet yurdumuzdayken, şeytanın öfkeden nasıl harladığını görmüştük de, korkudan Biricik Rabbimize sığınmıştık: “Sevgili Rabbimiz, bizi şeytanın şerrinden ve ateşinden muhafaza et. Biz yalnızca Sana kulluk eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.” deyivermiştik. Hani verdiğimiz sözler?

Aklımızı başımıza devşirmeliyiz! Şeytanın da var olduğu bu azap dolu dünyada, kurtuluşu Kur’an’da aramalıyız. Allah’ın buyruğu olan İslâm dini, bizi cennete çıkaracak yol güzergâhımız. Dünya üzerinde Müslümanlığın tam yaşanması demek, güneşin her dâim ışıması mânâsını taşır. Nasıl ki güneş tüm dünyayı aydınlatırken, karanlık bir nokta dahi bırakmıyorsa, Müslümanlığın tam mânâsıyla yaşanması hâlinde de, zerre kötülük bulunamayacak, aramızda barınamayacaktır. Cenâb-ı Rabbimizden dileğimiz, İslâm güneşinin tüm yeryüzünü kaplaması ve dünya durdukça parlaması… Bu yönde gayret bizden olsun… Takdir hiç şüphesiz ki Rahmân ve Rahîm olan Allah’ındır….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Georges Pachymeres – Bizanslı Gözüyle Türkler

Editor

Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu

Editor

Lord Kinross – Osmanlı İmparatorluğun Yükselişi ve Çöküşü

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası