Roman (Yerli)

Nâzım Hikmet – Tabu ve Efsane

Nâzım Hikmet 20. yüzyıl türk şiirinde en büyük devrimi gerçekleştirmiş olan şairdir. Onun şiiri lirik derinliği ve epik genişliği ile 20. yüzyıl dünya şiirinde de seçkin bir yere sahiptir. Oyunları da türk ve dünya tiyatrosunun önde gelen yapıtları arasındadır. Savunduğu toplumcu dünya görüşü nedeniyle uğradığı haksızlıklar ve etkileyici kişiliği, evrensel yaratıcılığından ayrı düşünülemeyecek olgulardır. Nâzım Hikmet “Tabu ve Efsane” adıyla sunduğumuz kitabımız, günümüz türk edebiyatında toplumcu anlayışın önde gelen temsilcilerinden Ataol Behramoğlu’nun, büyük şairin şiiri, tiyatrosu ve kişiliği üzerine incelemelerinden oluşmaktadır. Kitapta ayrıca, Nâzım Hikmet üzerine yazılmış (başta Neruda’nınki olmak üzere) şiirlerden örneklerin yanı sıra, yurtdışında (Yunanistanlı büyük şair Riksos’la birlikte) katıldığı bir söyleşinin ve yine kendisi hakkında belge değeri taşıyan birkaç önemli yazının çevirileri de yeralmaktadır. Nâzım Hikmet’in evrensel yaratıcılığını ve kişiliğini yakından ve derinliğine tanımak için, elinizdeki kitap vazgeçilmez bir başvuru yapıtıdır.

***

NÂZIM HİKMET’İN İLK ŞİİRLERİNDE BİÇİM ÖZELLİKLERİ VE ÖZGÜR KOŞUĞA GEÇİŞ

1. Giriş – İlk Şiirler

Nâzım Hikmet Ran, şiirlerinin gerek içeriği, gerek biçim alanında getirdiği yeniliklerle, 20. yüzyıl Türk şiirinin en büyük şairi ve çağdaş dünya edebiyatının en seçkin şairlerindendir.

Şiirleri üzerine yapılacak herhangi bir incelemeye girişmeden önce, hemen hemen elli yılı aşkın bir yaratıcılık dönemini kapsayan bu şiirleri, çeşitli bölümlere ayırmak gerekiyor. Nâzım Hikmet’in gerek sanatsal çalışmasında, gerek kişisel yaşamındaki keskin dönüm noktaları bu ayrımı yapmamızı kolaylaştırmaktadır.

Ana çizgileriyle bir bölümleme yaparsak, Nâzım Hikmet ilk gençlik şiirlerini 1910-1920 yılları arasında yayımladı. Bunlar Türk halk şiirinin geleneksel ölçüsü olan hece ile yazılmış şiirlerdir çoğunlukla. Türk şiirinde bir devrim niteliği taşıyan özgür koşuk (serbest nazım) türünde ilk şiirlerini 1920’lerde yazmaya başladı. Yaşamının sonuna kadar çok çeşitli ve yeni öğelerle zenginleştirerek, temelde özgür koşuğa bağlı kaldı. 1930’lara doğru ve 1930-1940 arasında yazdığı destanları ya da şiir-romanları, 1940-1950 yıllarının ürünü olan büyük destan-romanı Memleketimden İnsan Manzaraları, 1920-1950 yılları arasında yazdığı çeşitli konuda, içerikte ve biçimdeki şiirleri, hep özgür koşuk ürünü yapıtlardır. Yaşamının ve yaratıcılığının son dönemi olan 1950-1963 yılları arasında yazdığı (ve bazılarında hece ölçüsünü de kullandığı) şiirlerinde de özgür koşuğa bağlı kalmıştır.

Daha somutlarsak, Nâzım Hikmet’in şiirsel yaratıcılığının belli başlı dönemlerini şöyle sıralamamız gerekiyor:

1 – İlk şiirleri, hece ölçüsü ile yazdığı şiirler.

2 – Özgür koşuk ürünü olan şiirler. 1920-1963 arasını kapsayan bu büyük dönemde, özgür koşuğun ilk ürünü olan şiirleri, şiir-romanları, şiir-romanlar arasında özel bir yeri olan Şeyh Bedreddin Destanı’nı, biçim açısından yapılacak bir incelemede özelliklerini ayrıca irdelemek gereken Rubailer’i, yine böyle bir incelemede ayrıca gözden geçirilmeleri gereken yergi türündeki şiirleri, büyük destan-romanı Memleketimden İnsan Manzaraları’nı ve yurtdışında geçirmek zorunda kaldığı yaşamının son yılları (1950-1963) arasındaki şiirlerini, bu büyük dönem içinde, ayrı ayrı bölümlerde ele almak gereklidir.

Nâzım Hikmet, 1902 yılında doğdu. Otobiyografisinden1 ve hakkında yazılmış belli başlı kitaplardan,2 edebiyatla, sanatla yakından ilgili bir ailenin çocuğu olduğunu öğreniyoruz. Bu konuda otobiyografisinde şöyle diyor:

“… Büyük babam şairdi… Ben şair bir büyük babanın torunuydum. Anam Lamartin’e bayılırdı. Fransızca okurdu.”

Evlerinde edebiyat toplantıları yapıldığını ve bu toplantılara dönemin ünlü şairlerinden Yahya Kemal’in de katıldığını öğrendiğimiz otobiyografide ilk şiirini yazışını Nâzım Hikmet şöyle anlatıyor:

“Karşımızdaki evde yangın çıktı… ve ben bir saat sonra ilk şiirimi yazdım: ‘Yangın’. Vezni büyük babamın yüksek sesle okuduğu aruzla yazılmış şiirlerinden kulağımda kalan ses taklitleriyle yapılmıştı. Yani ne aruzdu, ne heceydi, serbest vezindense haberim yoktu, uydurmaydı, dil de öyle. Osmanlıca taklidiydi. Şimdi bunları yazarken bir şeyin farkına vardım. Büyük babamdan çok Edebiyat-ı Cedide’nin, Fikret’in mesela etkisindeymişim. Neden? Bilmiyorum. Belki de hiç şiir sevmeyen, ama Tevfik Fikret’i –o da bir çeşit Osmanlıca yazardı– iki kere yüksek sesle yanımda okuyan babamın yüzünden mi? Belki.”

Ve otobiyografisinde Nâzım Hikmet daha sonra şöyle sürdürüyor ilk şiirleri üzerine görüşlerini ve anılarını:

“Dehşetli  yurtseverdim.  Savaş  için  bir  şiir  yazdım… Artık Osmanlıcayla değil, okulda okuduğumuz şair Mehmet Emin’in takır tukur ama Arapçası, Farsçası az Türkçesiyle… Sonra kızlara tutuldum, şiir yazdım. Sonra Antant İstanbul’u işgal etti, onlara karşı ve Anadolu savaşını tutan şiirler yazdım… Artık dilim temizceydi ve hece vezniyle doğru dürüst kafiyelerle yazmasını öğrenmiştim.”

Nâzım Hikmet’in ilk şiirlerini de yayımlanmış şiirleri ve yayımlanmamış şiirleri diye iki bölüme ayırmak gerekiyor. Yayımlanmamış şiirlerini, çocukluk şiirleri diye de adlandırabiliriz.3 İlk şiirlerin öteki bölümü ise, hece ile yazılmış ve genç şairin Anadolu’ya oradan Sovyetler Birliği’ne geçeceği 1921 yılına kadar dönemin dergi ve gazetelerinde belli başlıları yayımlanmış şiirleri oluşturuyor.

Nâzım Hikmet’in gerek bu ilk dönem şiirlerini, gerekse özgür koşuğa geçişin ilk ürünlerini biçim açısından inceleyebilmek için 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başları Türk şiirinin bazı temel özelliklerini gözden geçirmek gerekiyor.

Türk dilinin vezni olan hece ile yazılmış ve sözlü edebiyatın geleneklerini sürdürerek gelen halk şiirinin yanı sıra, geleneksel Arap-Fars şiirinin öz ve biçim özellikleri üzerine kurulu Osmanlı divan şiirinin 19. yüzyılda özde ve biçimde değişikliklere uğradığını görüyoruz. Bu değişikliğin yaratıcıları, başta Namık Kemal (1840-1888) olmak üzere, şiire siyasal konular ve buna bağlı olarak yeni bir sesleniş ve tonlama getiren Tanzimat şiirleridir. Bu yeni sesleniş ve tonlamayı, “söylevci bir tavır” bir “meydan okuma tavrı” sözleriyle tanımlayabiliriz.

19. yüzyıl sonlarında Servet-i Fünûn dergisi çevresinde toplanan bazı genç şairler, derginin adıyla anılan yeni bir şiir hareketi başlatıyorlar. Belli başlı şairleri Recaizade Ekrem (1847-1913), Tevfik Fikret (1867-1915) ve Cenap Şahabettin (1870-1934) olan bu şiir hareketinin “…nazım şekillerinde yaptıkları en göze çarpar değişiklik, …bir serbest nazım hareketi yapmalarıdır… Serveti Fünun şairlerinin manzum söyleyişte yaptıkları en başarılı hareket, Fransız sembolistlerinden ilham alarak aruz vezinlerini çözmek ve Divan şiirindeki müstezat şeklini genişletmek suretiyle vücuda getirdikleri serbest nazım cereyanıdır. Bu hareket de yine Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin tarafından üstün bir başarı ile yürütülmüştür… Divan şiirinde kemikleşmiş bir mahiyet arz eden ‘manzum cümle’ anlayışı da kati ve devamlı olarak Fünuncular tarafından yıkılmıştır.”4

Biçimde Türk şiirine yenilikler getiren Servet-i Fünûncular, içerik alanında da, yine büyük ölçüde 19. yüzyıl Fransız şiir akımlarının etkisinde, Türk şiirine yeni konular, yeni duygular getirdiler. Servet-i Fünûn şiirinin genel duygu atmosferini oluşturan hüzün duyarlığı, romantizm ve lirizm; klasik divan şiirinin kalıplaşmış duyarlıklarından büyük ölçüde ayrılır; şairlerin kişisel, öznel yaşamlarından kaynaklanır. Bu ise, Türk şiirinin özgürleşmesi yönünde ileriye doğru bir hareketti. Servet-i Fünûn’un en büyük şairi ve birçok bakımlardan 20. yüzyıl Türk şiirinin belli başlı kurucularından sayabileceğimiz Tevfik Fikret, daha sonraki şiirlerinde, Servet-i Fünûn hareketinin genel duygu atmosferini aşarak ve bir bakıma Tanzimat şiirinin toplumcu geleneğiyle bütünleşerek şiirini çok etkili bir toplumcu, felsefi, hatta ütopik-sosyalist diye niteleyebileceğimiz yeni bir boyuta ulaştırabilmiştir. Fakat, Servet-i Fünûn şairlerinin tümü gibi, Tevfik Fikret’in de genellikle ağdalı bir Osmanlıcayla yazması, bu şairin Türk şiirine etkisinin sürekli olmasını belli bir ölçüde engellemiştir.

Yine 19. yüzyıl sonlarında Türk toplumsal yaşamında Osmanlıcalığa karşı milliyetçilik ve Türkçülük anlayışlarının doğduğunu görüyoruz. Servet-i Fünûn hareketi içinde yer alan ve daha sonra yayımlayacağı “Kitaplar” adlı aylık yayın organı çevresinde, genç Nâzım Hikmet de içinde olmak üzere dönemin belli başlı hece şairlerinin toplanacağı Celâl Sahir (1883-1935), hece vezni ile de şiirler yazmıştır. Fakat 19. yüzyıl Türk şiirinde, hem şiir dilini yalınlaştıran, Türkçeleştiren, hem de hece veznini yoğun olarak kullanan en önemli şair Mehmet Emin Yurdakul’dur (1869-1944). Mehmet Emin Yurdakul’un başlattığını sayabileceğimiz dilde Türkçeleşme ve şiirde hece vezninin kullanılması hareketinin, 11 Nisan 1911’de, Selânik’te ilk sayısı yayımlanan “Genç Kalemler” dergisinin yazarlarınca desteklendiğini görüyoruz. “Genç Kalemler”i yayımlayanlar, ulusal Türk hikâyeciliğinin kurucusu ve hece vezniyle şiirler de yazmış olan Ömer Seyfettin (1884-1920) ile şair Ali Canib Yöntem’dir (1887-1967). Ziya Gökalp’in de (1875-1924) katılması ile ve Osmanlı toplum yaşamındaki köklü değişikliklere bağlı olarak, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde dilde Türkleşme ve şiirde hece vezni hareketinin gittikçe güç kazanarak, varlığını belli bir ölçüde hâlâ sürdürmekte olan Osmanlıca şiir dili ve aruz vezninin yanında başlıca bir şiir hareketi olarak ortaya çıktığını görüyoruz.

Servet-i Fünûn’un bir çeşit devamı olan Fecr-i Âti hareketi üzerinde özellikle durmadım. Buna karşılık 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarındaki Türk şiirinin genel tablosunu tamamlayabilmek için, dönemin akımlar dışında bazı belli başlı şairlerine de kısaca değinmek gerekiyor. Bu şairler, Mehmet Âkif (1873-1936), Ahmet Haşim (1885-1933) ve Yahya Kemal’dir (1884-1958).

Mehmet Âkif, aruz veznini kullanmakla birlikte, halk diliyle yazdığı gerçekçi manzume türüyle, yenilikler getirmiş, şiiri demokratlaştırmış bir şairdir. Ahmet Haşim, müstezat türünü daha da geliştirerek serbest müstezat türünde şiirler yazmıştır. Aruz vezninin son büyük temsilcisi olan Yahya Kemal ise, Türk şiirine biçim ve dil alanında daha önemli yenilikler kazandırmış bir şairdir. Tevfik Fikret’in şiirsel dizem (ritim) alanında getirdiği yeniliklerin izleyicisi olan Yahya Kemal, Fransız şiirini iyi tanıyan, şiirlerinde sözcükler arasındaki ses uyumundan yararlanan, vezne, uyuma büyük değer veren, konuşulan Türkçeden yararlanan ve uyaklarda daha demokrat bir şairdir.5 “… Serveti Fünun nazmının dili bazı şahsiyetlerinde ara sıra görülen istisnai durumlara rağmen, umumiyetle ve kelime kadrosu, gramer ve hatta sentaks itibariyle Türkçeden uzaklaşan yapma bir dildi. Hele Yahya Kemal onu, aynı zamanda Fransız dilinin kuvvetli tesiri altında bir ‘tatlı su lehçesi’ haline gelmiş gibi görüyordu. Milli bir çığır açabilmek için, ne Serveti Fünun diline, ne de Divan nazmının diline bağlanılamazdı. Halk şiirinin dilini de fazla dar ve mahalli bulan şair, bu durum karşısında, tek imkân olarak ‘konuşulan Türkçe’yi görüyordu.”6

Nâzım Hikmet şiire böyle bir dönemde başladı. Bölümün başlangıcında otobiyografisinden yaptığımız alıntıda, ilk şiirlerinde “Edebiyat-ı Cedide’nin, Fikret’in, Mehmet Emin’in” etkisinde olduğunu söylediğini görüyoruz. Çocukluk şiirlerini incelediğimizde, gerçekten bu etkilerin bir karmaşasıyla karşılaşmaktayız. Bu şiirlerden “Feryadı Vatan”ın şu iki dizesini alalım:

Sisli bir sabahtı henüz
Etrafı bürümüştü bir duman

Fikret’in bir ölçüde yalın bir Türkçeyle yazdığı bazı şiirlerinin ve genellikle Servet-i Fünûn şiirinin edası, betimleme tavrı, fiilleri ve zaman kipleri var bu dizelerde. “Mehmet Çavuşa”, “Vatana” vb. şiirlerinde ise, konuda ve söyleyişte Mehmet Emin Yurdakul’un ve genel olarak o dönem Türkçü şiir akımının etki alanına girdiği görülüyor. Çocukluk şiirlerinde yoksullara acıma ve yurtseverlik duyguları iç içe. Gerçekten de ne aruzu, ne heceyi henüz uygulayabilecek yaşta olmayan bir çocuğun söyleyişleri bunlar. Dil de, otobiyografisinde kendisinin belirttiği gibi, Türkçe ve Osmanlıca sözcüklerin bir karışımı. Yine de bu şiirlerde, çeşitli şiir duygularına ve söyleyişlerine açık, bir çocuk şairin yeteneği seziliyor. Rahat bir söyleyişi var. Devrik cümleler yapıyor, konuşma dili ve diyaloglar kullanıyor, nakaratlı dizeler, şiirsel dizeme yatkın bir yeteneği haber veriyor. Nitekim bu çocukluk şiirleriyle de çevrenin dikkatini çektiğini yaşamına ilişkin kitaplardan öğreniyoruz. İlk şiirleri arasında bir de Fransızca şiir var.7 Annesinin Fransız edebiyatına sevgisini otobiyografisinden ve yine yaşamı üstüne kitaplardan biliyoruz. Kendisinin de o dönemde iyi Fransızca öğrendiği anlaşılıyor8. Çocukluk şiirlerini yazdığı dönemde Fransız şiiriyle doğrudan doğruya karşılaşmış mıdır? Bu konuda kesin bilgilerimiz yok. Vâlâ Nurettin, Bu Dünyadan Nâzım Geçti adlı yapıtının bir yerinde, gençlik yıllarında Fransız şiiri konusundaki cahilliklerinden söz ediyor.9

Yaşamı üstüne yapıtlardan, yine çocukluk yıllarına ilişkin olarak, annesinden Lafonten masalları dinlediğini, Jules Verne’in yapıtlarına tutkun olduğunu, Karagöz gösterilerini çok sevdiğini öğreniyoruz.10 Ekber Babayev de Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nâzım Hikmet adlı çalışmasının bir yerinde, çocukluk yıllarında şairin evlerindeki Anadolulu uşaklardan ve hizmetçilerden masallar dinlediğini söylüyor.11 İlerde çok güzel masallar da yazacak olan Nâzım Hikmet’in, yaşamının tüm dönemindeki şiirlerinde masal tekniğinin, masal atmosferinin önemli yeri olduğunu düşünüyorum. Nitekim, çocukluk şiirleri arasında da “Çanakkale Masalı (Çocuklarımıza Masal)” adlı bir şiiri var.

Yayımlanan ilk şiiri, “Serviliklerde”dir. Şiirin ilk dörtlüğünü okuyalım:

Bir inilti duydum serviliklerde
Dedim: Burada da ağlayan var mı?
Yoksa tek başına bu kuytu yerde,
Eski bir sevgiyi anan rüzgâr mı?

Otobiyografisinden, “Birçok yerini Yahya Kemal’in düzelttiğini” öğrendiğimiz bu dizelerde, artık etkin bir şiir akımı olarak ortaya çıkan hece şiirinin belli başlı öğelerini görüyoruz: “Serveti Fünun’dan kalma elem ve ölüm mevzuları … verem edebiyatı, solgun ve sönük varlıklardan zevk alma itiyadı… aşk, ıstırap ve kısmen de arzu ve ihtiras…”12 Nitekim Nâzım Hikmet bir süre bütün bu konuları işleyen şiirler yazıyor. Fakat bu arada tertemiz bir dil ve hece veznini çok işlek kullanma yeteneğini edinerek çok genç yaşta hece şiirinin belli başlı usta şiirleri arasında yer alıyor. “… bu yıllarda hece vezni için müştereken çalışan Türk şairleri, hiçbir ilmî kıymeti olmayan bazı tasniflerde gösterildiği gibi sadece ‘Beş Hececi’den ibaret değildi… E. Behiç, N. Fazıl, H.Fahri, O. Seyfi, Y. Ziya imzaları hece  vezni  cereyanına  ne  zaman  iştirak  etmişlerse  A.  Gündüz, A. Canip, A. Mümtaz, C. Sabir, F. Köprülü, H. Nusret, İbrahim Aladdin, Nâzım Hikmet, Necmettin Halil, Ömer Seyfettin ve Vâlâ Nureddin de aşağı yukarı aynı yıllarda katılmış ve hizmet etmişlerdir.13

Bu sırada “Alemdar” gazetesinin açtığı bir yarışmada birincilik kazanan parodi şiiri, henüz çocuk denilebilecek yaştaki şairin, konu ve söyleyiş bakımından, hece şiirinin yukarda değinilen genel niteliklerini aşmaya başladığını gösteriyor:

Benim gönlüm bir kartaldır,
Nerde güzel görürsem ben:
Haydi derim haydi saldır!

Bu dizelerde, hece şiiri söyleyişini zorlayan bir ses, güçlü bir tonlama var. Nitekim Nâzım Hikmet, çok geçmeden, aşk, umutsuzluk vb. türünden konuları tümüyle bırakarak, I. Dünya Savaşı ertesinde, düşman ordularının işgali altında bulunan İstanbul’da, o dönemin en güzel, en içten ve öfkeli, yurtseverce şiirlerini yazacaktır. Anadolu’ya geçmeden önce yazdığı “Kırk Haramilerin Esiri”, “Sarı Zeybek”vb., gibi şiirler gerek içerik, gerek biçim açısından, hece ile yazılmış yurtseverlik şiirlerinin en seçkin ve özgünlerindendir. Nâzım Hikmet’in sonradan benimseyeceği siyasal görüşlere tümüyle karşıt edebiyat tarihçileri de bunu kabul etmektedir. N. Sami Banarlı, Türk Edebiyatı Tarihi adlı kitabının bir yerinde bunu şu sözlerle belirtiyor: “Nâzım Hikmet Ran Türk şiir dünyasına yeni bir ses duyuran şairdir… Başka İstanbul olmak üzere bir kısım Türk yurtlarının işgal altında bulunduğu yıllarda… ekseriya aşk şiirlerini söyleyen öteki gençlerden ayrılarak, fikir ve cemiyet şiirleri yazmış”tır.14

Çocukluk yılları ve hece dönemi şiirlerinin biçim açısından genel bir değerlendirmesini yaparsak, Nâzım Hikmet’in bu şiirlerde:

– Tevfik Fikret ve genel olarak Servet-i Fünûn şiirinin bazı söyleyiş, betimleme, vb. özelliklerinden etkilendiğini;

– Mehmet Emin Yurdakul’un konuşma dili ve diyaloglarla örülü yurtseverlik şiirinin etki alanından geçtiğini;

– Halk masallarından etkilendiğini;

– Servet-i Fünûn ve daha sonra hece şiiri atmosferi içinde, dolaylı ya da dolaysız lirik-romantik Fransız şiiri akımlarından etkilenmiş olduğunu;

– 1920’ye doğru yazdığı şiirlerde, hece şiirinin söyleyiş kalıplarını zorlamaya başlayarak ve belki T. Fikret – M. Emin şiiri özelliklerinin, hece şiirinin genel özellikleriyle kaynaşmasından ve şairin kendi kişisel yapısından doğan ve daha o dönemde “erkekçe ses!”15 diye nitelenen bir söyleyiş özgünlüğüne ulaştığını saptayabiliriz.

II. Özgür Koşuğa Geçiş

Nâzım Hikmet ve üç şair arkadaşı, 1921 yılı başında Anadolu’daki kurtuluş hareketine katılmak için İstanbul’dan ayrıldılar. Bu şairlerden ikisi, Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya, İnebolu’dan geri çevrildiler. Nâzım Hikmet ve yakın arkadaşı Vâlâ Nurettin ise, bu kez Rusya’daki devrimi yakından izleyebilmek için, 1921 yazında Karadeniz üzerinden Batum’a geçtiler.

Anadolu’ya ve bunun hemen arkasından 1924 yılına kadar kalacağı Sovyetler Birliği’ne yolculuk, genç Nâzım Hikmet’in şiirinde ve çağdaş Türk şiirinde bir dönüm noktasının başlangıcıdır. Otobiyografi’den okuyoruz:

“Anadolu’ya geçtim… Şaştım, sevdim, bayıldım ve bütün bunları başka türlü yazmak gerektiğini sezdim, ama yazamadım… şiirle yeni şeylerin şimdiye dek söylenmemiş şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte ilk önce beni yeni bir öze göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi… işe kafiyeden başladım…”

Daha sonra, Batum’a geçişi ve devrimin ilk yıllarının çalkantılarına tanık oluşunun izlenimlerini otobiyografide şöyle anlatıyor:

“Batum’a geldim. Sovyet realitesiyle temas ettim. Bir yandan ‘Kızıl Ordu’ şiirini yazdım, öbür yandan tekrar şekil meseleleri beni uğraştırdı. On dört ve yedi hecelerle ‘Mukaddes Kitap’ı yazdım.” Bir başka yerde şunları söylüyor: “Batum’da sütun biçiminde basılmış (kıtalara ayrılmamış) Rus şiirleri gördüm. Rusça bilmekle övünen bir Türk bu şiirleri okudu bana. Fakat çevrilmelerinin olanaksız olduğunu ekledi. Yazarın adını da söyledi: Mayakovski.”16 Yeniden otobiyografiye dönelim: “Bunun çok iyi tanıdığım Fransız serbest vezni olamayacağına her nedense kanaat getirdim, bunun yepyeni bir şey olduğuna ve şairin böyle dalgalar halinde düşündüğüne hükmettim ve ‘Açların Gözbebekeri’ni yazdım.”

Türk  şiirinde  özgür  koşuğun  ilk  örneğini  yazılışını  Nâzım Hikmet böyle anlatıyor.

Bir süre sonra Moskova’da Mayakovski’yle karşılaşmışlar. Şair bu karşılaşmanın izlenimlerinden bir konuşmasında söz ediyor:

“…hemen dost olduk onunla… Fakat çok zor anlıyorduk birbirimizi. O zamanlar Rusçam çok kötüydü çünkü.”17 Bir başka konuşmasından şunları öğreniyoruz: “…Başlangıçta hiçbir şey anlamıyordum ondan. Mayakovski’den. Çünkü Rusçam çok kötüydü… Fakat basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum.”18

Vâlâ Nureddin de Bu Dünyadan Nâzım Geçti adlı yapıtında, Tiflis’te Lüx adlı bir otelde19 avangard bir şairle karşılaştıklarını, bu şairin onlara Mayakovski’nin “Susunuz hatipler / Söz sizindir mavzer yoldaş” dizeleriyle biten bir şiirini okuduğunu anlatıyor ve şunları söylüyor:

————

1     Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri, I. cilt, Sofya 1967, s. 7-23.
2     Bkz. E. Babayev, Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nâzım Hikmet; R. Fish, Nâzım’ın Çilesi; V. Nureddin, Bu Dünyadan Nâzım Geçti; Z. Sertel, Mavi Gözlü Dev; A. Aydemir, Nâzım; K. Sülker, N. Hikmet’in Gerçek Yaşamı, vb.
3     Bu şiirler için bkz. K. Sadi, Nâzım Hikmet’in İlk Şiirleri; A. Aydemir, Nâzım; A. Bezirci, N. Hikmet-Bütün Eserleri, cilt 1.
4     N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 304-305.
5     Bkz. a.g.y. ss. 387-393.
6     K. Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri, Ankara 1976, ss. 728-729.
7     Bkz. A. Bezirci, N. Hikmet-Bütün Eserleri, cilt I, s. 17.
8     Bkz. A. Aydemir, Nâzım, s. 26.
9     V. Nureddin, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, İstanbul 1975, s. 130.
10      Bkz. A. Aydemir, Nâzım, s. 20; R. Fish, Nâzım’ın Çilesi, ss. 50-52.
11     Bkz. E. Babayev, Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nâzım Hikmet, s. 14.
12     N. Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s. 368.
13     A.g.y., s. 368.
14     A.g.y., s. 415.
15     V. Nureddin, Bu Dünyadan Nazım Geçti, ss. 35-37
16     Bkz. E. Babayev, “Yaşamı ve Yapıtlarıyla Nâzım Hikmet, ss. 75-76.
17     Bkz. a.g.y., s. 77. (bu sözlerin aslı Rusçadır.)
18     Bkz. a.g.y., s. 77. (bu sözlerin aslı Rusçadır.)
19     E. Babayev’in kitabındaki alıntıda, N. Hikmet bu otelin Moskova’da olduğunu söylüyor.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Yoksa Hayat Gençken Daha mı Zor?

Editor

Ateş-i Suzan

Editor

Yenilgiden Dönerken

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası