1. BÖLÜM
Kırgınlık ve zafer
Kod üç 9 Kasım 2006; 23.16
Parkview Tıp Merkezi’nin acil servisinde travma alarmı yankılanıyordu. Hastaneden dört mil uzakta bir kaza olmuştu.
Bir sağlık görevlisi, Parkview’daki triyaj* hemşiresine telsizle, “Motorlu araç kazası geçirmiş on altı yaşında bir kız getiriyoruz,” diye haber verdi. “Bilinci açık ve uyarıla.bilir durumda. Fakat baş ve boyun bölgesi hasarlı, ayrıca direksiyon milinin neden olduğu göğüs ve karın yaralanmaları var gibi görünüyor.”
* İngilizce metindeki Fransızca kökenli bu sözcük, savaş alanlarında ve hastanelerin acil servislerinde uygulanan, durumun aciliyetine ve hasta ya da yaralının sağ kalma olasılığına göre öncelik verme sistemidir. (Y.N.)
Kızın Volkswagen Jettası hızla giderken kaldırıma çı.kıp bir telefon direğine çarpmıştı. Emniyet kemeri bağlı olsa da, otomobilin ön kısmı ezilince direksiyon mili arkaya doğru kayıp onu koltuğunda kıpırdayamaz hale getirmişti.
Kurtarma ekibi koltuğu geriye doğru hareket ettirme.ye çalışmış, fakat koltuk rayları sıkıştığından kızı çekerek dışarı çıkarmak zorunda kalmıştı. Bir itfaiyeci bütün gücünü kullanarak direksiyonu kazazededen birkaç santim uzaklaştırmayı başarırken, sağlık görevlileri de dikkatle dışarı çekerek kızı kurtarmışlardı.
“Dört dakika içerisinde kod üçe ulaşıyoruz,” dedi sağlık görevlisi.
O akşam hastanede görevli olan kıdemli travma cerrahı Ted Cogan ikinci kattaki nöbetçi odasından acil servise inerken sağlık görevlileri de yaralıyı sedyeyle içeri alıyorlardı. Uzun boylu, normal kilolu bir adam olan Cogan, hastanenin çıplak zemininde yürürken turist faytonuna koşulan atların toynakları gibi sesler çıkaran tahta tabanlı sabolarıyla daha da uzun boylu görünüyordu.
Yalnızca birkaç dakika önce rahatça yatakta yatmış uyukluyordu. Şakaklarından ağarmaya başlamış saçlarının bir tarafı havadaydı ve yeşil renkli nöbet gömleğinin ön kısmı pantolonundan dışarı sarkmıştı. Fakat darmadağınık bir halde olmasına rağmen, bu durumu onu daha yaşlı göstermiyor, tersine çocuksu bir sevimlilik kazandı.rıyor ve vaktinde işe yetişen biri olmaktan çok, okula geç kalmış öğrenci gibi görünmesine yol açıyordu.
Sağlık görevlileri kazazedeyi travma odasına aldılar. Bir oksijen maskesi takılmış olan beyaz tenli, sarışın genç kız tavana bakıyordu. Odada bulunan Travma Başhemşiresi Pam Wexford bir stajyer doktora emirler yağdırıyor.du: “Bu tarafta durman gerekiyor. Hayır, şurada. Tamam, üç dediğimde kaldırıyoruz.”
Sert zeminli bir sedyeye bağlanmış ve boynu bir bo.yunlukla sabitlenmiş olan genç kızı sağlık görevlilerinin sedyesinden travma odası sedyesine naklettiler. Cogan odaya girdi, fakat acil servis çalışanlarının ayağının al.tında durmamak için yana çekildi. Piramidin tepesinde bulunmasına ve teknik anlamda sorumlu kişi olmasına rağmen, bu ilk anlarda vermesi gereken çok az talimat vardı, çünkü standart işlemler yürürlüğe girmişti. Ekip kazazedenin hava yollarının açık olduğundan emin olur, yaşamsal belirtilerini izler, bir damar yolu açar, kan örneği alır ve giysilerini çıkarırdı. Daha sonra da ilk boyun, göğüs ve leğen kemiği filmlerini çekerlerdi.
“Dr. Cogan, bize katılmanız ne hoş.”
Konuşan, kazazedenin üzerinde çalışmakta olan Cer.rahi Başasistanı John Kim’di. Kim otuz yaşındaydı, fakat yirmi gösteriyordu. Bebek yüzlü, Kore kökenli bir Ame.rikalıydı. Cogan onu severdi, çünkü hemen herkesi hoş görülebilir kılan iki özelliğe sahipti: İşinin ehliydi ve ge.lişmiş bir mizah duygusuna sahipti.
“Bunu dünyada kaçırmazdım,” dedi Cogan. “Ne olmuş?”
“Yaklaşık 50 mil hızla giderken bir telefon direğine çarpmış.”
“Vay canına.”
“Tansiyon 90’a 60, doktor,” dedi Pam Wexford. “Nabız 120, hemoglobin 15.”
Kızın kan sayımı normaldi. Cogan kendi kendine, Fa.kat hem tansiyonu normalden düşük hem de nabzı hızlı, bu da olasılıkla kan kaybettiği anlamına geliyor. Ama ne.reden? Büyük bir dış yarası var gibi de görünmüyor; bir kırık, herhangi bir göğüs travması ya da bir organ yaralan.ması veya yırtılması var mı diye bakıyorlar herhalde, diye düşündü.
Wexford kıza, “Elbiselerinizi keserek çıkarmamız gerekiyor,” dedi, “O yüzden hareketsiz kalmaya çalışın lütfen.”
Kız gözlerini açıp kapayarak ve inleyerek yanıt verdi. Üzerinde bir kot pantolon vardı ve kesmeyi güçleştiriyordu, fakat Edward Makas-Eller karakterinin gerçek yaşam.daki karşılığı olan Wexford bir dakikadan az süre içinde onun pantolonunu, yarım balıkçı kazağını ve külotunu çıkarmıştı bile. Hemşirenin işi bittiğinde, Cogan üzerinde lateks eldiven kutusu duran tezgâha doğru giderek bir çift eldiven çıkardı. Onları taktıktan sonra dikkatini çıplak ve bacakları hafifçe ayrık durumda sedyede yatan kazazedeye yöneltti. Onun ince yapılı, düzgün vücutlu bir kız olduğunu, kaslı bacakları ve düz bir karnı olduğunu fark etti. Kollarında ve yüzünde kesik ve sıyrık şeklinde dört beş yüzeysel yara, sağ baldırının ön kısmında ise bir stajyer doktorun ilgilenmekte olduğu daha derin bir kesik ve bir çürük vardı.
“Ne durumdayız Cynthia?” diye sordu Cogan röntgen teknisyenine.
“Hazırsanız, biz de hazırız doktor.”
“Pam?”
“Tansiyon 90’a 60. Nabız 130.”
“Tamam Cynthia. Güzel bir resim istiyorum.”
Röntgen teknisyeni taşınabilir röntgen cihazını kazazedenin üzerine doğru çekti. Cihaz doğru yere geldiğinde, boyun filmi çekimi sırasında hastanın vücudunu germek üzere ayaklarından çekmek gibi nahoş bir görev için hazırlanırken kurşun gömlek giyen stajyer doktor dışında herkesin odadan çıkmasını söyledi. Her bir film için makineye yeni bir pozisyon veren Cynthia kendisini radyasyona maruz kalmaktan koruyan kurşun paravanın arkasından, uzaktan kumandanın düğmesine basmadan önce her defasında, “Dikkat, çekiyorum!” uyarısında bulunmayı unutmuyordu.
İşi bittiğinde travma ekibinin geri kalanları odaya geri dönerek işlerine devam ettiler. Cogan’ın adlarını her za.man karıştırdığı birkaç hevesli stajyer doktor, kızın ancak inleyerek ve yüzünü buruşturarak yanıtlayabildiği bir soru yağmuruna başlamıştı.
Stajyer 1:“Nerede olduğunuzu biliyor musunuz? Bu.raya nasıl geldiğinizi biliyor musunuz?”
Stajyer 2: “Herhangi bir ilaca alerjiniz var mı ba.yan?”
Stajyer 1: “Bayan, antibiyotiklere alerjiniz var mı? Pe.nisiline?”
Stajyer 2 (bacağına bir iğne dokundurarak): “Bunu hissedebiliyor musunuz?”
Stajyer 1: “Şimdi size bir rektal muayene yapacağım, tamam mı?”
“Tansiyon 80’e 60, doktor,” dedi Pam Wexford. “Na.bız 150.”
“Pekâlâ,” dedi Cogan. “İsmini biliyor muyuz?”
Hemşire sağlık görevlilerinin evraklarına baktı. “Kris-ten,” dedi. “Kristen Kroiter.”
“Kristen,” dedi Cogan, kıza dönerek. “Adın bu mu?”
Kız yanıtlamadı. Yalnızca gözlerini açıp kapadı.
“Tamam. Benim adım Dr. Cogan, bu da Dr. Kim. Sana yardım etmek için buradayız. Hepimiz sana yardım etmek için burada bulunuyoruz. Araba kazası geçirdin ve şu anda hastanedesin. Bunu anlıyor musun?”
Kızın ağzını örten oksijen maskesinin ardından gelen yanıt bir homurdanmayı andırmakla birlikte Cogan’ın devam etmesine yetecek kadar doğrulayıcı idi.
“Sana birkaç soru soracağım ve durumunu değerlendirebilmemiz için hızlı bir muayene yapacağım, tamam mı?”
Kız inledi. Sonra kısıtlı haliyle biraz kıvranarak mas.kenin ardından mırıldandı: ”Çok canım yanıyor.”
“Canının yandığını biliyorum,” dedi Cogan kızın elini tutarak. “Ve muayeneyi acı vermeden yapabilmeyi ister.dim. Fakat henüz ağrı kesici bir şey veremem, çünkü o zaman nerenin ağrıdığını söyleyemeyebilirsin. Sana ya.rarlı olabilmemiz için de nerenin ağrıdığını söyleyebil.men gerekiyor.”
Kızın gözlerini muayene etti, sonra, “Gözlerin odağı eşit ve tepki veriyorlar,” dedi.
Sırada akciğerler vardı.
“Kristen,” dedi, “birkaç derin nefes almanı istiyo.rum.”
Doktor stetoskopuyla dinlerken, kızın yüzünde her nefesine eşlik eden bir acı dalgası dolaşıyordu. Fakat ak.ciğerler temiz görünüyordu. Doktor ekibe, “İki tarafta da solunum sesleri mevcut ve eşit,” diye bildirdi. Sonra kıza döndü: “Nefes alıp verirken ağrıyor mu?”
Hasta yanıt vermekte zorlandığından, ona eğer konuşmak istemiyorsa yalnızca kendisinin elini sıkabileceğini söyledi. Bunu yapabilirdi değil mi?
Yapabilirdi.
Sonra serbest olan sağ eliyle kızın göğüs kafesini mu.ayene etmeye başladı. Cildi sıcak ve nemliydi, terliyordu; Cogan alnının terlediğini hissetti. Elini yavaşça hastanın göğsünün üzerinde gezdiriyor ve hassasiyet bulunan noktaları belirlemek için göğüs kafesinin üzerine yumuşak bir şekilde baskı uyguluyordu. Kız aniden bir çığlık attı ve Cogan onun tırnaklarından birinin eline battığını his.setti. Elini ağrılı noktadan hızla kaldırdı.
“Tamam,” dedi. ”Üzgünüm.”
Elini yeniden, bu sefer daha yumuşak bir biçimde, hastanın karnının sol tarafına bastırdı. Kız çığlık atmadı, fakat inledi, sonra gözlerini kapayarak, ”Lütfen,” dedi.
Cogan, “Sol üst kadranda hassasiyet ve sol alt kabur.galarda olası krepitasyon,” diye bildirdi.
O sırada röntgen teknisyeni Cynthia odaya döndü ve, “Filmler hazır, doktor,” dedi.
“Teşekkürler. Kristen beni duyuyor musun?”
Kız gözlerini açtı.
“İyisin,” dedi doktor. “Birkaç dakikalığına buradan ay.rılmam gerek, Doktor Kim ve ben vücudunun iç kısım.larında neler olup bittiğine bir göz atarken Pam seninle ilgilenecek. Fakat hemen döneceğiz.”
Cogan genç kızın yaşamsal göstergelerine bir daha baktı –kan basıncı ve nabız istikrarlıydı–, sonra, ışık kutu.sunun önüne asmış olduğu göğüs röntgenini incelemekte olan Kim’in yanına doğru yürüdü. Genç kızın akciğerle.rini inceliyordu. Beyaz hava olduğunu gösterirdi, siyah ise hiçbir şey, boşluk, işlevsiz bir akciğer demekti.
Karşılarındaki akciğer görüntüsü beyazdı.
Kim, “Pnömotoraks yok,” diyerek Cogan’ın da görmüş olduğu şeyi belirtti: Akciğerlerin ikisinde de çökme yoktu. “Fakat kaburga kırıkları var. Sol 9, 10 ve 11’inci kaburgalar. O yüzden solunum güçlüğü çekiyor.”
Kaburga kırıkları çok ağrılı olurdu. Kocaman adamla.rı birer bebeğe çevirebilirlerdi.
“Sanırım hepsi bu,” diye devam etti daha genç olan doktor, genç kızın boyun ve leğen kemiklerine bakarak. “Boyun omurgası temiz, leğen kemiği filmleri de normal.”
“Doktor,” diye seslendi Wexford, öncekinden daha ısrarlı bir sesle. “Kan basıncı düşüyor. Taşikardisi de artıyor.”
Cerrahlar arkalarını dönerek aletlere baktılar. Sisto-lik basınç 80’di. Nabız 170’e fırlamıştı. Hemoglobin ise 12’ye düşmüştü.
Kim gergin bir yüzle Cogan’a baktı. Aynı şeyi düşü.nüyorlardı.
“Bir yıkama yapmamı ister misin?” diye sordu Kim.
“Bence iyi olur,” diye yanıtladı Cogan.
Hastanın yanına dönerek hemşireden bir periton lavajı kabı istedi. “Çabuk lütfen,” diye ekledi. Sesi sakindi, fakat tüm ekip hemen alarma geçti, çünkü herkes Cogan’ın, diğer cerrahlardan farklı olarak, bu tip şeyleri ancak durum gerçekten gerektiriyorsa talep ettiğini bilirdi.
“Yıkama”, karın boşluğunun iç kısmını kaplayan zara, yani peritona bir tuzlu su çözeltisi enjekte edildikten sonra, tekrar şırınganın içerisine geri emilmesi anlamına gelen bir işlem olan periton lavajı için kullanılan bir kı.saltmaydı. Tuzlu suyun kanlı olarak geri gelmesi, olma.ması gereken bir yerde kan bulunduğu anlamına gelirdi.
Cogan genç kızın göbeğine bir kesi yaptı, sonra ince bir plastik tüpü deliğin içine doğru dikkatle ilerletti. Tüpün ucuna içi tuzlu su dolu bir şırınga tutturup baş.parmağıyla şırınganın pistonunu iterek tuzlu suyu yavaş yavaş genç kızın karnına boşalttı. Şırınga neredeyse boşaldıktan sonra pistonu dikkatle yukarı kaldırarak sıvıyı yeniden şırınganın içine çekti.
Sıvı koyu kırmızıydı.
“Tamamen kanlı,” dedi şırıngayı hemşireye uzatarak. Kısa bir sessizlikten sonra: “Pekâlâ, bayanlar ve baylar. Hastada bir dalak yırtılması olduğunu düşünüyorum. Daha fazla sıvı verin, altı ünite kan için çapraz karşılaştırma yapın ve hastayı operasyona hazırlayın.”
Bu talimattan sonra bütün ekip genç kızı, tüm serumlarıyla birlikte, yatmakta olduğu sabit sedyeden tekerlekleri olan hareketli bir sedyeye nakletmeye odaklandı.