Siyaset

Oktay Sinanoğlu – Büyük Uyanış

Derin bir uykudan uyandım. Rüya kafamda hâlâ taptazeydi; yeni görülmüş renkli bir filim gibi. Nasıl derin bir uyku idi ki o öyle. Sanki elli yıldır uyumaktaymışım. Rüyamda, halk Türkiye’nin her bir köşesine kadar uyanmış. Herkesin gözünde bir parlaklık; yüzlerinden kendine güven fışkırıyor.

Kadıköy’deyim, Beyoğlu’ndayım, Ankara’da Meşrutiyet Caddesi’ndeyim, Amasya’da, Antalya’da, Tekirdağ’da, Van’dayım: Sokaklarda insanlar hızlı hızlı işlerinin güçlerinin peşinde koşturuyor, ama yüzlerinde telâştan, endişeden eser yok; mutlu bir tebessüm, birbirleriyle sevecen selamlaşmalar. Gençlerde azimli, zeki bakışlar.

Bazıları düşünceli düşünceli yürüyor; sanki kafalarında çetin matematik meseleleri çözüyorlar. Dolaşırken baktım ki, hayret her yerde kahveler, iş saati, nerdeyse boş. Tek tük müşterili masalarda kağıt, ya da tavla oynayan görünmüyor. Bir gurup genç oturmuş, ciddi, ağırbaşlı tartışıyorlar; bazıları önlerindeki kağıtlara fizik formülleri yazıyor.

Terbiyeli, saygılı gençler. Düşünüyorum: Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti ‘ni emanet ettiği gençler nihayet yetişmiş. tanesinin Fransızca, biri İngilizce, iki eyaletinki ise, önemli bir Afrika dili olan Svahili. Yaa, işte böyle.

Zaten berbat bir dil olan, bilime, tekniğe yetersiz İngilizce’ye yüz veren yok.” Çıktım, biraz yürüdüm. Eski dükkânlar, yeni dükkânlar, ama hayret hepsinin üstünde gayet güzel Türkçe isimler. O, aşağılık duygusu alâmeti, sömürge ruhu belirtisi yabancı dilde adlardan, yazılardan eser yok “Fast Food” kepazeliği olmuş “Tez Yemek”, “Cafe” -ki bana hep de “Cafer”i, o adı içeren ayıp tekerlemeyi hatırlatır -yerine “Çay Evi”, ya da “Kahvehane”. Bir gazete aldım: Adı “Yıldız”, dili tertemiz. İri başlık diyor ki:

Avrupa Devletçiklerinden Ziyaret!.. Altında: Avrupa’nın ufak dukalıklarının başkanları, borçlarının faizlerini ödemekte zorluk çektiklerinden, yardım, en az azından faiz ertelenmesi talepleriyle Türk banka genel müdürlerini ziyaret edecekler.

Hazır Ankara’da iken “Avrasya Birliği Para Fonu” AVRAP’ın Ankara’daki Genel Merkezi yetkilileriyle de görüşecekler. Olumlu bir sonuç almaları pek beklenmiyor, çünkü son verdikleri uyum taahhütlerini tam yerine getirebilmiş değiller. Basklar, Bretonlar, Korsikalılar, Keltler, Baku’deki Avrasya Birliği insan Haklan Mahkemesine başvurup duruyor. Haber devam ediyor.

Ankara’dayım; güzel bir tramvay geçti; üstünde “Uluğ Bey Teknik Evrenkenti” yazıyor, şaşırdım. Vay canına, yıllarca uğraşmıştım da, bir evrenkente böyle bir isim verdirememiştim. Birine sordum: “Bu ne? Yeni bir evrenkent mi kuruldu?” Adam soruma şaşırarak, “Yok” dedi, “Yıllar önce ABD telkiniyle kurulmuş bir evrenkent vardı ya, epey oldu, onun adı değiştirildi.”

Hangisi olduğunu anladım; “Eğitim dili İngilizce; değil mi?” Adamcağız yarı şaşkın, yan öfkeli baktı: “Öyle şey olur mu yahu; burası artık çok şükür, sömürge değil!” dedi övünerek; “Burası Türkiye Cumhuriyeti. Biz de, Atatürk’ün ısrarla üzerinde durmuş olduğu gibi, eğitim dili her seviyede ve tümüyle Türkçe’dir”. “Yâni yabancı dil öğretilmiyor mu?”

“Allah Allah, siz nerden geldiniz böyle? Elbette her çeşit yabancı diller, meslek dalına göre, yabancı dil öğretimi uzmanlarınca ayrıca öğretiliyor. En çok Çince’ye, Rusça’ya, İspanyolca, sonra Almanca’ya rağbet var.” “Hayret; İngilizce furyasına ne oldu?”

Adam gene yüzüme garip garip baktı: “Ooho, o eskidendi. O zamanlar kovboy Amerika görünüşte güçlüydü, kölelerine Tarzanca’yı dayatabiliyordu. Orada yuvalanmış “küresel kıraliyetçiler”, sahte Avrupa Birliği, IMF gibi araçlarını kullanarak, ulus-devletleri parçalıyor, o da sökmezse bomba ıstoklarını tüketmek için saldırıyorlardı.

O günler çoktan geçti evlât! Sonunda oyunlar ABD içinde de yoğunlaştı. ABD’yi 12 eyalet-devletçiğe böldüler. Sekizinin resmî dili İspanyolca, bir KİME OY VERECEĞiZ BE KARDEŞiM? Anî sağanak bastırdı. Üstüm zil, şemsiyem yok. Islak tarla faresine dönüşüyorum. İnsanlar değil de, Amerika’nın neft (petrol) satışları düşünülerek yapılmış otoyol gibi caddeden, arabaların arasında harp filimlerindeki gibi zikzak koşarak karşıya geçtim.

Pervazın altına sığındım, sonra devlet dairesine girdim. Ufak bir işim düşmüştü. Yaşlı başlı insanlar, bir şeyler imzalatmak için büyücek bir mekânda bekleşiyorlardı. Sonunda üst katta kendimi el pençe divan, küçük bir odadaki tek memûre hanımın önünde buldum. Başını önüne eğmiş, evraklarla boğuşurken bir yandan ne istediğimi sordu.

Söyledim; işim kolaymış, matbu saman kağıdını uzattı. Bir yerlere dolaştırılacak, birkaç imza alınacak. Ben, boynum bükük teşekkür ederken, nihayet kafasını kaldırıp yüzüme baktı. Birden tanıdı; meğer kitaplarımızı okumuş. Kısa bir sohbet. Ben bu laflan pek açmam ama, söz dolaşıp seçimlere geldi. Genç bayan aydın bir kişi.

Ülke satan fırkalardan birine değil de, gerçek ulusal sorunlarla mücadele etmekte olduğu için hızla büyümekte olan bir fırkaya (partiye) oyunu vermek istiyormuş. “Ancak,” diyor, “Şeddi (barajı) geçemezler de oyum ziyan olur diye tereddüt ediyorum.” Hım… Bunu bir çok kişiden duymuşsunuzdur.

Çarpıtılmış (ayarlı basın-yayının etkisiyle mi?) bir mantık, öyle şey olur mu kardeşim? Sen tut, “oyum ziyan olmasın” diye vatanı alenen, veya sessiz sedasız (gıksız) yabancılara teslim eden ayarlı, Bir de, aynı ülkelerde bir heyeti bekleniyor. Onlar da Türk Ülkeleri ve Rus, Çin, Birleşik Kore, Ukrayna, Iran, Hint,

Japon Askeri işbirliği Kurultayı’na gözlemci olarak Aralarda, teknoloji ihtiyaçlarını dile getirebilmeyi İşte böylece rüyam gözümün önünden geçerken yüzümü yıkamış, yarım bardak yağsız süt içip biraz muz yemiş, giyinmiştim bile. Sokağa çıkıp bakkaldan gazetemi aldım. Bir iki sokak ötedeki kahvehaneye girdim.

Ama durakladım. Her zamanki kağıt, ya da domino oynayan k yoktu. Bîr masada birkaç genç oturmuş, dikkat kesilmişler, aralarında birinin bir deftere yazdıklarını izliyorlardı. Masanın yanından geçerken defter sayfasına gözüm ilişki:

Bildiğim, araştırma düzeyinde derin bir fizik konusunun forrmülleri. Geçip boş bir masaya sandalye çektim. Çaya gelirken, elimdeki gazeteyi, açtım. Hayret: Gazetenin adı ‘Yıldız “dı; iri haber başlığı ise: “Avrupa devletçiklerinden” ‘ Demek “Büyük Uyanış” rüya değildi, Başlamıştı bile.

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu 11 Mart 2002 Mühürdar, istanbul mayan yerlere kiliseler açtı mı? Gezim (turizm) bahanesiyle bin yıllık coğrafî Türk adlarını Yunan adlarına çevirdi mî? ‘• 6) Yeni sömürgeciliğin baş aygıtı IMFye veya hükümet ortaklarına “uyum sağlıyoruz” diye Türk tütününü şeker sanayini ve tarımım ya saklattı mı? Hayvancılığı yok edip dışardan et ithaline yol açtı mı?

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Paul N. Siegel – Dünya Dinleri ve İktidar

Editor

Bülent Ecevit – Demokratik Sol

Editor

Suriye Denklemi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası