Kelebeğin bir kanat çırpışı kadardır her şey.
Bir kanat çırpışı hayatları değiştirecek.
Bir kanat çırpışı hayatları bitirecek.
Jamie ve Will [SAUNCY KORUSU, WILTSHIRE] Okulu asıp ava çıktılar.
Kuni [EVEREST’İN KUZEY YÜZÜ] Buzdan bir yarığın içinde mahsur kaldı.
Shelton [WASHINGTON DC, ABD] Ölümcül bir intikamın peşindeydi.
Bakili [MALAWI, AFRİKA] Kana susamış babunların saldırısı altındaydı.
Tina [HEATHROW’DAN 2000 METRE YÜKSEKTE] 492 sefer sayılı Moskova uçağının pilotuydu.
Onlar ve daha birçokları için, hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.
Bazıları yaşayacak.
Birçoğu ölecek.
Hepsi birbirine bağlı.
***
1
LONDRA SAATİ 07.37, SAUNCY KORUSU,
WILTSHIRE, İNGİLTERE
Dişi mor meşe kelebeği, yeni çıktığı kozanın nemiyle hâlâ yapış yapış, meşe fidanına tırmanıp sabah havasını kontrol etti.
Yaz sıcağının bastıracağı belli, serin bir haziran sabahıydı, her yanda pırıl pırıl örümcek ağlarıyla sarılı beşparmak otları, karanfiller açmıştı, otların arasında hâlâ şafak sisinin son buğuları duruyordu.
Kelebek, hortumunu açıp bir süre beslendi, sonra, karnı özsuyla doyunca kanatlarını ilk kez açtı.
Kopkoyu, şahane bir yaratıktı, bu ilk açılma anında kanatları neredeyse tamamen kapkaraydı, sivri uçlu kanatlarının kadifemsi dokusu ışığı emiyor gibiydi. Birazcık ürperdi, arka kanatları uzun tutsaklığının rutubetinden kurtulmak için çırpınırken antenleri titreşti.
Pulların rengi değişmeye başladı, siyah pigment, yerini hızla, ön kanatların her birinde gölgeli birer mor beneğe bırakıverdi. Göğsünün iki yanında kusursuz bir simetri oluşturan damla şeklindeki bu beneklerin, göz alıcı yanardöner bir rengi vardı.
Yakındaki üvez koruluğundan güneşin ilk ışıkları süzüldü. Dönüştüğü şey karşısında hayranlığa kapılan kelebek kendini fidanın üstünden boşluğa bırakıp uçuverdi.
2
MOOREND PARKURU, WILTSHIRE,
İNGİLTERE
Keiron Wallace, Mazarine Town’ın dizginlerini kısıp, kısrak rahatça dörtnala kalkarken eyerde ustalıkla dikleşti. Hayvanın toynakları çimleri döverken canlı soluması duyuluyordu. Binici, yüzüne çarpan soğuk sabah havasının ve idman parkurunun kenarındaki beyaz mesafe işaretleri yanından hızla geçip giderken içine dolan güç sarhoşluğunun tadına vararak, safkan atını öven birkaç güzel söz mırıldandı.
Birkaç saniye sonra Beaumont Boy, sırtında Keiron’un ahırdan arkadaşı Gary Price’la yanlarına yaklaştı. Gary, arayı açmamaya çalışarak, Keiron’a, “Sadece ısınmaya çıktık sanıyordum,” diye seslendi, “güçlerini yarışa saklamamız lazım.”
“Depar atmak iyi gelir,” dedi Keiron. “Hayvanları sakinleştirir. Hem de bir beşliğine varım, koruya senden önce giderim.”
Gary buna karşı koyamadı, ahırın sahibi Mike Sampson’un dürbünüyle onları gözlemediğini umarak, dizleriyle Beaumont Boy’u biraz sıkıştırdı. İki at da o gün Newbury’de yarışacaktı, patron da jokeylerinin idman sırasında atlarını fazla zorladığını düşünecek olursa çok kızardı.
Gary arkadaşının biraz önüne geçerken, “Kıpırda biraz,” diye ateşledi onu, “neyin var senin?”
İki binici kendilerini mücadeleye kaptırıp hayvanlara daha da fazla hız verdiler.
Bir anda rüzgârlı fundalığı geride bırakıp parkurun ağaçlık kısmına girmişlerdi, her iki at da daha uzun adımlarla koşmaya başlayıp hızlarını artırırken ağaçlar yanlarından hızla kayıp gidiyordu.
3
SAUNCY KORUSU, WILTSHIRE, İNGİLTERE
Tavşan, daha yeni sütten kesilmiş, yirmi günlük bir dişiydi. Kardeşlerinin en güçlüsüydü, yuvalarının karanlık duvarları arasından, dışarıdaki yemyeşil dünyaya adım atma cesaretini ilk gösteren o olmuştu. Delikten temkinli hareketlerle çıktı, gözlerini kırpıştırarak sabahın aydınlığına alışmaya çalıştı. Sonra kendi cinsinden başkaları da olduğunu görerek pembe burnunu heyecanla oynattı.
Onlara doğru bir adım sıçradı, sonra ürküp gerisingeri deliğe kaçıverdi. Ama taze bitki örtüsünün nefis kokusu çok cazipti, biraz taze ot kemirmek için yeniden dışarı çıkması pek uzun sürmedi.
Sonra bir anda etrafındaki hava değişiverdi. Gök gürlemesi gibi bir patırtı havayı doldurdu, tavşanlar otlamayı kesti. Toprağı döven vuruşlar genç tavşanın vücudunu titretiyor, ayaklarının altındaki yer sarsılıyordu. Güm. Bir erkek geyik arka bacaklarını yere vurarak alarm verirken tavşanlar dört bir yana kaçıştılar.
Etrafındaki yetişkin tavşanlar telaşla gizlenirken genç tavşan kalbi delice çarparak bir o yana, bir bu yana koştu.
Aslında kendine hakim olabilirdi, hatta tam en yakındaki deliğe dalıvermek üzereydi ki havadan koyu renkli bir yaratık çırpınarak indi ve etrafında uçmaya başladı. Tavşan hafifçe sıçrayarak yaratıktan kurtulmaya çalıştı, ama kelebek havada sıçrayıp dans ederek onu izledi.
Tavşan hızla birkaç kez zıplayarak daha uzun otların arasına girdi ama kelebek etrafında düzensiz bir şekilde kanat çırparak peşinden gelmişti. Sonra siyah kelebek tavşanın sırtına değdi ve o anda genç tavşan yön duygusunu tamamen yitirerek ileri fırladı.
4
MOOREND PARKURU, WILTSHIRE,
İNGİLTERE
Mazarine Town ve Beaumont Boy koşularının en hızlı yerinde yan yana giderlerken, tavşan ağaçların arasından yanlarına fırlayıverdi. Bu öyle çabuk olmuştu ki Keiron ne olduğunu tam olarak anlamaya fırsat bulamadı. Yalnızca bir an için, bütün hızıyla atın toynaklarının altına giriveren minicik, tüylü bir yaratık görmüştü. Mazarine Town bir an sendeleyip başını öne eğdi, Keiron eyerden fırlarken kısrak da yere yuvarlandı.
Keiron başını ve boynunu elleriyle koruyarak dertop olup yuvarlanırken, Mazarine Town düşerken üstüne gelmesin diye dua ediyordu.
Neyse ki şansı yaver gitti de at üstüne yuvarlanmadı, alüminyum nallı toynakları oğlanın başını kıl payı sıyırarak yerde kayıp, köpükler içinde, gözleri fincan kadar açılmış bir halde, tam yanında durdu. Keiron saniyesinde ayağa kalkmış, Mazarine Town’ın dizginlerini yakalamıştı, hayvanı sakinleştirmeye çalışıyordu: “Hoo kızım, sakin ol, sakin ol.”
Gary, Beaumont Boy’u durdurmuştu. Geri dönüp Keiron’un yanında atından atladı, o sırada Mazarine Town da hafifçe titreyerek ayağa kalkmıştı.
“O neydi öyle?”
“Bir tavşandan ürktü galiba.”
“Sen iyi misin?”
Keiron göğsünü ovuşturdu, kaburgaları ağrımaya başlamıştı bile. Bundan çok daha kötüsünü de görmüştü.
“Hı hı, ucuz atlattım.”
“Peki ya tavşan?” Gary etrafa bakındı ama bir şey göremedi.
“Salla tavşanı, kardeşim. Ata bak sen. Sakatlandıysa patron küplere biner.”
“Bir yürüt bakayım.”
Keiron, Mazarine Town biraz kendine gelinceye kadar bekledi, sonra burnundan tutup yürüttü, önce yürütürken yavaş yavaş tırısa kaldırdı, kendisi de yanında koşmaya başladı.
5
SAUNCY KORUSU, WILTSHIRE, İNGİLTERE
Tavşan hâlâ can havliyle koşarak parkurun öte yanındaki korunun derinliklerine doğru kaçıyor, içgüdüleriyle onu neredeyse ezip öldürecek olan o gümbürdeyen, parlayan toynaklardan uzaklaşmaya çalışıyordu.
Ölümden kıl payı kurtulmuş olmanın şoku hayvancığı hızla sarmış, tavşanın bedeni yaşadığı gerilime şiddetli bir tepki vermişti. Kalbi gümbür gümbür atan tavşan, titremeye başladı.
Durdu, yakınındaki alçak bitkilerin altına saklanıp, koşan yaratıklarla binicilerinin sesleri giderek uzaklaşırken, orada nefes nefese yattı.
Böğründe bir ağrı vardı. Kürkünü çekinerek yaladı, ağzına kan tadı geldi. Üzerindeki dallar birdenbire ağaçların arasından esen rüzgârla sallandı. Hışırtı tavşanı huzursuz etmişti; hayvancık saklandığı yerden çıkıp rastgele sıçrayarak karanlık ormanın içinde düzensiz bir şekilde ilerlemeye başladı, ait olduğu yuvanın güvenli dehlizlerini bulmayı her şeyden çok istiyordu.
Sürekli yanlış yöne gittiği için yolunu iyice kaybetti. Yönünü bu kadar şaşırmış olması tuhaf sayılmazdı, yeni doğmuş hayvancığın dış dünyada hiç deneyimi olmamıştı. Tek bildiği doğduğu yuvanın daracık dehlizleriydi. Dünya onun gözüne kocaman, parlak, baş döndürücü bir gizem gibi görünüyordu, yuvasından ilk çıkışında da neredeyse korkunç bir ölümle son bulacak düşmanca bir saldırı yaşamıştı.
Hayvancağızın aklının başından gitmesinde şaşılacak bir şey yoktu.