Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Dünya çapında tanınan önemli tarihçimiz Kemal Karpat’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı “Kimlik ve İdeoloji”, Türkiye’nin ideolojik serüveniyle ilgili makaleleri bir araya getiriyor. Ülkenin demokratik bir düzen kurmak için geçirdiği dönemleri inceleyen kitabın ana konusunu iktidar ve muhalefet ilişkileri oluşturuyor. Kitapta Karpat, Türkiye’nin modernleşme sürecinde kimlik oluşumlarının izlerini Osmanlı tarihinde arayarak okura çok boyutlu bir politika ve tarih okuması sunuyor.
Osmanlı’nın son yıllarında Romanyalılar, Türkler, Yahudiler, Ermeniler, Ruslar ve Rumların bir arada yaşadığı ve her bir topluluğun kendi milliyetinin, kimliğinin ve inancının tamamen bilincinde olduğu Dobruca’da doğan Karpat, çok kimlikle büyüme tecrübesini tarihçi yetkinliğiyle birleştirerek Türkiye’de etnik, millî ve dinî kimliklerin kökenini araştırıyor. Cumhuriyet’in çözülmemiş sorunlarından biri olan “Türklük” tanımının Osmanlı’daki ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki çağrışımlarını karşılaştırıyor.
Karpat’a göre, küreselleşme çağında özgür bireylerden oluşan etno-dinî ve kültürel cemaatler kimliğin yörüngeleri olarak hayati bir rol oynayacak ve ahlaki ve manevî gücün kaynakları olacak. Bu anlamda Karpat, “siyasallıktan arınmış din yeni küresel düzenin ruhsal kalesidir” diyor. AK Parti iktidarını da bu yüzden Türk siyasetinde bir dönüm noktası ve ileriye dönük yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyor. Ona göre AKP Türkiye’nin çok karmaşık ideolojik tarihinde “ideolojinin sonu”nu temsil ediyor.
Karpat, din, ırk, devlet, ulus, modernleşme ve gelenek gibi pek çok kavrama Osmanlı ve Türkiye bağlamında ilmî bir bakış açısıyla ışık tutuyor.
Kitap, günümüzün meselelerine sağlam bir tarih bilinci ile yaklaşma adına ilim dünyamıza bir katkı sayılmalıdır.
“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk muhalefet, sağlam temellere dayanarak ortaya çıkmış fakat iktidar tarafından susturulmuştur. Her muhalefet ‘dinci yobaz’lara mal edilerek, bunlara karşı her tedbir ‘ileri medeniyet’ uğruna mübah sayılmıştır. Neticede devleti idare eden hükümet vatandaşın düşüncesini koruyan bir kurum olmaktan çıkarak ideolojileri yürütme ve gerçekleştirme aracı olmuştur. Türkiye’de hakim elit felsefesi, daima tepeden inme ve devleti araç haline getirerek idealize edilmiş soyut bir medeniyet oluşturmak istemektedir. Halbuki halkın medeniyet anlayışı somuttur ve refah, adalet, güvenlik gibi pratik amaçları öngörür. Ben şahsen halkımızın olgunluğuna, dengeli hareket edceğine, temelde demokrat ruhlu olduğuna ve gerçek demokrasinin Türkiye’de insanlara sonsuz maddi ve manevi ufuklar açacağına inandığım kadar birçok aşırılıkların ve eski yaraların demokratik bir hava içinde tartışılarak çözümleneceğine ve kimlik ve kültür bunalımına son verileceğine de inanmaktayım.”
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ: DEMOKRASİ, SAĞLAM İKTİDAR VE MUHALEFET İSTER.
BİRİNCİ BÖLÜM
KİMLİK
OSMANLİ DEVLETİNDE TOPRAK ESASINA DAYALİ
TÜRK MİLLİ KİMLİĞİNİN OLUŞUMU
OSMANLİ DEVLETİ’NDE MİLLİYETÇİLİKLER:
BİR DEĞERLENDİRME.
AYDİNLAR VE KİMLİK: TARİHSEL BİR BAKİŞ
YAHUDİLER VE TÜRKLER:
BİR ARADA YASAMAK İÇİN BİR MODEL.
KÜRESELLEŞME. ÜST KÜLTÜR VE
GELENEKSEL ETNİKDİNİ KİMLİK.
İKİNCİ BÖLÜM
İDEOLOJİ.
27 MAYIS SONRASINDAKİ SİYASİ GELİŞMELER VE
TOPLUMSAL KÖKENLERİ.
YÖN VE DEVLETÇİLİK ÜZERİNE.
1960 SONRASI SİYASAL SİSTEM VE
SOSYAL GRUPLAR.
1960 İHTİLALİNDEN SONRA TÜRKİYE’DE
İDEOLOJİ: MİLLİYETÇİLİK VE SOSYALİZM.
YENİ OEVLETLEKDE İDEOLOJİ:
SON MU, BAŞLANGİÇ Mİ?.
TÜRKİYE’DE BUGÜN İDEOLOJİ DURUMU.
TÜRKİYE’DE İLETİŞİMİN GELİŞMESİNDE HALKEVLERİNİN ETKİSİ (19311951)
ÖNSÖZ
DEMOKRASİ, SAĞLAM İKTİDAR
VE MUHALEFET İSTER
Elinizdeki bu kitap Türkiye’nin demokratik bir düzen kurmak için geçirdiği çeşitli dönemleri incelemeye gayret etmektedir. Bunun için de iktidar ve muhalefet ilişkilerini ana konu yapmıştır. İstek üzerine konferanslara sunulan veya dergi ve kitaplarda yayımlanan yazılar aşağı yukarı yarım yüzyılın siyasi olaylarını incelediği gibi birçok konu hakkındada değerlendirmeler yapmakla veya eleştiriler ileri sürmekledir.
Türkiye’de demokrasinin gelişmesi ilk adım olarak her demokratik ülkede olduğu gibi siyasi partilerin kurulması, muhalefetin güven içinde gelişmesi ve serbest bir seçim sisteminin yerleşmesi sayesinde olmuştur. Siyasi partiler halkın görüşlerini ortaya koyan bir araç olduğu gibi toplumu ve devleti idare edecek hükümeti seçmek gereğinde eski bir hükümet yerine yenisini getirmek yoludur. Türkiye’de siyasi partiler İttihat ve Terakki, Ahrar, İtilaf, vs. isimler altında Genç Türkler döneminde ortaya çıkmakla beraber bunun ilk belirtileri Birinci Meşrutiyet (187878) döneminde Mebusan Meclisi’nde görülmüştür. Bu mecliste örgütlenmiş, belirli ismi olan siyasi partiler meydanda yoktur. Fakat Mebuslar Meclisi’nde yerel meclislerce vilayetlerden veya bazı meslek kuruluşları tarafından seçilen temsilcileri hükümet karşısında bir muhalefet oluşturduktan için bunlara fikirleri belli
fakal şekli olmayan bir siyasi muhalefet partisi olarak bakmak mümkündür. Parti şeklinde örgütlenmemiş bu muhalefetin ana şikâyeti devlet memurlarının yeteneksizliği, halkı baskı altında tutmaları, pratik iş yapmamaları, rüşvet almaları gibi nezaretsiz çalışan bir bürokrasiye karşı her yerde her zaman yöneltilen haklı eleştirilerdi. Sultan II. Abdülhamit bürokraside gerçekleştirdiği reformlar sayesinde bürokratların sayısını azaltmış ve denetlemeyi bir dereceye kadar gerçekleştirmişse de şikâyetlerin önünü alamamıştır. 1878’den sonra II. Abdülhamit’in kurduğu merkezi hükümetin alabildiğine güçlenmesini sağlayan istibdat rejimi tüm muhalefeti birleştirmiş ve hürriyetin yeni siyasi bir ideoloji olarak doğumunu sağlamıştır Nihayet muhalefet 1885’ten sonra gizli bir cemiyeti, yani ittihat ve Terakki’yi doğurmuştur. Bu cemiyetin oluşturduğu 1908 ihtilalim takip eden ilk ala ay görünürde birlik, kardeşlik, demokratik hürriyetler havası içinde geçmiştir. Bundan sonra ittihat ve Terakki hükümetine karşı gittikçe güçlenen çetin bir muhalefet başlamıştı. O devirde ve ondan sonra gelişen muhalefet, siyasi hürriyetlerin kısıtlamasından kaynaklanmayan hükümet icraatlarına yöneltilen şikâyetleri gölgede bırakmıştır. İttihat ve Terakki’nin uyguladığı bu kısıtlamaların görünürde ana amacı gayrimüslimlerin ve Arnavutların otonomi isteklerini ve vilayetlerde söz sahibi olan ileri gelenlerin geleneksel idari yetkilerini kontrol altına alarak imparatorluğun birliğini korumaktı. 1913’ten sonra 1918’e kadar ittihat ve Terakki tek başına iktidar olmuştur, ittihat ve Terakki, faaliyetlerini daha fazla İstanbul’da gerçekleştiren bir muhalefet ile karşılaş mı şsa da yine de gücünü korumayı başarmıştır. Çünkü bu muhalefet halk kitlelerinden destek görmemiştir Muhalefetin ileriye dönük bir program ve felsefesi olmadığı için halk kitlelerinin desteğinden mahrum kalmıştır Milli Kurtuluş Savaşı’nda ittihat ve Terakki Partisi’nin şubeleri Mudafaai Hukuk Cemiyetlerine dönüşmüş, sonra bu Cemiyetler Sivas Kongresi’nde birleşerek Birinci Büyük Millet Meclısi’nde temsil edilmişlerdir. Daha sonra 1923’te kurulan Halk Fırkası (ondan sonra ismine Cumhuriyet teriminin ilavesiyle CHF olmuştur) eski İttihat ve Terakki üyelerinin önemli bit kısmım içine almıştır. Burada birinci derecede önem taşıyan iki noktaya işaret etmek gerektir. Birinci nokta halkın parti yolu ile hükümetin kurulusunda ve devlet idaresinde ön plana geçmesidir ki bu hususu 1921 ve ondan sonra 1924. 1961 ve 1982 anayasaları “Hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir” prensibi ile kesin şekilde ifadç etmiştir. İkinci nokta İttihat ve Terakki ve ondan sonra Müdafaaı Hukuk cemiyetleri ve HF (CHP) devlet varlığını milletin varlığına eşit sayarak devlet rejimini saltanattan cumhuriyete dönüştürmüş fakat millet iradesinin devlete hâkim olmasını sağlayamamıştır. Yine de fonksiyon itibariyle millet iradesinin ifadesi ve devlet idaresinin tayininde siyasi partiyi ana araç alarak rejimin temel unsuru ve sözcüsü yapmıştır. Böylece siyasi partiler 1908’den sonra rejimin temeli olmuşlardır.
Sıyasi partiler, iktidar ve muhalefet olarak her demokratik rejimin iki temel taşıdır ki Türkiye’de halk iradesine dayanan modern sivası’ta bu şekılde’ başlamiştir. İttihat ve “terakki döneminde iktidarın ittihat ve Terakki Partisi’nin elinde toplandığına, buna karşın çeşitli sosyal grupların karşı düşüncelerini temsil eden başka siyasi partiler çıktığın,), talat muhalefetin ileriye dönük fikirlerden mahrum olduğu için uzun ömürlü olmadığına daha evvel işaret ettik. Muhalefetin, siyasi ve sosyal değişmeleri önemsemediği ve mevcut durumu yanı “statüko’yu korumayı ön plana çıkardığı için İttihat ve Terakki tarafından kolayca yok edildiğine işaret ettik. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na birkaç İttihat ve Terakki liderinin kararıyla katıldığı ve kararın tek yanlı alınmasında muhalefetin bulunmamasının büyük payı olduğu bilinen gerçeklerdendir. Neticede Türk tarihinde siyasi kararların demokrasi kurallarına uygun olarak alınmaması, yani muhalefete yer verilmemesi demokrasinin yerleşmesini hem geciktirmiş hem de sağlam bir şekilde anlaşılmasını önlemiştir. Muhalefet yalnız iktidarı tenkit etmek ve yerine geçmek için her şeyi göze alan karşı bir hareket olarak görülse demokrasi hiçbir zaman hiçbir yerde kokleşemez. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk muhalefet sağlam temellere dayanarak ortaya çıkmıştır fakat iktidar tarafından susturulmuştur.
Birinci Büyük Millet Meclisi’nde, muhalefet; ikinci veya halk grubu olarak doğmuştur ve onun istekleri demokratik olduğu kadar ileriye dönük iktisadi ve sosyal programlara sahipti. Bu grubun kültür görüşü ve millet tarifi muhafazakâr idi fakat bu muhafazakârlık; tarih, kültür, kimlik gibi bir toplumun temellerine saygı isteyen ve bunları çağdaş şekilde yorumlayan bir muhafazakârlıktı. Doksan yıl sonra Türkiye siyasetinin ana konularını hâlen bu meseleler oluşturmaktadır. Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki muhalefet seçimlerin yukarıdan kontrol edilmesiyle yani mebus adaylarının belirli kimselerden oluşmasıyla hiçe indirilmiştir. Muhalefet 1924 yılında da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şeklinde ortaya çıkmıştır fakat az zaman sonra; 1925te. parti hükümet tarafından kapatılmıştır. (Halk Fırkası Cumhuriyet terimini buna özenerek almıştır.) Terakkiperver partinin kurucuları arasında Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Adnan Adıvar gibi Milli Mücadelenin başarısında can alıcı katkıları olan kimseler bulunduğu düşünülürse, bu partinin kapatılmasında “gericiliğin” ve Cumhuriyet’e karşı “kışkırtmaların” gerçek olmadığı hemen anlaşılır. Amaç muhalefeti susturmak ve muhalefetin korumak istediği bazı kurumlan ortadan kaldırmaktı. Böylece Türkiye demokrasisi muhalefetin yok edilmesiyle (1925 Şeyh Sait İsyanı’nı muhalefetin kışkırttığı ileri sürülmüştür) büyük bir darbe yediği gibi bundan sonra CHP iktidarı istediği gibi hareket etmekte serbest kalmıştır Muhalefetsiz iktidarın memleketi uçuruma sürükleyeceğini anlayan ve temelde demokrat ruhlu olan ve Türkiye’de halk idaresine tabi bir rejim kurmak isteyen Atatürk 1930’da Fethi Okyar’a Serbest Fırka’yı kurdurarak muhalefeti canlandırmak istemiştir CHP’yi fiilen kontrol edenler halkın tek parti rejimine karsı olan tepkisini “yobaz”, “dinci”, cumhuriyet rejimine karşı bir ayaklanma seklinde göstererek Serbest Fırka’yı kapatmış ve tek parti rejimini kurmuşlardır. Artık, her muhalefet “dinci yobazlara” mal edilerek, bunlara karsı her tedbir “ileri medeniyet” uğruna mubah sayılmıştır. Bu tedbirlerin kültür, tarih ve sosyal olanları kapsadığı ve materyalist devletçi bir felsefeye dayandığı bilinmektedir. Neticede, devleti idare eden hükümet vatandasın düşüncesini, koruyan kurum olmaktan çıkarak ideolojileri yürütme ve gerçekleştirme aracı olmuştur. Parüdevletrniliet. (ve başına hayat süresince seçilen bir milli şef koyarak) de mono laik bir bütün hâlinde birleşerek her muhalefeti “dinî reaksiyon” sayarak yok etme hakkına sahip olmuştur. Gerçi sert tedbirlerin alınmasında İkinci Dünya Savaşı’run yarattığı kaygıların etkisi olmuşsa da tek parti idaresi, ana amacının halkı değil kendi memurlarını refahta yaşatmak (seker, yafi, vs yiyecek maddelerini başta onlara tahsis ederek) olduğunu göstrme haline ermiştir. Bu gelişmeler hâlen resme” tanınmamış olmasına rağmen temelde gücü gittikçe artan muhalefeti güçlendirmiş ve nihayet İMİ Arazi Kanunu Reformu nedeniyle Büyük Millet Meclısı’nde ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Türkiye’nin 194546 da demokrasiye geçmesi muhalefet partilerinin kurulmasıyla başlamıştır ki bu da bizim öteden beri belirttiğimiz gibi demokrasinin elzem Koşuludur. Bu muhalefet partisi bilindiği gibı Demokrat parti’dır. Halk bu partinin muvazaa (danışıklı dövüş partisi olmadığını, yani CHP ile anlaşarak yapmacık muhalefet yapmadığına kanaat getirdikten sonra partiyi desteklemiştir. 1950 ve ondan sonra yapılan birçok genel seçimler ne kadar halk oyunun çoğunluğunu alan partileri ve koalisyonları iktidar yapını; ve demokrasinin yerleşmesine vardım etmişse de gerçek manada halkın seçtiği kimselerin iktidara sahip olmalarını ve demokrasinin yerleşmesini sağlayamamıştır. Gerçi 1961 ve 1932 Anayasaları ve birçok kanun demokrasinin her bakımdan yurda yerleşmesini ön görmüşse de bu amaç ancak 2002 den sonra bır dereceye kadar gerçekleşmeye başlamıştır Türk demokrasisı bugün bir turlu çözümlenmeyen en azından iki sorun ile karşı karşıyadır Birinci sorun; devleti halen belirli siyasi görüşleri ve ideolojileri gerçekleştirmek için sivasicebri bir araç haline getirmek isteyenler vardır. Devleti kendi ideolojilerini gerçekleştirecek bir araç haline getirmek isteyenler kendi görüşlerini doğrulayacak tehlikeleri yaratarak, basit sembolleri “artı ve,V işaretleri hâline getirerek “dini”, “gerici” reaksiyon korkusunu körüklemektedir. Herkesin batın kabul ettiği gibi Türkiye de dine dayalı bir hükümet ve devlet kurmak isteyenler vardır fate yardımcı olarak kurulmuştur. Ben gerçek demokrasiyi bugüne kadar savundum. Ben gerçek demokrasinin Türkiye’de insanlara sonsuz maddi ve manevi ufuklar açacağına İnandığım kadar birçok aşırılıkların ve eski yaraların demokratik serbest bir hava içinde tartışılarak çözümleneceğine ve kimlik ve kültür bunalımına son vereceğine inanmaktayım. Zaten bugün Türkiye’de tartışılan birçok konunun bundan yirmi yıl önce isminin bile anılmadıgı düşünülürse demokrasi sayesinde yurdun ne kadar ilerlediği açıkça görülebilir. Her gün temasta olduğum genç kuşaklar; hem bilgi, hem görü; ufku, hem de Türkiye’ye bağlılıkları bakımından eskilerle kıyas edilemeyecek kadar ilerlemiştirler.
Daha evvel belirttiğim gibi, ben, şahsen Türk demokrasisinin 2002’den sonra dengesini bulmaya başlayarak kalıcı mecrasına gireceğine inanıyorum. Bu dönem AK Parti’nin seçimi kazanarak iktidara gelmesine tekabül eder. Birçok yazar ve düşünür bilhassa Avrupalı ve Amerikalılar AK Parti’yi “İslamcı” olarak görür ve öyle ele alırlar. Gerçi AK Parti İslamcı olarak bilinen Refah Partisi’nin genç melen tarafından kurulmuştur ve bunların büyük kısmı belki de hepsi İslam’ın koşullarını (namaz, oruç. vs.) yerine getirmektedir. Fakat bir parti; eğer ideolojiden uzak bir partiden bekleneni yerine getirirse, yanı halkın isteklerini ön plana koyarak demokrasiye öncülük verirse, onu idare ertelilerden farklı bir yola ve felsefeye sahip olabilir. Benim kanımca AK Parti gerçek anlamıyla yeni bir partidir ve her bakımdan normal demokratik bir partide aranan ana vasıflara sahiptir. AK Parti’nin “ana” sı olan eski Refah (Saadet) İslamcı kimliğini muhafaza etmekle fakat oyları 2.5’a üzerine çıkamamaktadır Hem de arkasında Sayın Necmettin gibi bir güçlü bir desteğin bulun masına rağmen. Şu bir gerçektir ki AK Parti 2002’den beri demokratik yollardan ayrılmamış, tam tersine demokrasinin genişlemesini ve kökleşmesini sağlamıştır. Bu demokrasi sayesinde Türkiye iç politika ve ekonomi alanında kendine birçok imkân sağladığı gibi dışarıda; Orta Doğu ve Orta Asya’da, Kafkaslarda etkisini artırmıştır. Aynı demokrasi, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’ye ziyaretini sağladığı gibi Türkiye’yi eskiden olduğu gibi NATO nun etkisiz, ancak ihtiyaca göre kullanılacak bir üyesi olmaktan çıkararak eşit bir ortağı hâline sokmuştur. Türkiye’nin demokrasisini daha da sağlamlaştırması, ekonomisini geliştirmesi ve dünya pazarlarına açılması, dünyadaki yerini ve etkisini daha da güçlendirecektir. Böylece demokrasi yalnız içeride insanlarımızın daha hür, verimli ve müreffeh yaşamalarını sağladığı gibi dış dünyada hakkımız olan itibarımızı daha da artıracaktır.
Bu kitaptaki yazılar bazen tarihi konulara yer vermekle beraber en fazla, 19501960’tan sonra Türkiye’deki siyasi, ideolojik ve kültürel olayları incelemektedir. Bu olaylar ise Türkiye’yi gerçek demokrasiye götürecek bir çaba ve arayış etrafında dönmektedir. Bu yazıların her şeyi olup bittiği gibi ayrıntılarıyla ifade ettiğini iddia edemem. Fakat birçok konuya ışık tutacağına, başka araştırmacıların çalışmalarına, daha iyi eserler yaratmalarına yardımcı olacağına inanıyorum. Ana temennim budur,
Kemal Karpat
Wisconsin ÜniversitesiMadison
8 Nisan 2009
……..