Ön okuma…
Amerikan çocuk edebiyatının öncülerinden olan L. Frank Baum, bu kitabında, çocuklar için yazılan peri masallarına tam anlamıyla modern bir kimlik kazandırıyor. Kansas’ta, köpeği Toto ve ailesiyle yaşayan Dorothy bir gün kendini bir kasırganın kollarında bulur. Kasırga onu köpeği ile birlikte Oz ülkesine indirince orada tuhaf yaratıklarla karşılaşır: Aslanların yüz karası bir aslan, ahı gitmiş vahı kalmış bir korkuluk, demirden bir adam; hep birlikte Oz Büyücüsü’nü aramaya koyulan Dorothy ve arkadaşlarını büyük bir sürpriz beklemektedir.
Oz Büyücüsü: Tuhaf dostlarla fantastik bir yolculuk.
***
ÖNSÖZ
Her sağlıklı çocuk fantastik, şaşırtıcı ve belirgin bir şekilde düşsel olan hikayelere karşı içgüdüsel ve doğal bir sevgi duyduğundan; folklor, efsaneler, söylenceler ve peri masalları asırlar boyunca çocukları takip etmiştir. Grimm Kardeşlerin ve Andersen’in uçuşan perileri, çocuksu kalplere insanoğlunun verebileceğinden daha çok mutluluk vermiştir.
Artık basmakalıp cinler, cüceler ve perilerle birlikte yazarların her hikayeden birtakım ürkütücü dersler çıkarmayı vurgulayarak tüyler ürpertici ve korkunç olaylar anlatmadığı, yepyeni ‘şaşırtıcı hikayelerin’ zamanı geldiğinden -her ne kadar eski zaman peri masalları nesillerdir dile geliyor olsa da- bu eserler bundan böyle çocukların kütüphanelerinde ‘tarihi’ olarak sınıflandırılıyor. Modern eğitim ahlak da içerdiğinden, modern çocuk okuduğu şaşırtıcı hikayelerde sadece eğlence arıyor ve hoşuna gitmeyen herhangi bir kitabı kolayca başından atabiliyor.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, ‘Muhteşem Büyücü Oz’un hikayesinin ancak bugünün çocuklarını hoşnut etmek için yazıldığı söylenebilir. Bu hikaye çocukları hayrete düşürecek derecede neşelendirerek, baş ağrılarının ve kabusların geride bırakıldığı modern bir peri masalı olmaya çabalar.
Nisan, 1900 – Chicago, ABD
L. FRANK BAUM
OZ BÜYÜCÜSÜ
Kasırga
Dorothy uçsuz bucaksız Kansas çayırlarında çiftçilik yapan Henry Enişte ve Em Teyze’yle birlikte yaşıyordu. İnşaat için gereken tahtaların kilometrelerce öteden arabalarla taşınması gerektiğinden küçük evleri dört duvarı, zemini ve çatısı olan tek bir odadan oluşuyordu, odada paslı bir ocak, kap kaçak için bir dolap, bir masa, üç dört sandalye ve yataklar vardı. Bir köşedeki büyük yatak Henry Enişte ve Em Teyze’nin, diğer köşedeki küçük yataksa Dorothy’nindi. Tavanarası, ya da kiler yoktu – ama yeraltında, yoluna çıkan bütün binaları yıkabilecek güçte bir hortum çıkarsa, saklanabilecekleri kasırga sığınağı denilen kazılmış bir çukur vardı. Bu küçük, karanlık çukura, zeminin ortasında üzerinde kapak bulunan bir merdivenle iniliyordu.
Dorothy kapıda durup etrafına baktığında görebildiği tek şey her yönde uzanan geniş, kül rengi çayırlardı. Dört bir yandan ufka dek uzanan bu düz arazinin görüntüsünün tekdüzeliğini bozan ne bir ağaç ne de bir ev vardı. Güneş, çapalanmış toprağı pişirmiş ve gri, çatlaklarla dolu bir yığın haline getirmişti. Güneş, uçlarını yakıp her yanı kaplayan gri renge çevirdiğinden, çimenler bile yeşil değildi. Ev bir kere boyanmıştı ama güneş boyayı kabartmış, yağmurlar da yıkayıp götürmüştü, ev şimdi çevredeki her şey gibi donuk ve griydi.
Em Teyze buraya ilk geldiğinde genç, güzel bir gelindi. Güneş ve rüzgar onu da değiştirmiş, gözlerindeki parlaklığı gri bir donukluğa çevirmişti, yanakları ve dudaklarındaki kırmızılık da griye dönüşmüştü. Artık zayıftı, yanakları çökmüştü ve hiç gülümsemiyordu. Yetim kalan Dorothy ilk geldiğinde çocuğun kahkahaları onu o kadar şaşırtmıştı ki, Dorothy’nin neşeli sesi kulaklarına her ulaştığında çığlık atıp elini kalbine bastırıyor, hala gülünecek ne bulduğunu merak ederek kıza bakıyordu. Henry Enişte de hiç gülmezdi. Sabahtan akşama kadar çalışır ve eğlencenin ne olduğunu bilmezdi. Uzun sakalından kaba çizmelerine kadar her şeyi griydi, sert ve ağırbaşlı görünür, çok az konuşurdu. Dorothy’yi güldüren ve etrafındaki her şey gibi griye dönüşmesini engelleyen Toto’ydu. Toto gri değildi, uzun, ipek gibi tüyleri, komik, ıslak burnunun iki yanında neşeyle açılıp kapanan küçük, siyah gözleriyle küçük, siyah bir köpekti. Toto bütün gün oyun oynardı, Dorothy de onunla oynar ve onu içtenlikle severdi.
Bugün oyun oynamıyorlardı. Henry Enişte kapının eşiğine oturmuş, her zamankinden daha gri gözüken gökyüzüne endişeyle bakıyordu. Dorothy de kucağındaki Toto ile kapıda duruyor ve gökyüzüne bakıyordu. Em Teyze bulaşıkları yıkıyordu.
Kuzeyden hafif bir rüzgar sesi geliyordu, Henry Enişte ve Dorothy yaklaşan fırtınanın önünde dalgalanan uzun çimenleri görebiliyorlardı. Güneyden de rüzgarın keskin ıslığını duydular ve döndüklerinde o yöndeki çimenlerin de hareketlendiğini gördüler. Henry Enişte birden ayağa kalktı.
‘Kasırga geliyor, Em,’ diye seslendi karısına, ‘Gidip hayvanlara bakacağım.’ Sonra inek ve atların bulunduğu barakalara doğru koştu.
Em Teyze işini bırakıp kapıya geldi. Bir bakışta yaklaşan tehlikeyi anlamıştı. ‘Çabuk, Dorothy!’ diye bağırdı, ‘Sığınağa koş!’
Toto, Dorothy’nin kollarından atlayıp yatağın altına saklandı, kız da peşinden gitti. Çok korkmuş olan Em Teyze zemindeki kapağı açtı ve merdivenden küçük, karanlık çukura indi. Dorothy, Toto’yu yakaladı ve teyzesini takip etti. Yolu tam yarılamıştı ki rüzgarın çığlığı duyuldu ve evin sallanmasıyla dengesini kaybedip kendini yerde buldu. Sonra garip bir şey oldu.
Ev kendi etrafında iki, üç kez döndükten sonra yavaşça havalanmaya başladı. Dorothy kendini bir balondaymış gibi hissediyordu.
Kuzey ve güney rüzgarları evin olduğu yerde birleşmişler ve burayı kasırganın merkezi haline getirmişlerdi. Bir kasırganın merkezinde hava genellikle durgundur, ama her yanından saran yüksek basınç evi kasırganın tepesine kadar yükseltmiş, sizin bir tüyü taşımanız gibi kilometrelerce öteye taşımıştı.
Hava karanlıktı ve rüzgar korkunç bir şekilde uğulduyordu ama Dorothy bunun çok da kötü olmadığını düşündü. İlk birkaç dönüş ve sallantıdan sonra beşiğindeki bir bebek gibi nazikçe sallandığını hissetti.
Toto bundan hoşlanmamıştı. Odanın içinde oradan oraya koşuyor, yüksek sesle havlıyordu, Dorothy ise yerde sessizce oturmuş olacakları bekliyordu.
Toto açık duran kapağa çok yaklaştı ve aşağı düştü, kız ilk önce onu kaybettiğini düşünmüştü. Ama sonra kulağını gördü, hava basıncı o kadar güçlüydü ki Toto aşağı düşememişti. Deliğe doğru süründü, Toto’yu kulağından yakaladı ve odaya çekti, başka bir kaza olmaması için de kapağı kapadı. Saatler geçtikçe, Dorothy korkusunu yenmişti, ama kendisini oldukça yalnız hissediyordu ve rüzgar o kadar şiddetliydi ki neredeyse sağır olmuştu. İlk önce ev düşerse parçalanır mıyım diye merak etti, ama saatler geçip kötü bir şey olmayınca, endişelenmeyi bırakıp sakince geleceğin neler getireceğini beklemeye başladı. En sonunda sallanan zeminden yatağa kadar sürünüp, yattı, Toto da onu takip edip yanına kıvrıldı. Evin sallanmasına ve rüzgarın uğuldamasına rağmen Dorothy gözlerini kapadı ve kısa zamanda uykuya daldı.
Kıtırsoylar
Dorothy’yi uyandıran sarsıntı o kadar ani ve güçlüydü ki, yatakta olmasaydı yaralanabilirdi… Gıcırtı, nefesini tutup neler olduğunu merak etmesine sebep oldu, Toto küçük, soğuk burnunu yüzüne bastırmış ümitsizce inliyordu. Dorothy doğruldu ve evin artık hareket etmediğini fark etti, karanlık da değildi, parlak güneş ışığı pencereden girerek odanın içini aydınlatıyordu. Yataktan fırladı ve Toto ile birlikte koşup kapıyı açtı.
Küçük kız etrafına baktı ve şaşkınlıktan çığlık attı, gördüğü harika manzara karşısında gözlerini kocaman açmıştı.
Kasırga, evi inanılmaz güzellikteki bir bölgeye, nazikçe -bir kasırgaya göre- indirmişti. Her tarafta ağızları sulandıran meyvelerle dolu uzun ağaçlar ve yemyeşil çimenler vardı. Parlak çiçek tarhları, çalılar vardı ve ağaçların dallarında nadir rastlanan parlak tüylü kuşlar şakıyordu. Yeşil kıyıların arasından akan parlak bir dere, uzun süre kurak, gri çayırlıklarda yaşayan bu kıza hafifçe mırıldanıyordu.
Bu yabancı ve güzel manzaraya bakarken şimdiye dek gördüğü en tuhaf insan topluluğunun ona doğru yaklaşmakta olduğunu fark etti. Alışkın olduğu büyüklere benzemiyorlardı, ama çok küçük de sayılmazlardı. Aslında boyları, yaşına göre iri olan Dorothy kadar olsa da, ondan çok daha yaşlıydılar.
Üçü erkek biri kadındı ve hepsi de garip bir biçimde giyinmişlerdi. Otuz santim uzunluğunda, sivri uçlu ve yuvarlak kenarlarında hareket ettiklerinde şıngırdayan ziller olan şapkalar takıyorlardı. Erkeklerin şapkaları maviydi, kadının şapkası beyazdı ve omuzlarından örgüler halinde sarkan beyaz bir elbise giyiyordu, üzerinde güneş ışınlarıyla elmas gibi parıldayan küçük yıldızlar vardı. Erkeklerin giysileri şapkalarıyla aynı tonda maviydi ve konçlarında mavi şeritler olan iyi cilalanmış botları vardı. Erkeklerin ikisi sakallı olduğundan, Dorothy onların Henry Enişte ile aynı yaşlarda olduklarını tahmin etti. Ama küçük kadının çok daha yaşlı olduğu belliydi: yüzü kırışıklıklarla doluydu, saçları neredeyse bembeyazdı ve zorlanarak yürüyordu.